“Başkanlık Sistemine Evet Demek İntihardır”

0 Yorum

Ülkemizde “liberal demokrat” deyince akla gelen ilk isimlerden biri, Cem TOKER. LDP Genel Başkanlığı’nı 11 yıl 7 ay boyunca yapan Toker, görevini 29 Ocak’ta Ankara’da yapılan Genel Kurul’da Gültekin Tırpancı’ya devretti. Genel Kurul öncesi bir araya geldiğimiz Cem Toker ile gündeme ilişkin birçok konuyu konuştuk. “Başkanlık Sistemi”ni, Trump’lı ABD’yi ve daha birçok konuyu konuştuğumuz Toker, LDP Genel Başkanı olarak son röportajını Röportajlık’a verdi.

Röportaj: Merve Gökhan

Anayasa Mahkemesi’ne Başvuracağız”

MERVE GÖKHAN (MG) : Yüksek Seçim Kurulu’na, partinizin seçime girme yeterliliğinde görülmemesinin gerekçesini sormak için başvuru yaptınız. Liberal Demokrat Parti’nin seçime girme yeterliliğine sahip partiler listesine dahil edilmemesinin sebebi sizce nedir? Seçime giremezseniz ne yapacaksınız?

CT: Ben Yargıtay Başsavcılığı’nın siyasi partiler bürosu ile görüştüm, Yüksek Seçim Kurulu’nda onlardan gelen bilgi doğrultusunda hareket ettik. Biz net bir şekilde “1999’dan beri seçime giriyorduk, 13 ay önce seçime girdik. Kanun değişmedi. Ne oldu da biz, diğer bazı partilerle birlikte seçime giremiyoruz?” diye sorduk, bize yasayı farklı yorumladıklarını söylediler. Şimdi yazılı bir şekilde soracağız. Yasa değişmeden, yoruma dayalı bir hakkın bizden alınması bize yasal gelmedi. Daha sonra Anayasa Mahkemesi’ne, olmazsa uluslararası yargıya taşıyacağız. Benim huyum değildir bir şeyin peşini kolay bırakmak. Bugünün Türkiye’sinde hiçbir gazete de sorgulamıyor. “Daha düne kadar seçime giren partiler ne oldu da giremiyor?” diye. Seçime sokmazlarsa da bunun gerekçesini soracağız, bir eksiklik varsa onu tamamlayacağız; ama haksızlık varsa da hakkımızı sonuna kadar arayacağız.

MG: Sosyal medyada ilgiyle takip edilen bir partisiniz. Sosyal medyadaki desteğe karşı, gerçekte niye büyük bir destek alamıyorsunuz seçmenden?

CT: Sosyal medya partinin tanınması içindir. Sosyal medyadan oy alamazsınız. Siyaset yüz yüze yapılan bir şey. İnsanlara anlatarak değil, insanların derdini dinleyerek oy alınıyor daha çok. Parti küçük ve anlatmaya çalıştığı politikalar, Ortadoğu coğrafyasında hoş karşılanmayan, kabul edilmeyen konular. “Devlet baba” ya alışmış bir millet var ve bizim söylediğimiz de “Devletten bekleme, devletin senin yaşamına karışma hakkı yoktur. Şahsiyet ol, kul olma, kimseye biat etme, Allah sana akıl vermiş.” Bunları söylediğimiz zaman tutulmuyor pek, her insan her istediğini söyleyebilir, ifade özgürlüğü. Ama bu toplumda “Hayır söyleyemezsin. Komşu ne der, el âlem ne der? İstediğin gibi konuşamazsın, istediğin gibi giyinemezsin, istediğin gibi hareket edemezsin.” Biz de diyoruz ki “Şahsiyet olma gereği bunların hepsini yapabilirsin.” Onun için bu partinin oy alması zor; ama belki gençler bizi anlar diye sosyal medyayı tanıtım amaçlı kullanıyoruz. Öte yandan %10 seçim barajı gibi bir problem var Türkiye’de. Zulu Kabilesi’nde bile yok böyle seçim sistemi -o bir handikap oluyor- oylar bölünmesin diye. Türkiye’de “Nefret ettiğim kazanmasın diye sevmediğim partiye oy vereyim.” zihniyeti var. “CHP’yi sevmiyorum; ama AKP kazanmasın diye ona oy veriyorum, aslında LDP’yi bilmem diğer partiyi seviyorum; ama oy veremem, çünkü baraj altında kalacaklar.” algısı çok etkiliyor partileri.

LDP Mecliste Olsaydı?

MG: Yıllardır aynı partiler iktidar veya muhalif olarak yer alıyorlar. Peki insanlar neden yeni bir partiyi Meclis’te görmek istemiyor? LDP mecliste olsaydı, neleri değiştirirdi?

CT: İnsanlar değiştireceğine inanmıyor. “Ben oy vereceğim tek başıma; ama %10’u geçecek mi bu parti? Ben boş yere oy kullanacağım. Kime gidecek bu oy?” algısı çok kötü. Türkiye milletinin şöyle bir sorunu var: Son dakikacılık. Türk Milleti’nin 2002’den beri 15 yılı vardı. LDP’yi bırak, herhangi bir partiyi yavaş yavaş 2007’de 3’e, 4’e; 2011’de 6-7’ye çıkarabilirdi. Türkiye’de şöyle bir algı var: “Bu seçimde yeni bir parti %10’u geçsin, bana alternatif olsun. Ama geçemeyecek nasıl olsa.” Uzun vadeli düşünme, planlama maalesef seçmende yok.

Meclis’te olsak ne değişirdi? Liberal demokrasinin gereği neyse onları dile getirirdik, oy kaygısı duymadan. Her milletvekilinin yapması gereken seçmeninin hakkını, hukukunu, özel hayatını, gelirini korumak; onu despot bir yönetimden kanunlarla korumak; iktidarın, yürütmenin gücünü sınırlamak. Seçmenin beklentisi neyse o. Vergisinin israf edilmemesi, devletin biraz küçülmesi, makam aracı saçmalığından tutun… Zaten partiler kendileri söylüyor. “Devlette öyle bir israf var ki anam anam.” diyor Burhan Kuzu. Bunlara itiraz ederdik, kanun teklifleri verirdik. Bizi seçen liberal seçmen hangi gerekçeyle bizi seçtiyse, ne vadettiysek, onları yerine getirmek için politika yapardık.

MG : Neoliberalizm, özellikle sol kesim tarafından adeta lanetli bir şekilde anılıyor. Sizin parti olarak liberal demokrat anlayışınızla, neoliberalizm arasındaki varsa farklar nelerdir?

CT : Neoliberalizm biraz retorik. Belki biraz daha ön plana çıkararak anlatırız liberalizmi, sosyal dengelere hassasiyet göstererek. Bizim politikamızda “Fakir okumasın, fakir sağlık hizmeti almasın.” diye bir şey yok. Devlet icra etmesin, devlet okul yönetmesin, devlet hastane yönetmesin, devlet ticaret yapmasın. Okullar yine özelleşsin, devlet fakir çocuğu yine okutsun; ama özel sektör hizmeti versin. Özel sektör anlayışında, devletin hizmet anlayışı diye bir şey yoktur, doğasına aykırıdır. Hastanede sağlık hizmetiyse, yine finanse edilsin, yardım edilsin devlet tarafından fakire; ama hastaneyi devlet memuru işletmesin, özel sektör işletsin. O zaman daha kaliteli, verimli, dinamik rekabet ortamında ucuz her türlü hizmet verilir diye düşünüyorum. Neoliberalizm dediğimiz şey eğitimi, sağlığı özelleştirmekse, bizim savunduğumuz şey sosyal dengeyi gözeterek özelleştirmek, yine maddi durumu iyi olmayanların devlet tarafından gözetilmesi.

Nasıl olsa yiyorlar…”

MG: Numan Kurtulmuş son açıklamasında “Başkanlık gelirse terör tamamen biter.” diye bir cümle dile getirmişti. Buna benzer bir şeyi haziran seçimlerinde; “Ya istikrar ya kaos dedim. Millet kaosu seçti.” diyerek Burhan Kuzu dile getirmişti. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

CT: Bunlar suç, saçmalık; ama Türk Milleti kendi kendisine soracak. Adam profesör normalde, böyle saçmalamaması lazım; ama şöyle düşünüyor:“Boş ver, saçmalayayım. Nasıl olsa yiyorlar.” diye düşünüyor. “Ben buradan nemalanırım.” diyor ve hakikaten de öyle oldu. Davutoğlu “Ankara’daki patlamadan sonra oyumuz arttı.” Dedi, gerçekten de öyle oldu. Türk Milleti, terörün arttığı dönemde gitti ve oy verdi AKP’ye yüksek oranda. Faturayı nasıl ödüyor şimdi? Turizm bitti, ekonomi çöktü, oteller bomboş, işsizlik arttı, faizler artacak, fakirlik artacak. Rusya’nın uçağını düşürdü, portakal 1 TL Ankara’nın göbeğinde. Çünkü Rusya satın almıyor, ihracat düştü. Böyle sorumsuzca, aptalca söylenmiş laflara kanarsa bedelini, Türk Milleti kendisi ödeyecek. Numan Kurtulmuş’un tuzu kuru nasıl olsa, onun maaşı işleyecek. Misal “Her millet hak ettiği gibi yönetilir.” Böyle laflara prim veren ülkede, böyle sefil şartlarda hayatını sürdürür, seçenek milletin.

LDP Başkanlık Sistemini Savundu mu?

MG: Katıldığınız bir programda“Türkiye’de yıllar öncesinde başkanlık sistemini savunan tek parti bizdik; ama bu sistemin yakından uzaktan Başkanlık sistemiyle alakası yok.” dediniz. Peki sizin savunduğunuz başkanlık sistemiyle, şuan uygulanmak istenen sistem arasındaki fark nedir?

CT: Başkanlık sistemini en iyi uygulayan devlet Amerika Birleşik Devletleri. Peki Amerikalılar, Amerika’yı 250 sene önce kurarken niye başkanlık sistemi istemişler? Çünkü Amerika’yı kuran insanlar Avrupa’nın tiranlarından, hükümdarlarından, baskıdan, kilise baskısından -cadıların yakıldığı bir Avrupa’dan söz ediyoruz-, oradan kaçarak yeni bir ülke kuruyorlar ve kurarken de büyük bir endişe ve korku içindeler. Nedir bu endişe ve korku? Gücün bir kişide, bir elde veya kurumda toplanmasından korkuyorlar. “Avrupa’da çektiğimizi bu yeni ülkede yapmayalım.” diyorlar. O zaman Başkanlık sistemini getiriyorlar; çünkü Başkanlık sisteminde kuvvetler çok kesin biçimde birbirinden ayrılmıştır. Hiçbir erkin, gücün -yürütme-yasama-yargı, başkan-meclis-Anayasa Mahkemesi- hiçbirinin mutlak gücü yoktur. Hepsinin biraz gücü vardır, hepsi birbirinin gücünden biraz çekinir. Buna denetleme, dengeleme, kuvvetler ayrımı denir. Böyle sistem getirmişler, keşke buraya da böyle bir sistem getirseler. Biz parti programına bu yüzden koyduk, gayet demokratik sistem diye. Fakat bunların getirdiği sistem Amerikalılar’ın korktuğu, “Güç bir yerde toplanmasın.” dediğinin tam tersi. Türk Milleti eğer “Evet” derse, “Aman güç bir adamda toplansın.” diye evet oyu verecek ve tarihe geçecek. Tek bir adama tüm yetkileri verecek ve dünya tarihinde eşi emsali yoktur. Afrika kabilelerinde bile böyle bir sistem yoktur, gönüllü giderek “Aman beni bir adam yönetsin, bir tane beyin yönetsin.” diye. İstişare, kuvvetler ayrımı “Sen dur bakalım hoca.” diyecek bir sistem yok. Dünyanın her yerinde insanlar “Tek adam yönetiminden kurtulalım.” diye can verirken, Türk Milleti “Bizi tek adam gütsün.” diye oy atacak, bunun üstüne daha gaflet tanımıyorum.

Başkanlık sistemi değil, intihar olur”

MG: Başkanlık sistemi referanduma gidecek. Siz parti olarak nasıl bir tavır alacaksınız? Sizin referandum tahmininiz nedir?

CT: Kesinlikle hayır, bu başkanlık sistemi değil, bu sistem intihar olur. Bağımsız yargının olmadığı, hür basının olmadığı, basın özgürlüğünün olmadığı ülkede, ülkeyi yönetenler neyi referanduma götürürlerse kazanırlar. Toplumda görüyorsunuz, “Hayır” diyenlere müdahale ediliyor. Hiçbir zaman adil ve hür seçim olamaz zaten basın özgürlüğünün olmadığı bir yerde. Buna “Hayır” diyecek onlarca fikir hapiste, dopingli iktidar seçime götürecek, sadece benim dediğim duyulacak. Ondan sonra da “Ben kazandım.” diyecek. Onlarda “Adil bir seçim yapalım.” gibi bir dert yok, kazanırlar. Bu mevcut sistemle “Güneş Batı’dan doğar.” deseler yine “Evet” çıkarırlar, “Horozlar yumurtlar.” deseler yine “Evet” çıkarırlar. Bu kadar net.

MG: Rıdvan Dilmen, Arda Turan, Meltem Cumbul, Barış Atay gibi ünlü isimler referandumdaki tavırlarını açıkladılar. Bu spor ve sanat camiasında da tartışma yarattı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

CT: Ben onların kamuoyuna “Evet” demelerinin, sandıkta evet verecekleri anlamına geldiğine inanmıyorum. Onların bir kısmının derdi iktidarın payandası olmak, iktidara yağ çekmek, iktidara itiraz etmemek; bu ülkede iş güvencesi, gelir garantisi ve statü. Bunun için herkes düşüncesi belirtmek konusunda serbest; ama bu sisteme “Evet” diyecek insanlara benim zerre kadar saygı duymak gibi derdim yok, zorunda da değilim. Az önce örneğini anlattım; böyle bir toplumun, böyle bir sisteme “Evet” demesi intihardır. Herkes demokratik sistemde, kuvvetlerin ayrıldığı, denetlendiği, dengelendiği siyasi ortam için çaba verirken Türk Milleti elindeki nimetten yararlanmayıp, tam tersine destek verirse o kişilere benim saygı duymam mümkün değil.

MG: Az önceki soruya ek olarak, toplumda bölünmeyen kesimlerde de ayrışmalar başladı. Spor, sanat vs. Bu gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?

CT: Bu gidişat, Cumhuriyet tarihinin en korkutucu gidişatı. Cumhuriyet tarihinde, hiç bölünmediğimiz kadar bölünmüş bir toplum haline geldik. Arkadaş gruplarında, ailelerin içinde, spor camiasında, sanatta, basında hiç bu kadar bölünmemiştik. Bu coğrafyada, bu yönetim şeklinde çok korkutucu bir bölünme endişesi duyuyorum. Birisinin bu toplumun gazını alıp, daha yapıcı, daha birleştirici siyasi mesajlar vermesi şart, yoksa işin sonu hiç hayra alamet değil.

Türkiye tuzağa düştü”

MG : Sizce Donald Trump Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Trump ile gelen belirsizlik ortamında Türkiye ne yapmalı ya da Türkiye’yi neler bekliyor?

CT: Türkiye Ortadoğu’daki, sınırımızdaki olaylarda maçı kaybetti. Obama’nın gitmesi, Trump’ın gelmesi bölgedeki Amerikan politikasını değiştirmez. Türkiye’nin tamda aleyhine bir gelişme olabilir. Trump’ın Putin’le anlaşması, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Ortadoğu’nun sınırların değişmesi konusunda Putin ile görüş alışverişi yapıp ortak noktada buluşmaları demek, büyük olasılıkla yakın bir gelecekte Türkiye’nin de sınırlarının değişmesi demektir ki bu olasılık hoş değil, endişe verici. Benim şahsi kanaatim; bu coğrafyada Amerika’nın dış politikası, İsrail’in güvenliği üzerine kurulmuştur. Onun için ne konuşacaksanız, önce İsrail ile gidip konuşmakta yarar var. Kürdistan’ın kurulması, Suriye’nin bölünmesi, Irak’ın bölünmesi bütün bunlar İsrail’in güvenliği için yapılmış adımlardır. Büyük Ortadoğu Projesi içindeki ılımlı İslam projesi, bütün bunlar İsrail’in güvenliği açısından ortaya atılmış, Amerika’ya teklif edilmiş ve Amerika’nın uyguladığı projedir. Türkiye bu konuda çok geç kaldı, tuzağa düştü. AKP hükümeti ve ondan önceki hükümetler de tuzağa düştü, dolayısıyla Türkiye’yi çok zor günler bekliyor.

MG: Türkiye Şangay İşbirliği Örgütü’nde enerji kulübü başkanı oldu. Suriye konusunda Rusya, Türkiye ve İran arasında Astana görüşmeleri yapıldı. Bunun uluslararası siyasete etkileri ne olur?

CT: Bunlar sembolik görüşmelerdir. Önemli olan Amerika ve Rusya’nın ne şekilde anlaşacağı ve İsrail’in buna ne diyeceğidir. Bazı bölgelerde, Suriye’de belki barış, huzur sağlanabilir; ama bazı bölgelerde Sünni-Şii çatışması devam edecektir, IŞİD asla tamamen bitirilmeyecektir. Çünkü İsrail öyle istemektedir. IŞİD’in bitmemesi demek, bölgede huzurun asla sağlanmayacağı demektir. Mühim olan Trump ve Putin’in diyalogları…Trump, İsrail’in görüşlerini almadan masaya oturmaz, gerisi detaydır. Türkiye’nin dediği, İran’ın dediği, Suriye’li muhaliflerin dediği; onlar biraz göstermelik, ateşkes sağlamak için yapılmış görüşmelerdir.

Kıbrıs’ın Geleceği

MG : Başbakan Erdoğan “2023’te eyalet sistemi tartışılabilir” diye bir açıklama yapmıştı. 2013’te verdiğiniz bir röportajda “Merkezi devletin küçüldüğü, bölgelerin kendi ekonomisini oluşturduğu, yer altı ve yer üstü kaynaklarını kendisinin kullandığı eyalet sistemine siz nasıl bakıyorsunuz?” sorusuna verdiğiniz cevapta, “Kıbrıs’a bakalım. Federale benzer bir düzendi. 1974’te 2 üniter devlet oldu, o zamandan beri kan dökülmüyor. Türkiye intihar etmek istiyorsa eyalet sistemine geçsin.” diyorsunuz. Bugün Kıbrıs görüşmelerinde tek devlete gidiliyor. Kıbrıs’ın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

CT: Ben pazartesi günü Serdar Denktaş’ın bir sunumuna katıldım. Kıbrıs’ta anlaşmanın sağlanması çok zor, sağlansa bile referanduma onay konusu çok zor. Kıbrıs’ta öyle bir şey söylendi, Serdar Denktaş’ın görüşü benim de görüşüme yakın. Rumlar kolay kolay uzlaşmak istemezler, nasılsa Avrupa Birliği’ne girdiler, nasılsa Avrupa Birliği gibi bir güç arkalarında. Türk askerinin Kıbrıs’tan çekilmesini kesin şart olarak koyuyorlar, bunu Kıbrıs halkı kesinlikle kabul etmiyor, Kıbrıs’ın Giritleşmesi olabilir diye endişe duyuyorlar. Kıbrıslı Türkler masaya ortaklık olsun diye otururken, Kıbrıslı Rumlar sahiplenme niyetiyle oturuyorlar bütün adaya. Nüfus mübadelesi var, toprak alışverişi var, uzun meşakkatli bir yol; ama Ak Parti hükümeti ekonomik olarak köşeye sıkıştıkça, Türkiye’de ekonomi battıkça, dış güçlerin dayatmalarına daha çok taviz vermek zorunda kalabilir. Kabul edilmeyecek tavizler verilerek “Kıbrıs’a çözüm geldi.” denir; ama onun çok büyük bir maliyeti olur.

MG: Yine aynı röportajda “2019’da Meclis’teyiz.” demiştiniz. Hala aynı iddianız var mı?

CT: Bunu söylediğimde 2013 yılıydı. Türkiye’deki şartlar o günün şartlarıyla aynı ivmede devam etseydi hala inanıyordum ben o şekilde ilerleyeceğimize; çünkü alternatifler teker teker yok oluyordu. Geçmişin köklü partileri DSP, Demokrat Parti oyları düşüşteydi, onlar tarihten siliniyordu. Bizse Türkiye’de henüz denenmemiş bir partiydik. Barajın düşme olasılığını düşünüyorduk; ama bugünkü şartlar altında bırakın yeni bir partinin Meclis’e girmesini, belki de planladıkları, uygulamaya koydukları gibi 2019’da 2 partili bir Meclis görebileceğiz. MHP baraj altında kalır, belki AKP bünyesinde Meclis’e girer, HDP’yi de zaten bitiriyorlar. Dolayısıyla 2 partili bir Meclis sürpriz olmasa gerek. O günün şartlarında olabilir bir hedefti, artık değil.

Türkiye IMF’den gidip borç para isteyecektir”

MG : Dünya işsizlik sıralamasında ilk 10’dayız. Doların yükselişi ve gelen zamlar… Türkiye ekonomik krizin eşiğinde mi sizce?

CT: Krizin dibinde, ortasında ve baş aşağıda gidiyor. İnanılmaz bir krizin içindeyiz; ama krizler bir günde hissedilmez. 6 ay, 1 yıl… 2016, 2015’ten kötü geçti; 2017, 2016’dan kötü geçecek. Bunları öngörmek için kahin olmak gerekmiyor. Bir ülkenin yargı sistemi çöktüyse, hukuk sistemi çöktüyse, yargının bağımsızlığı artık söz konusu değilse, tartışılıyorsa… Bunlar yargıyı eleştiriyoruz diye bozuluyorlar; ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne en çok mahkum olan da Türk yargısının verdiği kararlar. Bunu eleştirmek vatandaşlık borcu. En çok tazminata mahkum olan ülke Türkiye. Ekonomi, adalete ve özgürlüğe çok bağlıdır. Şöyle bir örnek vereyim: Türkiye’den para kaçıyor, yeni para da gelmiyor. Şimdi bir bankaya gitseniz siz, cebinizde 5-10 bin TL paranız var ve herhangi bir banka şubesine girdiniz. “Hesap açmak istiyorum. Peki faiz oranınız nedir?” diye sorsanız, “Efendim müdür bey belirler.” derler. “Bankanız kaçta açılır?”, müdür bey belirler. “Kaçta kapanır?”, müdür bey belirler. Bankanın bir yönetmeliği var mı? Var; ama müdür bey pek kullanmıyor, kafasına göre yönetiyor. “İstediğim zaman para mı çekebilir miyim?”, “Müdür bey ile görüşmeniz lazım, onu garanti edemeyiz.” Siz böyle bir bankaya para yatırır mısınız? Yatırmazsınız. Paranızı orada tutar mısınız? İlk fırsatta çeker gidersiniz. Türkiye’nin başına gelen bu “müdür bey”. Onun için para kaçıyor, gelmeyecek. Müdür beyi nereye şikayet edeceksiniz? Yukarıda müdür beyi şikayet bürosu var, isterseniz oraya gidin. Kimler var orada? Müdür beyin akrabalarından oluşan, oğluyla damadı, bir de eniştesi var. Onlara isterseniz müdür beyi şikayet edin. Türkiye’ye gelecek başkanlık sistemi budur, bugün gelmeden uygulanan fiili sistem de bu banka yönetimi gibidir. Onun için parasını alan kaçmaktadır, yeni para da gelmeyecektir. Türkiye önümüzdeki 1-2 sene içerisinde, IMF’nin kapısına gidip borç para isteyecektir.

MG : 29 Ocak’ta LDP olarak büyük genel bir kongre düzenleyeceksiniz. LDP kongrede hangi konuları ele alacak?

CT: Siz bunu yayımladığınızda, ben bu partinin genel başkanı olmayabilirim. Ben yoruldum ve bırakmayı düşünüyorum. Bu kongrede, herhâlde parti kurucusu, çok eski bir arkadaşımızın yönetimine devredeceğiz partiyi. Tabii bu yarın, delegelerin vereceği karar. Bundan sonra ben partinin bir neferiyim; ama parti başkanı olarak devam etmeyeceğim. Yarın delegeler kesinleştirecek, onun dışında partiyi açık tutacağız, kapatmayacağız. Çünkü savunduğumuz liberal demokrat değerleri savunan başka bir parti yok. Her partinin Türkiye’de bir müsveddesi var, bir minyatürü var. Bunlara oy vermeyen MHP’ye oy verir, Saadet’e verir. CHP’ye oy vermeyen DSP’ye oy verir, Vatan’a oy verir, diğer sol partilere oy verir. Ama başka liberal parti yok. Onun için açık tutmaya kararlıyız, seçime girmek için yine mücadele edeceğiz. Seçimde kaç oy alırız, yine dayak mı yeriz, nal mı toplarız? Bu milletin bileceği iş. Türkiye’deki gidişata göre, siyasi konjonktüre göre, YSK’nın kararına karşı vereceğimiz mücadeleye göre yolumuzu çizeriz.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş