Ruşen Çakır’la IŞİD ve Ortadoğu Denklemi

0 Yorum

savashruşen

Savash Porgham 23.09.2014

AÇIK GAZETE

Şüphesiz Türkiye gündemin en sıcak konu başlığı 49 rehinemizin IŞİD elinden kurtarılması ve bu durumun bundan sonra Türkiye’nin IŞİD politikasına nasıl yansıyacağıdır.

49 rehinemizin kurtarılması çok sevindirici ve salt muhalefet malzemesi yapılamayacak kadar önemli bir detaydır. Kurtarma sürecinde emeği geçen herkes şüphesiz teşekkürü hak ediyor. Bu sevinci doya doya yaşamak gerekiyor ancak bazı soruların gündeme gelmesi de elbette ki meşrudur. IŞİD’in Musul misyonumuzdaki çalışanları rehin almasına kadar giden sürecin siyasal sorumluluğu kime ait? Neçirwan Barzani’nin “Türkiye’ye Musul başkonsolosluğunun boşaltılması için telkin ve yardımda bulunduk ama reddedildi” açıklaması üzerine, neden zamanında tahliye yapılmadı? Ne oldu da IŞİD, Türkiye’ye karşı en önemli kozdan vazgeçerek rehineleri serbest bıraktı? Kurtarma sürecinde IŞİD’e karşı bir operasyon mu yürütüldü yoksa temas mı sağlandı? IŞİD’le yapılan siyasi ve diplomatik pazarlığın çerçevesi nedir? Türkiye rehineleri takas yoluyla mı kurtardı?

Bu minvalde kurtarma sürecine dair pek çok soru gündeme getirilebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın operasyon, Başbakan Davutoğlu’nun temas ve AKP vekili Şamil Tayyar’ın CİA hamlesi tabirleri elbette ki kafaları karıştıran bir durum. Peki, aslında ne oldu? Erdoğan’ın “Velev ki takas yapıldı” söyleminin ardından, iktidara yakın Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin takas vurgusu yapması önemli bir ayrıntı. Bu minvalde pek çok yazı kaleme alan ve bölgedeki süreci başından beri yakinen izleyen gazeteci Ruşen Çakır, rehinelerin kurtarılmasına dair şu ifadeleri kaydediyor:

“Operasyon sözcüğünü illa bir silahlı müdahale olarak değerlendirmemek gerekiyor. İstihbarat servislerinin yaptıkları müdahaleler de operasyondur ve çatışma olmayabilir. Sonuçta bu insanlar bir şekilde kurtarıldı ama bunun IŞİD’in rızasıyla olduğu kesin. Çatışma, kandırma ve IŞİD elinden zorla alınma gibi bir durum yok. Burada takas meselesinin daha fazla öne çıktığını görüyorum. Bir de Türkiye’nin koalisyona girmeyeceğini açıklamasının da süreçte kesinlikle etkili olduğunu düşünüyorum. Bu çok anlaşılır bir şey çünkü eğer Türkiye koalisyona girseydi ya da kapıyı açık bırakmış olsaydı, kurtarma olayı gerçekleşmeyebilirdi.”

Burada yanıtlanması gereken çok önemli bir soru daha karşımıza çıkıyor. Ne oldu da IŞİD, rehineleri bırakarak Türkiye’ye karşı elinde tuttuğu en önemli kozdan vazgeçme noktasına geldi? Ruşen Çakır’a bu soruyu yönelttiğimde şu yanıtı aldım:

“Bu konu çok önemli çünkü IŞİD, elindeki rehinelerle Türkiye’yi üç ay hareketsiz bırakabildi. Ama belli bir aşamadan sonra her ne olursa olsun Türkiye’nin harekete geçebileceği düşünülmüş olabilir. Rehine meselesi, Türkiye’nin koalisyona girmemesinin tek nedeni değil. Başka nedenler de var. İlk telaffuz edilen neden rehineler olsa da, eğer IŞİD rehineler meselesini abartıp Türkiye’yi rahatsız etmeyi sürdürseydi, Türkiye diğer tüm nedenleri görmezden gelip koalisyona girmeye yönelebilirdi.”

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, rehinelerin serbest kalmasına müteakip, “Türkiye’nin IŞİD’e karşı çabalarını artırmasını bekliyoruz” açıklamasını yaptı. Başından beri İŞİD’e karşı kurulan çekirdek koalisyona karşı mesafeli duran Türkiye’nin bundan böyle nasıl bir politika izleyeceği merak konusu. Ruşen Çakır’ın bu konudaki değerlendirmeleri şöyle:

“ Öncelikle Türkiye, topraklarını IŞİD’in lojistik olarak kullanmasını imkansızlaştırabilir. Hiçbir şey yapmasa bile, sınırlarındaki kontrolleri artırarak özellikle Avrupa’dan militanların geçişlerini sert önlemlerle engelleyebilir. Türkiye’nin içinde IŞİD için faaliyet yürüten yapılarların çalışmalarını önleyebilir. Türkiye’nin IŞİD’e karşı silahlı bir müdahale yapması söz konusu olamaz. Silahlı mücadele yapanlara da yardım edebilmesi bu aşamada mümkün gözükmüyor.”

Kıymetli meslek büyüğüm gazeteci Ruşen Çakır’la rehinelerin kurtarılma sürecinden Türkiye’nin IŞİD politikasına, IŞİD’in Irak ve Suriye’deki konumundan Kobani Kantonu’nun akıbetine, PKK’nın Ortadoğu’daki yükselişinden bunun çözüm sürecine yansımalarına, Türkiye’nin Irak ve Suriye politikalarından bağımsız Kürdistan’a, Türk-Kürt ittifakından ABD’nin Irak/Suriye politikasına, göçmen akınından Türkiye’nin insani misyonuna varıncaya kadar gündemin pek çok konu başlığını irdelemeye çalıştık. Ruşen Çakır’ın perspektifinden Ortadoğu denklemine dair çok önemli detaylar bulacaksınız. Bir detayı eklemek gerekiyor. Söyleşiyi yaptığımızda ABD ve koalisyon güçlerinin Suriye’deki IŞİD mevzilerine hava operasyonları henüz başlamamıştı.

– Rehinlerin IŞİD’in elinden kurtarılmasına Erdoğan “Operasyon”, Davutoğlu ise “Temas” dedi. Bu tanımlamaların birbirinden çok farklı anlamları var. Sizce kurtarma sürecini nasıl okumak gerekiyor?

– Operasyon sözcüğünü illa bir silahlı müdahale olarak değerlendirmemek gerekiyor. İstihbarat servislerinin yaptıkları müdahaleler de operasyondur ve çatışma olmayabilir. Temaslarla da bu süreçler yürütülebilir. Bu olay bir muhalefet malzemesi üretmek için kullanmaya çok da elverişli değil. Çünkü ortada insan hayatı var ve IŞİD’in insanları nasıl kestiği, öldürdüğü ve bunu nasıl bir propaganda aracı olarak kullandığı ortada. Koskoca Amerika ve İngiltere’nin sivil vatandaşları IŞİD’in elinde kurban oldu. Böyle bir durumda rehineler üzerine konuşurken daha dikkatli olmakta yarar var. Sonuçta bu insanlar bir şekilde kurtarıldı ama bunun IŞİD’in rızasıyla olduğu kesin. Çatışma, kandırma ve IŞİD elinden zorla alınma gibi bir durum yok. Bu sürecin detayları hakkında bir takım iddialar var. Takas iddiası öne çıkıyor ve bu dünya istihbarat tarihinde hep olmuştur. Bunu yakın zamanda Amerika da yaptı. Eğer Amerikan’ın son öldürülen gazeteciler için takas imkanı olsaydı sanırım reddetmezdi.

Burada Kürtlerin Kobani’ye karşı bir siyasi vaatle rehinelerin kurtarıldığına dair iddiaları var. Bu bana çok doyurucu bir açıklama olarak gelmiyor çünkü Türkiye gibi bir ülkenin IŞİD gibi bir örgüte siyası vaatte bulunmuş olsa bile çok anlamlı değil. Bugün “Size dokunmayacağız” dersiniz ama bir hafta sonra koşullar değişir ve dokunmak durumunda kalırsınız. Kimse de “Siz bize daha önce başka türlü konuşmuştunuz” diyemez. Hele Ortadoğu gibi bir coğrafyada bu işler taahhütler ve vaatlerle yürümez. Burada takas meselesinin daha fazla öne çıktığını görüyorum. Bir de Türkiye’nin koalisyona girmeyeceğini açıklamasının da süreçte kesinlikle etkili olduğunu düşünüyorum. Bu çok anlaşılır bir şey çünkü eğer Türkiye koalisyona girseydi ya da kapıyı açık bırakmış olsaydı, kurtarma olayı gerçekleşmeyebilirdi. Türkiye’nin daha yeni koalisyona girmeyeceğini açıklamış bir ülke olması, IŞİD’in rehineleri serbest bırakma sürecini kolaylaştırdı.

-Cumhurbaşkanı Erdoğan, rehinelerin kurtarılması noktasında “IŞİD’le maddi bir pazarlık değil, diplomatik ve siyasi bir pazarlık yapıldı” ifadelerini kullandı. Sizce söz konusu diplomatik ve siyasi pazarlıklar neler olabilir?

– Ruşen Çakır: Bilemiyorum ama çok ciddi ve önemli bir şeylerin olduğunu sanmıyorum. Sonuçta ortada birbirine denk olmayan iki güç var. Türkiye, Osmanlı bakiyesi olan bir devlet ve IŞİD ise eninde sonunda sadece bir örgüt. Bu iki gücün aynı düzlemde oturup bir şeyler konuşması mümkün olamaz. Eğer böyle bir şey olmuşsa zaten her şey bitmiş demektir. Rehinelerin hayatının kurtarılması için IŞİD’e gönül alıcı laflar edilmiştir. Ayrıca IŞİD üstünde etkisi olan Iraklı Sünni aşiretlerle olan ilişkiler devreye sokulmuştur. Yoksa IŞİD’i meşru bir güç olarak kabul edip, Iraklı ve Suriyeli Sünnilerin temsilcisi olarak görüp stratejik tartışmalar yapılmış olması olacak şeyler değil.

-Erdoğan’ın IŞİD’le diplomatik ve siyasi pazarlık yapıldığını açıklaması, Türkiye’nin IŞİD’i bir terör örgütünden ziyade devlet olarak gördüğü algısını yaratabilir mi? Diplomatik ve siyasi pazarlıklar eşit statü ve güçler arasında yapılmaz mı?

– Sanmıyorum. Eğer Türkiye böyle bir şey yaparsa, Türkiye’nin batıyla olan ittifakları, NATO üyeliği ve Avrupa Birliği süreci biter. Bu kabul edilebilecek bir şey değil ve hükümet bunu kendi bakanları ve tabanına da atamaz. Hele ki bu aşamada, Musul düşeli henüz üç ay kadar olmuşken mümkün değil. İleride koşullar değişir, IŞİD tasfiye olur, IŞİD içindeki eski Basçı yapılar Sünni bir devletleşme için bir şey yapar pozisyona gelince belki olabilir ama bu aşamada Türkiye’nin IŞİD gibi bir örgütü siyasi muhatap almasını ben düşünmüyorum.

-Sizce ne oldu da IŞİD kendisine karşı baskının en çok olduğu dönemde, Türkiye’ye karşı elindeki çok önemli bir kozdan vazgeçerek rehineleri serbest bıraktı?

– Bu soru çok önemli bir soru. Bu konuda değişik analizler yapabiliriz. Bu konu çok önemli çünkü IŞİD, elindeki rehinelerle Türkiye’yi üç ay hareketsiz bırakabildi. Ama belli bir aşamadan sonra her ne olursa olsun Türkiye’nin harekete geçebileceği düşünülmüş olabilir. Rehine meselesi, Türkiye’nin koalisyona girmemesinin tek nedeni değil. Başka nedenler de var. İlk telaffuz edilen neden rehineler olsa da, eğer IŞİD rehineler meselesini abartıp Türkiye’yi rahatsız etmeyi sürdürseydi, Türkiye diğer tüm nedenleri görmezden gelip koalisyona girmeye yönelebilirdi. Bir yerden sonra elinizdeki koz ve silah, size dönüp vurabilir. IŞİD, Türkiye’yi beklemediği kadar kendisine düşman edebilirdi. Yine, eğer Türkiye’nin koalisyona girmeyeceğini söylemesine rağmen, IŞİD rehineleri vermeme konusunda ısrar etseydi, Türkiye’nin öfkesini kazanabilirdi.

Belki de IŞİD, rehineler kozunu harcamamış, artık elinden bir koz olarak çıkabileceğini düşünmüş olduğu için rehineleri serbest bırakmış olabilir. IŞİD’in bugüne kadarki performansından stratejik aklının çok güçlü olduğunu görüyoruz. Bunu defalarca kez dile getirdim ve bana kızanlar da oldu ama eğriye eğri, doğruya doğru demek gerekiyor. Rehineleri almaları ne kadar akılcıysa, onları serbest bırakmalarının akıl dışı olduğu düşünülebilir ancak belki ortada başka bir rasyonellik vardır. Biz, IŞİD ve El Kaide gibi örgütleri anlamaya çalışırken kendi klişeleşmiş perspektifimizle hareket ediyoruz. Ama onların bambaşka bir perspektifleri var. Kendimizi onların yerine koyup, neyi niçin yaptıklarının anlamaya çalışırken hatalar yapabiliyoruz. Çok basit bir nedenle, halifeliğini ilan eden El Bağdadi rehinelerin bırakılmasını istemiş olabilir. Derin analizler bir yerden sonra çok fazla işe yaramayabilir. Bunun arkasında bir çapanoğlu aramak tabi ki meşrudur ama pek âla arkasından bir şey de çıkmayabilir.

– IŞİD, Irak’ta mevzi kaybetmeye başlamasıyla birlikte tekrar Suriye’ye yöneldi. Özellikle Kobani Kantonu’nda olmak üzere, IŞİD’in Suriye’de Kürtlerle yeniden yoğun bir sıcak savaşa girmesinin sebepleri nelerdir?

– Suriye’de YPG ile IŞİD’in savaşı sürüyor. IŞİD, Suriye’de sadece YPG ile değil, Nursa Cephesi ve diğer guruplarla da savaşıyor. En son İdlip’te yanılmıyorsam Ahrar-Al Şam örgütüne yönelik yaptıkları büyük intihar saldırısı da çok etkili oldu. Aynı zamanda Esad rejimiyle de savaşıyorlar. Kobani’ye bir taarruz yapılmasının stratejik nedenleri var ve öteden beri IŞİD’in göz koyduğu bir yer. Kobani, biraz kendi başına kalmış bir yer çünkü Rojova’nın diğer kantonlarından oraya yardım ulaştırılması çok zor. Yardım ulaştırmanın en kolay yolu genellikle Türkiye üzerinden. Rojova’nın diğer iki kantonunun tam ortasında bir yer ve yardım ulaştırılabilecek geçitlerin kontrolü IŞİD’in elinde. Bir iddiaya göre, Türkiye’den böyle bir yardım talebinde bulunmuşlar ama Türkiye kabul etmemiş. Salih Müslim’in peşmergenin yardım teklifi konusunda “Türkiye’yle konuşup gelebilirler, kapımız açık” açıklaması var. Peşmergenin Suriye içinden geçip doğrudan Kobani’ye ulaşması pek mümkün değil. Çatışarak gelebilirler ama doğrudan Kobani’ye gelme yolları Suruç’tandır. Kobani, IŞİD’in merkezi olan Rakka’ya çok yakın bir yer. Ele geçirmeleri halinde çok rahatlayacaklardır. Kolaylıkla alabileceklerini sanmıyorum çünkü orada çok büyük bir direniş var. Orayı alabilmelerinin bedeli çok ağır olabilir. IŞİD, genellikle yerel halkın kendisine desteği olduğu yerleri kolaylıkla alıyor. Ancak Kobani’den büyük bir çoğunluk Kürt olduğundan, IŞİD’e karşı bir destek olmadığını biliyoruz.

IŞİD, burada koalisyonu test ediyor da olabilir. Koalisyonun önemli ayaklarından biri Suriye’ye müdahale etmekti. Orada YPG’nin durumu biraz zor. KDP’nin durumu açık; Amerika açık bir destek veriyor. Ancak YPG biraz sahipsiz. Dolayısıyla, IŞİD orada koalisyonu test ediyor. Eğer IŞİD, Kobani’yi düşürürse, henüz koalisyon başlamadan çok büyük bir hayal kırıklığı olur çünkü şuana kadar IŞİD’e karşı orada herhangi bir koalisyon müdahalesi olmadı. Esad güçlerinin Kobani’ye doğru IŞİD mevzilerini bombaladığına dair iddialar var. Bu, doğru olabilir.

-IŞİD’in rehineleri serbest bırakmasının arkasında özellikle Suriye’de bir Türk-Kürt ittifakını engelleme hedefi olabilir mi?

– Bu konuya Türkiye bağlamında baktığımızda, eğer Türkiye, Suriye Kürtlerini tamamen sahipsiz bırakıp IŞİD vahşetine teslim ederse, kendi içinde barışı tesis edemez. Eğer böyle bir şey yapılıyorsa çok büyük bir hatadır. Ben buna çok inanmıyorum ama Türkiye, PKK çizgisinin Suriye’de çok da güçlenmesini istemiyor. Bunun yolu Kürtlerin IŞİD tarafından tasfiye edilmesine zemin hazırlamak mıdır? Sanmıyorum. Eğer böyle bir şey yapılıyorsa çok büyük bir kumardır ve Türkiye buna IŞİD başarılı olsa da olma sa da pişman olur. Kobani’ye karşı böylesi büyük bir saldırı var ve buradan YPG güçlü bir şekilde çıkarsa, bu durum PKK’nın Ortadoğu’da bölgesel bir güç olma ağırlığını fazlasıyla artıracaktır. Yani Türkiye’nin hiç istemediği bir noktaya gelinecektir. Bu çok riskli bir hamle olur. Böyle yapılacağını sanmıyorum ama Türkiye’nin Kürtlere o bölgede destek vermek için çok da heyecanlı olduğunu da düşünmüyorum. Türkiye, “Ne halleri varsa görsünler” politikası izliyor sanki. Bence bu da yanlış, çünkü yıllarca Türkiye sınırları içinde yaşamış ve müzakere yürütülen Kürtlerin kardeşleriyle sınırdaş olmakla, ne olacağı belli olmayan bir IŞİD’le sınırdaş olmanın arasında çok fark var. Türkiye içi IŞİD’le sınırdaş olmak hiç arzu edilebilir bir şey değil çünkü daha sonra sıra kesinlikle Türkiye’ye gelecektir.

-Sizin de bahsettiğiniz gibi, IŞİD Erbil’e yaklaştığında Amerika bir operasyonla ilerleyişlerini önledi. Ancak aynı durum Kobani için geçerli değil. Bu çifte standardı nasıl okumak gerekiyor?

– Bunun en büyük nedeni PYD ve YPG’nin gerek Ankara, gerek Erbil’le sorunları olması. Eğer bu sorunlar olmasaydı, Kobani’ye müdahale de aynı kolaylıkla yapılabilirdi. Şimdi YPG ve özellikle Talabani’nin partisi Kobani’ye destek konusunda Amerika’ya çağrılar yapıyorlar. Barzani de doğrudan koalisyona değil de, uluslararası topluma bir çağrıda bulundu. Şunu unutmamak gerek; Şengal’de Ezidilere karşı IŞİD harekatında, onlara Rojova’dan ilk yardıma giden YPG oldu. Bu da Erbil’le PYD’nin arasındaki buzların bir ölçüde erimesine neden oldu. Aynı şekilde PKK güçleri de Kandil’den Mahmur’un kurtarılmasına yardıma gittiler, çağrı üzerine de Kerkük’e takviye gönderdiler. Irak Kürtleri bütün bunları değerlendiriyor ve bir nevi minnet duyuyorlar. Dolayısıyla bunun karşılığında, Rojova konusunda daha duyarlı hareket ediyorlar. Ama henüz aralarındaki sorunlar tam olarak bitmiş değil ve hala Kandil’le Erbil arasında birbirlerine karşı ciddi eleştiriler var. Bir yerden sonra olay Suriye Kürtlerinin varolma mücadelesi olduğu için, ileride böylesi sorunların geri planda kalacağını düşünüyorum.

-Ortadoğu’da IŞİD’e karşı en etkili savaşı veren örgüt şüphesiz PKK ve onun çizgisine bağlı Kürt guruplar. Bu de facto durum PKK’nın batı nezdindeki prestijini de artırmış durumda. PKK’nin yükselişi ve Türkiye’nin IŞİD’e karşı politikaszılığının çözüm sürecine yansımaları neler olabilir?

– Eğer Türkiye, çözüm süreciyle Kürdistan’ın diğer parçalarındaki gelişmelerin koordinasyonunu sağlayamazsa, hem Irak’ta, hem Suriye’de, hem de Türkiye’de kaybeder. Ankara’nın öncelikle bu koordinasyonu sağlaması gerekiyor. Sadece Ankara değil, PKK’nın da bu konuda daha esnek ve yumuşak davranması gerekiyor. Sanırım burada anahtar İmralı’dır. Öcalan’la yapılan görüşmelerde bu durumun konfigürasyonları şekillendirilebilir. Uzun zamandır tartışılıyor ancak bunun formülü bir türlü bulunamadı. Bu konuda her iki taraf da çok katı şuana kadar. Özellikle de Rojova konusunda. Mesela Duran Kalkan bir açıklama yaptı. Hemen çözüm sürecinin bitebileceği yorumları geldi. Halbuki Duran Kalkan görüşmelerin netleşmesi için topu İmralı’ya attı. Hala yapılabilecek şeyler var ve İmralı ile MİT’in yürüttüğü müzakereler bu sorunları çözebilir. Ancak bu sorunların çözümü çok da kolay değil.

-Rehinelerin serbest bırakılması, özellikle batının koalisyona girme baskısını artırması da düşünüldüğünde Türkiye’nin IŞİD politikasını nasıl etkileyebilir?

– Öncelikle Türkiye, topraklarını IŞİD’in lojistik olarak kullanmasını imkansızlaştırabilir. Hiçbir şey yapmasa bile, sınırlarındaki kontrolleri artırarak özellikle Avrupa’dan militanların geçişlerini sert önlemlerle engelleyebilir. Türkiye’nin içinde IŞİD için faaliyet yürüten yapılarların çalışmalarını önleyebilir. Türkiye’nin IŞİD’e karşı silahlı bir müdahale yapması söz konusu olamaz. Silahlı mücadele yapanlara da yardım edebilmesi bu aşamada mümkün gözükmüyor. Fuad Hüseyin, IŞİD’in Irak’ta Kürtlere saldırmasıyla birlikte Türkiye’den yardım istediklerini, cumhurbaşkanlığı seçimlerini beklemelerinin söylendiği ve daha sonrasında da yardım edilmediğini söyledi. Burada somut bir şey var çünkü Irak Kürtleri Türkiye’nin stratejik ortağı ve PKK gibi değil. Türkiye’nin Irak’la pek çok siyasi ve ekonomik ilişkileri var. Buna rağmen Türkiye, Irak Kürtlerinin yardım taleplerini reddetti. Yani Türkiye’nin en azından bu aşamada angaje olması kolay bir şey değil.

-Bölgede gelişen yeni dengeler gözetildiğinde, Beşar Esad’ın Suriye’deki konumunu bundan sonra nasıl görüyorsunuz?

– Esad zaten tüm bu olaylar olmadan önce yerini sağlamlaştırmıştı. Kimyasal silah kullanımı tartışmaları olduğu dönemde Amerika’nın Suriye’ye müdahale etmemesi de bunu göstermişti. Demek ki Amerika, Esad’ın gitmeyeceğini düşünüyor ve gitmesini çok da arzu etmiyor. Suriye’de iç savaş ilk başladığı zaman, hatırlayacaksın, Esad canlı bir televizyon açıklaması yaptı ve hepimiz merakla ekranların başına geçtik. Esad’dan bir demokrasi vaadi bekleniyordu ancak bunu yapmadı ve fareler, teröristler tabirlerini kullandı. O zaman ortada böyle bir durum yoktu ve Esad’ın topu taca atıp yalan söylediğini gördük. Ama eğer bugün aynı konuşmayı yapsa, batıdan pek çok kişi onun doğru söylediğine inanacaktır. O gün doğru değildi ama bugün doğru. Şimdi batı şöyle bir hesap yapıyor; IŞİD, El Kaide, El Nursa mı yoksa Esad mı? Bu noktayı gelinmesinde, Türkiye dahil pek çok kesimin sorumluluğu var. Suriye muhalefetinin aşırı derecede radikalleşmesi, olayın cihatçı guruplar tarafından domine edilmesi Esad’ın ömrünü uzattı. Böyle de acı bir durum var. Tüm bu guruplar Esad’ın devrilmesi için o bölgeye çekildi. Askeri olarak çok sorun çıkarılmış olsa da, siyasi olarak Esad’ın ömrü arttı.

-Türkiye’nin Beşar Esad’ın varlığıyla ilgili sorunu var. IŞİD’de zamanında destek vermesi, bugün de karşısında olma durumu her halükarda Esad’ın elini güçlendiriyor. Türkiye bu paradoksu nasıl aşabilir?

– Türkiye bu paradokstan çıkamayacak. Bu konuda bir öngörüm yok, kimsenin de öngörüsü olduğunu sanmıyorum. Çok karışık bir durum ve merak etmekle birlikte, ne olacağını bilemiyorum. Çok zor bir durumla karşı karşıyayız. Bu konu üzerine ne söylesek doğru, ne söylesek yalan olur. Bu durumda Türkiye’nin herhangi bir istikrarlı politika geliştirilmesi bana göre mümkün gözükmüyor. Bu tıkanıklığın aşılma yolu Türkiye’nin Kürtlerle yeni bir perspektif ve çerçeve geliştirmesi olabilir.

-IŞİD tehlikesiyle birlikte Ortadoğu’nun güç ve ittifak dengeleri değişmiş durumda. Sizce orta ve uzun vadede bölgede bağımsız bir Irak Kürdistan’ın kurulma ihtimali hala var mı?

– Kuzey Irak’ın İŞİD karşısında ilk elden gösterdiği askeri zaaf bağımsızlık idealine gölge düşürdü. Şengal ve Mahmur’un düşmesi, Erbil’in Amerika sayesinde korunması bu minvalde söylenebilir. IŞİD sorununun çözümü askeri değil siyasi olmak zorunda. Bu bağlamda, Irak Sünnilerine bir statü bağlanması gerekiyor. Bu statü sunumu bağlamında, Irak Kürtlerinin durumu da masadadır. Irak şuan üç parça. Her bir parça bağımsız devlet mi olur yoksa federasyon/konfederasyon mu olur bilemiyorum. Artık Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığı kadar, Iraklı Sünnilerin konumunu da tartışmak gerekiyor. Bu üç parçanın ayrılması durumunda Musul, Kerkük ve Bağdat gibi ortak noktaların durumunun ne olacağı da önemli. Iraklı Kürtlerin bağımsızlığa her zaman birkaç adım yakın olduğu aşikar ancak Sünnilerin statüsü üzerinde kafa yormadan bu durum pek mümkün gözükmüyor. Çok zor bir durum var. Zaten IŞİD bölgede olduğu sürece bu senaryoları konuşmanın bir anlamı yok. Eğer IŞİD askeri olarak tasfiye edilebilirse bunlar konuşulabilir.

– Son üç günde Kobani’den Türkiye’ye akın eden Kürtlerin sayısı 130 bini aşmış durumda ve Türkiye topraklarında 1.5 milyonun üzerinde Iraklı ve Suriyeli göçmen var. Göç dalgasının artarak devam etmesi durumunda, sizce Türkiye nasıl bir politika izleyecektir?

– Bunca göçmenin olmasına rağmen, Türkiye’nin dada fazlasını kabul etmemesi olmaz tabi. Sınırların açılmasının bir mahsuru yok ancak Kürt Hareketi de bu kadar Kürtün Türkiye tarafına gelmesinden pek de hoşnut değil. Onlar da Kobani’de insanları gitmemeye ikna etmeye çalışıyorlar. Türkiye’ye gelen herkese kapıların kesinlikle açılması gerek, bunun lamı cimi yok. Eğer Türkiye, IŞİD’e karşı insani boyutta bir katkı sunacaksa, bu insani boyut da mültecilere kucak açmaktır. Daha önce de Irak’tan Kürt mülteciler iki kez geldiler ve ben bu göçleri gazeteci olarak izlemiştim. Kürtler geliyorlar ama ülkelerindeki durumlar düzelince geri dönüyorlar. Yani burada kalmıyorlar. Iraklı Kürtler geri dönebilirler ama Suriye’den gelen Kürtlerin durumu çok daha vahim. Esad rejimi ayakta kaldığı sürece durumları belirsiz. Türkiye’yi insani yardım konusunda çok fazla eleştirmemek lazım çünkü kapasitesinin çok üzerinde destek olmaya çalışıyor.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş