Emre Tilev’den Gençlere Tavsiyeler

0 Yorum

SELİN SEVİNÇ (SS) : Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Emre Tilev kimdir?

EMRE TİLEV (ET) : Ben 1971 doğumluyum, yani röportajı yaptığımız şuan itibari ile 44 yaşındayım. Baktığımızda aslında Ankara doğumluyum ama Ankara’da çok kısa bir süre kaldım. Ben ailemin tek çocuğuyum,annem ve babam çalıştığı için anneannem, dedem ve dayım üçgeni içinde büyüdüm. Annemi ve babamı sadece cuma günleri görebiliyordum. Cuma akşamı beni alırlardı cumartesi ve pazar onlarda kalırdım. Pazar günü tekrar babam beni götürürdü. Babam hep bunu kendisi için çok zor olduğunu pazar günlerinin onun için çok sevimsiz bir süreç olduğunu söyler, cuma günlerini ise çok sever. Ben de çok severim cuma günlerini çünkü cuma günleri ikimizin buluşma süreciydi. Babam deniz astsubayı olduğu için İzmir’e tayini çıktı. Daha sonrasında İtalya’ya Napoli Daimi Görevi çıktı lakin tam o sırada ihtilal oldu ve babamı bu göreve göndermediler. Babam bu duruma çok üzüldü ve zaten sözleşmeli olarak İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nda çalışıyordu ve o dönemde askerliğinden istifa etti. Bende annem ve babamın yanındaydım sürekli, aslında hayatım askeriyede geçti diyebilirim. İlkokul dördüncü sınıfa kadar askeriyenin yanında bir okuldaydım ve sürekli babamla geçirirdim boş zamanlarımı. Bu yüzden babamla baba oğul gibi değil abi kardeş gibiyiz. İstifa ettikten sonra bir yıl kadar babam çalışmadı, para kazanmak için birçok yola başvurdu. Bir yıl sonra ise tekrar devletin sınavına girdi ve opera sanatçısı oldu. İzmir Devlet Opera ve Balesi’nde trompet sanatçısı oldu. O süreci çok sağlam geçirdi, çok çalıştı. Belki o bana çok büyük bir düstur oldu çünkü insanların hayatlarında ki dönemeçleri çok sert de olsa yumuşak da olsa dönebilme becerisini ortaya koymam da ışık oldu babam ve bugün eğer bu noktadaysam ona çok şey borçluyum. Neden diye sorarsan eğer, düşmenin ne demek olduğunu öğretti bana. Bu benim ilk düşmem değildi, birçok kez düştüm. Dut ağacından düşmek gibi değil, hayattan düşmek gibi. Babamın gözü önünde bir trafik kazası geçirdim bu yüzden yaklaşık sekiz ay yatakta kaldım. Yeniden yürümeyi öğrendim ve bu kadar derken süreç içinde biz babamla farklı bir şey yaşadık. Benim sakallarım çıkmıyor diye çok sorun ettiğim bir dönemdi bu ve en sonunda doktora gittik. Beynimde tümör olduğunu öğrendik ve bu süreç babam için çok zor geçti çünkü kabullenemedi bu durumu. Ve o süreci geçirebilmem için ameliyat olmam gerekiyordu bu yüzden daha yoğun bir mesai harcadık. Ameliyattan sonra benim için daha sıkıntılı bir süreçti çünkü ancak on beş gün içinde kendime gelebildim. Babam için o süreç çok sıkıntılı geçti, yaşlandığını ve saçlarının beyazladığını gördüm. Şunu da gördüm orada, bir yaşam sürecinde insan hayatta her şey ile karşılaşabiliyor. Bunun karşısında dik durabilmeyi, çevrede ki insanlara bunu sezdirmemek gerektiğini de gördüm. Gerçekten bir anıt gibi durdu ayakta, benim buralara gelmemde babamla birlikte dayımın özellikle büyük payı var çünkü doktordu o hayata döndürdü beni. Annem daha hissiyatlı bir hanımefendidir benim, babam ise daha dik durunca benim her şeyi başarabileceğimi göstermiş oldu bana. Bütün zorlukları geçebileceğimi gösterdi bana hatta 1994 yılında CNNTÜRK’e ilk defa spiker olmak için gelmeye karar verdiğimde babamı aradım, dayım çok destekledi. O dönemde yerel kanallarda da çok çalıştım. Babamı aradığımda her zaman arkamda olduğumu söyledi ve bu şekilde televizyonculuk hayatım başlamış oldu.

SS : Babanıza bu kadar bağlıyken, asker olan bir babadan neden televizyon sektöründe bulunan ve aynı zamanda akademisyen olan bir Emre Tilev?

ET : Babamın askerlikle çok özdeşleşen mantalitesi hiç olmadı. Aslında babamla biraz zıt kutuplarız. Çoğu konuda farklı görüşlerimiz olsa da ortak paydada buluştuğumuz yönlerde var tabii. Tartışmalarımız, özellikle yoğun tartışmalarımız olur ama kırmayız birbirimizi. Tartışmayı da severiz işin açıkçası örneğin ben bu duvar çok güzel derim, o bak ama şurasında şu var der. Bu bana şöyle bir artıyı getirdi çocukluğumdan beri böyle, farklı bakabilmeyi öğrendim. Oğlumda mesela bir kompozisyon yazıyor ve benden şunu bekliyor ”Harika olmuş Emrecan, mükemmel” ama öyle demiyorum,” Güzel olmuş ancak şuraları bir kez daha etüt etmende fayda var.” diyorum. Bu da farklı füzyonu beraberinde getiriyor. Bu çok önemli, özellikle eğitim sistemimizde çocukluğumuzdan beri bir problem var. Türkiye’de ki eğitim sisteminin tam karşılığı eğitimdir, eğmekten gelir. Eğmek bir genci bir çocuğu eğmek değildir eğitim. Eğitim o çocuğun hayatta daha dik nasıl durabileceğini öğretmektir. Ben bugün bunu öğrendim babamdan. Farklı bakabilmeyi, ortak paydalarda buluşabilmek güzel ama asıl önemli olan ebeveynlerden, öğretmenlerden, arkadaşlardan, staj döneminde ki büyüklerinizden öğrenmeniz gereken bu. Eğilmemek, dik durmak, dik bakabilmek, olaylara bütüncül şekilde yaklaşmak çok önemli. Babam ordudaydı ama hiç ordu gibi düşünmedi. Hiçbir zaman despot, rahat hazır ol tavrında olmadı çünkü zaten deniz astsubayıydı. Babam bana o yaşlarımda görmem, yaşamam gereken her şeyi tanıttı, gösterdi. Türkiye’nin de asıl sorunu bu, biz her şeyi yasaklıyoruz. Oysa ki önce yasağı, algıda sağlanması gerekiyor. Mesela çocuğa istediğiniz kadar sobaya dokunma de ya da üstünü ört, o çocuk merak edecektir çünkü insanın fıtratında merak vardır. Sonra gider o sobaya dokunur ama beş parmağıyla dokunur, halbuki siz çocuğun parmağını bir kere o sobaya değdirirseniz o çocuğun sadece tek parmağı yanar ve bir daha yaklaşmaz. Bu yüzden biz gençlerimizin ufuklarını genişletmek için farklı mecralar göstermeliyiz, yaşanmışlıklar yaratmalıyız zihinlerinde. Herkesin bir fikri vardır ama o fikirler ne kadar değerlidir asıl soru bu. Bunu mümkün kılan da bilgidir. Toplumlar bilgi ile sulanmadığı sürece akarsular boşa akan derelere dönüşür ve bir noktadan sonra kurur yok olur. Siz onları beslemek zorundasınız ki o dereler ırmaklara daha sonra çağlayanlara dönüşebilsin. Peki bunun kilidi ne? Bilgidir. Bilgi ile beslediğin değerler çok önemlidir. Bugün okumayan, araştırmayan bir nesille karşı karşıyayız. Artık eğitim çok farklı bir noktaya gelmeye başladı, sanayileşmiş yada tarımla ilgili bir eğitim sistemi değil biz insan odaklı bir eğitim sisteminden bahsetmeliyiz. İnsan yetiştirmek çok zor bir şey, asıl önemli olan beyini olan, artıları eksilerini bilen, düşen ve geniş ufuklara bakabilen insanlar yetiştirmemizdir. Bizim için önemli kilit bu. İnsan ögesini yetiştirebilmek içinde öncelikle insan ögesinin kendini tanıması önemlidir. Kendini tanımayan bir insan bir sonrakini yetiştiremez çünkü kendini değersizleştirir ve değersizleştirdiği anda aslında diğerlerini de değersizleştirir. Halbuki ”ben bunu yaparım” diyebildikten sonra kendini değerli bulabilirsin, bizim yapmamız gereken mutlak surette herkesin ulaşılabilir olduğunu görmemiz. Herkese kendi fikirlerini dinleyebileceğimizi, bizim fikirlerimizin ne kadar değerli olduğunu kendimize söylememiz. Tartışmak yerine fikirlerimizi söyleyebilmeliyiz, be fikir çatışmalarından kim bilir ne fikirler doğacaktır..

SS : Spor spikerliğine nasıl başladınız ? Hayatınızda bir dönüm noktası mı oldu?

ET : Ben altı yaşımdayken çocuklar dışarıda top oynuyorlardı, misket oynuyorlardı ben de duvarın üzerine oturup maç anlatıyordum. Kendimi bildim bileli maç anlatıyorum. Ben on yaşımdaydım kendime gazeteler alırdım, onları keserdim ve önemli noktalarını yapıştırırdım. Ev gazete ve dergi yığını olmuştu. Kömürlükte durur hala yığınla 81-82 yıllarından kalma haberler, o zamanlar tabii arşivcilik yoktu. Benim için dönüm noktası Türkiye’de o yasakların bitmiş olduğu dönemle başladı. Türkiye’de eskiden tekelci bir televizyon vardı, TRT, ne zaman radyoları yeniden sistemin içine dahil ettiler başka radyoları sisteme dahil ettiler, mantar gibi Türkiye’nin her yerinde radyo çıktı. Şunu gençler unutmasın ki birileri çıkıp size sürekli yapamayacağınızı söyler. Ben o dönemde Samsun’da Gıda Mühendisliği okuyordum ve radyoda çalışmak istedim. Dediler ki yapamazsın. Ben gittim radyonun müdürüne, ben bu radyoda çalışmak istiyorum dedim. Ne yapacağımı sordu, ben de gece programı yapacağımı içeriğinde klasik müzik, spor ve sohbet olacağını söyledim. Samsun’da kimin klasik müzik dinleyeceğini söyledi, ben de güçlü müzikler çalacağımı ve herkesin dinleyeceğini söyledim. Ancak bu süreçte tabii arkadaşlarım yapamayacağımı, klasik müzikle sporun bağdaşamayacağını söylediler. Dördüncü ayın sonunda ben Samsun’da konuşulan bir adam olmuştum çünkü klasik müzikler futbolu, sporun her branşını özdeşletirebiliyordum. Daha sonra orada yerel bir televizyon kuruldu, orada siyaset programları yapmaya başladım. Siyaset programlarında insanların nötr olmasını düşündüğüm için hep nötr oldum, ilgi çekti. Sonrasında Karadeniz’de yayın yapan bir STV televizyonu vardı. Dayımın arkadaşlarının yönlendirmesiyle buraya girip yayın yapmaya başladım. Tüm hepsinin sonunda total yapıya baktığımızda ben oraya sığmaz oldum. Gidecek yer olarak İstanbul’u gördüm ve İstanbul’a geldim.

SS : Spor spikeri olarak çeşitli maçlar sundunuz, bunlar arasında en unutamadığınız hangisiydi?

ET : Ben genellikle çok rahatımdır, sıradan bir şey gibi bakarım ancak çok iyi hazırlanırım. Yani bir maç anlatacaksam, o maça en az on gün önceden hazırlanırım. Tüm detayları öğrenirim, futbolcularla ilgili bütün fikirleri öğrenirim. Futbolcunun koşuşlarını, stillerini seyrederim. Bazen futbolcuyu tanımazsınız ama öncesinde görmeniz gerek. Ben şuna inanıyorum, küt anlatım bitmiştir artık. Yani ” Ahmet,Mehmet geriye pas verdi, sol çizgiye” bu değil. Benim anlatımımda ”Ahmet, on dokuz yaşında, süper lige şuradan geldi, küçüklüğünde şunu yaptı” yani bütün dinamiklerini bilmeniz gerekir. Nesillere örnek olacak anlatımlar yapmalısınız. Bilgi, istatistiki bilgi önem verdiğim konular oldu hep. Unutamadığım maç o bağlamda değil de bir superball finali anlattım 2001’di zannedersem Amerikan futbol liginde. Formula 1 yarışlarını hep yerinde anlattım o yüzden dünyanın her yerini görme fırsatım oldu, Japonya’da geçirdiğim o bir ay unutulmazdı. Maç bağlamında baktığımızda Dünya Kupası’nda maç anlattım, çok güzel bir duyguydu. İki tane final anlattım, birisi Uefa Avrupa Ligi Braga-Porto, yerindendi. Biri de Şampiyonlar Ligi Manchester United-Chelsea bu maç tarihte ki ilk 3D yayındı hatta arkadaşlarım sinemada izlemişler. Bunların içinde en çok beni etkileyen Türk takımlarının Avrupa takımlarıyla oynadığı maçlardır. Bir Beşiktaş-Liverpool maçını hiç unutamam. Galatasaray-Bordo maçı hiç unutulmaz. İnter-Fenerbahçe, Fenerbahçe-Chelsea, Sevilla-Fenerbahçe o maçları hiç unutamam. Asıl unutamadığım ben Galatasaray-Fenerbahçe maçını anlattım 6-0 lık o maç ve maçtan sonra Fenerbahçe’li olduğum iddiaları oldu hatta. Ben hep bu ögelerle karşı karşıya kaldım yani bu tip yaklaşımlarla çünkü ben anlattığımda coşkuyu, gol atan takımla dorukta yaşıyorum. Bu tip yaklaşımları duyunca demek ki işimi iyi yapıyorum diyorum.

SS : Peki Emre Tilev hangi takımlı?

ET : Onun cevabı bende kalsın, ben içimde saklamayı seviyorum. Lakin ben çok iyi bir Barcelona ve Liverpool taraftarıyım. Liverpool çocukluğumun aşkıdır. Kevin Keegan, Ian Rush, Kenny Dalglish.. Bu oyuncular gerçekten muhteşemdi.

SS : Son olarak, bu sektörde çalışmaya karar vermiş olan gençlere bir tavsiyeniz var mıdır?

ET : Üç tane tavsiyem var. 21. yüzyıl Z jenerasyonu dediğimiz bir jenerasyon geliyor yani daha dinamik. Şunu unutmayın hangi doğumlu olursanız olun o doğumdan Türkiye’de 1.3 milyon insan var. Siz 1.3 milyondan daha iyi olmak zorundasınız. Dünyada ki her bireyden de daha iyi olmak zorundasınız. Çünkü kalkınmamız gereken, daha farklı olan ve daha farklı bir noktaya yürümek zorunda olan bir ülkenin temsilcileriyiz. Bizim çalışmayalım, biraz daha burada bekleyelim demek gibi bir şansımız yok. Bizim mutlak surette arayışlarımızın olması lazım. Sorun şu, Türkiye’de ilk 500 şirkete baktığımızda ileri teknoloji üreten sadece 12 şirketimiz var. Biz bir fotoğraf makinesi kapağı yada bir fotoğraf makinesi çipi üretemediğimiz için 500 ton buğday veriyoruz. Bu yüzden zihinlerinizi ileri teknojiye yatırım yapın. Yani ileri teknoloji nedir? İleri teknoloji, geleceğin teknolojidir. Biraz fütürist bakın, biraz geleceğe yönelik bakın. Geleceğe doğru bakabilmek için de mutlak surette bilgiye ihtiyacımız var. Sadece gazetecilik değil herhangi bir meslekte olun bilgili olun. Biz artık bilginin gücüne inanıyoruz. İkincil öge ise özgüven. Kendinize güvenin, birilerinin sizi elinizden tutup bir yere getirebileceğini zannetmeyin. Cv değil, gidin bizzat siz görüşün. Sizi kapıdan kovacaklar, bacadan girin, bacadan kovarlar diğer kapıdan girin. Zorlayın şartları, sonuna kadar zorlayın. Kendinize güvenin, her şeyi başarabileceğinize inanın. Kendinizi yeterince hazırlayın en önemlisi de bu. Son olarak, mutlaka elinizde doneler olsun. Ne gibi? İngilizce, Fransızca, İspanyolca biliyorum, inanılmaz başarı. Hiç dil bilmiyorum ama öğrenmek için büyük çabam var, bu da harika bir durum. Bir de dünyayı görün arkadaşlar yani dünya sadece Beyazıt değil, İstanbul değil, Türkiye değil, dışarısı bambaşka. Şartlarınızı zorlayın, dünyayı gezin. Parayı sorun etmeyin, paraya gerek yok. Ben parasız olarak benim ülkemi gezen bir çok adamla tanıştım. Dünyanın heryerine gittiğimde parasız olarak o ülkeyi gezen gençler gördüm. Dünyayı görün, farklı insanlarla diyalog kurun, bu size başarıya getirebilecek en önemli ögelerden biri. Birilerinin sizi bir yere getirmesini değil, birilerinin sizin bigilerinizi görerek sizi bir yerlere taşımalarını sağlayın. Sizi birileri bir yerlere getirirse, diğerleri sizi oradan alır ama siz kendi gücünüz, inancınız, kendi değer ve bilgilerinizle bir yere gelirseniz sizi kimse oradan kıpırdatamaz.

Röportaj: Selin Sevinç

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş