Süreyya Abi: Her Şeyden Önce Beşiktaş Gelir

0 Yorum

Şimdi size 36 yıl Beşiktaş’a adanmış bir ömürden bahsedeceğiz. Aslında hepiniz biliyorsunuz, tanıyorsunuz onu, Beşiktaş denilince belki de futbolculardan bile önce geliyor. Kaç yönetim, kaç futbolcu, kaç teknik adam yolcu etmiş. Üstüne üstlük futbol tarihinde ilk kez bir kulüp personelinin belgeseli yapılıyor. E hak etmiyor mu? Sonuna kadar hak ediyor. Tahmin ettiğiniz gibi tabii ki Beşiktaş’ın Süreyya Abi’sinden bahsediyoruz. Bugüne kadar çok fazla anısını, birden fazla kez hikayesini dinlediniz. Ancak Süreyya Abi Röportajlık’a o hikayenin bilinmeyenlerini, duygularını anlattı. 

Burada bir insan hikayesini ve tam ortasında insanüstü bir aşkı anlatacağız. İşte size Türkiye’nin en çok tanınan malzemecisi Süreyya Soner… 

Röportaj: Seda Özdemir – Enis Derdimentoğlu

ENİS DERDİMENTOĞLU (ED): 36 yıldır Beşiktaş’tasın, bu neredeyse bir ömür demek. Birçok başkan, yönetici, teknik adam ve futbolcuyla çalıştınız. Bu kadar sene Beşiktaş’ta nasıl kalabildiniz?

SÜREYYA SONER (SS): Ben çalışmayı çok seviyorum. Okumadık çalıştık. İlkokulu 7 senede bitirdim. Kardeşim Turgut bana yetişti. Bir başladı okul ”Aa sen de mi buradasın?” dedim. O bitirdi, liseden sonra bıraktı. Rahmetli kız kardeşim de okudu. Babam deniz subayıydı, okumamızı çok istedi.

Ben okumadım. Matbaalar, Yeşilçam derken geldik buraya. Burayı çok sevdim, hocaları sevdim futbolcuları sevdim, camiayı sevdim. Ben bu kadar uzun süre burada kalmayı camiaya bağlıyorum. Ne Yeşilçam’a benziyor burası ne de matbaalara. Dayım yetiştirdi bizi, maçlara gidiyorduk. Vefat eden bir arkadaşım var, sürekli bahsediyoruz ondan da. İkimiz sürekli Beşiktaş maçlarına giderdik, öyle sevdik. 14-15 yaşından beri çalışıyoruz, dediğim gibi matbaa, Yeşilçam derken buraya geldik sonunda ve kaldık.

ED: Peki sizde Beşiktaş aşkı tam olarak ne zaman başladı? Beşiktaş sizin için neyi ifade ediyor?

SS: Dayım fanatik Beşiktaşlıydı. Biz 7 yaşlarımızdayken maçlara götürürdü bizi, bizde de öyle başladı bu aşk kardeşimle beraber. O da Beşiktaş Basketbol Takımı malzemecisi. Öyle öyle bağlandık Beşiktaş’a.

Sonra ben vefat eden arkadaşım ile tanıştım. 2 sene beraber çalıştık. Çok deplasmanlara gittik, Adana’ya falan. Sonra o vefat etti. Beşiktaş’ın malzemecisi Ahmet Abi bırakınca ben girdim. ”Keşke o arkadaşım da yanımda olsaydı” dedim.

SEDA ÖZDEMİR (SÖ): Beşiktaşlılık duruşu ve Beşiktaşlılık değerleri sizce nelerdir?

SS: Beşiktaş camiası büyük camia. “İyi ki buraya gelmişim.” diyorum. Yeşilçam’da işçiliği öğrendik, zaten işçiliği en iyi orada öğrenirsin. Buraya girebilmem Yeşilçam sayesindedir. Orada her gün sabah erken kalkıyoruz, gece geç yatıyoruz, 5 saat uyku uyuyoruz, kolay değildi. Benim Beşiktaş’a girdiğim zamanlarda herkes Beşiktaş’lıydı.

”YENGENİZ BENİ YAKINDA BOŞAYACAK”

SÖ: Beşiktaş günümüze kadar pek çok efsane isme yuva oldu. Sizin Beşiktaş’ta geçmişe dair en çok özlediğiniz kişi kimdir ya da olay nedir?

SS: Bütün futbolcular aynı benim için, hiç ayırt etmiyorum. Gelene seviniyorum, gidene üzülüyorum. Bu iş böyle. gidince üzülüyorsun, ancak alışıyorsun. Bana göre öğrenci yurdu gibi burası, gitmeleri gerektiği zaman gidiyorlar. Gidenler de arayıp sorarlar, görüşürüz, karşılaşırız, konuşuruz. Rıza Hoca arıyor, Metin Hoca, Feyyaz Hoca çok arıyor, soruyorlar ben de aradığımda konuşuyoruz, bayramlaşıyoruz. Ben herkesi arıyorum hatta hanımla kavga ediyoruz “Bu kadar telefon parası nasıl geliyor?” diye. Yengeniz boşayacak beni vallahi.

Şaka bir yana zor, çok zor. Evin yolunu unutuyoruz, sabah erken çıkıp akşam geç geliyoruz. 2 kere doğum yaptı kadın, ben yurtdışındaydım. Bizim iş dışarıdan göründüğü gibi değil. Hastalık, ölüm, doğum, cenaze kabul etmiyor, kaldırmıyor bizim iş. Sadece ben değil, Erdal, Eren, Erol var; bizim diğer malzemeciler. Erdal ile 22 senedir beraber çalışıyoruz, daha yakından biliyorum, onların aileleri de aynı. En avantajlı Eren; çünkü bekar.

ED: Beşiktaş taraftarının takıma haksızlık yapıldığında ya da 8-0’lık Liverpool maçı gibi ağır mağlubiyetlerde ağlayacak kadar duygu yoğunluğu yaşadığını biliyoruz. Peki siz bu gibi durumlarda neler yaşıyorsunuz?

SS: Öyle durumları düşünmemeye çalışıyorum. Haksızlıklar, hakem hataları gibi durumlara odaklanmıyorum, işime odaklanmaya çalışıyorum. Takım sahaya çıkana kadar soyunma odasında oluyorum. Önceden soyunma odasında nöbet tutardım, oyuncuların eşyalarının başında beklerdim, sonucu onlar maçtan gelince öğrenirdim. İşimiz zor, bütün malzemeciler aynı.

FİKRET ORMAN YÖNETİMİ DIŞINDA HİÇBİR YÖNETİM KABUL ETMEZDİ”

ED: Efsaneleşen futbolcular bir yana takımın Süreyya Abisi’nin filmi yapılmak isteniyor. Sinema filmi teklifi geldiğinde neler hissetiniz? Çekim süreci nasıldı?

SS: Taraftarımız, camiamız sevdiği için çekildi bunlar. Reklam filmleri, tanıtımlar, belgeseller… Ben bilmiyorum, daha çok yönetim karar verdi, yaptık. Ben kendimi seyretmem genelde, şaşırıyorum böyle teklifler geldiğinde. Belgesel süreci şöyleydi: Bir arkadaş geldi, 4 yıl önce başladı çekimler,

İnönü Stadı yıkılmadan evvel. Gökçe Kaan Demirkıran yönetmenimizdi. ”Abi ben seni çok seviyorum.” dedi, Marmara Üniversitesi’nden çok değerli bir arkadaşımız, iyi ki de tanıştık kendisiyle. ”Aklımda senin belgeselini çekmek var, çocukluğumdan beri seni takip ediyorum.” dedi. Ben de ”Yönetim izin verirse yaparız.” dedim. Fikret Orman öncesi yönetim kabul etmemişti. Fikret Orman kabul etti, başkanımız olmasa bu iş olmazdı. Fikret Orman yönetimi dışında hiçbir yönetim kabul etmezdi. Diğer takımlarda mesela böyle bir malzemecinin filmi olacak falan, ben hiç böyle bir şeye tanık olmadım. Çekimlerde zorlandık, sponsor son anda bulundu. Gökçe’nin şirketi yok, bir şeyi yok. Marmara Üniversitesi’nde çekim işleri ile uğraşıyor. Kendi açımdan da ben profesyonel değilim, işçiyim. Ortaya böyle bir sonuç çıktı, ben de şaşırdım. Seyrettim biraz iyi biraz kötü. İzleyenler karar versin. Ancak bir şirket gelse, dese ”Süreyya Abi çekelim mi belgeselini?” vallahi kabul etmezdim. Ben okumadım; fakat baktım Gökçe talebe hala, onun için kabul ettim. Yeşilçam dönemlerini görünce duygulandım. İlk defa galada izledim, hakikaten insan duygulanıyor. Mesela Itır Esen’in babası ile beraber çalışmıştım. Itır Esen küçüktü o zaman, gördüğüm an gözlerim doldu. Belgesel için Fikret Orman ve yönetim çok yakınlık gösterdi, destek oldu. Burada herkes personel; garsonu, aşçısı vs… Üstelik 25 seneden aşağı çalışan yok burada. Bir işçi için bu kadar şeyi hangi kulüp, hangi yönetim kabul eder? ”İşçisin kardeşim sen, çek git!” der. Ben en çok buna şaşırdım.

SÖ: Peki Beşiktaş için nelerden vazgeçtiniz? Nelerden vazgeçersiniz?

SS: Ne olursa olsun her zaman önce burası. 36 sene olmuş, kaybettiklerimiz, aramızdan ayrılanlar, kimler kimler… Duygulu anlar yaşıyor insan. Ben eskiyi hep hatırlayarak yaşıyorum. Burada herkesle resmim var, soruyorlar ”Süreyya bunlar ne?” diye. Resimler olmasa ne hatırlarsınız ki? Anne, baba, teyzeler, amcalar, arkadaşlar… Annem geldi galaya, benim haberim yokken getirmişler. Babamı görmüş, abisini görmüş, orada kadın fenalaşmış ve götürmüşler. Kaybettiğim arkadaşımla resimlerim vardı, “Keşke o da olsaydı belgeselde.” diyorum.

”EN ÜZÜLDÜĞÜM AN 1987 YILINDA BİZİ ŞAMPİYONLUKTAN EDEN DENİZLİ MAÇI”

SÖ: Takıma dair en güzel ve en kötü anılarınız nelerdir?

SS: Hangisini anlatayım ki şimdi? Çok var ya. En üzüldüğüm an 86/87 sezonunda son 5 dakika kala yediğimiz golle berabere biten Denizli maçı, şampiyonluğun kaçtığı maç. Yenersek biz şampiyonuz, yenemezsek Galatasaray şampiyon olacaktı. Biz 1-1 berabere kaldık, Galatasaray, Bursa’da kazandı, en üzüldüğüm o maçtı. En sevindiğim maç 89/90 sezonunda Fenerbahçe’yi yendiğimiz maçtı. 3-1 kazanmıştık. Kaybettiğim arkadaşımla Fenerbahçe maçlarına giderdik, 17-18 yaşlarımızda bir gün maç çıkışı Taksim’e çıkıyoruz, maç sonunda kavga çıktı. Yeşilçam kahvesinde oturuyorduk, biz kaçtık. Bana o maçtan sonra dedi ki “Süreyya gün gelecek biz Fener’i burada yeneceğiz ve şampiyon olacağız.” Onun dediği maç, biz onu kaybettikten sonra, 89/90’da gelmişti. Onun için unutamam o maçı. O maçı da seyredememiştim. Soyunma odasında nöbet tutardım o zaman, futbolcuların eşyaları çalınmasın diye.

“BEŞİKTAŞ’A KÖTÜ FUTBOLCU GELMEZ”

ED: 36 yılın en iyi 11’ini ve en iyi antrenörünü sorsak sana?

SS: Beni hiç sokmayın o işlere. Benim için hepsi aynı; gidenler, gelenler, buradakiler… Kötü futbolcu gelmez bence buraya, başka yerde ekmek yiyorlar, şimdi konuşmayalım. Ben kendimi burada işçi olarak görüyorum.

SÖ: 36 sene içinde sizi en çok zorlayan sene hangisiydi?

SS: Kamplarda çok zorlanıyordum. Genelde 3 maç arka arkaya gelir Avrupa maçları; kupa ve lig… O zamanlarda futbolcular da biz de çok zorlanırız. Sene olarak zorlandığım sene yok. İki idman bir maç oluyor; ama alışıyorsun, ona da alışıyorsun. Tesislerden çıkamıyorsun o dönemlerde. Evin yolunu unutuyoruz.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş