Bir ‘Kuşak’ Yazıyor – Burhan Kurtulmuş Aytoslu

0 Yorum

BİR KUŞAK YAZIYOR

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını yaşıyoruz. Geliyor, gelecek derken cumhuriyetimizin yüzüncü yılı geldi ve geçiyor. Yüz yılda neler yaptık, neler yapamadık diye düşünürken esas soruyu sorup “şimdi ne yapacağız” diye sorduk. Ulusal ve yerel ölçekte farklı projeler üretsek de yeterli mali desteği oluşturamadığımız için bütün dosyaları arşivimize koyduk. 

Sonra da söz uçar yazı kalır diye düşünüp en azından fikrimizi, umutlarımızı yazalım istedik. Cumhuriyetimizin bir asırda geldiği noktada yayın camiası kâğıt krizi yaşandığı için dergimizi basmayı düşünmedik. Fakat bahanelere sığınmak yerine bir şeyler yapmalıydık. Kuşak dergisi ekibinden çıkan bir çözüm sayesinde bugün bu yazıları okuyabiliyorsunuz. Dergimizi dijital olarak yayınlama kararı aldık. Hem biz sizlere daha kolay ve ücretsiz bu dergiyi ulaştıracağız, hem de otobüste, metroda, sıcak yatağınızda siz Kuşak dergisini okuyabileceksiniz. Bir güzel yanı ise çevre dostu bir dergi yarattık. 

Bir nevi dergi diyoruz, çünkü bu bildiğiniz işlerden değil. Bu çalışmamızı yıl boyunca sürdürmeyi arzuluyoruz. Yazılarımız ve röportajlarımız hazırlandıkça “Kuşak” başlığında bir nevi dergimizi okuyabileceksiniz. Projemizi hayata geçirmemize imkân veren roportajlik.com’a teşekkürlerimizi sunuyoruz. Ülkemizin dört bir yanından ve farklı yaşlardan, mesleklerden yazarlar kadromuzu oluşturduk. Yüz yılın dörtte üçünü yaşamış ziraat yüksek mühendisi ile üniversiteye yeni başlamış on sekiz yaşındaki öğrenci bu çalışmada buluştu. Hatta sınır komşumuz Suriye’den yazarlarımız dahi var. Herkesin eline emeğine sağlık.

Gelelim yüz yılın sonunda söyleyeceklerimize;

Maalesef yüzüncü yıla yakışacak bir kutlama yapamadık. Ülkemizdeki “ulusalcı” kimlikli partiler dahi yalandan bile olsa yüz yıla yakışır bir çalışma yapmamayı tercih etti. Cumhuriyetin yüzüncü yılında Diyarbakır’ın göbeğine cumhuriyete isyan etmiş Şeyh Said’in adı verildi. Koca koca partiler gıkını çıkartmadı. Gıkını çıkartan partilerin binalarının basıldığını sosyal medyadan öğrendik. Yüz yılın sonunda cumhuriyet düşmanları baş tacı yapılıyorsa hangi cumhuriyeti kutluyoruz diye düşünüyorum. 

Yüz yılın sonunda, bu ülkenin köprülerini, opera binalarını, saraylarını, otobanlarını, gemilerini, uçaklarını, sihalarını yaratan emekçiler hala geçim sıkıntısı yaşıyor. Bu bir gelişme midir? Bu bir başarı mı? Anadolu’ya girişimizin bininci yılında, cumhuriyetimizin ise yüzüncü yılındayız ama hala kütüphanesiz okullarımız var. Bu nasıl mümkün olur? Bin yıldır çalışıyorsak, hadi diyelim yüz yıldır çalışıyoruz, neden hala okullarımızın kütüphaneleri yok?

Yüz yılın sonunda bu ülkenin gençleri için en büyük umut nedir? Kimlerle hangi konuda yarışıyoruz? Cevaplamaya çalışırsak en başta ülkeyi terk etmek en büyük umut olmuş durumda. İkinci büyük umut ise yolu ne olursa olsun köşeyi dönmeye yarayacak bir torpil bulmakdır. Daha küçük umutlar da var. Örneğin üniversiteden mezun olup varlıklı bir eş bulmak da çağımız için en çok tercih edilen refaha erişme yöntemlerden biri. Çok çalışıp, yetenekleri ile dürüst bir şekilde refah içinde yaşamak gibi bir umudun ülkemizde genel olarak geçerli olduğunu söylemek maalesef mümkün değil. 

Herkes z kuşağına “kendi” umutlarını yüklüyor. Seçimlerdeki tercihlerde herkes bir kuşağa farklı anlamlar yükledi. Ancak herkes anasının babasından farklı bir yönelim göstermedi. Zaten mevcut yaşlı siyasi parti liderleri de anamızın babamızın yarattığı insanlar. Dolayısı ile onların düzeninde bizden farklı bir sonuç beklemeleri pek doğru değil. Hayatında ilk defa oy kullanacak olan bir gence bu senin son oyun derseniz ne sonuç beklersiniz? Bu sizce de çok vicdansız bir yönlendirme değil mi? Yıllardır sonu gelmeyen “son seçim” sloganı hepimizin sırtında bir kambur oldu. Sırtımızda kambur ile geleceğe nasıl koşmamız beklenebilir. Artık hiçbirimiz “kazanma” kaygısı düşünmeden yaşamak istiyoruz. Artık seçimlerde kazanma kaidesi ile oy kullanmak istemiyoruz, artık yeteneklerimizi hayata geçirirken kazanma kaygısı ile yaşamak istemiyoruz, artık kadın erkek ilişkilerinde kazanma yabancılaşmasını değil gönlümüzü dinlemek istiyoruz.

Yüz yılda gelişen şeyler de oldu. Kadın ve erkek birlikte vakit geçirebiliyor. Artık kadınlar ve erkekler istediği insanlar ile aile kurabiliyor. Artık köhne gelenekler terkediliyor. Maalesef ülkemizde aile içi şiddet, tehdit, tecavüz, evlilik hala var. Ülkemizde inanç hürriyeti giderek yayılıyor ancak devletin ve toplumun içinde öbeklenmiş bazı grupların menfi çalışmaları da oldukça kabul görmüş durumda. Bu kuşak kanlı bir darbe girişimini yaşadı. Darbeyi yapan ABD’ye bağlı dini bir cemaatti. Cemaatin cemaat olduğunu herkes biliyordu. Devlette ve toplumun farklı kademelerinde bu mensupların egemen olması sağlandı. Böyle bir sonuç hiç de sürpriz gibi durmuyor. Belki devletimizin yüz yıl önce sarayları, otobanları yoktu, ancak devlet ve toplum içinde hiçbir dini cemaate ayrıcalık yapacak bir zihniyeti de yoktu. Türkiye şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olmasın diye yüz yıl öncesine göre daha fazla çalışmamız gerekiyor. Çünkü o kuvvetler yeri geliyor devleti ele geçiriyor, yeri geliyor yurtlarda çocuklara tecavüz ediyor, yeri geliyor o yurtlarda öğrenciler diri diri yanıyor. 

Belki çevre ve sanat gündemli bir çalışma için “çok siyasi” bir sunum hazırladığımı düşünen okuyucularımız olmuştur. Bile isteye bunu yazıyoruz. Çünkü kent sokaklarında başıboş köpek sürüleri insanları parçalıyorsa bu yerel gündem meselesi değildir. Devletin en üst kademesinde çözülmesi gereken ulusal ölçekte sorundur. Bu ülkenin şehitler verilerek kazanılmış topraklarında ormanlar zarar görüyorsa slogan atarak bunu çözemeyiz. Bizden önce bu devleti yönetenler bu ormanları korumalı. Biz zaten bu ormanları korusun diye millet vekilleri seçmedik mi? Türkiye’nin çevre sorunları bu ciddiyet ile ele alınmalıdır. 

Velhasıl bir asırda çok şey kazandık ama verilen mücadele hala kazanılmadı. Hatta bazı konularda geriye gittiğimiz dahi söyleyebiliriz. 

Önümüzdeki yüzyılda öyle bir ülke yaratalım ki; orman yangınları bir saatten uzun sürmesin, avcılık yalnızca eski kitaplarda okunsun, Marmara’nın her koyunda denize girilsin, ormanlarımızda bir tek çöp bulunmasın, tek bir hayvanat bahçesi bulunmasın, sokaklarda bir tek başıboş köpek bulunmasın, cins hayvan üretimi geçmişte kalsın, herkes etikete bakmadan yiyecek alabilsin, yürüyen merdivenler, süs aydınlatmalar ve gereksiz enerji tüketen bütün gereksiz aletler dedelerin hatıralarında kalsın. 

Daha neler neler sayabiliriz. Her şeyden önce bağımsız, bütün, laik ve refah içinde demokratik bir ülke olmayı başaralım. Cumhuriyetin iki yüzüncü yılı kutlanırken umarım bu yazdıklarımız bir sorun olarak bile görülmez ve çözülür. Hiç yoksul insanın yaşamadığı bir ülke yaratmayı yalandan bile olsa birileri savunsun ki umudumuz yeşersin. Yoksa bir asır daha bizim olmayan şeyler için çalışıp duracağız ve sonunda çok zenginler ve ailesini asgari şartlarda yaşatmaya çalışan insanlardan öteye gidemeyen bir toplum olmaya devam edeceğiz. 

Kuşak okumaya devam edin.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş