Gazanfer Özcan İle Türk Tiyatrosu Üzerine

0 Yorum

O benim çocukluk yıllarımın kahramanı, görmeden sesinden tanıdığım Alp Dedemdi. Meşhur Alp Dağlarının kızı Haidi’nin Alp Dedesi. Daha sonraları Hüsnü Kuruntu ailesinde hepimizin babası oldu. Şimdilerde ise “Avrupa Yakası” dizisinin tutucu aile reisi karakteri ile her kesin benimsediği yılların sanatçısı Gazanfer Özcan.

Aslında bu seyrettiğiniz benim hayatım, rol yapmıyor, kendimi oynuyorum” diyordu. Yüzünün hiç gülmediğine de bakmayın, öylesine duygulu, öylesine yumuşacık bir kalbi var ki onun.

O kadar başka şeylerle doluyum ki. Her insanın hayatından etkileniyor, vazifem değilken dert dinlerim, derde çare olmak isterim.

Gücüm yettiğince en ufak şeylerden, bakışlardan, davranışlardan mana çıkarırım, ama sonunda da hep haklı olduğumu kanıtlarım” demesi onun kişiliği hakkında bize pek çok ipucu veriyor.

Peki, bu durum sizde üzüntü yaratıyor mu? Diye sorduğumda

Yaratmaz mı diyor, tabiî ki yaratıyor, ama artık hayata karşı bağışıklık kazandım.

Hayatınızda keşke dediğiniz bir şey var mı diye sorduğum da bakın nasıl bir cevap veriyor.

Küçüklüğümden beri polis olmayı öyle çok istemişimdir ki.Tek idealimdi polis olmak, ama olamadım. Kader işte insan neler hayal ediyor, neler oluyor.

O, çok istediği halde polis olamadı ama bu gün milyonların kalbine taht kurmayı başardı.

O çevremizde görmeye alıştığımız her birimizden bir parça.

İnsanları güldürmek gibi bir iddiası yok ama nedense insanlar ona çok gülüyor.

OSMANCIK: Tiyatro hayatınız nasıl başladı?

ÖZCAN:1947 de Taksim Erkek Lisesinde yılsonu müsameresine çıktım. İlk virüsü böylece almış oldum. İlk defa sahneye çıktığımda başarılı olduğumu söylediler. Çok kısa bir süre sonrada İstanbul şehir tiyatrolarına girdim. Allah da bana çok yardım etti. Büyük tiyatrolarda küçük rollerde oynamaya başladım. Sonra bir gün rahmetli Reşit Gürzap’ın “Mahallenin Romanı”nda ki rolünü bana uygun gördüler. Çok ani oldu ve ben 1 saat içinde hazırlanıp sahneye çıktım. Yine Allah’ın yardımı ile çok başarılı bir performans sergiledim. O zaman İstanbul belediye başkanı Fahrettin Kerim Gökalp’ti ve ondan bir takdirname geldi bana.

OSMANCIK: Bundan sonra olaylar nasıl gelişti?

ÖZCAN: Hemen ertesi yıl Şehir tiyatrolarında kadroya alındım. 1962 ye kadar orada büyüklü küçüklü birtakım rollerde oynadım. Sonra 1962 de Gönül Ülküyle evliliğimiz gerçekleşti, kendi adımıza bir tiyatro yapmaya karar verdik. 1962 -63 yılında ilk “Gönül Ülkü, Gazanfer Özcan Tiyatrosu“nu kurduk. Önce Aksaray küçük tiyatroda sezon ortası aralıktan mayısa kadar çalıştık, daha sonra Beyazıt AZAK tiyatrosunda 7 yıl çalıştık. Daha sonra Zincirlikuyu da Hodri Meydan tiyatrosunda bir dostumuz burada tiyatro yapın dedi oraya geçtik

OSMANCIK: Şişliye sizinle birlikte renk geldi, neşe geldi. Buraya ne zaman taşındınız?

ÖZCAN: 1972 de Şişli tiyatrosuna geçtik, tam 21 yıl burada kaldık. Bu sebepten dolayı oranın bizim olduğunu zannetti çoğu kişi.

OSMANCIK: Zannedersem bir ara tiyatroyu bile kapatmayı düşündünüz?

ÖZCAN: Evet, daha sonra bu işin olmaması gerektiğine dair bir kanı uyandı bizde. Şu zamanda tiyatro yapmak çok zor, şartlar çok zor. Artık vazgeçelim bu işten diyoruz ama sonra pişmanlık duyuyoruz bu karardan. Sağ olsun Veysel Üstün Bey burasını çok asil bir şekilde bize sundu, bizde beğendik, sevdik ve genç bir kadroyla burada yeniden tiyatro yapmaya karar verdik. Allah mahcup etmez inşallah. Yani, bu iş öyle bir iş ki ara vermeye gelmez. Ömrümüzün sonuna kadar tiyatro yapacağız.

OSMANCIK: Tiyatronuzu kurmak için Şişliyi tercih etmenizin bir sebebi var mı acaba?

ÖZCAN: O zaman müsait bir salondu, teklif de geldi. Bizde uygun bulduk yerleştik. Bir de o zamanlar Şişli sinemalar ve tiyatrolar semtiydi. Yani kültür semtiydi. Sanattan anlayan çok kaliteli bir halk gelirdi buralara.

OSMANCIK: Tiyatronun giderek seyirci kaybetmesini neye bağlıyorsunuz?

ÖZCAN: Her kez gibi bizde televizyondan çok etkilendik. Çok sarsıntılar geçirdik. Zaman zaman böyle krizler, böyle sarsıntılar oluyor. Ama biz bu sıkıntıları çok sık yaşadığımız için bağışıklık kazandık artık. Biz bütün çalışmalarımızı tiyatroya kanalize ettik. Tiyatroyu ayakta tutabilmek için bütün gücümüz ile çalışıyoruz. Allaha çok şükür olsun ki oyunlarımızda hiç başarısızlığa uğramadık. Eğer bana hangi oyun diye sorsanız, hepsinin yeri ayrıdır, bir ayırım yapmam mümkün değil derim.

OSMANCIK: Tiyatroya devam ederken bir yandan da televizyon dizilerine başladınız. Bu nasıl oldu?

ÖZCAN: İlk televizyon maceram Kuruntu Ailesiyle başladı. Tabii ona da pek isteyerek başladım diyemem. Hatta teklif geldiğinde “Bilmediğim bir konu, yapmasam çok daha iyi olur “dedim. Fakat o kadar çok istek geldi ki o zaman rahmetli yazar Fazıl Hayati Çorbacıoğlu’nu bulun, o benim için bir şeyler yazarsa üslûbumuza uygun bir şey olursa oynarım dedim. Bulacaklarından da ümidim yoktu. 2 gün sonra Fazıl Beyi bizim yazlığa getirdiler. Artık bu işin kaçarı olmadığını gördüm ve mecburen bu işe soyundum. Önce bir 6 bölüm yapalım dedik. Bir 6 bölüm daha dediler. Bizimde hoşumuza gitti çünkü birazda tiyatro havası vardı dizide. Ailece o dizi de tiyatro özlemini giderdik. Bir de baktık ki 400 bölüm çekmişiz.
OSMANCIK: Kuruntu ailesi hepimizden bir parçaydı ve çok beğenerek ve de gülerek izlerdik. Bu dizinin Türk toplumuna vermek istediği bir mesaj var mıydı?

ÖZCAN: Kuruntu ailesinden maksat, Türk aile yapısını, geleneğini, göreneğini yakından seyirciye tanıtmaktı. Bunda çok da başarılı olduk. Her kes kendinden bir şeyler bulup bir aile mefhumu uyandı seyircinin içinde.

OSMANCIK: Avrupa yakasında da farklı bir aile yapısı var. Bu sizin tercihiniz mi?

ÖZCAN: Senaryo öyle yazılıyor. Gülse hanım bu işi çok iyi biliyor. Kişilerin tavrına, tarzına, üslubuna göre yazmasını bilen, çok iyi birikimi olan bir senarist. Bizim bir şey yapmamıza gerek kalmıyor zaten.

OSMANCIK: Oradaki baba rolünüzde Hüsnü Kuruntuyu anımsatıyor.

ÖZCAN: Tabii oradaki de, Hüsnü Kuruntu da aslında bana çok benzer. Gerçek hayatta da tam aynı değilsem de çok benzerim o tiplere. Aile görüşüm de öyledir benim. Biraz muhafazakâr bir ailede yetiştim çünkü. Farkında olmadan onu kendi ailemde devam ettiriyorum. İyimi yapıyorum kötümü yapıyorum onu da bilmiyorum ama.

OSMANCIK: Gönül hanımla ilişkileriniz de Avrupa Yakasındaki İfo ile olduğu gibimidir?

ÖZCAN: Aynı, birebir aynı, hiç fark yok. Orada ne görüyorsanız aynısını yaşıyoruz. Hatta zaman zaman şüphelenirim. Gülse hanım bizim eve gelip de bizimi gözetliyor acaba diye. Çok iyi bir gözlemci, çok iyi bir şekilde kişilerin dilini biliyor. Dizide kaç değişik karakter varsa bütün bu karakterlerin ağzına göre laf yazıyor. Yaptığı iş çok zor, her kesin karakteri neyse ona göre senaryo yazıyor.

OSMANCIK: Çok ilgi çeken bir dizi oldu ve Çarşamba günlerinin beklenen komedi dizisi oldu. Bu başarının sırrı nedir sizce?

ÖZCAN: Çok severek ve eğlenerek oynuyoruz tabi. Orada ikinci bir ailemiz oluştu. Hepimiz gerçek bir aile olduk. Ata, Gülse, Hümeyra hepimiz sanki bir ailenin gerçek fertleriyiz. İnanılmaz bir uyum var aramızda. Allah bozmasın ağzımızın tadını. Başarının sırrı uyum diyelim, tabi senaryo da çok başarılı.

OSMANCIK: Siz en çok neye gülüyorsunuz. Mesela kendinize güler misiniz?

ÖZCAN: Ben çok gülen bir insan değilimdir. İşte gördüğünüz gibi. Hatta diyebilirim ki hiç gülmem.

OSMANCIK: Ama çok güldürüyorsunuz.

ÖZCAN: Çok güldürme gibi bir iddiam da yok. Görevimi yapıyorum, öyle ağzımdan bal akan bir insanda değilim. Şimdi bizde bütün yeni dizileri seyrediyoruz. Ne yapmışlar bakalım değil mi? Mesela kendimizi seyretme imkânımız çok az oldu. Yaz boyunca tekrarlardan seyrettim kendimi.

OSMANCIK: Sinemayı sever misiniz, sinema oyunculuğunuz var mı?

ÖZCAN: Ben sinemayı başından beri hiç sevemedim. Belirli bir ölçüsü olmayan bir ilişki gibi geldi bana. Birazda insanların birbiri ile olan ilişkileri pek tutarlı gelmedi bana. En kötüsü de zaman mefhumu yok. Bir de benim çok yabancı olduğum bir teknik. Bana göre tiyatroyla eş değer de değil. Sevemedim işte. Ben onu sevmediğim için oda beni sevemedi. Tiyatroda seyirci ile göz göze gelirsiniz. Anında verirsiniz, anında verdiğinizi alma imkânınız vardır. Sinemada bu yok. Buna rağmen yine de 20- 25 film de oynadım.

OSMANCIK: Bulunduğunuz semtin zaman içinde büyük bir değişimi oldu. Bu değişim için ne diyorsunuz?

ÖZCAN: Şişli maalesef bütün gayretlere rağmen özelliklede tiyatroda biraz kalite kaybetti. Biz eskiden orada çalışırken daha bir asil havası vardı Şişlinin. Sarıgül çok sevdiğim bir Belediye Başkanıdır. Çok da çalışkandır fakat Şişli biraz ihmale uğradı galiba. Daha çok yoğunluk Topağacı, Teşvikiye, Nişantaşı’na kaydı. Oraları ele alındı, güzelleştirildi, rehabilitasyona gidildi. Şişli ise çok ihmal edildi.

OSMANCIK: Ama Teşvikiye, Nişantaşı dernekleşti. Semtlerini güzelleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Şişlide bunu anlayış maalesef yok.

ÖZCAN: Şişlililer niye böyle bir şeyler yapmıyorlar. Neden böyle duyarsız davranıyorlar anlamıyorum. Bir zamanlar burası bir kültür merkeziydi. Şişli, yeniden eskiden olduğu gibi bir sanat merkezi haline dönüştürülebilir, bir tiyatrolar sokağı oluşturulabilir. Bizim eski tiyatromuzun bir kültür merkezine dönüştürülmesi için belediyeye bir öneride bulunmuştum ben. Orası belediyenin ama dikkate bile alınmadı. Senelerce orada tiyatro yaptık. Bu çok önemli, orası bir kültür merkezi olarak yaşatılmalı bence.

OSMANCIK: Devletin tiyatroları kalkındırmak adına bir desteği var mı?

ÖZCAN: Vermesine veriyor da, biz de öyle çok zengin bir devlet değiliz ki, ama olacağız inşallah. İşte kendi imkânlarınca, verebildiğince yardım da bulunuyor. Ama verilen para iki haftalık tanıtım parasıdır, reklâm tanıtımı çok para tutuyor hele sezon başında dekora, tanıtıma muazzam paralar gidiyor. İşte sadece 2-3 hafta onu kullanabiliyoruz, ondan sonra çalış babam çalış.

OSMANCIK: Bundan önceki oyununuz Kiralık daire beklenen ilgiyi gördü mü?

ÖZCAN: Çok şükür gördü. O bir tekrardı, yinede beklenen ilgiyi gördü. Bütün şartların imkânsızlığına rağmen ilgi gördü.

OSMANCIK: Ramazan aylarında perde kapatıyor musunuz, eski ramazanlar ile şimdikiler arasında ki farkı anlatır mısınız?

ÖZCAN: Eskiden ramazanlarda bir eğlence vardı. O zaman ramazanlarda tiyatrolara çok seyirci gelirdi. Adeta Ramazanlar tiyatro ayı gibiydi. Şimdi ramazan bayramını tatil diye değerlendiriyor insanlar. İstanbul da insan kalmıyor ki bayramlarda. O yüzden geç başlamaya karar verdik. Ramazan sonrasını uygun gördük perde demek için.

OSMANCIK: Bizin talebeliğimizde tiyatro çok önemliydi. Hatta tiyatroya gitmek bir ayrıcalıktı.

ÖZCAN: Bizim talebeliğimizde de Salı günleri dram tiyatrosunun talebe günleriydi. Perşembe günü de komedi tiyatrosunun talebe günü olurdu. Böyle etkinlikler vardı, bütün talebeler için o günün bir önemi vardı. Hepimizin eli ayağı titrerdi, gayet anlayışlı, görgülü, kültürlü seyircilerimiz vardı, çok heyecanlanırdık onların karşısında. Şimdi çok kolaya alıştık, tembelleştik. O zamanki 10 seyirci yerine şimdi 3 seyirci zor geliyor.

OSMANCIK: Sebep gayet açık, ekonomik şartlar bütçede kültüre ve eğlenceye belli bir miktar ayıramıyor.

ÖZCAN: Tabii 5 kişilik bir aile gelse 100 milyon TL verecek, yani neredeyse bir haftalık mutfak masrafı ama biletleri aşağı çekmenin de imkânı yok. Biz bunların bilincindeyiz ama çok zor, masraflar çok fazla. Salon 150 kişilik. 20 kişilik bir kadro ile çalışıyoruz. Bunun geçimi, yemesi, içmesi, telefonu elektriği. Masraflar ile başa çıkamıyoruz. Ancak dışarıda kazandığımızı buraya yatırıyoruz. İşte maalesef bugün Türk Tiyatrosu bu duruma geldi.

İşte Gazanfer Özcan tiyatrosunda kendisi ile yaptığımız söyleşide kendi ağzından dinlediğimiz Türk Tiyatrosunun durumu. Düşünceleri, kaygıları, önerileri ve çözümleri ile Türk Tiyatrosunun unutulmaz ismi, büyük üstat GAZANFER ÖZCAN.

Güzin Osmancık

NETPANO

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş