“Hükümet Dış Politikada Amerika Ne Diyorsa Onu Yapıyor!”

0 Yorum

Ülkemizde gündem sürekli değişiyor. Bir zamanlar ittifak içinde olan AKP ile cemaat bugün birbirlerine karşı hamleler yapıyor. Hergün MGK belgeleri ortaya çıkıyor. Bir yandan da kasetler basına sızdırılmaya başlandı. Bir yandan da Gezi Direnişi gündemde kendisine yer bulmaya devam ediyor. Bu konuları Milli Görüş’e sormaya karar verdik. Saadet Partisi Gençlik Kolları Genel Başkanı Fatih Aydın ile gündemi, Gezi Olaylarını konuştuk.

Ercan Küçük (EK) : Öncelikle sizi biraz tanıyalım. Fatih Aydın kimdir? Ve çok merak edilen bir soru: Siyasetle ilgili geleceğe dönük planlarınız nelerdir?
Fatih Aydın (FA) : Öncelikle bizlere böyle bir imkân sunduğunuz için sizlere çok teşekkür ediyorum.
26 Eylül 1983 Kayseri’de doğdum. İlkokulu tamamladıktan sonra Kayseri İmam Hatip Lisesini bitirdim. 2007 yılında Kayseri Erciyes Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliğini bölümünden mezun oldum. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okumaya devam ediyorum.  Milli Gençlik Vakfı Orta Öğretim Komisyonunda okul başkanlığı ve çeşitli birimlerde görev yaptım. Üniversitede 2 yıl Kayseri Üniversite Başkanlığı görevini yürüttüm. 1 yıl Anadolu Gençlik Derneği Üniversite Bölge Başkanlığı yaptıktan sonra 2006 – 2008 yılları arasında AGD Genel Merkez Üniversite Komisyonu Teşkilat Başkanlığı görevini ifa ettim. 3 yıl Kayseri’de öğretmenlik yaptıktan sonra öğretmenlikten istifa ederek Saadet Partisi Gençlik Kolları Genel Başkanlığı görevine Eylül 2011 tarihi itibari ile başladım. Evliyim ve bir kızım bir de oğlum var.
Bizim usullerimizde kimsenin kendi gelecek hesabı yoktur. Biz bir teşkilatız. Teşkilatımız ne zaman nerede, nasıl bir görev verirse herkes onu yapar.  sp

EK : Saadet Partisi Gençlik Kolları olarak geleceğe yönelik projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?
FA : Gerek teşkilatımıza yönelik gerekse topluma yönelik projeler üretme gayretindeyiz. Gençlik Kolları olarak öncelikle kendimizi muhafaza etmenin yani istikametimizden sapmadan yola devam etmenin derdindeyiz. Yaptığımız eğitim ve aksiyon programlarıyla iç dinamiklerimizi hareketlendirerek toplumu yeniden özüne döndürecek yüksek karakter sahibi gençler yetiştiriyoruz. Çünkü bir toplumun ıslahı da ifsadı da kadınlardan ve gençlerden başlar. Siz ne kadar proje üretirseniz üretin eğer toplumun dinamiklerinden buna bir karşılık alamıyorsanız o zaman en birincil işiniz, o projelere inanan ve bunu gerçekleştirecek iradeye sahip bireyler yetiştirmektir. Bu noktada Bosna’nın Bilge Kralı Aliya İzzetbegoviç’in bir sözünü hatırlatmak isterim: ‘Hem idealleri gerçekleştirecek bir iktidar hem de bu ideallere sahip çıkan bir toplum.’ Biz bu manadan hareketle eğitim çalışmalarımıza büyük önem veriyoruz. Gençliğimiz ne kadar idealist olursa geleceğimiz de o kadar ideal olacaktır.
Ayrıca Milli Görüş’ün geçmişte yaptığı dev hizmetler ortadadır. Milli Görüş’ün bugünkü tek temsilcisi olan Saadet Partisi olarak önce yerelde daha sonra da genel seçimlerde iktidara gelerek yarıda kalmış projelerimizi tamamlamak suretiyle yapılmamış ve yapılamaz gibi gözüken birçok hizmeti de gerçekleştireceğiz. Bu hizmetler milletimizin temel ihtiyaç, hak ve özgürlüklerine dair zaten yapılması gerekenlerdir. Lakin bizim en büyük projemiz ‘Yeni Bir Dünya’ kurmaktır. Mevcut sömürü düzeninin yerine ‘Yeni ve Adil Bir Dünya’ kurmak… Buda nasıl olacak? Öncelikle ‘Yaşanabilir Bir Türkiye’ ardından kendi medeniyetimizden bir anka misali ‘Yeniden Büyük Türkiye’ ile olacaktır. Biz gençlere de bu uğurda büyük vazifeler düşmektedir.

EK : Saadet Partisi’nin yerel seçimlerde hedefi nedir?
FA : Saadet Partisi yerel seçimlerde en büyük sürprizi yaparak özlenen ‘Efsane Milli Görüş Belediyeciliği’ ile milletimizi yeniden buluşturacaktır. Bunun için en müspet ve en ideal adaylarla sahaya inmiştir ve gece gündüz demeden çalışmaktadır. Hedefimiz ülkemizin en ücra yerinde dahi belediyeyi kazanıp yine belediyenin imkânlarını halkımıza sunmaktır. Bizim için istisnasız her il ve ilçe hedeftir. Çünkü hizmet ve kalite herkesin hakkıdır. Milletimizin de teveccüh göstereceğinden şüphemiz yoktur. Biliyoruz ki; milletimiz de Saadet Partisi’ne ve hizmetlerine susamış durumdadır.

EK : Necmettin Erbakan sizin için ne ifade ediyor?

FA : Bizim için Erbakan denilince akla inanç gelir, ihlâs gelir, azim gelir, gayret gelir, mücadele ve heyecan gelir. Bizim için Erbakan demek; “Yaşanabilir Bir Türkiye”yi, “Yeniden Büyük Türkiye”yi ve “Yeni Bir Dünya”yı kurmak için canla başla çalışmak demektir. Bizim için Erbakan bir sevdanın ismidir. Bir davadır. Aşktır. Muhabbettir. Vefatından dört gün önce, ölüm döşeğinde olduğunu bilmesine rağmen hasta yatağından kalkıp, takım elbisesini giyip, kameraların önüne geçip, bütün insanlığın saadeti için çalışılması gerekliliği ifade edecek kadar davasına ve milletine âşık bir şefkat abidesidir. Karşılığını sadece Cenab-ı Hak’tan bekleyerek çalışmanın somut göstergesidir. Erbakan demek, sömürüldükten sonra ırkının, dilinin, cinsiyetinin bir öneminin olmadığına dikkatleri çekmektir. Gösterilene değil gerçeğine odaklanmaktır. Oyunlarla oyalanan değil oyunu bozan bir ferasete sahip olmak demektir. Erbakan Hocamız, yüreğinde 7 milyar insanın sevgisini barındırmış ve bu sevginin ispatını da hayatı boyunca verdiği mücadele ile göstermiş bir dava adamıdır.

Hayalindeki Türkiye?

EK : Nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz?
FA : Tıpkı ecdat gibi, kıyafetiyle bile cihanda sulhun adresi olan bir ülke… Mazlum coğrafyaların umudu olmasına rağmen bunu göremeyen değil, sorumluluğunun bilincin

de olan bir Türkiye… Kudüs’e sahip çıkan ama aynı zamanda Los Angeles’in arka sokaklarında ezilen halkları da dert edinen bir Türkiye… Sadece kendi topraklarına hapsolan, sadece ülkesinin menfaatini gözeten değil, dünya halklarının dertlerine derman olarak büyüyen bir Türkiye… Kendi evlatlarını birbirine düşman eden saçma ideolojik saplantılarla uyutulan ve bu saplantılarla uyanan değil, ‘Bin yıllık’ hatta ‘Hz.Adem’den bu yanan süregelen kardeşliği tıpkı Çanakkale’de omuz omuza mücadele ederken koruduğu gibi şimdi de titizlikle koruyacak kadar uyanık bir Türkiye… Fatih Sultan Muhammed Han’ın torunları olarak hükmettiği topraklarda her dinin, dilin, ırkın ve mezhebin güvenle ve emniyette yaşadığı bir Türkiye… Sistemi hak ve hakikat olan, programı ‘Adil Düzen’ olan, can, namus, nesil ve akıl emniyeti sağlanmış, inanç ve fikir özgürlüğü ile insanlarımızın yaşayabildiği, açlığın, yoksulluğun ve sömürünün olmadığı herkese hakkının verildiği bir Türkiye… Sıkça tekrar ediyor gibi olacağız ama her soruda biraz daha genişleterek izah ettiğimiz; ‘Yaşanabilir Bir Türkiye’ ve ‘Yeniden Büyük Türkiye’ hayal ediyoruz ve bu hayalin peşinden koşturuyoruz.

EK : Gezi olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce demokratik tepkiler miydi? Yoksa hükümeti yıkmak için yapılan bir darbe girişimi miydi?
FA : Gezi olayları sadece çevrecilik duyarlılığıyla ortaya çıkmış bir hadise olmadığı gibi buna aşırılıkla yaklaşan hükümetin de ‘ülkeyi kaostan koruyoruz’ naralarından ibaret değildir. Belli ki karşılıklı bir hesaplaşma söz konusu… Acıtasyonlar ve senaryolar bir kenara bırakılıp sebepler ve sonuçlar incelendiğinde bu çok net görülecektir.Fatih_Aydin (4)
Ayrıca aman ‘dinciler gelmesin’, aman ‘komünistler gelmesin’ kavgasını bir kez daha izledik. Ne ağaç bahanesiyle ortalığı yakıp yıkan, işgal eden tencere-tava korosu ne de bunu kaşıyan, toplumu ayrıştıran bıyıkları yeni terlemiş delikanlı gibi davranan, teenni ve itidalden soyunmuş çıplak krallar! Biz bu kavgada asla tarafgir olmadık. Tıpkı 80’lerde olduğu gibi. Gençliğimizi bu oyuna alet etmedik. Ne kaostan ne de şiddetten yanayız. Biz insanların ‘konuşarak’ anlaşabileceğinden yanayız. Her zaman bir orta yol muhakkak bulunur.
Burada bir şeyi daha belirtmek isteriz ki; hükümetin sitem ettiği bu ‘gezici gençlik’ yine bu hükümetin eğitim politikalarıyla yetişmiştir. Öbür taraftan sorunuzun başında ‘bunlar sizce demokratik tepkiler miydi’ diye sordunuz. Eğer demokrasi arayışı ise Türkiye demokrasi ile yönetilen bir ülkedir yani hükümetler seçimlerle gelir yine seçimlerle gider. Halkın çoğunluğunun ‘kendi iradesiyle’ seçtiği bir iktidar varsa bu da demokratik bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Savaşlar nasıl cephelerde gerçekleşiyorsa, demokrasi mücadelesi de sandıkta verilir, sokaklarda değil…

EK : Başbakan Erdoğan “camiye ayakkabılarıyla girdiler, Camide içki içtiler, Cuma günü kayıtları yayınlayacağız” dedi. Neredeyse 26. Cuma günü geldi. Bu iddia Zaman Gazetesi İstihbarat Şefi İbrahim Doğan tarafından da yalanlandı. Siz bu iddiaya inanıyor musunuz? Yorumunuzu alabilir miyiz?Camiye Ayakkabıyla Girdiler, Camide İçki İçtiler İddiaları

FA : Bizim milletimiz manevi değerlerine saygılı bir millettir. Bu toplumun sarhoşu bile kendisi içkili olmasına rağmen ezanına, dinine saygısızlık eden birisine derhal tepki veren bir yapıdadır. Hal böyleyken camide içki içtiler iddiası toplumumuzun genel anlayışına uymayan bir iddiadır. Her iddia gibi ispata muhtaçtır ve ispatlanıncaya dek gerçek kabul edilemez.

EK : Dershaneleri kapatma hamlesinden sonra hükümetin cemaati fişlediği de ortaya çıkmaya başladı. AKP ve Gülen Cemaati arasında süren tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yıllardır birlikte olan AKP ve cemaat neden karşı karşıya geldi? Ve bundan sonra ne olur?
FA : Demokrasiye (halkın yönetimi) göre seçilmiş; demokratura (halkın yönetime alet edilmesi) göre seçtirilmiş bir iktidarın egemenlik alanlarının hiç olmazsa bir kısmını kaptırmama mücadelesi olduğunu düşünüyorum. Bundan sonra ne olacağı konusunda bir İtalyan atasözünü tekrar edeyim: “oyun bitince şah da, piyon da aynı kutuya konur”.

EK : AKP için 28 Şubat’ın ürünü olduğu iddia ediliyor bazı kesimlerce. Siz buna katılıyor musunuz?
FA : 28 Şubat’la neyin amaçlandığına ve sonuç olarak neyin elde edildiğine bakarsak bunun cevabı ortadadır.

EK : Başbakan Erdoğan’ın “kızlı erkekli aynı evde kalıyorlar” sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kızlı erkekli aynı evde kalmak kötü müdür? Arkadaş olunamaz mı?
FA : Bizim elimizde bir “namusmetre” yok ki birilerinin namus anlayışını ölçelim. Bu kimsenin haddi değildir. Ancak ben kişisel olarak kızlı erkekli aynı evde kalmanın mahzurlu olduğunu düşünüyorum. Arkadaş olarak kalınabileceğinin de çok zor olduğunu, doğal olmadığını düşünüyorum. İlişkilerimizi düzenlerken, hayatımızı tanzim ederken hangi dünya görüşü ile veya hangi inançla yapıyorsunuz bu önemlidir. Bu topraklar İslam toprağıdır. Biz hayatımızı tanzim ederken almış olduğumuz ölçünün milli ve manevi değerlerimiz olması gerekir. Ahlakımızın güzelliğini veya çirkinliğini buna göre ölçeriz. Bizim değerlerimize göre milli ve manevi ölçülerimize göre birbirine mahrem olan erkek ve bayanların aynı ortam kalmaları kesinlikle yanlıştır. Beraber kalmaları, beraberinde birçok toplumsal facialara sebebiyet verecek sonuçlar doğurabilir.
Bunun dışında ikili diyalog bakımından bizim yine milli ve manevi değerlerimize ters düşmeyecek şekliyle iletişim kurmalarında bir sakınca yoktur.
Avrupa müktesebatı ile yetiştirdiğin nesli polis gücü ile terbiye edemezsin. Her türlü düzenlemenin şefkat merkezli ve eğitim merkezli olması gerekir.

EK : Başbakan Erdoğan’ın “dindar nesil yetiştireceğiz” sözleri çok tartışıldı. Ülkemizde farklı dinlere mensup vatandaşlar tarafından tehdit olarak algılandı bu sözler. Laiklikle çelişmiyor mu? Herkes dindar olmak zorunda mı? Siz ne düşünüyorsunuz?
FA : Herkes dini tercihlerinde hürdür ve kendi dinini öğrenme noktasında da hür olmalıdır. Herhangi bir dini tercih etmeyen de hürdür. Bir devlet politikası olarak dindar nesil yetiştirme gayesi “önce ahlak ve maneviyat” diyen bir hareket için herhalde mantıksız olmasa gerek. Bu bağlamda biz ahlakı maneviyattan ayrı tutmuyoruz. İçi boş bir dindar nesil amaçlamıyoruz. Namazını kılsın, orucunu tutsun ama kul hakkı da yemesin, başkalarının kişisel ve toplumsal değerlerine de saygılı olsun istiyoruz. Yoksa her türlü ahlaksızlığa müsaade eden bir yapı içerisinde “dindar nesil yetiştireceğiz” demek tribünlere oynamaktır.

EK : Saat 22.00’den sonra içki satışı yasaklandı. Ama zinanın suç olmaktan çıkartılması da bu hükümet döneminde oldu. 13 yaşındaki kız çocuklarına tecavüz edenlerin serbest kalması da. Kendisini muhafazakâr ilan eden, dindar nesil yetiştireceğiz diyen hükümeti bu perspektifte değerlendirir misiniz?
FA : Yukarıda bahsettiğimiz çerçevede “toplumun gazını almak” mantığıyla örtüşen ama gerçekte samimiyetten uzak icraatlardır bunlar. Zinayı suç olarak değerlendirmeyen bir düzenlemeyi Meclis’ten geçiren bir iktidar, “kızlı-erkekli” tartışmasını hangi hakla yapmaktadır, doğrusu biz de hayretle izliyoruz. Her iddia beraberinde bir ispat ister.

Olmasaydın Olurduk Afişi

EK : 10 Kasım’da Akit Gazetesi’nde çıkan “Olmasaydın da Olurduk” afişi hakkında ne düşünüyorsunuz?
FA : Olmasaydı da olurdu diyorum. Böyle şeylere gerek yok. Bizim yolumuz tahrik etme yolu değil ikna etme yoludur.

EK : Son aylarda gerçekleştirilen hemen hemen bütün protestolarda polisin şiddeti tartışılıyor. Sizce polis neden bu kadar şiddet uyguluyor?
FA : Polis iktidarın yansımasıdır. İktidarın psikolojisi nasılsa polisin ki öyledir. Yanlış bir şey varsa iktidardan kaynaklanır. Polis kendisine kanunla ve yönetmeliklerle verilen yetkiyi kullanıyor, polise orantısız şiddet hakkını veren düzenlemelerin tartışılması gerekir.

EK : 8. Uluslararası Müslüman Gençler Kültürel İşbirliği toplantısındaki konuşmanızda “İslam ülkeleri arasındaki rekabet Batı’nın işgallerini kolaylaştırıyorsa suç Müslümanlar’ındır” diyorsunuz. Neyi kastediyorsunuz?
FA : Müslümanlar kendi üzerlerine düşenleri yapmazlarsa ortaya çıkacak sonucun doğal olduğunu ifade ettik. Müslümanlar siyasi olarak bir araya gelmezlerse, kendi dünya düzenlerini oluşturmazlarsa akan kan ve gözyaşı bitmeyecektir. Biz burada İslam Birliği’nin şart olduğunu ve bu bölünmüşlük olduğu sürece yumuşak lokma olarak görüleceğimizi vurgulamak istedik.

EK : Osmanlı Devleti 1.Dünya Savaşı’nda cihat ilan etti. Ancak hilafete bağlı Müslümanlar’ın cihat ilanına uymadığı görüldü. Şimdi siz İslam Birliği’ni savunuyorsunuz. Sizce başarılı olur mu?
FA : George Bush, elinde BOP haritasıyla İslam ülkelerinin rejimleri ve sınırları hakkında ahkam kestiğinde söz konusu İslam ülkelerinin kukla idarecilerinden hiç ses çıkmadı. Yıllardır emperyalist batı zihniyetinin arzu ettiği ve inşası için uğraştığı Müslüman Ülke İdarecisi modeli budur. “Bir ülkede ezanlar okunur, karışan var mı? Herkes ibadetlerini yerine getirir, karışan var mı?” söylemleriyle içi saman dolu kuşlar müzesi haline getiriliyoruz. Rahmetli Erbakan Hocamız’ın meşhur tabiridir “içi saman dolu kuş”. Ve her örneklemesinden sonra şunu ilave ederdi Muhterem Hocamız: “biz bu kuşun canlısını istiyoruz”. Bu şu demekti: bizler haksızlık karşısında susan ve batıla karşı Hakk’ı üstün tutma mücadelesi vermekten vazgeçen yığınlar olamayız. İçimizdeki mücadele ruhu yok olduktan sonra namaz kılsak kim ne karışır, oruç tutsak kim ne diye rahatsız olur? Aslında yıllardır “Ilımlı İslam” diye dayattıkları ve angaje etmeye çalıştıkları şey bu. Abdestinde namazında ama sömürülmeye razı kitleler oluşturmak bu angajmanın hedefi. Bunun doğal sonucu olarak da İslam ülkelerinde parçalanmışlık söz konusu. Ancak buna rağmen İslam Birliği şarttır ve ilk adımı D-8’ler oluşumuyla atılan bu birliğin kurulması zaruridir. Arap Baharı diye adlandırılan bu süreçte Müslüman toplumların, kukla idarecilere karşı verdiği tepki İslam Birliği’nin ne kadar arzulandığının ve bu gayretlerle kurulmasının ne kadar yakın olduğunun göstergesidir. İslam Birliği kurulduğunda, bu topraklardaki kavgalara emperyalist amaçlarla müdahil olmak isteyen dünyanın sözde efendilerine “dur” diyecek bir irade var olacaktır.

Esad mı Esed mi?

EK : Hükümetin dış politikası çokça eleştiriliyor. Suriye’de muhalifleri destekledi hükümet. Mültecilere maaş bağlandığı, sınavsız üniversitelere girebildikleri ortaya çıktı. Şimdi de vatandaşlığa geçirilip oy kullanabilecekleri iddia ediliyor. Başbakan bir zamanlar kardeşim dediği Esad’a Esed dedi, sert tepki göstermeye başladı. Sizce Esad’mı Esed’ mi? Ve Suriye Devlet Başkanı sizce katil midir?
FA : Hükümet, dış politikada Amerika ne diyorsa onu yapıyor. Dolayısıyla yaptıklarından bir başarılı sonuç çıkması mümkün değildir. İsim tartışmaları boş tartışmalardır. İsminin ne olduğu değil ne yaptığı önemlidir.

EK : Suriye’ye uluslararası müdahale şimdilik gündem dışı. Suriye’de yaşananları Milli Görüş nasıl değerlendiriyor?
FA : Suriye’de büyük bir yangın var… Aklıselim yok. İnsani ve imani bir irade yok. Doğal olarak büyük vahşetlere şahit oluyoruz. Devlet kendine göre isyan edenleri füze ile bomba ile cezalandırıyor. Bu vahşettir, cinayettir. Devlete karşı özgürlüğü savunanlar da maalesef aynı hataya düşüp aynıyla karşılık verip masum insanların ölümüne sebebiyet veriyor. İkisi de zulümdür.
İslam ülkeleri inisiyatif alıp olaya müdahale etmeli. Sorunlar diplomasi yolu ile halledilmelidir.

EK : Mısır’da yaşananlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Halk seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi’ye tepki gösterirken bir anda ordunun müdahalesini gördük. Türkiye’de hükümet Müslüman Kardeşler’e destek verdi. Mısır’da büyükelçimizi ülkeden kovdu.
FA : Halkın iradesine darbe yapılmıştır. Tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu olaylar, aynı zamanda sözde demokrasi savunucuların çıkarlarına ters düşen durumlarda nasıl sessiz kaldıklarını da bir kez daha göstermiştir. Mısır’daki Müslüman Kardeşler, daha önceki yıllarda da bu zulümlerle hatta daha şeditleriyle karşı karşıya kalmıştır. Ama her baskı ve haksızlıktan sonra daha da büyüyerek yoluna devam etmiştir ve yine öyle olacaktır. Buna bugün de şahit oluyoruz. Bu yapılanlar, Müslüman Kardeşleri daha da güçlendirmiştir. Türkiye ise Irak’a, Afganistan’a ve müttefiklerinin gittiği hemen hemen her ülkeye asker gönderirken söz konusu olayda edebiyattan öteye bir adım atamamıştır. Hükümet laf değil icraat yeridir. Desteğin somut göstergesi büyükelçi kovmaktan çok daha fazla olmalıdır.

En Büyük Sorun Bağımsızlık Sorunu

Fatih_Aydin (3)

EK : Sizce Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?
FA : Türkiye’nin en büyük sorunu bağımsızlık sorunudur. Evet, şeklen bağımsız ama fiiliyatta güdümlü bir ülkeyiz. Siyasetin aktörlerinin ve medyadaki destekçilerinin, halkımızın önüne koydukları yapay gündemlerle dolu zaman dilimlerini göz önüne aldığınızda niçin bu tespitte bulunduğumuzu algılamanız kolaylaşır. Ekonomisi Dünya Bankası ve bağlı kuruluşlarca denetlenen, yabancı sermaye ağırlıklı bankalara bağımlı bir ülke ne kadar bağımsızdır? “Borç alan emir alır” prensibi gereği 600 milyar doları bulan bir borçlanmayla ne kadar bağımsız kalabilirsiniz? Dış politikanızı ve hatta iç politikanızı Avrupa Birliği kriterlerine göre belirlerseniz ve kapıkulu gibi tüm dışlamalara rağmen tek vizyonunuz AB’ye girmek ise kimse bize bağımsız olduğumuzu söyleyemez. Kendi bağımsız topraklarımıza bir talimatla başkalarının kontrolündeki füze kalkanlarını yerleştirirsek, patriotları bağrımıza bir hançer gibi saplatırsak bize kimse bağımsız diyemez. Milletimizin özü Milli Görüş’tür. Tam manada bağımsızlığımızı savunan ve yukarıda saydığımız baskı unsurlarını elinin tersiyle itip” bana ne bunlardan” diyebilecek tek irade Milli Görüş kadrolarında vardır.

EK : Açılım süreci ve demokratikleşme paketini nasıl değerlendirirsiniz? Sizin çözüm öneriniz nedir?
FA : Bu konuda Milli Görüşçüler her daim kardeşlik vurgusunu yapmıştır. Bu topraklarda milletin herhangi bir unsurunun ayrıştırılmasına ve ötekileştirilmesine müsaade edilemez. Kavimlerin varlığı inkâr edilemez ancak bir kavmin diğer kavimden yaratılış sebebiyle üstün olduğunu iddia etmek de ancak Yahudi zihniyetine has bir faşizmdir. Birlikte tarih yazmış, birlikte mücadele veregelmiş kardeş kavimlerin kaynaştığı pota İslam potasıdır ve bu kavimleri millet yapan değer de İslam’ın ta kendisidir. Bu bağlamda açılım sürecinin aktörlerini ve uygulama sürecini tahlil ettiğimizde bu sürecin ve demokratikleşme paketinin milli olduğunu düşünmüyoruz. Ortaya konan çözüm planının uzun vadede tehlikeli sonuçlar doğurmasından endişe ediyoruz. İslamsız saadet olmaz, bu sebeple bu toplumun ortak değeri olan İslam ortak paydası öne çıkarılmadan atılacak her adım bölge üzerindeki emperyal hedeflere hizmet eder düşüncesindeyiz.

EK : SP tarafından Prof. Dr. Necmettin Erbakan Vakfı ve Erbakan’ın çocuklarına yönelik sert bir açıklama yapılmıştı. SP yönetimi ve Erbakan’ın çocukları arasında bir kavga mı var?
FA : Ortada herhangi bir kavga yok. Genel merkezimizin bir çalışma disiplini ve ciddiyeti var. Bu çerçeve de ‘ben milli görüşçüyüm’ diyenler buna bağlı olarak hareket etmesi gerekir. Yaşananlar aile içinde yaşanabilecek çaptadır ve inşallah yakında çözülecektir.

Erbakan’ın Yeğeninin CHP’ye Katılması

EK : Necmettin Erbakan’ın yeğeni Sabri Erbakan, CHP’ye üye oldu. Erbakan ailesinde Saadet Partisi’ne yönelik bir kırgınlık mı var?
FA : Sabri Bey, Hocamız hayatta iken gitti. Herhangi bir kırgınlık yok. Herkes dilediği yerde çalışmak ve mücadele etmekte hürdür.

EK : Bugün Necmettin Erbakan yaşıyor olsaydı sizce nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olurduk?
FA : Rahmetli Erbakan Hocamız hayatını “Hakk’ı hâkim kılma” mücadelesine adadı. Bu toprakların kadim değerlerinin ihyası için gayret gösterdi. Vermiş olduğu mücadelenin ve koymuş olduğu modelin ileriki nesillerde nasıl yeşerdiğini zaman gösterecek ancak Muhterem Erbakan Hocamız yaşıyor olsaydı son birkaç yılda topluma fütursuzca dayatılan bir takım uygulamalar bu kadar kolay hazmedilemezdi diye düşünüyorum. Çünkü kendisi vicdanlara seslenen birisiydi ve haksızlığa çanak tutanları tarih önünde sorgulayan bir şahsiyetti.

EK : Son olarak eklemek istediklerinizi alalım.
FA : Bize bu fırsatı sağladığınız teşekkür ediyor, yayın hayatınızda başarılarınızın devamını diliyorum.

Yayınlandığı Adresler:

http://www.gencsaadet.org.tr/haber/351/hukumet-amerika-ne-diyorsa-onu-yapiyor-muhalif-gazete.html

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş

Cevapla