Okan Bayülgen: “Ben televizyonun porno yıldızıyım”

0 Yorum
Medyaradar sinema-tv eleştirmeni Murat Tolga Şen ekranların en hırçın adamı Okan Bayülgen’le söyleşti. Şovmen, TV dünyasına dair çarpıcı tespitler yaptı.

Medyaradar’da yayınlanacak röportaj için günler öncesinden sözleşmiştik. TV’de gece şovunun kralı Okan Bayülgen’le Doğan apartmanındaki evinde buluştuk. Kendi havasını bulmuş, rahatlamış ve yeni yapacağı programla ilgili olarak da şimdiden tatmin olmuş, içi rahat bir hali vardı. Evi güzeldi, her köşede kitaplar-oyuncaklar-fotoğraf makineleri vardı. Hem onları kurcaladık, hem de TV’den, tiyatrodan, sistemden, sisteme karşı olmaktan ve yeni programı Dada Dandinista’dan konuştuk. Keyifli okumalar…

BAŞKALARINI UYARAN ADAMLAR BAŞIMA BELA OLUYOR

Yeni programın Dada Dandinista’ya çok az kaldı Okan… Eğlendirmek için geliyorsun bu kez!
Genel bir eğlencesizlik var, çok keyifsiziz daha doğrusu nasıl eğlenilir, eğlenmek için insanlar ne yaparlar bunu unuttuk. İşin doğrusu, sosyal medya denetiminden şikayetçi değilim ama bu tabi ki itaat eden adam, kurallara uyan adam, başkalarını da uyaran adamlar kalabalığı çok yerde başıma bela oluyor.
Mesela, üniversitede burada sigara içemezsin diyen genç kız görünümlü öğrenci olmayan bayanla başımın belaya girdiği gibi… Küçük ve bize özgü olan günlük hayatın kurnazlıklarını yaparken başımıza musallat olan tipler var ve bunlar bizi sürekli bir imtihana sokuyor, bu imtihanda biz, nasıl yaşamalıyız, evlenmeliyiz, çocuk sahibi olmalıyız vs. konularda toplum kendini sürekli olarak sınava sokuyor. Benim şu anda gördüğüm şey şu; benim önerim gelenekçiliktir.  Orta Anadolu’daki adamla Karadeniz’deki adam farklıdır, Ege’deki adamla Marmara’daki adam farklıdır, eskiden farklıydı, farklı saatlerde kalkarlar, uyurlar, farklı türküleri söylerlerdi. Modernleşme aynılaşmayı getirdi, artık herkes aynı apartman dairelerinde oturup aynı şeyleri yiyor ve ortaya müthiş bir kültürel yoksunluk çıkıyor.
Çocukken hangi şehre gitsek oranın gazozunu içerdik, artık her yerde aynı büyük markalar var mesela…
İşte bu sistemin arzu ettiği şeydir! Çünkü o zaman hazır giyimden fast food’a kadar her şeyi kolayca ve büyük miktarlarda satar size…
Ama sistem bu konuda çok başarılı… Tüketici farkındalığı denen şey bile yeni ürünler satmaya yarıyor. Alçıpenli, laminat parkeli, PVC pencereli evlerde oturan ama pazarda organik domates peşinde koşturan arkadaşlarım var!
Hep aynılaştırılmış adamlar da aynı şekilde eğleniyor işte… Bugün televizyonda hep aynı şeylere gülünüyor. Mutlaka biz bir acılar ülkesiyiz ve günlük yaşamamızın büyük kısmı dramdan ibaret. Dolayısıyla dizilerde sülalecek ağlayacaklar, tiyatroya benzeyen ama tiyatro olmayan, skeçlerden mütevellit, işte “dört sandalyeyi yan yana çektik minibüs oldu” diye bir şey olacak ve buna güleceğiz, Bu da bana çok can sıkıcı oldu.

FLASH TV DEVRİMCİ KANALDIR!

Sen yıllardır TV’de farklı bir şeyler denedin. İlk kez Satel’de izledim seni…  Askerden gelmiştim, Tansu Çiller yüzünden üç ay da fazla yapıp üstelik ama seni izledim sonra Müebbet Muhabbet’çi arkadaşlar vardı, Cenk ve Erdem onları izledim ve “memleket ne güzel olmuş ya böyle” dedim. İnsanlar elinde viski kadehi, ağzında puro Yılbaşı programı yapıyordu ama yıllar içinde TV değişti. Artık tek bir kanalın yansımalarının sebebini izliyor gibiyim ve farklı bir şeyler sunan bir tek sen kaldın!
Harika çocuklardı Müebbet Muhabbet’i yapanlar ama Flash TV’yi unutmamak lazım! Dünya ölçeğinde devrimci kanaldır. Flash TV için kötü konuşanları da kınamış olayım. Dünya yıkılsa orada göbek atıldığını söylüyorlar ama bir yandan da alternatif bir kültür gerçekliği sunan, bu kadar çok türkü, fantezi müzik vs. başka bir yerde yoktur.
Hepimiz Gerçek Kesit’le büyüdük!
Ben de hayranıyım. Flash TV, abartılı bir duygusallıkla tanımlamak gerekirse bir kaybedenler kulübüdür ama eğlenceye devam eder ama beri yandan diğer kanallara baktığınızda; riyakar bir kaybedenler kulübü yapmaktansa samimi bir kaybedenler kulübü yapmak iyidir.

İKONA DÖNÜŞTÜM, KIRILMAYI BEKLİYORUM

Yıllar içinde farklı şeyler denedin. En ünlü olanlar da hiç ünlü olmayanlar da geçti senin programından… Blogcular, doktorlar, profesörler, dernek yöneticileri vs. Başka bir yerde söz hakkı bulamayanlar…  Peki, artık sıkılmadın mı? TV değişti, “ne işim var benim buralarda ya?” demiyor musun?
Şöyle, sıkılmadım derken… Hiçbir zaman iş yapma heyecanımızı kaybetmeyiz, yaşlansak da, ölsek de, profesyoneller için bu heyecan kaybolmaz. Profesyoneller için meslekleri için çok çekici olmamıştır. Doktor, pilot ya da fırıncı… Bunların hiçbiri işine isteyerek gitmez ama kendileriyle bir yarışları vardır, daha iyisini daha yetkin bir şekilde üretmek isterler, bir mesleğin heyecanı budur. Ben, bu sanat, bu underground, bu pop kültür falan diye ayırmıyorum. Kocaman bir şov dünyası olarak görüyorum. Televizyona çıkıp “her sabah bir Çengelköy hıyarı yemelisiniz” diyen adamdan, bir politikacıya, yüksek sanat yaptığını iddia eden birinden bir falcıya kadar… Bunların hepsi şov dünyasının parçaları ve hepsinin de kendisini satabileceği bir paketi var. Ben yıllar önce bir nevi ikon kıran olarak girdiğim bu dünyada, kendim de zaman içinde bir ikona dönüşerek kırılmayı bekledim. Bloggerlar, sözlükçüler, sosyal medyadakiler bu ikonu nefis bir şekilde kırmaya başladılar ve bu kırma dökme girişimlerine de hiçbir zaman öfkeyle ya da “vay bu lafı bana nasıl ederler” diyerek bakmadım. Çünkü biliyorum ki ben nasıl bir takım ikonlara savaş açtıysam bu adamlar da 20 senedir görmeye alıştıkları hatta birlikte büyüdükleri bu adama saldıracaklar, eleştirecekler buna bozulmuyorum. Ben her sene çalışmaya şöyle başlıyorum; sizi yine şaşırtacağım! Yine kalbinizde ve aklınızda bir yer edinmeye çalışacağım ve bunu çözmekle ya da kırmakla uğraşacaksınız. Bu nefis bir dalga! Bu, benim gençlerle diyalogumu diri tutan bir şey…

TV BİR PORNOGRAFİDİR, BEN DE BİR PORNO YILDIZI OLMALIYIM

Gençlerle birlikte olmaktan hoşlanıyorsun…
Çok memnunum! Tabi ki sokağa çıktığımda yaşlı birinin ki ben de yaşlanıyorum, basmakalıp bir şekilde “Okan bey sizi TV’de görmekten hoşlanıyoruz” demesi güzeldir ama bu bana yetmez, bilirim ki bunu herkese söylerler. Ben sokaktaki 17-19-25 yaşındakinin bana nasıl baktığına ya da benle ne paylaştığına bakıyorum. Yani “bak meşhur geliyor” diye değil de “yahu sen şu konuda ne düşünüyorsun ya da bunu niye böyle yaptın” diye beni sıkıştırıp iletişim dediğinde tamam diyorum; ben bu adamın gönlünde izlediği sinema-TV insanlarından daha fazla yer tutmuşum. Biliyorum ki yaptığımız şey çok da mühim değil, sanat hiç değil, suya yazı yazıyoruz. TV bir pornografidir ama bir porno yıldızı nasıl gizlice kafasına kazınıyorsa insanların ben de o etkiye ulaşmak istiyorum.
Porno yıldızı benzetmesi güzel… Seninle Seks Furyası üzerine bir program yapmıştık Okan… Bak aradan yıllar geçti insanlar hala internette Arzu Okay, Zerrin Doğan’ı aratıyor. Senin derdin de o şekilde anılmak mı?
TV eğer pornografikse bi porno yıldızı olmam gerektiğini biliyorum. Bunu tartışmam bile… Ama toplumsal riyakarlıklarımız var ve bu riyayı biz uydurduk. Bizim halkımız ‘Politically Correct’ değildir, Bizim kasabalarımızda-köylerimizde topala topal, köre kör denir ama bunu aşağılamak için söylemezler. Bu çok acayip bir samimiyettir. Buna karşın TV gibi hızlı bir medyada yayınlanan bir kadın programında bir saniye önce şehit haberlerine ağlarken bir saniye sonra göbek atmaya başlayan kadınlar görürsünüz! Maden felaketi olunca yapılan acılı haberlere çipil gözlerle bakmasını da arkadan gelen zıplayan kedi-köpek haberlerine de kahkaha atmasını biliyorlar. TV böyle bir riyakarlık içindeyse bu çok daha berbat bir şeydir.

HERKESİN BİRLİKTE DİNLEYECEĞİ BİR TÜRKÜYÜ YAZAMAM ARTIK

Sosyal medya ve bir dünya TV kanalından pompalanan bu acı-stres-isyan bizi delirtir mi? Eskiden köyde yaşayan adam komşusunun ölen ineğine üzülüyordu ama bizim üzerimizde bütün dünyanın derdi var.  Sanki sen de artık biraz bunalmışsın, Dada Dandinista’da öyle bir rahatlatma kaygısı var gibi…
Açıkça söyleyeyim; ben eğlenceyi üretiyorum. Adetim değildir ama geçen gece bir arkadaşımın gece kulübüne gittim. Çıkışta işte orada basından insanlar var, diyorlar ki bana, “eğlendin mi?” Ben de dedim ki “ben eğlenmem, eğlendiririm, eğlenceyi üretirim” Ben böyle yerlere eğlenmek için gitmiyorum, eğlenilen bir yer benim meslek alanıma giriyor. Sinema eleştirmeninin film seyretmesi gibi bir durum… Bir yandan sosyal tarifi yaparak üretemem bunu, bu senin gibi adamların işi, bunun sosyal çıkarımı… 2014 senesini İstanbul’da yaşayarak dünyaya bakan bir adam olarak, herkesin burnunda bir santim uzaklıktaki tablete ya da akıllı telefona bakarak yaşadığını görüp buna alternatif bir şey üretmeye çalışıyorum ama artık herkesin birlikte dinleyeceği bir türküyü yazamam artık, öyle bir film vs. de yapamam. Artık herkesin birlikte izlediği, dinlediği şeyler bir zekaya sahip değil. Artık dünyada da böyle… Lady Gaga’ya bak mesela; çocuk şarkılarının üstüne seks koyup satıyorlar!
Bu sığlık hali giderek yükseliyor ama… Hatırlıyorum da, Bernardo Bertolucci’nin Son İmparator filmini küçük bir kasabada, amcalarla-teyzelerle birlikte izlemiştim. Şimdi hayatta o insanları böyle bir filme sokamazsın. TV’de de öyle… Artık her şey herkes izlesin diye…
70’li yıllarda satılan bir Orhan Gencebay ya da Cem Karaca albümüyle bugün satılan bir Demet Akalın albümünü karşılaştırdığın zaman herhalde herkesin evine Cem Karaca albümünü zorla sokuyorlardı diye düşünürsün.

DANDİNİSTAN DİYE BİR ÜLKE İCAT ETTİM

Eskiden dolmuş müziği diye aşağılanan türler bile şimdikilerden daha kaliteli… Biraz da bu yüzden kıymete bindiler galiba…
Ama ben, tiyatroda, TV’de, müzikte yeni çıkan her şeyi takip eden bir adam olarak, yeni çıkan tiplere baktığımda 2000’lerde müthiş üretimler olduğunu görüyorum, tek fark sanatın artık toplum tarafından paylaşılamaması oluyor. Artık plastik sanatlarla ilgilenenler uçak kaldıran pilotlar ya da ameliyata girmiş cerrahlar gibi konuşuyorlar, artık kimse onların dilinden anlamıyor. Benim yaptığım şey çok basit, basit bir Amerikan formatını 2007’den beri kanepeyi-koltuğu da atarak yapıyorum. Bunu yaparken her sene br alt metin yazmaya çalışıyorum .Bu yıl da Dandinistan diye bir ülke icat ettim, siyasi değil ama sosyal bir gözlem geliştirerek, özgürlükleri sonuna kadar kullanmak gerekse bakalım kim özgür yaşayabilecek, eğlenmek zorunluluk olsa ortaya nasıl kültür çıkacak diye soracağım. Bu nasıl bir gözlem? Sadece hafta sonunda İstanbul’da eğlenmeye gelen insanların nasıl acı çektiklerini görerek bunu yapabiliyorum. Ben hep hafta sonu çalıştığım için insanların nasıl eğlendiğini bilmiyorum. Bir iki kez dışarı çıktığımda insanların acı çektiklerini ve sadece Pazartesi günü ofise gittiklerinde anlatmak için malzeme toplamaya çalıştıklarını gördüm.
Sana komik bir şey söyleyeyim; bu tür mekanlara yanlarında yedek üstbaş götürerek giden ve kıyafet değiştirerek foto çektirip Instagram’da falan 6 ay ekmeğini yiyenler var!
Aha mükemmel! Evet, Twitter’ın da ipini çekmekte olan bir Instagram var. Artık yazmayalım, fotoğraftan iletişim kuralım diyorlar. İnsanların yaptığı yayının bu kadar hızla kabuk değiştirebilmesi çok şaşırtıcı. 10 yıl önce bloggerlar vardı, oturup sayfa sayfa yazıyorlardı, sonra Facebook çıktı, sonra Twitter’da 140 karaktere düştük. Şimdi Instagram var, çek bir fotoğraf koy…  İletişim çok hızlı… Godard’ın meşhur lafı vardır ya; “iletişimin bin bir yolu  var ama kendisi yok” diye.. Talk Show meselesini yıllardır çok katmanlı ve enstrümanlı bir iletişim yolu haline getirmeye çalışıyorum. Bu Okan’ın özelliği…

EKRANLARIN KALICIYÜZLERE İHTİYACI VAR

Dedin ya, ben basit bir şey yapıyorum diye… TV’de unutulmaz bir sürü şey izledik ama yerine yenisini de koyduk. Ama mevzu gece şovu olunca bir seni bir de Beyaz’ı (Beyazıt Öztürk) değiştiremiyoruz. Arada gelip iddialı bir şekilde deneyenler oluyor ama tutmuyor. Sizin sırrınız nedir abi, tarikat mısınız, kanal yöneticileriyle gizli anlaşmalarınız mı var?
Valla bizimle hiç alakası yok, bulunmaz Hint kumaşı da değiliz. Başta Faruk Bayhan olmak üzere Murat Saygı, İrfan Şahin, Ömer Özgüner, Adem Gürses, Ekrem Çatay gibi çok önemli genel yayın yönetmeleri gördü Türkiye, hatta TV8’deki Abiş Hopikoğlu’nu da sayabilirim… Onlarla bizim bazen çok uyumlu bazen de kavga dövüş ama tutkulu bir ilişkimiz oldu. Kafaları farklı farklı şeylere çalışan adamlar bunlar ama özellikle Faruk Bayhan’dan bahsetmek isterim. TV yüzü nedir ve niçin TV yüzü, üzerinden az para kazansan da reyting getirmese de çok önemlidir, o bir kez daha ortaya çıkıyor. Eğer sadece dizi yayınlayacaksan baba, D-Smart ya da Digiturk’ten bir kanal kirala koy arka arkaya dizileri yayınla gitsin ama TV yayıncılığına kamyonla para harcıyorsan senin televizyonun yüzü olacak insanlara ihtiyacın var. Bunlar kimlerdir; sabah günaydın diyen, akşam haber sunan ve en sonunda seyirciyi haydi yatağa diye gönderen adamlardır. Bugün rekabet çok daha sert, çok kanal var, hızla büyük patlamalar yaşaması gerekiyor programların ama bir yandan da kalıcı yüzlere ihtiyacı var kanalların ve gençlere şans vermeleri lazım, şans vermezlerse ortaya çıkmazlar.

BÜYÜK KANALLARIN EKMEĞİNİ ANADOLU ÇIKARACAK

O zaman tam burada bir soru sorayım; Westernlerden biliyoruz, batının en hızlı silahşörü olmak için gidip batının en hızlı silahşöründen ders alman, sonra da ustanı vurman gerek! Sen bunu yaşamışsındır, artık gençlere el uzatmaktan korkmuyor musun, “banane ne halleri varsa görsünler” demiyor musun?
Hayır diyemem. En son Altın Kelebek aldığımda dedim ki artık bu ödülü almayacağım, onlar da benden sonra bu ödülü kaldırmışlar! Geçen yıl ödül vermek için çıktım sahneye ve dedim ki, “bana vermeyin dedim, kimseye vermeyin demedim!” Bir sürü genç var ve de kapı gibi Beyaz var ve dedim ki gelecek sene ben sunmak istiyorum, ödülü de Beyaz’a vereceğim. Talk Show dediğin şey şu, televizyona bir iş yapıyorsun ve ne Beyaz ne de ben, bunu allayıp pullayıp bir haltmış gibi satmak durumunda değiliz ama biz artık kendimiz bir TV formatı haline geldik ve böyle adamlar önemlidir. Amerika’da da böyle… Jimmy Fellon’u, Conan’ı, Jay Leno’yu izleyerek yatağa gider insanlar.
TV’nin geleceğinde ne görüyorsun?
Lokal tavır diye bir şey ve bu çok önemli… Karadeniz’de ya da Ege’de ya da ülkenin başka yerinde yayın yapan kanalları büyük bir heyecanla takip ediyorum. Eskiden nasıl radyolar TV’nin fırınıydı, altyapı oradan geliyordu. Artık büyük kanalların da ekmeğini Anadolu çıkaracak.

Adana TV’leri enteresan işler yapıyor
Evet, bak ben Kıbrıs TV’lerini de öyle dikkate değer buluyorum.

ŞOV DÜNYASININ MICK JAGGER’IYIM
Peki, muhabbete devam… Senin şovlarında gizli bir feminenlik var ve kadınlar seni izlemeye bayılıyor. Beyaz’ı da elbette ama o ailenin yakışıklı çocuğu…
Ben bu şov meselesinin Mick Jagger’ıyım aslında… Adam erkektir ama bir kadından daha kıvrak dans eder. Beyazıt bana nazaran Kadir İnanır gibi duruyor! Onun seyircisi de onu öyle ister. Ben bir anda daha kırıtık kıvrak, bir anda da öküz gibi sert ve çirkin olabilirim. Conan çizgi romanlarını bilirsin, bir karede vahşidir bir karede yakışıklı görünür vs.
Geçen sene sosyal sorumluluk sahibi bilgilendirici programlar yaptın, medya programları yaptın, konusunda uzman insanlar çıkıp konuştu vs. Bazılarına ben de katıldım ama sanırım bu sene öyle bir şey yok sanırım?
Bu sene yok çünkü işin doğrusu bilinçlenmekten de, bilinçlendirmekten de usandım! Yıllardır söylediğim şey; ben televizyondaki pis-ukala herifim, hani şu İngiliz’in ‘dirty old man’ dediği… E pis olması gereken herifken, kansere de, madene de çocuk tacizine de, siyasete de, hepsine birden yürümeye kalktığın zaman bir anda kendini bu kadar sosyal sorumluluk projesi içinde projeye dönüşmüş olarak buluyorsun! Ben projeye dönüşmek istemiyorum, hiç istemedim de hatta dedim ki “bir gün ben böyle programlar yaparsam, bunları yapacak memlekette başka adam kalmamış demektir” ama bir yanda da insanlar seslerini duyurmak istiyorlar. Mesela bu ilik bankası-ilik nakli meselelerinde cidden güzel kampanya yaptık. Çok mu yararlı oldu, sanmıyorum ama bugünün genç adamları artık kendilerini daha iyi hissetmek için sosyal sorumluluk projelerine daha erken giriyorlar. Kız arkadaş bulmak için de yaparsın bunu ama amacın bu olması ne fark eder ki, kim 17 yaşındaki bir gençten kendisini topluma adamsını ister ki ama bu gençler böyle adanmış insanlar oluyorlar. Sokakta beni çeviriyorlar “abi, benim bir sosyal sorumluluk projem var” diyor genç arkadaşlar. Yahu, manyak mısın? Gidip bir kıza aşık olsana, elini tutsana, gidip top oynasana, senin de zamanın gelecek, elini güçlendir, bir meslek edin para kazan o zaman ada kendini…

KARİZMATİK BİR EĞLENCE SUNMAK İSTİYORUM
Sosyal medyada havalı bir şey ama bu…
Evet ya! Bunlardan bunaldım işte, öyle olaylar yaşadım ki, bunu büyük bir görev bilinciyle yaparken dahi… Diyorlar ki “Okan sen de çok duyarlısın” Yahu ben duyarlı falan değilim ama bunları da yapmamız lazım. Kimse ne iyi, ne duyarlı ne de çok üzgün! Sadece görevleri bu… Olması gereken serinkanlılık da bu… Yap programında kakara kikirini ama araya da şunu sok, bu senin görevin, bunu yaptın diye iyi-duyarlı adam olmuyorsun. Bu sene yapmak istediğim de şu; bütün bu sorumluluklardan alınmış saf bir eğlenme deneyimi sunmak istiyorum TV’den… Hafta içi aptal ve eğlencesiz işlerde, yarışmalarda-skeç programlarında insanların nasıl kıvrandığını izleyenlere daha karizmatik bir eğlence sunmak istiyorum, hepsi bu…
Televizyon neden bizi bu kadar utandırmaya çalışıyor?
Halkın gereksindiğini verenlerle halkın istediğini verenler çatışır ama ikisi de saçmadır. İkisinde de kişilik kaybı söz konusudur. Samimi değildir bu iki görüşte… Hâlbuki siz, işinizi dürüstçe ve kendinize uygun bir şekilde yaparsanız, o zaman halk şunu mu gereksinir, bunu mu ister diye üzerine felsefe yapmanıza gerek kalmaz. Evet, eğlence satmak zordur çünkü ihtiyaç değildir, eğlence lükstür. Önce talep yaratacaksın. İlginç, farklı ve hatta biraz edepsiz olacaksın ve bunu insanlar sadece bir kez değil tekrar tekrar almak isteyecekler. O yüzden bunlar aptal tartışma konuları olarak kalıyor. Ben hep düşünmüşümdür, programa çıkmadan önce makyaj aynasında “ya benden ne olur?” diye “Ulan, birazdan o programa çıkacaksın, sende ne var ya, ne bir enteresanlığın var, ne bir dramatik bir hikayen var, hiçbir tarafın yok, senden ne olur?” bu beni kamçılardı, çünkü inanırdım, öyle bir illüzyon yaratmalıyım ki, öyle bir adrenalinle zamanı biraz eğip bükerek onları biraz şaşırtmalıyım ve hala da bunu düşünüyorum, hala da bir halta yaradığımı düşünmüyorum.

SİNEMADAN SIKILIYORUM

Bazen bunaldığımda Bob Hope filmleri izlerim. Onun hafifliği beni gerçekten rahatlatır. Bir kalitesi de vardır yani… Dada Dandinista’da bunu mu yakalayacağız?
Evet, aynen öyle… Çünkü geri kalan zamanda da ben tiyatro yapacağım!
Hah, buraya geldiğimiz iyi oldu! Pek kimse sinema yapmazken senin filmlerini izliyorduk, şimdi senede 100 film izliyoruz ama yoksun!
Sıkılıyorum sinemadan…
Bu mudur?
Budur, evet, sıkılıyorum çünkü anında sonuç aldığım bir alanım var. Şimdi gidip bir film çekip, aylar sonra montajının-müziğinin yapılması vs. içinde olmak istemiyorum. Sinema dediğin şey de artık çok değişti. Sosyal medya her şeyi değiştirdi. Vine dediğin şey sıradan insanların kısacık filmleri aslında… Bu kısa filmi patlatır diye düşünüyorum ama olmuyor. MTV yüzünden video klipler tavan yapmıştı mesela, dünyanın en iyi yönetmenleri klip çekti ama bugün bu iş düştü amma velakin bir yandan da çok kaliteli işler çıkmaya başladı. Sinemanın da artık başka bir formata geçmesi lazım…
Bu sene bir sloganın var mı?
TV8’de “haftada 5 gece yalnız kalmayacaksın” Show’da “TV’deki arkadaşın benim” dedim. Bu sene de yeni bir şey geliştiriyorum, bu sene yapmak istediğim şey şu… Ben Tarkan gibi biri değilim, güzel değilim, iyi değilim, cici değilim ama ben TV’yi izleyenlerin kavga da edebildikleri arkadaşlarıyım ve onlara bu yıl daha iyi, daha direkt bir şey vereceğim. Ben beni izleyenlere benzeyen bir adamım ama bu kez bu arkadaş romantizmini de aşıp daha iyi, daha sürprizli bir şeyler yapmam lazım. Buna kendimi biraz fazla kaptırmışım, Twitter’dan milyonlarca kişiyle arkadaş olduğum zaman bunu anladım, arkadaş olmak yetmiyor. Artık mesele takipçi-reyting vs. değil. Bunlar tarih olan şeyler, başka şeyler yapacağım.

TELEVİZYONUN GÖRÜNMEYEN DÜŞMANLARI VAR
Gençler sanki sana biraz kızmışlar da yine de mahallede başka kimse olmadığını fark edip barışmak niyetindeler…
Evet, ben bunu çok güzel buluyorum. Hakkımda haksızca yazılmış da olsa bir eleştiri okumayı seviyorum. En azından tepesi atınca bana yazıyor. Adam eleştirilmedik tarafımı bırakmamış ama bir sayfa yazı yazmış. Ha, bu kadar çok kızılmaya değer miyim? Teşekkür ederim, değer bulunduğum için… Aynı adam senelerdir “bir daha seni izlemeyeceğim” diye yazıyor Ekşi Sözlük’ten… Sağ ol baba!
Sen 20 yıl önce TV’de sigara içen adamdın, 20 yıl sonra ne olacak? Mesela birkaç yıl önce TV’de niye belgesel yok diyordun, şimdi bunu bile tartışmak lüks oldu! Nereye gider bu işler?
Görünmeyen düşmanları var televizyonun. Benim sabahtan akşama kadar mutfak kanalı izleyen arkadaşlarım var. Orada gördükleri şey çok hoşuma gidiyor. Yemek yapılıyor baba… Politika yok, cinayet yok, trafik kazası yok… Sarımsakla, mantarları ince ince dilimliyorsun işte…
Üstelik mutlu sonla bitiyor!
Aynen, şimdi bu 18 Televizyonu için harekete geçtiğimde anlatmaya çalıştığım şeydi. Sokaktaki kültürü kaybediyoruz. Televizyona bunun karşılığını koymamız lazım. TV’den bize geçen çok çirkin-aptal bir fast food akıyor insanların üzerine ama mutfak kanalında bile daha çok kültür var, gelenek var, alışkanlıklar var. Bu ülkede daha iyi yerler görmek-yemekler yemek-eğlenmek isteyenler var, ülkenin büyük bir yüzdesi para sıkıntısı çekse de öyle…

UN MU ÖĞÜTECEKSİN DE DEĞİRMEN SATIN ALIYORSUN?
Bazen hiç şunu düşünüyor musun; “aman ya, ne uğraşıyorum bunlarla? Gideyim güneye, bir kasabaya yerleşip domates yetiştireyim” diye…
Güneyde öyle bir kasaba yok, öyle bir domates tarlası yok, olsa gider yerleşirim, dünyada da yok, bunu bilelim. Ha, yıllardır hem sisteme karşısın hem sistemin içindesin sorusuna da şöyle karşılık verdim. Gidip Foça’da domates yetiştirseydim sistemle nasıl mücadele edecektim? Sistem o zaman beni tükürmüş olmayacak mıydı? Burada biraz Yunan şair Kavafis’e atıf yapmak gerekiyor; öyle bir yer yok… Giderken sen, seni de götürüyorsun işte yanında…
Gidip o adamların tadını da kaçırmamak gerek!
Evet, bravo! Zaten kaçırdılar iyice o Bodrum’a Antalya’ya yerleşenler, gidip çok büyük paralarla önce arsaları sonra gerideki tarlaları ve en sonunda değirmenleri bile satın aldılar. Kültürü mahvettiler.  E, be adam! Gidip un mu öğüteceksin de değirmeni satın alıyorsun? Bir aptal romantizm yüzünden değirmenleri bile satın aldılar!
Peki, son soru: bana röportaj verdiğin ve sana en son okuduğun kitabı, seyrettiğin filmi sormadığım için mutlu musun?
Ya o kadar çok kitabı aynı anda okuyorum ki ama sorsan hangisi söyleyemem çünkü uyanıyorum elime şunu alıyorum, uyurken başka bir kitaba bakıyorum. Sislerin içinde takip ediyorum. Tamamen bir kafa karışıklığı içerisindeyim, hangi kitabı okuduğumu ancak tatilde anlıyorum, çünkü bavulda götürmüş oluyorum. Kültür çok hızlı… Hangi şarkıyı Youtube’dan mı CD’den mi dinlediğimi, hangi bilgiyi okuyarak mı yoksa Google’dan mı aldığımı, hangi filmi nerede seyrettiğimi hatırlamıyorum!
Bu hepimizin derdi sanırım… Var mı başka bir söyleyeceğin Okan?
Yok, valla güzel oldu. Çok teşekkürler, sigara içiyor muydun sen?

Murat Tolga Şen 05.11.2014

MEDYARADAR

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş