Doğu Perinçek’in 1993’te Verdiği Röportaj

0 Yorum

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, mahkûm olduğu takdirde yurt dışına kaçmayı düşünmediğini söyledi. Ancak, isterse Türkiye’de hapse girmeden de yaşayabileceğini iddia etti; şunları söyledi: “Henüz karar vermedim. Aslında cezaevinde çok rahat ederim ben. Kitap yazarım, zayıflarım, sağlığım yerine gelir..”

Demokrasimiz “Doğu” virajında…

1991 seçimlerinde yaptığı konuşmalar yüzünden önce iki yıl hapse mahkûm olan, ardından bu cezanın 13 kat artırılması talebiyle yeniden yargılanan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, hakkında verilecek kararı bekliyor. Ankara DGM, ya Yargıtay’ın cezayı artırma kararına uyacak, ya da ilk verdiği kararda ısrar edecek. Perinçek, “Bir ihtimal daha var mı?” sorusuna “Var. Bir mucize olursa beraat kararı verebilirler” diyor. Bunun için, üç üyeden birinin daha önce verdiği beraat kararına birinin daha iştirak etmesi gerekiyor. Bu mucizenin gerçeğe dönüşmesi, “Türkiye’de düşünce suçu yoktur” diyenleri de haklı çıkaracak. Çünkü bireyleri hep aynı şeyleri söyleyen toplumlara “demokratik” denmiyor.”

Daha önce yargılanıp aklandığınız konulardan tekrar mahkûm oldunuz. Kararın kesinleşme ihtimaline karşı “içerisi” için hazırlık yapıyor musunuz?

Yapmıyorum. Ama istersem içeri girmem.

Yurt dışına mı çıkacaksınız?

Yurt dışına çok çıktım. Hem de izinsiz; kendi bildiğim yollardan. Mahkûm olduğumda yurtdışına gitmem. Ama onlar gitmemi ister./p>

Sizden kurtulmak için mi?

Tabii bu topraklardan ayağım kesilecek, hiçbir etkim kalmayacak. Bunu hiç düşünmedim, ama istersem Türkiye’de hapishanenin dışında yaşarım.

Kararınızı ne belirleyecek?

Halk için hangisi yararlıysa öyle davranacağım. Ben hapishanede çok rahat ederim. Kitap yazarım. Zayıflarım. Sağlığım yerine gelir.

Hapishanede sağlıklı olunduğunu ilk siz söylüyorsunuz herhalde…

Hapiste yatmış olmayı halkın önüne bir borç faturası gibi koymayan bütün hapishaneciler benim gibi düşünür. Ben yalnız yaşamayı becerebilen bir insanım.

Apo’yla aranız nasıl şimdi?

Tek kelimeyle yanıt vermek zor. Apo, Kürt halkının bir kesiminin temsilcisi. Onlara düşmanlık yoluyla sorunu çözebileceğimiz kanısında değilim..

PKK için “Apocu cinayet çeteleri” diye yayın yapıyordunuz. Sonra onlar “gerilla kardeşleriniz” oldu ve siz ‘PKK yasallaşsın” dediniz. Bununla Apo’nun “ehlileşmesini’ mi kastediyorsunuz?

Hayır. “Cinayet çeteleri” diye suçladığımda PKK gerçekten halka karşı cinayetler işliyordu.

Şimdi cinayetler halka karşı değil mi?

Zaman zaman halka karşı oluyor. Ama esas yönü halka karşı değil.

Bunları nasıl ayırıyorsunuz?

Eylemin karakterine bakıyoruz. Halkı maraba olmaktan çıkarıp, özgür yurttaş konumuna getiren eylemleri doğru buluyorum. Ama masum çocuk, vesaireyi hedefleyen eylemler yanlış.

Apo’nun SHP kontenjanından milletvekilliği önerisini niye kabul etmediniz?

Ben bağımsız işçi sınıfını temsilen politika yapıyorum. Bunu kabul etmem koalisyona kefalet olacaktı. (Siz halkı eziyorsunuz) deme hakkını kaybederdim.

HEP-SP koalisyonu üzerine

Bunun 23 yıllık liderlik iddianıza mezar olacağından mı korktunuz?

Yok. Hiçbir zaman liderlik kaygısına sahip değilim çünkü ben liderliği ortadan kaldırmak isteyen bir akımın mensubuyum.

Öyleyse neden Apo’nun dört milletvekili teklifine karşılık (Yüzde seksen istiyorum) dediniz?

Öyle demedim. Ben HEP ve SP’nin seçime birlikte girmesini istedim. Yüzde 50- 50 olacaktı.

12 Eylül öncesi yayınlarınızda Apo’nun marketlerden çikolata çaldığını yazdınız. Apo’yla yaşadığınız kısa flört döneminde bu konu gündeme geldi mi?

Geldi, şöyle geldi, çikolata filan şeklinde değil de geçmiş hatalarımızı açıkladım. Biz 1980 öncesinde PKK’nın halka karşı yönünü vurgulamıştık. Sonraki gelişmeler PKK’nın emekçilerle birleşen bir damarı olduğunu ortaya koydu.

Perinçek’in kusurları…

O damarı birdenbire nasıl keşfettiniz?

Pratik içerisinde PKK’nın yoksul köylülerle birleşen bir atılımı olmuştur. Bunu görmek gerekir. Çikolata filan, bunlar ilkel şeyler.

Bunu siz yaptınız ama…

Biz yaptık. Yayının başında değildim, ama sorumlusu benim.

Başka ne ilkellikler yaptınız?

Yunus Emre’nin bir dizesi var (her şeyim yanlış benim)… Çok dervişçe bir dize. Mesela ben bu röportajdan kalktığımız zaman da buna benzer bir şey söyleyeceğim.

Bu röportajı kastederek mi?

O manada değil. İnsan belli bir pratikten on dakika sonra, onda bir sürü yanlışlıklar görür. Benim de kişisel ve ideolojik düzeyde kusurlarım olmuştur.

Eski arkadaşlarınız, sizin için (Kendi dışında doğruya tahammül edemez) diyorlar. Doğru mu bu?

Yanlış. Ben bütün fikirlerimi arkadaşlarımla konuşarak oluşturdum. Çevremde hep kişilikli adamlar oldu. Bunlar (Dediğim dedik) bir adamla hiçbir şekilde çalışmazlar.

“Soldan tecrit olamadım”

Solda kavga etmediğiniz insan kaldı mı?

Ben şahıslarla hiç kavga etmedim. Kavgam akımlarla oldu.

Aziz Nesin’le geçinebiliyor musunuz?

Tabii, benim hiçbir insanla kişisel bir geçimsizliğim yoktur.

Bu, gönüllü bir birlik mi yoksa sizin soldan “tecrit olmanın” yarattığı bir mecburiyet mi?

Soldan tecrit olduğumuz görüşü büyük bir yanlış. Şuradan çıkın, Kadıköy’e kadar her rastladığınıza sorun: (Türkiye’de sosyalizm denince hangi parti aklınıza geliyor?) Çıkacak rakam yüzde seksen İşçi Partisidir.

Neden oy vermeye gelince kimsenin aklına gelmiyor?

Siz “Soldan tecrit” dediğiniz için sosyalizmi kıstas aldım. (Kime oy verirsiniz?) diye sorun demedim. Türkiye’de sosyalizmi temsil eden en önemli örgüt İşçi Partisi. Soldan tecrit diye bir şey yok.

“MİT’i iki yıl pasifize ettik

Devlet tespit edemedi, biz açıklıyoruz” diye “devrimcileri” ifşa etmeniz solda sevinç mi yarattı yani?

Böyle bir ifşaat yok.

Nasıl yok?

Solun birbirini öldürmesi şeklinde cinayetler hat safhaya gelince “Protokol yapalım. Bir daha birbirimizi öldürmeyeceğimizi kabul edelim” dedik. “Biz oportünistlere şiddet uygularız” dediler. Onun üzerine “Sizi teşhir edeceğiz” dedik. Çünkü sol birbirini vurduğunda kuracağı düzen SSCB gibi olur o da fahişelikten, sefaletten başka bir şey getirmez.

Bugün de çok gizli pek çok şey ilk Aydınlık’ta açıklanıyor. Bu da “Muhbir” imajınızın sürmesine neden oluyor…

Halka yararlı bilgileri cesaretle ancak devrimciler yayınlayabilir. Düzen sahipleri bunlardan memnun olsalardı bize bu suçlamalar gelmezdi. Biz ne yapmışız? Onlara darbe indirmişiz. MİT’i iki sene pasifize etmişiz.

Nasıl başardınız bunu?

1972’de onların işkencehanelerinde 200 kişi işkence gördük ve topladığımız bilgileri savunmamızda açıkladık. Arkasından bunların peşine düştük. Yayına başlayınca yüzlerce kaynaktan bize bilgi aktı.

İstihbarat kaynaklarınızın hiç deşifre olmaması bunların devletinkilerden güçlü olduğu sonucunu çıkarıyor mu?

Hiç alakası yok. Devlet çok güçlüdür ama bizim istihbarat kaynağımız mesela kontrgerillada subaylık yapmış insanlardır.

Bunlar nasıl deşifre olmuyorlar?

Deşifre olan da var. Bu bizim kusurumuz ama biz çoluk çocuk örgütü değiliz. Böyle önemsiz bir başarıyı göstermemiz gerekir.

Size gelen dosyaların üzerinde “çok gizli” damgası varsa hiç araştırmadan yayımladığınız doğru mu?

Çok gizliyse yayınlarız. Çünkü onu doğrudur diye yayınlamıyoruz. Devletin elinde böyle çok gizli bir dosya var diye yayınlıyoruz.

Yani gizli olması, doğru olmasından önemli mi?

Tabii, bazen gizli olduğu, bazen de doğru olduğu için yayınlanır.

Kaynaklarınızın sizi yanılttığı olmaz mı?

Olur, çok… Bize 10 rapor geliyorsa, ikisini üçünü yayınlıyoruz. O yedisi bizi yanıltmak için gönderilen bilgilerdir.

Nasıl anlıyorsunuz?

Araştırıyoruz. (Gerçeklere uyuyor mu, yanlış yönlendirme mi var veya kendi iç çelişmelerinde mi kullanmak istiyorlar?) diye…

Mesela MİT raporu yayınınızda bunlar yok muydu?

Vardı. Ama biz o yönünü değil de MİT”in nasıl çürümüş bir komplo örgütü haline geldiğini teşhir etmeyi öne aldık.

Yılların eskimeyen marjinali olmak nasıl bir duygu?

Ben öyle hissetmedim kendimi. Emekçilerin davasını savunmak benim hayatımın amacı. Büyük mutlulukları bu sayede yaşadım. Bazı gerçekleri savunmanın bedelleri vardır. Bunları verirken kendimde bir eksilme duymadım.

1950 tarihli Türk Çocuğu dergisinde küçük Doğunun bir yazısı var. Öğretmen derste tek kulağını kapayan çocuğa bunun nedenini sorunca, (Anlattıklarınız bir kulağımdan girip öteki kulağımdan çıkmasın diye) cevabını alıyor. Merak ettim, çocuğun kapattığı sağ kulağı mıymış?

O dergiyi mahalleden üç arkadaş kendi inisiyatifimizle çıkarıyorduk. Düşüncelerimi insanlarla paylaşma isteğimi gösteriyor.

Peki her şeyi sol kulağıyla dinleyen çocuk büyüyünce “marjinal’ mi olmuş?

(Kahkahalar) Olabilir…

Sizin sağ kulağınız, çok sonraları”Burjuvazinin yeni örgütü” diyeceğiniz Yeni Türkiye Partisi gençlik kollarında çalışırken açık mıydı?

Benim her zaman iki kulağım da açıktır. 1960″da 18 yaşında değildim. Yani resmen giremedim.

Pardon, 1960’da 18 yaşındaydınız; 1942 doğumlusunuz…

O zaman partilere girmek için 21 yaş gerekiyordu. Üye olamadım.

Ama çalıştınız…

Bir sene çalıştım ve güzel oldu çünkü orada 5 komünist tanıdım.

Dedenizin, torununun “beyaz atların üzerinde uçarak insanları kurtarmaya geldiği” düşleriyle büyüdünüz. Bu düşlere uygun bir lider oldunuz mu?

Dedemin üstümde çok derin etkileri var ama bir halk kurtarıcısı olmak da küçültücü bir şey. Yani halk kendisinin kurtarıcısı olabilir.

Liderlik kapasitenizin alt yapısını bu düşler mi beslemiştir?

Olabilir. Ama liderlerin olduğu bir dünya değil benim düşündüğüm.

Ama sizin için (Sıradan insanlarla diyalogunda mütevazidir, kendi çalışma arkadaşlarına karşı çok acımasızdır) diyorlar..

Doğru çünkü çalışma arkadaşlarımla bir anlaşmam, programım var. Bana bunu uygulatmak için görev vermişler.

Demek ki liderlik de gerekli..

Şu gün, sınıflı bir toplumda gerekli. Ama bir gün bunun ötesine geçeceğiz.

12 Mart’ta birlikte yargılandığınız 200 arkadaşınızı, hâkimin (Mesleğiniz nedir?) sorusuna (Devrimciyiz) demeye ikna ettiğiniz için içeriye girmekten kurtulamadığı eleştirisi yapılıyor.

Umurumda değil. Öyle bir kavga ki, insanları ölüme zamanında gönderebilecek cesaretiniz yoksa bu işe girmemeniz lazım. Orada topluma şu mesaj lazımdı: (Eğilmiyorlar, teslim olmuyorlar…) Üç kişinin çıkmasındansa 300 bin insanın canlanması daha akıllıca.

“Zafer”e yedi yıl mı kaldı?

İlk çocuğunuz doğduğunda siz “Devrim yapmakla” meşguldünüz, babalık sorumluluğunuz ikinci planda kalmıştı. İkinci evliliğinizde çocuklarınıza çok iyi bir baba oldunuz. Devrim umudunuzu yitirdiğimizden mi böyle oldu?

Alakası yok. Haksızlığa boyun eğmemek, emekçilerin yanında olmak gibi değerleri vermek bakımdan iyi bir baba oldum. Ama ilk çocuğum doğduktan sonra kaçak durumuna düştüm. Nasıl iyi baba olabilirdim? İkinci, üçüncü çocuğum da yalnız kaldılar. Ben hapse düştüm, anneleri de çalışıyordu. Çocuklar kendi kendilerini büyüttüler.

12 Eylül günlerinde diyordunuz ki (Zaferi bugün yaşayan nesiller görecek) Şimdi nesil sayısını kaça çıkardınız efendim?

2000’lerde Türkiye değişecek göreceksiniz.

Yedi yıl sonra zaferi görecekler mi?

Şimdi ben 31 Aralık diye bir gün vermiyorum ama 2000’lerin Türkiye’si bir emekçi Türkiye’si olacak.

Ama 20001er, 3000’lere kadar uzanan bir dönem…

Değil, 2000 ile 2010 arası diyelim.

Tanrıya hiç yakarmamış

Hiç Tanrı’ya yakardınız mı?

Hayır.

Ama Mao da anası hastalığında Buda’ya yalvarmıştı. Onu niye örnek almadınız?

Mao bunu, (Ben de bir zamanlar Buda’ya inanmıştım. İnsanlar değişebilir) mesajı vermek için söylüyor.

Peki, bugün inanmaz görünenler yarın inanabilir mi?

İnanmayan bir insanın dönüp inanması çok samimi olmaz”

“Var”, yok oluyorsa, “yok” da var olabilir mi acaba?

Olabilir belki. Ama bunu somut bir zeminde tartışmak lazım. Ama ben halka dürüst olmayı hiçbir şeye değişmem.

Tansu Çiller’in Amerikan vatandaşı olduğu konusunda sizi kim yanılttı?

Tansu Çiller Amerikan vatandaşıydı, DYP’ye girerken Amerikan vatandaşlığından çıktı.

Var mı bunun belgesi?

Belgesi yok. Amerika’nın gerekli belgeleri vermesi için Çiller’in izni gerekiyor. O da izni vermiyor.

Çiller’e referans verdiğini iddia ettiğiniz dernekler, o tarihten üç yıl sonra kurulmuşlar…

Bunlar üç yıl önce de vardı fakat adları değişikti. Bu, İngilizceden çeviri bir metin. Dernekler bugünkü adlarıyla çevrilmiş. Ama Tansu Çiller 1973’te Amerikan vatandaşı olmak için dilekçe verdi.

Ama o belgeyi çıkaramadınız ortaya…

Belgenin kendisini değil içini çıkardık.

Başbakan’a ağır suçlama

Bir parti genel başkanı bir şey söylüyorsa bunu belgeye dayandırması gerekmez mi?

Belge var, ama aslını kamuoyuna veremem. Ben daha fazlasını söylüyorum Tansu Çiller Amerika’ya istihbarat taşıyan bir insandır.

Belgelenmediği sürece bunlar sadece “itham”…

Hayır. (Bana vatandaşlık teklif edildi) diyor. Kim teklif etti, nasıl etti? Herhalde markette alışveriş yaparken teklif etmediler. Demek ki Tansu çiller Amerikan vatandaşlığı teklif edilecek bir insan.

Amerika’da nasıl araştırma yapıyorsunuz?

Önemli dostlarımız var. Bizim için araştırıyorlar.

Antiemperyalist dostlar

Bunlar “antiemperyalist Amerikalılar” mı?

Evet. Mesela eski Adalet Bakanı Ramsey Clark. Irak Savaşında olsun, Filistin meselesinde olsun, Vietnam Savaşında olsun Amerikan muhalefetinin lirleriydi.

Bu ilişkilerin getireceği bir “kullanılma” riski yok mu?

Ben kullanılmaya çok dikkat ederim. Amerika bizi niye kullansın? Bizi ancak Tansu Çiller’in DYP’deki rakipleri kullanabilirdi. Onlar da gizliyor ellerindeki bilgiyi. İsmet Sezgin bilmiyor mu bunu yani, Süleyman Demirel bilmiyor mu? Türk devletinin kasalarında bu belge var.

Türk devletinin kasasındaki özel bilgi nasıl sizde olabiliyor?

Niye olmasın? Emekçilere karşı savaş başlatan Çillere kim karşı? İşçi Partisi.

Nuriye Akman 27.11.1993

SABAH

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş