“Hakkari’deki başarının sırrı; çocukluğumda yaptığım avcılıktır.”

0 Yorum

Gazeteciliğin üstadları “Haber bazen gazetecinin ayağına gelir.” derler. Osman Pamukoğlu röportajı da benim için bu şekilde oldu. HEPAR Genel Sekreteri İskender Berrak ile, ortak bir dostumuz aracılığıyla tanışınca, Osman Paşa’ya ulaşma şansım oldu. “Efsane komutan” Pamukoğlu ile, Edirne Kitap Fuarı kapsamındaki imza gününde konuştuk. Samimi, dobra, lafı eğip bükmeden, hem nalına hem mıhına bir röportaj oldu. Emekli Tümgeneral, HEPAR Onursal Genel Başkanı, Yazar Osman Pamukoğlu’nun, Röportajlık okuyucuları için yaptığı gündem yaratacak açıklamalara buyurun.

Röportaj: Uğur Temel
Fotoğraf: Ahmet Akçay

 

“TAKTİK ÇIKIŞLAR NE KADAR İYİ OLURSA OLSUN, KÖTÜ BİR STRATEJİYİ İYİ HALE GETİRMEZ.”

Uğur Temel(UT): Türkiye’nin Suriye Politikasını doğru buluyor musunuz?

Osman Pamukoğlu(OP): Baştan itibaren yanlış ve sakattı. Stratejik eksiklik vardı. Hem siyasi hem askeri öngörü de zayıftı. Sonuçta; İdlib, Cerablus gibi taktik çıkışlarla bunun telafi edilmesine çalışılıyor. Ama strateji’de, bütün dünyanın binlerce yıldır bildiği, evrensel bir kural vardır; taktik çıkışlar ne kadar iyi olursa olsun, kötü bir stratejiyi iyi hale getiremez .

 

UT: Fırat Kalkanı operasyonu ile başlayıp, İdlib harekatı ile devam eden bir süreç var. Türk ordusunun, şu aşamada, Suriye topraklarında olması doğru mu? Yoksa geç kalınmış bir hareket mi?

OP: Az öncede söylediğim gibi en baştan stratejik olarak zayıf ve sorunlu bir politika bu. Bu politika yanlışlığı, Cerablus, İblid, arkasından da muhtemelen Afrin, harekatları ile, baştan kötü giden bir şeyin telafisi ve geri çevrilmesine çalışılıyor. Bunlar; mecbur kalınıp yapılmış hareketler.

 

“SAVAŞ, POLİTİKANIN İFLAS ETMESİDİR.”

UT. Siz emekli generalsiniz. Bu operasyonu askeri açıdan değerlendirmenizi rica etsem?

OP: Hiçbir olay öncelikle askeri açıdan değerlendirilemez. Dünyanın siyasi ve harp tarihini bilen herkes; kötü giden bir olayda öncelikle siyasetten kötü gittiğini bilir. Bunun sonucunda, askeri hareket kötü politikanın eseridir. Zaten savaş, politikanın iflas etmesidir.

 

“HAYATI, OLAYLAR VE KOŞULLAR TAYİN EDER”

UT: Meral Akşener kurulma aşamasında olan partisi ile siyaset sahnesinde yerini almaya çalışıyor. Sizce, Sayın Akşener’in partisinin siyasetteki şansı nedir? (Not: Bu röportaj, Meral Akşener’in İnsanlık, Yenilik, İyilik (İYİ) Partisi’nin kuruluşundan önce yapılmıştır.)

OP: Siyasi tecrübeme göre, şimdiden bir şey söylemek mümkün değil. Başlangıçta, bir takım şeyler umut edilebilir. Ama yürüdüğünüz yolda ne kadar dağlar, vadiler ve geçitlerle karşılaşacağınızı bilemezsiniz. Şu aşamada, güçlü bir öngörüde bulunmak mümkün değil. Çünkü siyasete dalgalı, fırtınalı deniz bile denilemez. Siyaset; bazen şelale gibi, bazen delice akan bir ırmak gibi, bazen de girdap gibi bir şey. Her zaman söylerim: “Yaşamda insanın neler düşündüğünün, neler planladığının bir manası yoktur. Hayatı, olaylar ve koşullar tayin eder.” Bu, bireyin günlük hayatında böyle olduğu kadar, ülkenin siyasi hayatında da böyledir.

 

UT: Kamuoyunda sizin de Meral Akşener’in partisinde kurucu olacağınız konuşuluyor. Size, böyle bir teklif geldi mi?

OP: Bana böyle bir teklif gelmedi.

 

UT: Ya böyle bir teklif gelirse?

OP: Gelseydi, şimdiye kadar gelmesi gerekirdi. Bundan sonrası, geç bir saat…

 

UT: Bu sözlerinizden şunu anlayabilir miyiz, Meral Hanım ya da kurmaylarından, bir teklif gelirse cevabınız red mi olur?

OP: Benim konumumdaki bir kişiye, kurmaylardan teklif gelemez. Hareketin başında kim varsa ondan teklif gelir. Ancak şu ana kadar gelmemiştir ve geleceğini de beklemiyorum.

 

“BU HAYATTA GEÇ KALMAYACAKSIN”

UT: Sayın Akşener’in kurulma aşamasındaki partisine izin çıkmazsa ya da seçime girmek için teşkilatlanamazsa, Meral Hanım’ın HEPAR’a katılma ihtimali olabilir mi?

OP: Böyle bir şey ancak baştan olur. Biz, 2008 sonunda kurulduk. Gerçekten halk tipi bir partiyiz. 55 il, 450 ilçe de örgütlendik. Her zaman da söylüyorum, DSP ve İşçi Partisi’nden daha fazla oy aldık. Avrupa Birliği İlerleme Raporları’nda da var, HEPAR büyümesin isteniyor. Niçin bu raporda, hiçbir parti yokken HEPAR var? Şuraya getirmek istiyorum; Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) zaten var. Bugünlerde sloganlar da bile “hak ve eşitlik” deniyor. Bu hayatta geç kalmayacaksın. Bugün Edirne’de imza günündeyiz değil mi? Bana imzaya gelenlerin yaşı 30’un altında. Türkiye’nin her tarafında bu böyle. Bize diyorlar ki “HEPAR’da olduğu kadar, başka hiçbir parti de genç yok.” Bugün imza gününde CHP Meclis üyesi Teğmen Mehmet Ali Çelebi de vardı. Hala Teğmen ruhunda o çocuk. Bugün bana diyor ki “Komutanım, sizin partideki gençlik hiçbir partide yok.” Ne demek bu? Neden gençler bize geliyor? Şuraya getirmek istiyorum: Yeni bir parti kuracağınıza HEPAR’a gelin. HEPAR duruyor şu anda. Ben de bu partinin Onursal Başkanıyım. Ben, HEPAR’ın desteğini terk edip, yeni kurulmaya başlayan bir partiye mi geçeceğim? Osman Pamukoğlu’nun kişilik ve karakter yapısını bilenler, benim ne yapacağımı tahmin edemiyor mu? Bunun için zekâ mı gerekiyor? Yüksek öngörü mü gerekir, sezgi mi gerekir yoksa siyaset bilmek mi gerekir?

 

UT: “Meral Hanım’ın partisine bir şey söylemek için erken.” dediniz. Meral Hanım siyasetin neresinde yer alır?

OP: Partinin adı belli mi? Logosu var mı? Programını gördün mü? Bunlar olmadan niye böyle bir soru soruyorsun ki bana? Ben sonuçta kurmay subayım, verilerden hareket ederim. Faydalar, mahsurlar, doğrular, yanlışlardan sonra durum muhakemesi yaparım. Kurmay olabilmek için 3 akademi bitireceksin, 6 yıl daha fazla okuyacaksın. Kurmaylık, Büyük Friedrich’in 1726 kurmuş olduğu, evrensel bir kurum. Bir kurmay subay verileri görmeden nasıl karar verir? Bu kadar açık.

 

“AMERİKA ‘BENİM TOPRAKLARIMA TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI GİREMEZ’ DİYOR”

UT: Türkiye ile Amerika, son haftalarda,”vize krizi” ile restleşiyorlar. Bu şekilde karşılıklı restleşmesi ne kadar doğru?

OP: Bu birden bire olan bir şey değil ki bu bardağı taşıran son damla. Amerika ne demek istiyor biliyor musunuz?Vize kibar bir laf, “Benim topraklarıma Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı giremez.” diyor. Ben bunu böyle anlarım.

 

UT: Sayın Pamukoğlu, bu durum Türkiye’nin yüzünü Atlantik’ten Avrasya’ya döndürmek istemesiyle alakalı olabilir mi?

OP: Olay sadece o değil. Cumhurbaşkanlığı korumalarına niçin tutuklama kararı çıkıyor? “Zarab davası” ile ilgili, Halk bankası Genel Müdürü ve Yardımcısı ile ilgili niye tutuklama kararı çıkıyor? Amerika, aşama aşama Türkiye’nin üzerine geliyor, gelmeye de devam edecek. Üstelik sadece Amerika’da değil, diğer Avrupa ülkelerinin de tutumu aynı. Türkiye’yi sıkıştırıyorlar, sıkıştırmaya devam edecekler.

 

“BİZİM KUŞAK BÖYLE BİR ŞEY GÖRMEDİ”

UT: Niye Türkiye’yi sıkıştırıyorlar?

OP: Dünya’da ulusal çıkarlar söz konusu olunca, dostlarınız düşman, düşmanlarınız dost olabilir. Burada, çok iyi bir siyasi stratejik öngörüye sahip olmanız gerekir. Bunu da siyasi askeri strateji ile desteklemeniz lazım. Aynı zamanda da ekonomik gücünüzün, hem askeri hem siyasi politikanızı destekleyecek güce sahip olması lazım. Jeopolitik güç, bir ülkenin siyasi yazgısıdır, buna göre hareket etmek lazım. Amerika vize reddini kime uyguluyor? Üçüncü sınıf ülkelerine bir de bize. Bu Cumhuriyet tarihinde ilk defa olan bir şey. Bizim kuşak, hiç böyle bir şey görmedi. Bazen işlerin kötü gittiği oldu ama hiç bu dereceye gelmedi. Amerika’nın daha da devam edeceğini düşünüyorum ben.

 

UT: Nereye kadar devam edecek?

OP: Her şey de devam edecek. Bunun arkasından siyasi ve ekonomik ambargolar gelecek. “Kuş bakışı” derler ya, olaylara öyle bakmak lazım. Ben bile hâlâ haritaya, önüme alır bakarım. Üç yüz kırk kilometre Irak sınırı, dokuz yüz on bir kilometre Suriye sınırı… Birleştiriyorum ikisini: Burada hatlarda kim var? Irak’ta birinci hatta, yedi sekiz kampla PKK var, arkasında Peşmerge, Barzani var. Arkasında İran destekli; ama Bağdat ile çalışan silahlı gruplar var. Geç Suriye sınırına; PKK’nın Suriye’deki unsurları var, PYD dedikleri, 600 kilometre onların kontrolünde. Afrin, İdlib tarafında, “başıbozuk” diyorum ben onlara, 12-13 grup var. Her an her şeyi yapabilir bunlar, yanar döner unsurlar. Tüm istihbarat grupları var. Bu kadar karmaşık bir yerde ne ile karşılaşacağınız belli olmaz.

 

GÖREV YERİ HAKKARİ

UT: Paşam; görev yaptığınız dönemde “Efsane Komutan” olarak anılıyordunuz ve yaptığınız operasyonlarda çok büyük başarılar kazandınız. Neydi bu başarının sırrı?

OP: Benim Şark görevim yoktu. Kuvvet Komutanı ve Genelkurmay başkanı bana bu görevi teklif ettiler “Gider misin, gitmez misin?” diye. Meğer gitmeyenler varmış. Ben o dönemde Kurmay Albayım, şark görevim de yok. Kuvvet Komutanı çağırdı, -dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu y.n- Komutan bana şunu dedi: “Bir görev vereceğim; ama önce ailenize sorun” Dedim ki “11 yaşımdan beri askeri üniforma içindeyim. Hiçbir şeyi aileme sormam. Konuşmalarınızdan anlıyorum ki bu tehlikeli ve hayati bir görev. Aileme sormayacağım, görev neyse söyleyin.” dedim. Komutan yine ısrar etti, “Hayır, sormayacağım.” dedim. “Görev yeri Hakkari.” dedi,.“Hemen gidiyorum, komutanım.” dedim. Kuvvet Komutanı, hemen Genelkurmay Başkanı Doğan Güreşi aradı “Pamukoğlu Albay karşımda, ‘Göreve şerefle giderim.’ diyor, komutanım.” dedi. Genel Kurmay Başkanı, Kuvvet Komutanı’na; “Pamukoğlu Albay, yanıma gelsin.” demiş. Hemen Genel Kurmay Başkanı Güreş Paşa’nın yanına gittim. Komutan “Ne zaman gidersiniz?” diye sordu. “Hemen gidiyorum, komutanım.” dedim. En kısa sürede hazırlıklarımı bitirdim ve Hakkari’ye gittim.

 

“HAKKARİ’DE BİR GÜN BİLE HAYATİDİR”

OP: Gittiğimizde manzara şuydu: Hakkari’de kırk dört karakol var, otuz sekiz’i basılmış bazıları dört beş kere. Çukurca, Hakkari, Yüksekova, Zap Vadisi bölgesinde PKK gündüz yol kesiyordu. Gittiğimde bölgede durum buydu. “Efsane Komutan” lafına gelince; ben orada 8 bin subay-astsubay, 55 bin askerle görev yaptım 26 ay boyunca. Hakkari’de bırakın haftaları ayları, bir gün bile hayatidir. Bölge gördüğüm şu: Herkes belli yerde oturuyor. Jandarma karakolunu koruyan Piyade Bölüğü, Piyade Bölüğünü koruyan Komando Bölüğü. O onu koruyor, o öbürünü koruyor, herkes siperlere yatmış bekliyor. Böyle bir savaş tekniği olamaz, herkesin ayağa kalkıp saldırması lazım. Saldırma, tabii söylemekle olmaz. Bunun için bir harekât planı lazım. Bunun içinde dağlarda, derin kar ve şiddetli soğuklarda, vadilerde ve boğazlarda nasıl muharebe edilmesi gerektiği bileceksiniz. Gayri nizami harpin bütün tekniklerini bilmeniz lazım. Ben çocukluğumdan beri avcıyım, ilkokulda iki tane tüfeğim vardı, -bu söyleyeceğim önemli- gece ve gündüz avlanırdım çocukluğumdan beri. Çocukluğumdaki gece ve gündüz avcılık tekniklerini ve taktiklerini aynen uyguladım. Şunu söylemek zorundayım; herkes iyi anlasın, ben yedi tane askeri okul, yüksekokul ve akademi bitirdim. Oralarda öğrendiklerimle ilkokulda; dağlarda, ormanlarda, gece ve gündüz avcılığını nasıl yaptıysam, aynısını yaparak başarılı oldum. Bu röportajın en hayati kısmı, bu söylediklerimdir. Diğerlerinin hepsi sıradandır. “Efsane” askerlerin var ettiği bir şeydir. Çünkü “Osman Paşamuharebede, nerede başınız sıkışırsa, hemen gelir ve kendisi de fiilen muharebeye girer.” derler. “Efsane komutan”ın esas altında yatan budur. “Bir yerde çatışma var, beş-altı saattir sürüyor, kayalıklarda vadinin içindeyiz, sıkıntılar var, kendisi de gelip bizzat çatışmaya girer.” derler benim için.

 

UT: Kaç çatışmaya girdiniz paşam?

OP: Sayısı belli değil. Bazen Kuzey Irak’ın dört beş kampına aynı anda saldırdığımız oldu. Otuz iki yerde birden çarpışmaya girdiğimiz oldu bir günde. Bu çok önemli. Yetmiş altı kilometre’de çarpışıyorsun, dört-beş kampa saldırıyorsun, 3 bin-3 bin beş yüz dağ komandosuyla. Az önce söylediğim 8 bin rütbeli, 55 bin asker, benim orada olduğum sürece boyunca görev yapan toplam sayıdır. Benimle devamlı çarpışanların sayısı en fazla 3 bin beş yüz asker zaten. Kuzey Irak’taki 5 kampa birden saldırdığımda, en fazla bu sayıda dağ komandosu kullandım. Ben de dağ komandosuyum. Otuz iki yerde çarpışma mevzusu da şudur: Dağlarda yetmiş altı kilometre’de çarpışıyoruz. Düşün şimdi Edirne’deyiz, Kırklareli kadar yer. Bu cephede otuz iki yer var. Cephe derken hat’ta değil, dalgalı. Kimisi boğazda, kimisi geçitte, kimisi kritik bir arazi kesiminde. Burada genel olarak yapılması gereken şu; en kritik yeri sezmek lazım. Otuz ikisini de gidecek halin yok. Türk ordusu Kuzey Irak’a, yirmi beş kez harekât yaptı. Bunun yirmi birini; 1993-1995 yılları arasında Dağ ve Komando Tugayı yapmıştır.

 

“HAREKATA MİLLİ GÜVENLİK KURULU MANİ OLDU.”

UT: Yıllar önce yayınlanan “Kan Uykusu” belgeselinde seyretmiştim. İran’a yapılan harekâtı okuyucularımız için de anlatabilir misiniz?

OP: İran’da Jerma- Betka kampına yapılan harekât o. 358 terörist vardı. İran harekatına, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) mani oldu.

 

UT: MGK niye mani oldu komutanım?

OP: Bilmiyorum niye mani olduklarını(!) O zaman defalarca söyledim. Rahmetli Demirel Cumhurbaşkanı idi o zaman. MGK, İran’a girilmesini istemiyor. İran’a o güne kadar yapılmış bir operasyon yok ki… Ben “İran’a gireceğim.” dedim, müsaade etmediler. “Türk ordusu İran’a girmeyecek.” dediler. Ben; “İran’da 358 tane PKK’lı var.” diyorum. Sen MGK olarak ne yapıyorsun o 358 kişiye? Diplomasi diye bir şey var, Dışişleri Bakanlığı var. Temasa geçiyor musun İran’la “Bak burada bu kadar adam var, ne geziyor bunlar?” diye? Sonuç: Girmedik!

 

“OSMAN PAŞA; SEN ÇOK ÖFKELİSİN BİLİYORUM”

OP: Ertesi gün Jandarma Genel Komutanı geldi, “Osman Paşa, sen bize neler söylüyorsun şimdi, ben çok iyi biliyorum. Ama sen konuşma, ben konuşacağım. Sen çok öfkelisin şu anda biliyorum.” dedi. “Niye izin vermediniz komutanım?” dedim. “Cumhurbaşkanı, Başbakan dahil, hiç kimse senin oraya gitmeni istemedi, askerler de dahil.” dedi. “Genelkurmay Başkanı’nın sana selamı var, ‘Osman Paşa daha sonra yapar bu harekâtı dedi.’  dedi. “Geçmiş olsun, komutanım, öyle bir şey olamaz.” dedim. Jandarma Genel Komutanı harekât yapılacak bölgeyi görmek istedi, bindik helikoptere. Pilota “En yüksek yere çık.” dedim. 3800 metre, Şehidan Dağı. İran sınırı dağın ortasından geçiyor. Bizim tarafta Şemdinli var. İran tarafında ise dağın tabanında PKK kampı var. “İşte burasıydı komutanım.” dedim. Kampta kimse yok tabii, hepsi kaçtı. Pastarlar (İran devrim muhafızları) hepsini “Türklerle başımızı belaya sokmayın.” diyerek kovalamışlar belli. Jandarma Genel Komutanı “Buraya harekât yapılabilirmiş.” dedi. Ne oldu, o 358 kişi dağıldı, Irak tarafına gittiler. Ama daha sonra karşılaştık yine; 43 kişi, 56 kişi ve 28 kişi olarak yurt içine girdiler ve hepsi etkisiz hale getirildi. PKK’nın bir kitabı var “Ordu ve Savaş Kılavuzu” adında. Bu rakamların hepsi orada var. Eğer izin verselerdi İran’a, nokta halinde çarpışacaktık. Müsaade etmediler, bunlar dağıldı. Parti, parti Türkiye’ye girdiler. Bir grubu Eşşekpınarı, İki yaka dağlarında; bir grubu Yüksekova Mor Dağ’da; diğer grubu da Şemdinli Karacadağ’da etkisiz hale getirdik. İran’a harekât yapılmadığı için bizi daha fazla uğraştırdı bu unsurlar.

 

UT: Askeri istihbarahatın eksik olduğunu düşünüyor musunuz?

OP: Benim hiçbir sorunum yoktu, ben bütün bilgileri alırım. Ben “Human” istihbaratına yani “insandan insana” istihbarata inanırım. Teknolojik İstihbarat da önemlidir ama ben bizzat şahıstan alacağım istihbarata, diğerlerinden daha fazla güvenmiyorum. Birkaç kişiden teyit ederek toplarım istihbaratı. Benim meslek tecrübem budur. Herkesten alırsın istihbaratı; çoban’dan, kaçakçıdan, teslim olan PKK’lıdan, herkes istihbarat kaynağıdır ya da senin adamlarından bazıları, bizzat gider görür, “Evet budur.” der.

 

UT: Türkiye’nin terörle mücadele politikasını nasıl buluyorsunuz?

OP: Yıllardan beri söylüyorum, kitaplarımda da yazıyorum:

1-) Siyasi kararlılık olacak; asla dönmeyeceksin.

2-) Bana göre, çok farklı bir İstihbarat örgütümüzün olması lazım, bir istihbarat konseyi olmalı. En zeki adamlar burada olacak.

3-) Dağlarda, ormanlarda, geçitlerde muharebe edecek gibi bir örgütsel yapınız ve komuta yapınız olacak. Subayı, astsubayı, uzmanı farklı olacak. Generalleri de farklı olacak, bulacaksın.

 

“15 TEMMUZ AMERİKAN’IN FETÖ DENİLEN ÖRGÜT İLE YAPTIĞI OPERASYON”

UT: Osman Bey; 2016 15 Temmuz’unda hain bir girişim oldu. Bunu nasıl okumak lazım?

OP: Amerikan’ın, FETÖ denilen örgütle, Türkiye’ye yaptığı operasyon. Amaç öncelikle hükümeti devirmek ardından da rejimi ele geçirmek. Bu kadar basit. Amerika olmadan yapılamaz.

 

“ORDUNUN BEL KEMİĞİ YÜZBAŞI’LARDIR”

UT: 15 Temmuz sonrasında, ordunun etkinliğinin azaldığını düşünüyor musunuz?

OP: Ordu hırpalandı. 300 general var. Bunun 164 altısı tutuklandı. O adamlar bir halta yaradığı için değil, 164 general kaybedildi fizik olarak. Öyle düşünülmesi lazım. Kurmaylarınız kalmamış, diğerlerini terfi ettiriyorsunuz. Kurmay olmadığı için; kurmay olmayanlar terfi ettirilip general yapılıyor. Okullar iptal edilmiş. Ben size bir şey söyleyeyim mi?

UT: Buyrun komutanım.

OP: Bir ordunun bel kemiği kimdir, biliyor musunuz? Yüzbaşılardır.

 

UT: Niye Yüzbaşılardır?

OP: Yüzbaşı esastır. Askerin başındaki adam odur. O komuta eder. Yüzbaşılarının savaşma arzu ve isteği olmayan bir ordu kazanamaz. Bu neden söylüyorum? Dünya harp tarihinden söylüyorum. Bir kitabım yayımlanacak. Adı “Trampetler Çalarken.” İşte bütün ordular ve bütün generaller o kitapta. Herkes okusun. Bu kitabı okurken şunu öğrenecekler: İkinci Dünya Savaş’ında neler oldu?

 

UT: 15 Temmuz süreci sonrasında subay-astsubay yetiştiren askeri okullar kapatıldı. Bu süreçte askeri okulların kapatılması doğru mu? Bu durum ilerleyen dönemlerde ordumuzu nasıl etkiler?

OP: Kötü etkiler. Biraz önce yüzbaşı örneği verdim size. Yüzbaşı esastır da ondan. On yıldan önce yüzbaşı olunmaz. Hesapla bakalım, ne kadar ihtiyaç var? Ancak 2030’larda olması gereken sayıda ve ehliyette, bilgi ve tecrübede yüzbaşılar yetişmiş olur. Üsteğmeni, teğmeni, astsubayı, uzmanı hepsi ayrı bir kategori; ama hepsi bir yüzbaşının komutası altında. Topçularda bataraya, piyadelerde ise bölüklerden oluşur ordular. Bölük ve batarayaların başında yüzbaşı olmadan olmaz. On tane yüzbaşının başına, Cengiz Han gibi veya Mete gibi bir tane binbaşı vereceksin. Yüzbaşı varsa, binbaşı var. İyi bir General’in yüzbaşıları da iyi olmalı. İstediğiniz kadar muhteşem bir harekât planı yapın, icrayı kim yapacak? Yüzbaşı meselesi savaş sanatının özüdür. II.Friedrich’in “Generallere Direktif” kitabını, Machiavelli’nin “Savaş Sanatı kitabını okuyan bilir bunu. Yüzbaşılar “ordunun esas adamaları”dır.

 

“ULUSAL PARTİDEN ‘FETÖ-ÇETÖ’ ÇIKMAZ YA…”

UT: HEPAR Genel Başkanlığınız döneminde, Ulusal Parti ile bir görüşmeniz oldu. Ulusal Parti Genel Başkanı Gökçe Fırat şu anda FETÖ soruşturması kapsamında hapiste. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

OP: Gökçe Fırat’ın bir yayınevi var, “İleri Yayınevi” biliyorsunuz, yazarları var, yayınladığı eserler var. İleri Yayınevi kadar, bu FETÖ terör örgütüne saldıran ne belge ne de doküman görmedim.

 

UT: Gökçe Fırat niye içeride o zaman?

OP: Burada düşünülmesi gereken o. Dergileri ortada, kitapları ortada. Onlar kadar, FETÖ terör örgütüne saldıran, başka eser ve dergi yok. Burada şu var: Gökçe “keskin muhalif”. Bu kadar açık. Bu FETÖ meselesine bağlı her şey iç içe girdi. Toz duman içinde her şey, sapla saman karışmış durumda. Ulusal Parti’den geldiler, bizi ziyaret ettiler, yayın evlerinin dergilerini, kitaplarını getirdiler. Arkasından biz de ziyaretin iadesini yaptık, yayınevlerini gördük. Bunların hepsi yurtsever, ulusalcı, vatansever insanlar. Bu çocuklardan FETÖ-ÇETÖ, böyle şeyler çıkmaz ya… Keskin kaleminden içeride Gökçe. Ben bu hatanın daha fazla devam edeceğini düşünmüyorum. Zaten bu gazeteciler yüzünden Türkiye’nin başı belada. Hapiste olan gazeteci sayısını inanın bilmiyorum ben. Avrupa’nın en çok üzerimize geldiği konu bu. Yargılamalar, özellikle gazeteciler için hızlandırılmalı. Türkiye’deki mevcut hükümet basın özgürlüğünü tanımıyor, basın üzerinde baskısı var. Örneğin; belli insanları televizyonlara çağırmazlar değil mi? Beni çağırabilirler mi televizyona? Niye çağırmazlar? Çünkü her şeyi söyleyeceğim, değil mi? Niye korkuyorlar ki? Bırakın konuşayım, konuşsunlar. Şunu söyleyeyim: Baskı var ya baskı, sen neyden korkuyorsan onu senin başına getirir. Bırakın insanlar konuşsun. Çünkü senin etrafındaki insanlar, hep senin istediğin gibi konuşurlar. Farklı birileri konuşsun ki sen de doğru muhakeme yapabil. “Evet efendim, sepet efendim, siz en iyisini bilirsiniz efendim” ile nereye kadar gidilir? Türkiye’yi bugün ve yarın en çok hırpalayacak olan basın özgürlüğü. Bir de holding medya, her zaman söylüyorum. Talimatlarla hareket ediyor, holding medya kukumav gibi. Sağda dört kişi, solda dört kişi, o ona dönüp anlatıyor, bu buna dönüp anlatıyor. Bazen bakıyorum, diyorum ki “Buradan farklı bir düşünce, fikir çıkacak mı?” Ama nerede? Program yapmış olmak için yapılıyor.

 

“MİLLETVEKİLİ OLMA DERDİM YOK”

UT: Parti Genel Başkanı olmak yerine, başka bir partide önemli bir görevde parti sözcüsü, genel başkan yardımcısı vb. olmanız gerektiğini düşünenlerin sayısı toplumda bir hayli fazla. Böyle bir düşünceniz hiç olmadı mı?

OP: Benim parti kurmam meydan okumaydı. Milletvekili olmak gibi derdim yok ki benim. 2007 seçimleri öncesinde, AKP haricinde, bütün partilerden geldiler bana. Genel başkanları, genel başkan yardımcıları, genel sekreterleri hepsi geldi “Osman Pamukoğlu Paşa, gelsin bizim partiye.” diye. Hepsini reddettim. 2008 ben parti niye kurdum, biliyor musun?

UT: Niye kurdunuz efendim?

OP: 2002’de, yüzde 34 alan Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP), 2007’de yüzde 44 aldı. Ben, bugünkü gidişatı o gün gördüm. Onu gördüğüm için partiyi kurdum, benimki meydan okumaydı. 36 günde parti kurdum ben, para yok pul yok, kadro yok. “Meydan okuma” diye bir şey vardır, bu bazı insanların doğasında vardır. Meydan okuma şu demek değildir: “Çıkacağım dağlara.” falan, öyle değil. Ovada da meydan okunur, meydan sırtta da okunur, tepede de okunur. Benim ki oydu. AKP oyları 34’den 44’e gelirken ben bu günleri gördüm. Onun için partiyi kurdum. Sözcü, ne sözcüsü? Benden sözcü olur mu?

 

“BENİM BİR ŞEY OLMAMA GEREK YOK”

UT: Peki efendim, iktidar partisinden size, “Milli Savunma Bakanı ya da İç İşleri Bakanı” teklifi geldi mi? Böyle bir teklif gelseydi bakış açınız ne olurdu?

OP: Ne yapacağım ben, Milli Savunma Bakanı ya da İçişleri Bakanı olunca? Benim bir şey olmama gerek yok ki… Benim sıfat taşımama gerek yok. Ben de zaten tonlarca sıfat var: piyade, komando, kurmay, dağcı komando, general, yazar. Ne yapayım ben sıfatı? Burada şu şekilde bir faaliyet olabilir; terörle mücadelenin, istihbarat ve örgütsel yapısı nasıl olmalıdır? Teşkilat, donamım, eğitim ve lojistik. Benden ancak böyle istifade edebilirsiniz. Unvan, sıfat falan benim işlerim değil. Ne sıfatı verilecek Osman Pamukoğlu’na?

 

UT: Halkın gözünde, HEPAR’ın umut olabilmesi için, HEPAR’ın ne yapması lazım? Seçmen niçin tercih etsin?

OP: Biz, partinin adı gibi ülkeye Hak ve Eşitliği getiririz ve bu topraklarda huzur sağlarız.

 

UT: Nasıl sağlarsınız Paşam?

OP: Hepsini bu röportajda söyledim.

 

“ÇÜNKÜ HER ŞEY BELLİYDİ”

UT: Osman Bey; bugün Türkiye’de yaşananları nasıl okumak lazım?

OP: Aslında bugünkü Türkiye’yi anlamak için benim yazdığım “Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok” kitabını okumanız lazım. Bu sorularınız hepsi o kitapta var. 550 bin sattı bu kitap, korsanları dahil, Türkiye gibi okumaya günde üç dakika ayrılan yerde. İşte bu kitabın son bölümü işte bugünkü Türkiye’yi anlatıyor. Senin ilk sorduğun sorunun cevabı, o kitabın son bölümünde var, 13 yıl önce yazıldı. Çünkü her şey belliydi.

 

“BEN GENÇLERE GÜVENİYORUM”

UT: Edirne Kitap Fuarı için buradasınız. Bu gün imza gününüzü biraz izledik. İmza için gelenlerin hemen hepsi genç nüfus.

OP: Osman Pamukoğlu’nun okuyucularının hepsinin 30 yaşın altında. Bugün Edirne’de de böyleydi, her yerde böyle. 30’un üstünde gelenler ise, çocukları adına geldiklerini söylüyorlar. Ne çıkıyor buradan? Bu ülkenin %62’sinin yaşı otuz’un altında. Türkiye’nin yarıdan fazlası genç nüfus. Ben gençlere güveniyorum.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş