Aden: İşçi sınıfının zincirini kıran kadın mücadelesi

0 Yorum

2018 yapımı olup 2021’de MUBI’de gösterime giren Aden, geçtiğimiz pazar günü Sinematek’te uzun zaman sonra yeniden seyircilerle buluştu. Yerli sinemadan önce yabancı film festivallerinde gösterime giren bu film için Atay, “aslında 2017’de bu filmin işi bitmişti” diyor.

NOT: BU YAZI SPOILER İÇERİR!

Senaristliğini Onur Orhan’ın, yönetmenliğini Barış Atay’ın üstlendiği film, Marba ve Aras adındaki evli çiftin savaştan kaçıp bilmedikleri topraklara göçmeleriyle başlıyor. Tek istekleri karınlarını doyurup hayatta kalabilmek olan bu çift, ıssız bir yerde rastladıkları tek eve sığınıyorlar. Kıyametin koptuğu yer de işte burası oluyor: Libak ve Pukay’ın evi.

İdil Eylül Ünsal

Filmin ilerleyişinde, karakterlerin tersten okunuşunun adını aldıkları peygamberlerin hayatlarını yansıttığını fark ediyoruz. Libak bu hikayenin otoriter büyük kardeşi. Evin ve evdeki her şeyin sahibi. Sözü dinlenen, sorgulanamayan ve eleştirilemeyen, yalnızca biat edilen. Pukay ise evin küçük kardeşi. Ağa diye hitap ettiği abisine kıyasla biraz iyi huylu. Fakat işin sonunda bu iki kardeş de, kadın karakteri bir cinsel obje olarak metalaştıracak, ikisi de ona kendi yöntemleriyle sahip olmak için savaşacaklar.

Bir açıdan bu kardeş kavgası bize Habil ve Kabil’in hikayesini anlatıyor. Fakat diğer bir yandan hikayenin devamında görüyoruz ki Libak hiçbir çekincesi olmayan, yaptığı her zulmü kendisinde hak gören yapısıyla aslında iktidarları temsil ediyor. Verildiği kadar yemek ve gösterildiği yerde uyumak uyumak uğruna itaat edip Aras’ı da bunun bir parçası olmaya zorlayan Marba ise işbirlikçidir.

Aras bu hikayedeki tek kadın karakterimiz. Funda Eryiğit’in çarpıcı oyunculuğuyla hayat buluyor. Aynı bir eşya gibi taşınıyor, oradan oraya sürükleniyor. Ona sahip olmaya çalışan erkekler tarafından hisleri, istekleri ya da ne düşündüğü hiçbir zaman önemsenmiyor. Hep suskun. Ve hatta bu suskunluğuyla Libak tarafından takdir ediliyor, akıllı kadın susar deniyor. Kendisine ne verilse takmak zorunda, ne alınsa giymek zorunda. Aynı zamanda kocası tarafından sunulan bir kadın. Önce kocasına, ardından diğer erkeklere boyun eğiyor. Yoksulluğun ve hamileliğinin getirdiği çaresizlikle oradan oraya savruluyor.

Ve filme en son katılan karakterimiz Fusuy. Fusuy’un hikayesini filmde Pukay’dan dinliyoruz. Önce abileri tarafından bir kuyuya atılarak sakat bırakılıyor, ardından yaşamını abilerinin onu kapattığı penceresiz ve ışıksız bir mahzende geçiriyor. Yani ailenin 3. Ve en küçük erkek kardeşi. Fusuy burada işçi sınıfını temsil eder. Sakat doğmamış ama sakatlaştırılmıştır. Pukay ise iktidara gelmesi çok da bir şey değiştirmeyecek muhalefettir. Her gün zincire bağladığı kardeşine bir kap yemek götürürken onu besleyip büyüttüğünü, kol kanat gerdiğini düşünür.

Hikayenin sonunda Arasın sessizce toplanıp kaçtığını görüyoruz. Filmin bütününe baktığımızda pek bir müzik efektiyle karşılaşmasak da burada son derece sofistike görevler yüklenen ses efektleri (Aras’ın bastığı ahşap zeminin gıcırtısı, nefes sesleri, çekilen merdivenin hışırtısı..) bize işitsel evrenin ne derece sade ve çarpıcı yansıtıldığını gösteriyor. Aras evden kaçarken beklenmeyen bir şekilde bodruma, Fusuy’un yanına iniyor. Onun zincirlerini çözerek, “İster kalır, ister gidersin. Sen bilirsin.” Diyor. Bu şekilde film bu iki kahramanımızın, Aras ve Fusuy’un, karanlıkta her tarafı kapanlarla kaplı bir bahçede koşmasıyla belirsizlik içinde bitiyor.

Evet, film belirsizlikle bitiyor. Özgürlüklerine kavuşabildiler mi, sonrasında başlarına neler geldi tahmin edemiyoruz. Ama görüyoruz ki kadın mücadelesi sınıf mücadelesinin öncüsü oluyor. Ve biliyoruz ki Aras, bahçenin etrafındaki kapanlara rağmen koşmaya, kendi kendisinin kurtarıcısı olmaya cesaret ediyor. Fusuy’u zincirlerinden kurtaran da işte onun bu cesareti oluyor.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş