Mihri Belli’nin 1992’de Verdiği Röportaj

0 Yorum

‘Sosyalizmi Türkler kuracak’

1940’ta 4 yıl kaldığınız Amerika dönüşünde kendinizi karaya vurmuş balık gibi hissetmiştiniz. 11 yıl sonra Türkiye’ye gelince de aynı mı oldu?

Amerika’dayken Türkiye olaylarıyla fazla ilişiğimiz yoktu. Bu kez Türkiye’yi yakından izleyebildik. Geldiğimiz de hiç de balık gibi hissetmedik kendimizi.

Gezmediğiniz yer, görmediğiniz olay yok. En büyük hayal kırıklığınız ne oldu?

12 Mart oldu. 12 Mart’a kadar ben Mustafa Kemal’in kurduğu ordunun işbirlikçi tekelci sermayenin vurucu gücü olarak kullanılabileceğimi sanmıyordum.

Yarım asırlık mücadelenizde geldiğiniz nokta bir hayal kırıklığı yaratmadı mı?

Türkiye açısından bugün hedefe her zamankinden daha yakınız. Dışarıdan dayatma komünizm yok şimdi. Sovyetler Birliği denen o bürokratik düzenin ortadan kalkmasıyla kamburumuz gitti. Dışarıdan dayatılan TKP, ne Türk, ne de komünistti. Bugün bir işçi sınıfı hareketliliği var. Eninde sonunda tarihsel bir rol oynayacak güce ulaşacaktır. Kürt halkının uyanışı, 1925’ten bu yana uygulanan asimilasyona karşı yığınsal bir direnişin başlayışı da olumlu bir şeydir. Dünyaya gelince, görünüşte sosyalizm yenildi, kapitalizm kazandı. Kazanmak ne demek? Kapitalizmin yaptığı yoksul açlık denizi içinde birkaç refah adası kurmaktır. O da ne pahasına? Çevreyi kirletme, dünyayı çöplüğe döndürme, çölleştirme, dünyanın tavanını delme pahasına. Bu zafer midir?

Bunca yıl, ideolojik terminolojinize herhangi bir değişiklik getirdi mi?

1960’larda “Sosyalizm yolunda gerçekten tam bağımsız demokratik Türkiye” dedik. Bugün de geçerlidir bu slogan. Terimlerde değişiklik olması için sebep yoktur. Sömürü düzeni varlığını sürdürmektedir.

Örneğin sınıf kavramı. 50 yıl içinde hiç mi değişikliğe uğramadı?

Batının refah adacıklarında 19. Yüzyıl proleteryası şimdi mevcut değil. Hizmet çalışanları, fabrika çalışanlarından çok daha az ücret alıyor. Böyle değişmeler var. Fakat biz Doğu ülkesiyiz; Avrupa’nın kapısını çalıp çalıp geri çevriliyorsak da. Özde işçi sınıfının işlevi Türkiye’de değişmemiştir.

Proletarya hâlâ devrimin temel gücü ve yöneticisi mi?

Türkiye gerçeğinde proletarya tek başına değil tabii. Ezilen yığınlar, devrimci aydın zümre ile ittifak halinde önemli devrimci roller oynamaya namzettir.

Yaşamınız boyunca hedefinize hiç yaklaştınız mı?

Yaklaştığımız oldu tabii, inisiyatifin devrimci güçlere geçtiği anlar oldu. 60’ların sonlarında mesela.

Hedefe ne kadarlık bir mesafeniz olduğunu düşünüyorsunuz?

Hedefe ulaşma tekdüze bir süratle olmaz. Gerilemeler, ilerlemeler olur. Objektif olarak, egemen güçlerin soruna çözüm getiremez duruma gelmesi ve ezilenlerin yeni yol arama özlemini duymaları anlamında bence en yakın an budur. Subjektif yani bilinçli bir yığınsal hareket olarak değil tabii.

İdeolojinize karşı ne bir coşku, ne bir ilgi var ama.

Onlar subjektif koşullar. Yağ var, şeker var ama helvayı yapacak örgüt yok.

Sizin istediğiniz sistemi Ruslar, Bulgarlar, Polonyalılar, Çinliler kuramadılar. Türkler mi kuracak?

O yoldan giderlerse kuramazlar. Fransız devrimi eşitlik, özgürlük idealleriyle çıkıyor ortaya. Ne oldu, 50 yıl sonra Fransa karaborsacılar, her türlü rezillikler içinde bir toplum haline geldi. İdealler bunun için miydi? Demek bir yozlaşma oluyor. Biz Kurtuluş Savaşı’nda istiklal, özgürlük gibi ideallerle ortaya çıktık. Cumhuriyetin ilk yıllarında “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir Türkiye’yiz” dedik. Ne oldu? Varlıklı ile yoksul arasında muazzam uçurumlar ortaya çıktı. Şimdi Sovyetlerde de öyle; geriye dönüş süreci içindeyiz.

Yani hiçbir ulusun yapamadığını Türkler mi yapacak?

Yapmaya mecburdur. Çünkü bu bozuk bir sistem besbelli. Şimdi de önümüzde başka bir hedef, yöntem yok. Sosyalizm yine geçerli bir kuram. Mesela Küba’da o kadar ablukaya rağmen, Batı ülkelerinde olmayan ileri bir sağlık sistemi var. Uyuşturucu kaçakçılığı yok, yapanı hemen asarlar. Bu da sosyalizmin güçlülüğünü tabak gibi ortaya çıkarıyor.

En eski “eski tüfek”lerden birisiniz. Ama bir silahlı eyleminiz yok.

Bunu 60’lı yıllarda bir şair dostumuz küçümseme olarak kullanmıştı. İşçi Partisi kurulmuştu. 141’den hükümlüler partiye giremiyordu. ‘Ehh onlar da kaderlerine küssün’ diyorlardı. Yeniçeri Ocağı’nda savaşa gitmeyip ocağı bekleyenlere eski tüfek derler. Bunlar da bizim için eski tüfek demişti. O zaman Yön’de Eski Tüfek diye yazı yazmaya başladım. Etkileri oldu. Bu sefer o şair arkadaş, ‘Ben de eski tüfeğim’ diye çıktı ortaya. Adını vermeyeyim.

Devrimci örgütler geçmişte yurtdışı kardeş partilerden mali destek aldılar. Şimdi o olanaklar kalkmış görünüyor. Finansman sorunu sizce nasıl çözülür?

Devrimcilerin feragatiyle. Boğazından kesip verecekleri para ile. O para bereketlidir. Öteki haram paradır.

TKP haram para mı yemiştir?

Olduğu gibi kendisi haram içindedir.

Şimdi daha yoksul dediğiniz halkın feragatiyle mi olacak?

Sosyalist hareket bir güç olarak ortaya çıkarsa, umulmadık yerden imkân çıkar. Halkın yaratacağı olanaklar, dipsiz kuyudur. Zaten servetin kaynağı halktır.

İlk Deniz Gezmiş’in elinde gördüğünüz Şehir Gerillası gibi kitaplar için neden “Bunların çok zararı oldu” demiştiniz?

Gerilla hareketlerini anlatan kitaplar son derece zararlıydı. Çünkü şartlar ne olursa olsun, ‘Bunu silah halleder’ diyordu. Şimdi Marigella’nın o kitabını 12 Mart’tan sonra okudum. Rezaletti. Mesela banka soymayı kapitalizmin kan damarlarına taarruz diye düşünüyordu. İstediğin kadar banka soy kardeşim. Nasıl olsa banka devlet garantilidir. Milletten aldığı vergiyle o bankanın zararını telafi edecektir. Silahlı eylemi ‘Şartlar ne olursa olsun’ savunmak yanlıştır. Bu, ancak şartlar olduğunda savunulabilir. Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi.

Eşinizin ve sizin çevirdiğiniz kitaplar içinde sonra yaklaşımının yanlış olduğunu fark ettikleriniz oldu mu?

Hayır. Biz yalnız klasikleri çevirdik. Marks, Engels gibi.

Klasikler de yanlış olabilir.

Yine de okunması gereken şeylerdi. Zorunludur dünyayı anlamak için.

Anılarınızda bir de Deniz Gezmiş’in gerilla kıyafetiyle SBF’ye gelmesini teşhircilik olarak değerlendiriyorsunuz.

Deniz oraya gerilla kıyafetiyle ODTÜ’den gelmiş. Ho Şi Minh’i anma günü. Yanında bir hanım vardı, Antepli. Oğlu da devrimci öğrenci. Dedi, “Bey asker midi?” Dedim “Çöpçüdür”.

Size göre teşhircilik hangi ihtiyaçtan doğuyordu?

O gösterilere lüzum yoktu. “Deniz nedir bu kıyafet?” dedim. “Pantolonum leke olmuştu”, dedi. Bahane buldu yani. Şimdi o gerilla ruhunu aşılamak istiyor çevreye. Kıyafetini de kullanıyor o arada. Bence gereği yoktu.

Yaşar Kemal’in yalancı olduğuna inanırsınız. Çünkü ‘Yazıyorum’ dediği halde, sizin romanınızı yazmamıştır. Yaşar Kemal yazsaydı nasıl bir roman olurdunuz?

Rezalet bir roman olurdu. Çünkü bizim yaşamımızı hiç bilmez. Çukurova’dan çıkamaz Yaşar. Yazarlığını takdir ederim. Yalnız İşçi Partisi yanlılığı bize karşı dürüstçe olmayan tutumlara sürüklemiştir onu. Bana ‘Romanını yazıyorum, Mihriciğim’ filan diyor. Reşat Fuat’a da aynı şeyi söylüyor. Ben ciddiye almadım ama Reşat inanmıştı romanının yazılacağına. Aslı maslı yoktu.

Yani memnun oldunuz yazmadığına.

Çok. Çünkü bir iki romanda varız biz. Hep kötü adam olarak. Birini Pınar Kür yazdı galiba, birini de Aclan Sayılgan. Deprem’de Ali ağabey diye bir adam var. Bütün işlerin altından çıkıyor.

Siz olduğunuzu nasıl anladınız?

Belli. Mahir Çayan’la buluşuyoruz Kuğulu Park’ta falan.

60-70’li yıllarda sol kitaplar çok okunurdu. 90’larda grafik çok düşük. Neden?

Darbeden sonra uygulanan halkı apolitize etme politikasının sonucudur.

Kitap bile okumayanların davanıza coşkuyla sarılacağına nasıl inanıyorsunuz?

Bugünkü durum budur diye ilelebet böyle olmayacaktır. 1960’lı yıllarda rekor düzeyde sol kitaplar okunuyordu Türkiye’de. 1950’lerde hiç okunmuyordu. Binaenaleyh bu 90’ların sonrasında da olabilir.

Anılarınızda, çektiğiniz sıkıntıları anlatırken, annenizin tıpkı Kurtuluş Savaşı direnişçilerinden babanıza olduğu gibi size de, “Meğer herkes bizden yanaymış, ne çokmuşuz” diyebileceği günü görmeden öldüğünü anlatıyorsunuz. Bugün yaşasaydı anneniz ne derdi?

Biz sandığınızdan çokuz. Ama annem herhalde ‘Ne çokmuşuz’ demeyecekti. Evet. Biz çokuz da, çoğunluk o çokun içinde olduğunun farkında değil.

Sosyalist hareketi yeniden örgütleme niyetiniz var mı?

Bu bir adamın işi değildir; kolektif çabayla olacaktır. Biz de bir köşesinden tutarız. Bizim elimizde bir sihirli değnek yok ki dokununca sol toparlansın.

MİHRİ BELLİ KİMDİR?

Mihri Belli 1915’te Silivri’de doğdu. Babası Kurtuluş Savaşı yıllarında Trakya direnişini yönetenlerden Urfalı Mahmut Hayrettin’dir. Siyasi eyleme 1936-1940 yıllarında iktisat okumaya gittiği Amerika’da başladı. Yurda dönünce TKP’de çalışmaya başladı. 1943-44 arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde Prof. Neumark’ın asistanı oldu. 1944’te tutuklandı, 2 yıl hapis cezası aldı. 1946’da yurtdışına çıktı. Yunan iç savaşında tabur komutanlığı yaptı. 1950’de yurda döndü. 1951 TKP tevkifatında tutuklandı, 7 yıl hapse mahkûm oldu. 27 Mayıs’tan sonra ilk kez yasal olarak konuşmaya ve yazmaya başladı. İki kez daha tutuklandı. 12 Mart 1971’den sonra FKÖ’nün konuğu oldu. 1974 Af Yasası’ndan sonra Türkiye Emekçi Partisi’ni kurdu. 1979’da suikasta uğradı. Ağır yaralandı. 1981 sonunda yurtdışına çıktı. 11 yıl aradan sonra geçtiğimiz haftalarda Türkiye’ye döndü. Dr. Sevim Belli ile evli olan Mihri Belli, iki çocuk babası.

26.07.1992

NURİYE AKMAN

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş