“Şiir Bir Güzellik Meydana Getirmek; Şiir Yazmak İçin Yazılır”

0 Yorum

Yazar ve gazeteci Hüsamettin Bozok’un 1948 yılında senarist, şair ve sanatçı Sabahattin Kudret Aksal ile yaptığı, Aksal’ın piyeslerini anlattığı sanat kokulu röportaj sizlerle.

 

Röportaj: Hüsamettin Bozok

 

Hüsamettin Bozok (HB): Tiyatro piyesi yazmaya aktörlükten geçildiği gibi, şiirden ve romandan da geçildiği çok olmuştur. Sen de şiirden piyese atladığına göre bunda bir hususiyet görüyor musun?

 

Sabahattin Kudret Aksal (SKA): Tiyatroya şiirden, romandan ve aktörlükten geçildiği olmuştur. Böyle olduğu gibi sanatlarını sadece tiyatro yazmaya ayıranlar da olmuştur. Şüphesiz ki her sanatın kendine has sahası, elemanları vardır. İşte tüm mesele bu elemanları birinci plana almak, her sanatı kendi imkanlarına uyarak meydana getirmektir. Resim, çizgiler ve boyalardır. Yani resim, çizgilerin ve renklerin en güzel toplantısıdır. Bu şimdi çok basit bir gerçek gibi görünse de unutulmamalıdır ki bu basit gerçeği elde edebilmek, resimden resime yabancı olan şeyleri -edebiyat, hitabet gibi- kovabilmek için Cezanne’ların, Van Gogh’ların, Matisse’lerin gelip geçmesi gerekmiştir. Şiir söz güzelliği, deyiştir. Roman’da bütün genişliği, sıcaklığı, problemleriyle hayatın ta kendisidir. Sözü şuraya getirmek istiyorum: Resim nasıl kendine yabancı elemanları atarak her gün biraz daha resim olmaya gitmişse, tiyatro da aynı şeyi yapmaktadır. Tiyatro şair, romancı, aktör kimin tarafından yazılırsa yazılsın, tiyatro olmalıdır. Fakat, belki de şiirden tiyatroya geçilirse o piyeste söz önemlice yer alabilir. Resmin resim olması için Cezanne’ların gelip geçmesi lazımmış, tiyatro da gittikçe tiyatroya gitmektedir. Bu sözün hedefini de Yunan-Latin yahut Rönesans klasikleri olarak almamalısın. Raphael, Greco resim yapmıştır. Shakespeare, Moliere tiyatronun mükemmelini yazmıştır. Sofokles de öyle… Yalnız bu aydınlık devirleri gölgelendiren, daha sonraki devirlerin akademizmi, bir dereceye kadar da romantizm olmuştur. İşte kurtulmamız lazım gelende budur.

 

HB: Şiirin, romanın ve piyesin kendine has imkanları mevcut olduğuna göre sana şunu sormak istiyorum: Mademki bir piyes yazmış bulunuyorsun, şiirdeki imkanların bütün hallerde kafi gelmediğini teslim etmiş olmuyor musun?

SKA: Şiirin imkanlarının sınırlı olduğunu teslim etmiş olmuyorum. Şiirde bir fikir, bir duygu yoktur. Şiir bir fikri, bir duygusu anlatmaz demeyeceğim. Fakat şiir bir fikri, bir duyguyu anlatmak için yazılmaz. Şiir bir güzellik meydana getirmek için; şiir yazmak için yazılır. Yani önüne geçilmesi imkansız bir iş… Bir kader işi… Bu, böyledir ama şair de bir insandır. Düşünür ve duyar. Bir cemiyetin içinde düşünür ve duyar. Şiirinde de, düşünce ve duygularını görebiliriz bunun için. Belki şiir kadar değil, fakat her sanat böyledir bence. Roman ve tiyatro da öyle. Şimdi iş böyle olunca, bir güzelliği şiir ve tiyatro yakalamak bahis mevzusu olunca şiirin imkanlarının yoksulluğu yüzünden tiyatroya geçmek diye bir hadise düşünülemez zannederim. Kaldı ki bu iki sanatın mevzuları, sahaları da farklıdır birbirinden. Şiir insanoğlunun süreksiz anılarını yakalar; onlara bir süreklilik vermek ister. Tiyatro ise, insanın insanla, insanın cemiyetle, insanın kendi kendisiyle münasebetlerini incelemek bakımından çok daha elverişlidir.

 

HB: O halde hangi istekler seni bir piyes yazmaya sevk etti?

 

SKA: Çok kullanılmış bir sözdür. Bende bir yazımda anmıştım, fakat yine söyleyeyim: Oscar Wilde, ‘’Heykeltıraş mermerde düşünür’’ der. Bunun kadar gerçeğe isabetli bir vuruş belki pek azdır, belki de yoktur. Diyebilirim ki, bende ‘’Evin Üstündeki Bulut’’ piyesinin konusunu, temasını bir tiyatro olarak düşündüm. Yani bu oyunu 8 kişinin hareketlerini, heyecanlarını takip ederek düşündüm.

 

HB: Piyesindeki esas tema nedir?

 

SKA: Bu temayı belki şöylece kısaltmak mümkün olacaktır. Her insan hayatını herkesinkinden ayrı bir tarzda kurmak ister. Yani eşsiz elde etmek ister. Fakat sonunda her insanın yaşadığı hayatın bir eşini yaşamakta olduğunu görür. Nitekim piyesimin 3 kişisi; Aysel, Nilüfer ve Metin üç saat boyunca aşmak için çırpındıkları eşiğin dışına bir türlü adım atamazlar. Fakat düşünceleriyle dışarıda yaşarlar.

 

HB: Böyle bir temayı düşünmek ve sonra da yazmakla sanat eserinde, mücerret manada olsun, tezin varlığına işaret etmiş olmuyor musun?

 

SKA: Böyle bir iddiam yok. Güzelliğinin formülünün bulunacağına kani değilim. Bir sathasını panorama halinde göstermekti sanat eserinde tezin mutlaka zaruri olduğunu iddia edersek, acaba, sırf hayatın bir başka bir maksadı olmayan bir eserin başarısına karşı ne cevap veririz?

 

HB: Tez deyince akla, sanat eserinin çerçevesi içinde, doğrudan doruya ve bütün yardımcı elemanları da seferber edilerek müdafaa edilen bir fikir veya duygu gelir. Fakat açıktan açığa böyle bir iddiayı taşımayan bir misal alayım. “Köşe Başı”nda Ahmet Kutsi Tecer, İstanbul’un eski hayat ile yeni hayat arasında bocalayan, fakat yeniden çok eskide karar kılmış bir kenar mahallesindeki hayatı -olduğu gibi- göstermeyi kafasına koymuştur. Bu da bir iddia değil midir?

 

SKA: Bence bu, bir tezden ziyade bir sanat anlayışıdır, bir sanat ekolüdür.

 

HB: Tema’sını önceden düşündüğüne göre, piyesinin kahramanları, mevzuun teşrihi ve tekamülü için zihninde tasarladığın tasavvuri tipler olmuyor mu? Bu vaziyet karşısında onları, birer birer hayat sahnesinde rastlayıp bir araya getirmek kolay bir şey olmasa gerektir.

SKA: “Evin Üstündeki Bulut”un şahısları geniş anlamında reel tipler değildir. Onlardan bilhassa dördü; Misafir Nilüfer, Aysel ve Metin, bir duyuşun ve düşünüşün temsilcisi görünürler. Sonra şunu da ilave etmek isterim: O insanlar, hatta bir dereceye kadar diğerleri de bütün -davranışları- içinde incelenmişlerdir. İnsan oğlu bir zaviyeden, piyesin teması zaviyesinden o tiplerden gösterilmeye çalışılmıştır

 

HB: Böyle olunca, piyesinin herhangi bir cereyanın içine sokulmasına razı olacak mısın?

 

SKA: “Evin Üstündeki Bulut”u tam olarak bir cereyan içinde göremiyorum ve onu bir cereyanla isimlendiremem.

 

HB: Peki, piyesin vakasında, içinde geçtiği dekorda ve misafirin etrafında -arzularını göstererek- toplanan birinci plandaki şahıslarda realitenin payı yok mudur?

 

SKA: Zaten, geniş manasıyla, realizmin dışında bir sanat düşünülemez. Ancak bir insanın rüyasını da içine alan bir realizm. Çünkü, insanı açık ve sahih olarak tanımak bahis mevzusudur. Böyle olunca da onu, bir tek cepheden değil, çeşitli cephelerden almak lazımdır.

 

HB: Evin Üstündeki Bulut”u yazarken -avantgarde- cereyanlara karşı bir meyil duydun mu?

 

SKA: Piyesin bütünü ve kuruluşu bakımından değil, ancak bazı sahnelerin yapılışı, bakımından -avantgarde- tiyatroya karşı bir temayül belki mevcuttur. Mesela ikinci perdede anne – misafir sahnesi ve üçüncü perdede Metin’in tek başında kaldığı sahne klasik kaidelerin dışında meydana getirilmiştir.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş