Zeki Alasya’nın Verdiği Röportajlar

0 Yorum

Büyük Usta Zeki Alasya’nın aramızdan ayrılışı haberiyle gözlerimizi açtık bugün. Özellikle Metin Akpınar’la oluşturdukları ikili Türk tiyatrosu ve sinemasında çok önemli bir yere sahip. Bizlerin hayatlarında da aynı şekilde. Birçoğumuz Zeki-Metin ikilisinin filmleriyle büyüdük. Zeki Alasya aşık olduğunda yaşadığı ıstırabı biz de yaşadık. Altınları “dohuzbin dohuzyüz dohsan dohuz” diye sayarken araya birisi girince bizim de kafamız karıştı, kaçta kaldığımızı unuttuk.

Kısacası Zeki Alasya ile sevindik, Zeki Alasya ile hüzünlendik, aşık olduk, dayak yedik. Ve bugün Zeki Alasya aramızdan ayrıldı. Metin Akpınar, Zeki Alasya’nın vefatıyla ilgili “benim yarımdı, yarım gitti, canım gitti” dedi. Zeki Alasya’nın vefatıyla bizim de canımız gitti bugün.

Büyük Usta Zeki Alasya’nın acı kaybı hepimizi yaraladı, hepimiz bir yarımızı kaybettik. Tüm milletimize ve acılı ailesine başsağlığı dileriz..

RÖPORTAJLIK ekibi olarak Zeki Alasya’nın verdiği 4 röportajı topladık. Sizlerin okumasına sunduk.

 

Zeki Alasya’dan ‘Gezi’li yorum -(TAMAMI)

Okuyucularımızdan gelen yoğun istek üzerine başlattığımız ‘Kale Arkası’ adlı röportaj dizimizin ikinci konuğu hepimizin çok yakından tanıdığı Zeki Alasya. Türk sinemasının usta ismi, sinema tutkusunun yanısıra sporu ve futbolu çok yakından takip ediyor. Özellikle de Fenerbahçe’ye büyük bir tutkuyla bağlı olan Alasya, Türk sporundaki son gelişmeleri, Sarı-Lacivertli takımdan beklentilerini ve yanlış bulduğu yönleri Aydınlık’a değerlendirdi. İşte o keyifli röportaj:

– Öncelikle bu, futbolu bir değerlendirelim, futbolumuza neler oluyor?

Ağabey futbolumuza çok iyi şeyler olmuyor. Yani hep beraber takip ediyoruz. Şaşıyoruz. Üzülüyoruz. Böyle şeyler olmazdı diye düşünüyoruz. Ama yalnız bizde değil Milan’a da oldu. İtalya’da oluyor, Fransa’da oluyor; görüyorsun, duyuyorsun. Juventus yahu, yani düşün başına neler geldi. Bizde tabii şimdi çok ilginç bir olay var, o tuhafıma gidiyor. Şimdi İtalya’da böyle bir şey olduğu zaman; yani Juventus, Roma veya bir başka İtalyan takımı, bunlar birbirlerini koruyorlar, birbirlerine arka çıkıyorlar. Biz de adeta yuvasını yıkmak istiyoruz insanların. Şöyle bir şey daha var. İşte Trabzonspor başkanı müthiş bir düşmanlık yarattı. Bilhassa. Önceki.

Şener düşmanlık yarattı’

– Sadri Şener mi?

Evet. E şimdi bu yenisi geldi. Herhalde dedim daha sağduyuludur. Bu hele böyle, “Kılıcını çekti geldi yahu!” Bu nasıl bir geliş. (gülüyor). Bütün takımlar, bütün yöneticiler, bütün başkanlar birbirlerine böyle bakarlarsa, sen Türk futbolundan ne bekleyeceksin ?

Gönlümüzden geçen 1+1’

– Fenerbahçe Tahkim’e başvurdu Beşiktaş’la birlikte. Savunmasını da verdi ve karar yarın açıklanacak, ne olacak sizce?

Şimdi özlediğim, istediğim biraz başka. Şimdi, yani kalkıp burada eskisinin ihbarıyla jurnaliyle falan bu kadar acımasız bir kararı pat diye vereceklerini düşünmüyorum. Düşünmek istemiyorum, çünkü birilerine de güvenmek lazım. UEFA diye de bir şey var. Şimdi bu cezaların tümüyle kaldırılması söz konusu değil. Şu olabilir: Biz 1 sene zaten ceza aldık. Öyle değil mi ? Şampiyon olduğumuz sene Avrupa Kupaları’na gönderilmedik. Onun üzerine giderlerse savunmada, aklı başında bir tarzda, zannediyorum 2+1’i, 1+1’e çevirebilirler. He yani beklediğim bundan daha öte değil. Kimse de ötesini beklemesin.

Spor ile politika birbirinden ayrılmadı’

– Siyasetle sporun özellikle de futbolun ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?

Bu çok eskiden beri olmuştur. Yani eskiden beri mesela G.Saray’ın, ağırlıklı olarak Fenerbahçe’nin başkanları politikadan gelmedir. Yani Fenerbahçe’nin bir aralar başkanı Büyük Millet Meclisi Başkan Vekiliydi. İşte bir ara başbakan falandı, yani bu Saraçoğlu falan bu ülkenin başbakanıydı. Hep böyle birtakım adamlar geldi. Yani çünkü çok spektaküler bir şeydi, çok sükse yapan bir spordu. Orada olduğun zaman demek ki bir artı getiriyor bu. Fenerbahçe başkanı olmak ya da Fenerbahçe’nin yöneticilerinden biri olmak. Yani anlatabiliyor muyum? E şimdi böyle düşünürsen politikayı o zaman bundan ayıramazsın. Ayırmadılar nitekim. CAA9auJUUAEiigp

– Aziz Yıldırım’ın tavrını nasıl buluyorsunuz bu UEFA süreciyle alakalı?

Şimdi, çok önemli şeyler gerçekleşti. Yani Fenerbahçe’nin başladığı sene bir zaman sonra şu ankine benzer bir noktaya geliriz dediği zaman birileri inanmayacağım, benim şahsen, inanmayacağım şeyler başardı. İlk şaşkınlığım şuydu. Bir kötü stadımız vardı. Yahu giderdim. Bir de en iyi yer. Birtakım arkadaşlar torpil atıyorlar biziz diye falan. Eski statta. Bir gün çok iyi yer filan diye gittik bir yere oturduk abi. Eski şeref stadının arka tarafı oluyor. Önde de bir direk var. Ben “Kusura bakmayın çocuklar.” dedim. Kalktım oradan. Yani iyi dedikleri yerden. İndim, aşağı indim. Şeref tribününü geçtim oradan döndüm, bir yere oturdum. O da birçok şeyi kaybetti ama korneri görebildim ve içimden dedim ki: “Yahu koskoca Fenerbahçe’ye yakışıyor mu bu stat?” Dedim abi. 4 yıl içinde bu stadı sıfırdan yaptı. Devlet para vermedi bilmem ne. Ve stat durarak yapıldı. Yahu organizayon kabiliyeti, iş görebilme kabiliyeti müthiş bir adam. Şimdi bir takımın, Fenerbahçe gibi bir takımın başkanı olarak 14 yıl mucizedir. Etraftan bu kadar aleyhinde olaylar olacak, içinden dışından. Yalnız dışarıdan değil. İçeriden de neler oldu. İşte onun için yani oralarda ona rağmen durabilmek müthiştir.

– Peki devam etmeli mi sizce? Artık yıprandığını düşünüyor musunuz?

Yıprandı. Kendi de devam edecek gibi gelmiyor bana. Ama şöyle yapacak, onlar hep öyle yaparlar. Devlet başkanı da olsa kulüp başkanı da olsa. Kenara çekilir, gene çaktırmadan kenardan kontrol ederler.

– Ersun Yanal tercihini nasıl buluyorsunuz?

Ben, Ersun Yanal’ı çok beğenirim. Eskiden beri ama. Yani Türk antrenörleri arasında işi en bilimsel, en iyi götüren adam o. Kendini o şekilde hazırlamış. Şimdi bir şey oluyor. Daha evvelki çalıştırdığı takımlarda da. Şimdi güzel yüzlü bir antrenör görüntüsü çiziyor. Galiba, daha evvel öyle değildi. Şimdi düşündü tabii kendisi, koydu takyesini önüne. Dedi ki: “Yahu ben bu futbolu biliyorum. Bu futbolun grafik düzenlemesini biliyorum. Efendim, bilimsel şeylerini biliyorum. Çalıştım. Ben niye başarılı olmuyorum?” Sonra şunu buldu herhalde. İyi bir teknik direktör sadece bunlarla olmuyor. İnsanlarla iyi geçinmeli. Çünkü oyuncular eğer istemezlerse, bitti. Bitti. Zico’yu öldürdüler hatırlasana. Bitti yani. Onun için bunlara bir defa eskiden olduğu gibi disiplin, hayt huyt tavırlarıyla gitmeyeyim de; biraz yumuşak, sevimli göstereyim tavırlarımı dedi. Uzun lafın kısası, ben Ersun Yanal’ın iyi olacağını düşünüyorum. Ve Fenerbahçe’yi bu sene şampiyon yapacağına inanıyorum.

– Futbolcularının maçlarda sergilediği agresif tavırları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi, mesela Volkan diye bir adam. Bizim kaptanımız, kalecimiz. Bu adam Fenerbahçe kalecisi olduğunu unuttu, Fenerbahçe kaptanı ve takımın abisi deyince hemen böyle “efelik” başlıyor. Geçen sezon gördük maçın bitmesine 30 saniye kala, senin takımın bütün değiştirme şansını bitirmişse, sen nasıl kırmızı kart görürsün be! Döveceksen bile bekle, maç bitsin. Git kafasında sandalye mi kırarsın ne yaparsan yap! Ama maçın içinde öyle bir şey yapılır mı yahu! Ben sana söyleyeyim, şimdi o gene gözde değil mi! Peki şimdi bu ne oluyor. Aman idare edelim boşverin. O çünkü bizim kardeşimiz. Takımın yüzünü görmemeli bir daha. Yahu futbol terbiyesi, spor ahlakı denilen bir şey var. Arda’yı kaptan yaptılar. Sonra neler oldu gördük.

Şirketi batırırdı’

– Yıldırım Demirören hakkında ne düşünüyorsunuz? Süreci iyi yönetebildi mi?

Şimdi, tabii içlerinde olanları F.Bahçe’yi takip ettiğim kadar etmiyorum ama bildiğim kadarıyla, benim şahsen düşündüğüm kadarıyla, verdiğim puan itibariyle bu, bu kadar yapabilir. Bu işi dediğimden daha iyi götürdü. Beşiktaş’ta da, Futbol Federasyonu Başkanı olarak da. Şimdi bu çok önemli bir adamın, çok önemli bir iş adamının veliahtı. Erdoğan Demirören iyi tanıdığım, dostluğum olan bir adamdır. Bu adam, zeka bakımından böyle çok yüksek zekası olan bir adam değil. Ailenin de işlerinin başına getirip, “Haydi oğlum evladım devam!” diyebileceği bir adam değil. Çok ciddi bir hastalık geçirdi Erdoğan Demirören. O hastalığı geçirenlerin çoğu ölüyor. Adamın çok iyi bir bünyesi vardı, çok da talihliydi. Atlattı o hastalığı. Aslanlar gibi işinin başında. Ama, tek başına kalsaydı Yıldırım Demirören, o şirket batardı. Bunun Beşiktaşlılığı var her zaman. Sırf çocukları var diye ailede, biraz şımarık, biraz haylaz. Onların çok sevdiği bir şey vardır. Oyun. O zaman babası falan der, “Al yeni kayaklarını, çık kayak yap” der, kurtulur ondan. Şimdi bu futbol olayı biraz öyle. Para da var. Hadi sen git oyna dediler. Beşiktaş başkanlığıyla oynadı o da. Yetmedi. E olaylar da denk geldi. E idare ediyor. En azından benim tahmin ettiğim, gördüğüm kadarıyla. İyi de idare ediyor. Kötü bir niyetini de görmedim. He ama Beşiktaş’taki hatalarını duyuyoruz. Beşiktaş’ı batıran adam nasıl bir şeyse. Ama ben adamı seviyorum anlıyor musun? Sempatik geliyor. Aydınlık geliyor, pozitif elektrik yüklü geliyor.

– Milli takımımız ülke sıralamasında çok gerilerde seyrediyor, siz bu durum hakkında neler söyleyeceksiniz?

Şöyle bir olay var. Dünyanın bütün takımlarında, hem de yani böyle başa çeken takımlarında, zaman zaman çok öne çıkma olayı oluyor. Bu bir şey meselesi, dönemsel bir mesele. Yani, tesadüfen 50 tane oyuncu -tesadüf de olur böyle- belli bir çizginin üzerinde oyuncular ise, o takım 3 sene 5 sene 10 sene dünyayı sarsıyor yahu. Bir tane yine ben, çocukluğumda hatırlarım, 56 senesinde Macaristan’ı yendik biz burada 3-1. Ben, deniz tarafındaki o alçak tribünde ayaklarımı sarkıtıp oturup seyrettim o maçı. Öyle bir şeydi ki Macaristan, öyle müthiş bir takımdı ki; önüne geleni yeniyordu. 6 tane attı İngiltere’ye 5 tane Almanya’ya filan. O öyle bir süreydi, o bir jenerasyondu. İşte bir anda Istevanolar Kuskaclar Rosicler falan çıktı. Müthiş bir takımdı. Sonra giderek bu jenerasyon değişti. O kadar büyük oyuncular sonradan gelmez oldu. Macaristan aşağı indi. Mesela Almanya’da da oldu, 5 sene 6 sene evvelki Almanya çok kan kaybetmişti. Biz mesela bir Alman takımıyla oynayacağımız zaman ya da Almanya-Türkiye milli maçı öncesinde, biz “Götürürüz” diyorduk, “Yeneriz” diyorduk. Evet ama şimdi 3 sene içinde 4 sene içinde birdenbire yeniden o eski günlerine kavuştular. Bunun sebebi şu bence. Bunların bir futbol tarzı var, futbol biçimi var, futbol geleneği var. Anlatabiliyor muyum ?

Bizde sistem yok’

Bizde öyle bir şey yok. Ama bu yalnız futbolda değil. Her yerde. Mesela sinemamız. Hep konuştuk, Türk sineması. Türk sinemasında iyi oyuncular da var, iyi rejisörler de var ama bir geleneğimiz olmadığı için, bir tarzımız olmadığı için bütün başarılar tesadüfe kalmış. Oluyor olmuyor, hiçbir zaman bir yere oturmuyor. Yani şöyle düşünemiyorsun: “Yahu ne olursa olsun, o Türk takımlarının belli bir çizgisi var. 1 yıl 2 yıl kötü gitse de toparlar.” Dünyada 6. idik bir ara yahu. Bu 2002’de 2003’te falan. İsmini bile bilmediğimiz takımlar önümüzde. U-20 Dünya Kupasını da izledik aşağıdan da oyuncu gelmiyor. Rezalet.!

– Büyük maçlarda deplasmanlara taraftarların götürülemediği bir dönemden geçiyoruz şu anda. Neler söyleyeceksiniz?

Böyle bir şey var mı yahu. O zaman yeni statlar yapsınlar, stat 2 tane stat olsun, yan yana. Aralarda demir parmaklıklar. Valla yani. Herkes gitsin ama. Böyle bir şey olur mu? Ayıptır yahu ayıptır yani. Ya bunlar bana söylenseydi 30 sene evvel, valla gülerdim bunu oyuna alalım derdim, oyunda bunu yapalım falan derdim yahu. (gülüyor)

– Peki yeni dönemde izleyenler merak ediyordur muhtemelen, sizi hangi dizi ya da filmde göreceğiz?

Bilmiyoruz bekliyoruz. Bir şey olduğu yok şu an ama, sakin bekliyoruz. (gülüyor) Yeni dönemde şu an için bir şey yok. Biraz olmasın. Çok yorulmuştuk dinleniyoruz.

13.07.2013 AYDINLIK

 

 

Zeki Alasya’nın Fenerbahçe Dergisi’ne Verdiği Röportaj

Devlet sanatçımız, yönetmenimiz, oyuncumuz, senaristimiz… Onunla büyüdük. Gençlerimiz, çocuklarımız halen onun filmlerini, oyunlarını büyük bir zevkle izlemekteler. O bizi yıllarca hem güldürdü hem de doğru, ince esprileri olan akıllı mesajlarını verdi. Her defasında ne kadar gülsek de dersimizi çıkarmayı bildik. Bu nadide ve gönülden Fenerbahçe sevdalısı sanatçımızın sportif, kültürel ve siyasi mecralar için verdiği tüm tembihleri can kulağıyla dinledik ve sayfalarımıza aktardık.

– Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerli oldunuz Zeki Bey?

CC5kNjNW8AATOJCAltı kardeşiz, ben 4 numarayım, benden büyük üç ağabeyim, benden küçük de iki kız kardeşim var. Ağabeylerimin ikisi Fenerbahçeli, birisi de Beşiktaşlıydı… O Beşiktaşlı olan nereden çıktı belli değil, belki de sıra dışı herkese karşı çıkan bir tipti, ondan o Beşiktaşlı oldu. Babam da Fenerbahçeliydi. Dolayısıyla benim için Fenerbahçeli olmaktan başka bir şans yoktu. Seçerek, isteyerek, rengini falan beğenerek değil; aile baba, anne, akrabalar çoğunluk Fenerbahçeli olduğu için ben de Fenerbahçeli oldum. 1943 doğumluyum, beş yaşının biraz üstündeydim, Ekim ya da Kasım ayıydı Dolmabahçe Stadı’nda… Hoş bu stadın adı da devamlı değişmiştir ya… Bir Dolmabahçe oldu, bir Mithatpaşa oldu, bir İnönü oldu. Bizim politik dehalarımız politik çıkarları doğrultusunda istemedikleri Demokrat Parti döneminde “Aa İnönü Stadı olur mu?” dediler. Neyse en sonunda İnönü Stadı olarak kaldı, doğrusu da buydu. İşte o stadın yeni açıldığı günlerdi, pırıl pırıldı, çok keyifli bir stattı. Fenerbahçe – Beykoz maçını seyrederek başladım bu sevdaya ben. Kendimi bildim bileli Fenerbahçeliyim ve 51 senedir de Fenerbahçe’yi seyrediyorum. Çocukluğumda yaşım ilerledikçe çok kişi üzerime geldi, hani çocukların takımları değiştirilmeye çalışılır sanki başka takıma geçirmek için transfer mücadeleleri olur ya, bizim mahallede de Beşiktaşlı çok vardı, onlar Beşiktaşlı olmamı isterlerdi, korkar kaçardım. Böylece Fenerbahçeliliğimiz halen devam ediyor.

– O zaman ailesel zorunluluktan değil, yürekten bir Fenerbahçelilik bu…

Sizin de dediğiniz gibi çok koyu bir Fenerbahçeliyim ben. Fenerbahçe kötü sonuç aldığı zaman çok kötü olan bir adamım. Tabii bütün objektifliğimi yitirecek kadar fanatik değilim. Yendiğimiz zaman çok mutlu oluyor, inanılmaz bir keyif alıyorum. Son yıllar kaçırılan şampiyonluklarla dolu, çok şansız yıllar… Onun içindir ki üzülerek izliyorum. Bu yanlışları görüyorum, bağırmak istiyorum, bağıramıyorum. Sesimi duyurmak istiyorum, duyuramıyorum. Benim gibi milyonlarca kişi de duyuramıyor. İşin başında olan kişiler tabii ki çok iyi niyetleriyle çalışan kişiler. Bizlerle aynı duygular içinde olduklarını biliyorum. Ama böyle bir Fenerbahçe istemiyorum. Zaten Başkanımız da bunun sözünü verdi. Kendisini de, yeni dönem başkanlığı için kutluyorum.

– Yıllar öncesine kadar maçlara sıklıkla gittiğinizi biliyoruz. Şu an sevilerek izlenen televizyon dizisi Akasya Durağı’nın çekimlerinden maçlara gitme fırsatı bulabiliyor musunuz?

Çok sık olmasa da, çekim olmadığı zaman gidiyorum. Çok güzel yüz ağartıcı bir stadımız var, çok akıllıca yapıldı. Maçlar kesilmeden, ara verilmeden böyle bir stadın yapılması inanılmaz zordu. Televizyondan da izlemek de bana müthiş zevk veriyor. Yaşımızdan mıdır nedir, bir de günümüzün teknolojisi büyük kolaylık sağlıyor. Bir maç görüntüsünü tekrar tekrar izliyorum. Statta bile bir pozisyon oluyor, bırakıyorlar sahaya bakmayı monitörlere bakıyorlar. Çok maçlara gittim tabii ama şimdilerde statta saha çok büyük geliyor, genelde sağ tarafa oturuyorum. Tam anlamıyla yoğunlaşamıyorum. Ama evde televizyonun başında öyle değil. Pozisyonlara yakınsınız. Stada gitmediğimde bir tek şeyi özlüyorum o da benimle birlikte birçok insan maç seyrediyor. Fenerbahçe’yi orada bağıra çağıra seyretmek tabii ki daha başka. Orada bağırıp çağırınca sesim de kısılıyor.

– Siz de iz bırakan futbolcular kimlerdi?

Robert Koleji’nde okuyordum. O tarihlerde hiç maç kaçırdığımı hatırlamıyorum. Ağabeylerimle gider, seyrederdik. Beşiktaşlı ağabeyim bir süre sonra Londra’ya gidip yerleşti. Biz Fenerbahçeliler kaldık burada… Özellikle büyük ağabeyim çok fanatikti. O tarihlerde inanılmaz oyuncular vardı. Lefter müthiş, Can Bartu müthiş. Mehmet Ali Has vardı. Şeref Has’ın ağabeyi onu da çok severdim. Ahmet Erol vardı. O da babamın öğrencisiydi. Ama bir de kaleci vardı; Selahattin Ünlü diye bir kaleci. Kimse pek bilmez, kendisini de öne çıkaran bir kaleci değildi. Yoksul, hatta bir tarihlerde Fenerbahçe’nin eski stadında tribünlerin altında odalar vardı, orada kalırdı. Çok severdim, hayrandım ona. Kaleciliğe de merakım vardı. Selahattin Ağabey idolümdü. O zamanlar milli takımımızın kalecisi de Turgay Şeren’di. Hep ön plandaydı, Selahattin Ağabey biraz geride kalırdı. Örnek vermek için söyleyeyim, günümüzün gençleri bilmez belki. Bir sene Fenerbahçe Moskova’ya Ruslarla maç yapmaya gitmişti. O zamanlar Rusların ünlü kalecisi Lev Yashin’di. Avrupa’da “Yılın Futbolcusu” ödülünü kazanabilen tek kalecidir. Ayrıca kariyerinde toplam 150 penaltı kurtarmıştır ki bu sayı, Dünya tarihinde bir rekordur. Dünya’nın en iyi kalecisiydi. Fenerbahçe maçını yapmış ve dönüş vakti gelmiş, trenle dönüyorlarmış. Koskoca Yashin bizim kalecimiz Selahattin Ünlü’nün valizlerini taşımış ve “Böyle bir kalecinin bavullarını taşımak benim için onurdur.” demiş. Sonra ben kolejdeyken Selahattin Ağabey artık yaşlanmış mıydı neydi, kendini öne çıkarmak istemediğinden B takımında oynamaya başladı ve artık yeni genç kaleciler geldi. Fenerbahçe B takımının bizim Robert Koleji’ne maç yapmak için gelmesi benim için ne kadar büyük bir heyecan düşünebiliyor musunuz?

– Çok heyecanlanmışsınızdır…

Evet, kalenin dibine kadar gittim, yağmurlu ve çamurlu bir gündü. Selahattin Ağabey’i 1,5 metre mesafeden seyrettim. Tribünden seyretmekten çok daha farklı tabii sonra maç bitti. Fenerbahçe yendi Koleji. Futbolcular soyunma odalarına doğru yürüyorlardı. Koştum, yetiştim. Elimde bir kâğıt, kalem imza istedim. “Bana bir imza verir misiniz Selahattin Ağabey?” diye sordum. Gerçekten de her tarafı çamur içindeydi. “Bak dedi görüyorsun her tarafım çamur içinde kusura bakma” deyip, yürüyüp gitti. Yıkıldım. “Allah’ım” dedim ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Sonra üstünden sanıyorum bir 20 sene kadar geçti. Kadıköy Hasanpaşa’da işim vardı. Yaz günü, güneşli bir gün yürüyorum yolda. Biri “Affedersiniz” dedi. Döndüm, baktım Selahattin Ağabey çok yaşlanmış elbette. Çok şaşırmıştım. Bir kâğıt ve kalem uzatarak bana “ Yeğenim sizi çok seviyor bir imza verir misiniz?

Ben de dedim ki “Bakın ellerim çamur içinde veremiyorum” dedim. Ortalık günlük güneşlik Selahattin Ağabey durdu, bir afalladı sonra bir havaya bir de “Ne diyor bu adam” diye bana baktı. Ben de “Müsaade ederseniz, anlatayım.” dedim. Heyecanla yaklaştı, aynen size anlattığım gibi anlattım. Sonra da Selahattin Ağabey’e 20 sene önceyi hatırlatarak “Bana bir imza vermediniz o an ömrüm gitti benim, onun için öyle bir espri yaptım.” dedim. Yolun kenarında mütevazı bir pastane gördüm “Orada oturalım mı?” diye kendisine sordum. Oturduk eskilerden söz ettik. Çok heyecanlandı. O da beni çok sevdiği bir oyuncu olarak görüyor o anda ben de o kadar sevdiğim kaleciye ona ne kadar hayran olduğumu, ona taptığımı anlatıyordum. Ve yıllar sonra çok mutlu olduk. Arabam da o yakınlardaydı, zaten arabamı tamirden almaya gidiyordum. İzin istedim arabama gittim, hemen bir resim aldım, yeğenine imzaladım. Tekrar görüşmek dileğiyle ayrıldık, tekrar görüşmek kısmet olmadı çünkü çok genç denilebilecek yaşta kaybettik Selahattin Ağabeyimi…CEeJ_jkWoAAgUWn

– Sporla birebir ilgilendiniz mi?

Bir dönem kalecilik yaptım. Bırakmasam ne olurdu, biraz daha ileri yaşlara kadar sürdürürdüm fakat boyum nedeniyle benden iyi bir kaleci olmazdı, yirmili yaşlarda bıraktım. Sonra da çok fazla sporla uğraştığım söylenemez. Ama iyi bir seyirciyim, sadece futbol seyircisi değilim atletizme de çok meraklıyım. Atletizm yarışlarını hiç kaçırmam halen yakın takipteyim. Önemli yarışmalara gidiyorum. Olimpiyatları hiç kaçırmam.

– UEFA final maçını izleyebildiniz mi? Bu dev müsabakanın Türkiye’de ilk defa Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’nın ev sahipliğinde yapılması hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Şüphesiz büyük bir gururla izledim. Böyle uluslararası finallerin stadımızda yapılmasını çok hayretle karşılamıyorum çünkü stat göğsümüz kabara kabara göstereceğimiz bir stat ayrıca İstanbul çok güzel, iyi bir konuma sahip. Tek şikayetim zemin; çok iyi değil, kırık dökük. Zemin problemini bir türlü çözemediler, deniz seviyesine yakın olması sorun olabilir ama deniz seviyesinde de yüzlerce stat sayabilirim size. O zaman Hollanda da stat zeminlerinin çok kötü olması lazım. Venedik’te de bir maç izledim zemin pırıl pırıldı. Venedik’in yarısı sular içinde ama gerekli önlem alınmış. Bu sorunumuzla ilgili sanırım gerekli çalışmalar yapılıyor. Bu ev sahipliğimiz umarım önümüzdeki yıllarda da devam eder. Bir Dünya Şampiyonası yapılırsa çok keyif verir. Bu arada Galatasaray, Beşiktaş’ta da bir şeyler yapılmaya çalışılıyor, Kayseri yaptı. Bir Dünya Kupası olduğunda boynumuz bükük olmayacak.

– 2009-2010 sezonun da nasıl bir Fenerbahçe bekliyorsunuz, önerileriniz, eleştirileriniz nelerdir?

Geçtiğimiz sezon bence oyuncularımız kerhen oynadılar. Fenerbahçe bu değil. Fenerbahçe bu sene açık ara şampiyon olmalıydı. Başkanımızın çok özellikli önemli değerli yönleri var ama bu futbol bizi üzüyor. Bu kadar zeki bir başkan ve yönetim kurulu bizdeyken futbol şubesi daha az açık vermeli diye düşünüyorum. Türkiye Kupası’nı gene kaçırdık. 12. dediğimiz kişileri de biraz dinleyelim. Özellikle önem verilmesi gereken branş futboldur. Kendimizi aldatmayalım… Diğer branşlarda alınan başarılar bizlere gurur veriyor ama kulübün diğer branşların ayakta durması ve başarılarının artması için de gerekli olan futbolda kazanılan başarılardır. Takımın teknik direktörle arası iyi değilse, o iş olmaz. Kaleci ihtiyacı giderilmeli ve transferler oluşmadan oyuncunu sakatlık geçmişi iyice araştırılmalı diye düşünüyorum.

– Akasya Durağı’ndan babacan bir patronsunuz… Bu televizyon dizinizi zevkle izliyoruz. Siz hangi televizyon dizi ve programlarını izliyorsunuz?

“Canım Ailem” dizisini çok da severek izliyorum. Benim görebildiğim kadarıyla televizyon dizileri arasında en iyi dizi o. Kendi dizimmiş gibi sahipleniyorum. Çok keyifli ve doğru dürüst bir dizi…

– Peki ya spor programlarından en çok izlediğiniz nelerdir?

Maraton’u çok seyrediyorum. Faik Çetiner’in programını izliyorum. Faik mahallemizin çocuğu, onu başka bir duyguyla izliyorum. Bazen de belgeselleri izliyorum, zaten başka da zaman kalmıyor.

– Sizin en beğendiğiniz güldürü sanatçıları kimlerdir?

Metin çok güldürür. Güldürmek kolay değil. Derler ki bir komedyeni güldürmek daha zor. Aldanmayın böyle bir şeye komedyenin hiçbir farklılığı yok, komedyen bir insan diğerlerinden farkı olmayan bir insan. “Dalağı düşük” derler bana. Ben bir sinemaya, tiyatroya gitsem o kadar çok gülerim ki eşim ikaz eder. Nejat Uygur çok güldürür. Yeni dönemde Cem Yılmaz’a çok gülüyorum, özellikle stand-uplarda. Herkese gülüyorum. Yeter ki güldürsün ve mesajını verebilsin.

– Bir dönem siz ve Metin Akpınar güldürürken gerekli mesajları büyük bir cesaretle ve seviyeli bir şekilde veriyordunuz. Bugünkü komedi örnekleri için ne düşünüyorsunuz?

Günümüzde neme lazımcılık içinde belki biraz korkarak hareket ediyorlar. Herkes “Aman güven suyuma kimse girmesin” diyor ve başlarını derde sokacakları anlaşmalara imza atmıyorlar. Sanatçı aksak gördüğü şeylerin üzerine cesaretle gitmelidirler. Ortam, sözün özü tam bir geyik üzerine kurulmuş. Yok bu kadar da ucuz değil, biz yıllarca yaptık, ne bizi öldürmek için mücadele verdiler, ne ülke dışına çıkartmak için çabaladılar, ne de hapislerde çürüdük. Hem de ne ortamlarda 12 Mart 1971 dönemi, 80 İhtilali… Önemli olan doğruyu yapmak ama akıllıca yapmak. Haldun Taner hocamız anlatmıştı. Nazi imparatorluğu tırmanma sürecinde. Naziler bir kabare seyrediyorlar. Senaryo gereği oyunun bir sahnesinde başrol oyuncusu “Aa karşıdan bir Mercedes geliyor herhalde içinde Naziler vardır.” demiş.

Başrol oyuncusuna oyunun sonunda “Ayıp oluyor Nazilerle lüks yaşamı bu kadar bağdaştırmayın.” demişler ve gitmişler. On beş gün sonra tekrar oyunu izlemeye geldiklerinde senaryo gereği o sahneye gelindiğinde “Aa karşıdan bir Mercedes geliyor içinde Nazi yok.” demişler. Hâlbuki eski yaptıklarından çok daha vurucu çok daha etkili bir ince espri. Akıllı olmak lazım, ucuz kahramanlığın lüzumu yok. Sınırı akıllıca zorlayacaksınız. Bizimkiler bırakın sınırı zorlamayı uzaktan bakmaya bile cesaret edemiyorlar.

– Oyunculuk, senaristlik ve yönetmenlik hepsi yıllarca emek verdiğiniz başarılı çalışmalar. Sizi en çok hangisi daha fazla etkiledi?

İşin başında tiyatro oyunculuğu üçüncü sene sonunda işin mutfağını sevmeye başladım. Oyunculukta bu kadar gözüm olmadı. O nedenle Metin’le bu kadar sene sürdürebildik. Hani “İki cambaz aynı ipte oynamaz.” derler ya. Oyunlarda bütün rol dağıtımını ben yapardım. Her zaman Metin’e benden daha iyi roller verdim. Sinemaya geçtikten sonra da aynı duyguyu yaşadım. Kamera önünde olmak çok fiyakalı bir şey, çünkü siz oynayacaksınız, insanlar sizi görecekler, heyecan verici. Buna rağmen yönetmen olmak istedim. Şimdi dizilerde o kadar yoğun çalışıyoruz ki yönetmenlik yapamıyorum. Fırsat kolluyorum tabii. Hiç boş durmadım.

– Yeni projeler var mı? Metin Akpınar’la sizi tekrar bir arada görecek miyiz?

Bir takım projeler var. Tarih koyamıyorum. Şu sıralar Metin bir dizide, ben bir dizide. Bu iki dizi de iyi giderken başka bir şey yapmanın imkânı yok ama bir film çekme olayı var. Senaryo Metin Akpınar, Ahmet Gülhan ve ben.

– Son zamanlarda tiyatroya daha fazla bir rağbet var, bunu neye bağlıyorsunuz?

Büyük şehirlerden bahsedeyim; doğru, dürüst tiyatrolara, prodüksiyonlara ilgi var. Sinema için aynı şeyi söylemek kolay değil. Kimseyi suçlamıyorum. Eğer bir devletin sağlam bir eğitim ve kültür politikası yoksa halkın beğeni düzeyi de bu kadar aşağılara iner. Keşke özenli kaliteli Türk filmleri iş yapsa… Oysa ölçü tam tersine işliyor, kalitesiz filmler iş yapıyor.

CEeHCs9W8AE0bN3– Budist değilsiniz ama Buda heykelleriniz var… Nasıl başladı bu koleksiyon merakı?

25 yıl önce başladı. Evimizde, nereden geldiği belli olmayan bir Buda heykeli vardı. Benim için hiç önemi, değeri yoktu. Sadece çok sevimli bulduğum ve kendime benzettiğim bir figürdü. Böyle başladı. Oysa sizin de dediğiniz gibi Budistlikle hiç alakam yok.

– Zeki Alasya en çok hangi yemeği sever?

Pilavı çok severim, börek severim, dolma severim ve çok iyi pilav yaparım, iddialıyım bu konuda…

– Taraftarlara mesajınızı alabilir miyim?
Dostluğun geri gelmesi lazım; yalnız spora değil, politikaya, eğitime… Eskiden insanlar her şeye sevecen bakarlardı. Şimdi sen bana bir laf ettin, ben sana bir laf ettim ardından da istenmeyen olaylar… Bunlar el birliğiyle düzelmeli. Sağduyu ve terbiye çok önemli. Bizim mabette son zamanlarda dengeler bozuldu. Özellikle bir iç bölünme yaşandı. Bunu hiç haz etmiyorum. Bunda herkesin bir suç payı var. Bir an önce toparlanmalıyız. Görmek istemediğim bir tabloda tüm statlarda tribünlerdeki boşluklar. İnsanların kapıda kaldığı maçlarda bu boşluklar ve bu boşlukların nedenleri hiç hoş değil. Bu mesafelere bakmak bile istemiyorum. Düşüncelerim lezzetli değil ancak Fenerbahçe seyircisi çok büyük. Bunları aşacak düzeydeyiz.

FENERBAHÇE DERGİSİ

 

Zeki Alasya İle Konuştuk

O, Kemal Sunal gibi, Fatma Girik gibi, Türkan Şoray gibi kazındı hafızalarımıza. Birçoğumuz“Zeki ile Metin”i seyrede seyrede büyüdü mesela…

Zeki Alasya unutulmayan, unutulması da mümkün olmayan duayen bir oyuncu. Şimdilerde Kanal D’de yayınlanan Akasya Durağı’nın “Nuri Baba”sı. Alasya’yla tam da bu dizinin çekildiği yerde, Akasya Durağı’nın setinde konuştuk. Yeşilçam’dan tutunda AROG’a kadar birçok şey sorduk…

“YEŞİLÇAM FİLMLERİNDEKİ TEKNİK SON DERECE İLKELDİ”
  
— Bugünkü konjonktür daha aksiyoner, daha sıra dışı filmler istiyor ve yapımcılar görünen o ki ihtiyaca cevap verme telaşı içerisinde. Bu bir tezada işaret değil midir? Sanat, sanat için mi yoksa sanat toplum için midir?

Bu soru, sorulması gereken zamanda sorulan bir soru. Hâla eski Yeşilçam filmlerinin seyredildiğini her yaştan insanın ağzından ‘O Yeşilçam filmleri ne kadar güzel filmlerdi, ne kadar hoş filmlerdi’ diye duyuyorum. O filmlere baktığımız zaman görüyoruz ki teknik son derece ilkel. Bugünkü teknoloji ile kıyas kabul edilemeyecek kadar geri. Ne kameralar kamera, ne şaryolar şaryo, ne de ışıklar doğru düzgün ışık. Bugün Batı’ya çok daha fazla yaklaşmış durumdayız. Amerika ile henüz bir mesafemiz olsa da en azından Avrupa’yı yakaladık. Bu çok önemli bir konu. O zaman neden Yeşilçam filmlerinin güzelliği, lezzeti bu kadar sene sonra da seyredilmek istenmesi konuşulur?

“TÜRK SİNEMALARINDA DOĞALLIKTAN UZAKLAŞILMAMALI”

Fevkalade iddialı olmayı anlıyorum. Eğer bu iddianın içinde Batı’ya özenti varsa, özellikle Amerikan özentisi, işte bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Mütemadiyen söylerim, alay konusu da oldum zaman zaman. Akademi ödülleri vardır; çoğu zaman İtalya’ya verilir. Bu ödül Yunanistan, Türkiye ve Güney Asya ülkelerine verilse daha mutlu olunur çünkü o büyük reisin ne kadar hoşgörülü ve yardımseverolduğunu gösterir. Bu bakımdan bu ödülü böyle gelişmesini tamamlayamamış ülkeler alırsa Amerika daha mutlu olacaktır. Ona rağmen bir türlü beceremeyiz ve bu ödülü alamayız. İtalya’nın yabancı Oscar dalında ödül aldığı filmlere baktığımız zaman, bunların son derece naif, son derece grint komplike konuları işlemek değil de daha basit konuları işleyen sıcacık, biraz santimantal, biraz içinde gülücüğü olan, hani bir anlamda eski Yeşilçam filmlerini hatırlatan filmler olduğunu görürüz. Demek ki bizim, özellikle yeni trendin ısrarla başka bir şey araması bana çok anlamlı gelmiyor. Her şeyi bütünüyle bırakıp aynen Yeşilçam’ı mı tekrarlasınlar? Elbette hayır ama yeni arayışlar, güzelliklerden uzaklaştırmamalı, sample dediğimiz basitlikten, doğallıktan uzaklaştırmamalı.CEeJ_jkWoAAgUWn

“YENİ DİZİ YAPANLAR NAMUSLU YOL BULAMIYORLAR”
 
— Diziler her geçen gün cinselliği daha çok ön plana çıkarıyor. Bunun sanatı bir güç olmaktan çıkarıp sadece bir zevk unsuru haline getirdiğini düşünüyor musunuz?

Evet, tabi ki düşünüyorum ama bunun nedenlerini de iyice düşünmek lazım. Yani niye böyle oluyor? Reyting dediğimiz o mendebur olay –ki tartışmalı durumlar oldu son günlerde bakalım sonuçları ne olacak-son derece güzel dizilerin kısa zamanda yayından kalkmasını, buna mukabil seks, şiddet içeren bir takım dizilerin aylarca, yıllarca oynamasını getiriyor. O zaman ister istemez yeni diziler yapanlar da sadece kazanç düşündükleri için bu yollara sapmaktan başka çare bulamıyorlar. Kendilerini ifade edecek doğru düzgün, saygın ve namuslu yol bulamıyorlar. Üzücü ama böyle.

“CEM YILMAZ TÜRKİYE’NİN EN İYİ KOMEDYENLERİNDEN BİRİSİ”
 
— Cem Yılmaz’ın oynadığı AROG filmi vizyona girdi. Bir konuşmanızda Cem Yılmaz ve filmleri için; “Cem Yılmaz umarım günün birinde ayakları yere basan, adam gibi bir film yapar. GORA’lar, AROG’lar, yeter yahu! Yeter, absürde gerek yok! Bana göre gereksiz.” demiştiniz. Peki, bu ve türevi filmlerin çok izlenmesinin sebebi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir filmin çok izlenmesinin sebeplerinin başında öncelikle oyucuların, starların şöhretleri, boxofisleri geliyor. Yani herkesin bir dönemi var. O dönem içinde yapılan filmler ne olursa olsun tutuluyor bu bir. İkincisi beğeni düzeyinin yerlerde süründüğü bir ülkede bazen düzeysizlik bir iş yapma nedeni oluyor. Şimdi bu çeşitlemelerden kendimizi kurtarıp, sadece sözünü ettiğimiz AROG filmine bakarsak Cem YılmazTürkiye’nin en iyi komedyenlerinden birisi. Bir kere zeki ve sempatik, komedi zekâ işidir. Olayı,oyunculuktan gelmediği halde çok iyi çözdü. Evvela sahne üzerinde seyircinin ne istediğini, seyirciyle bir diyalogun nasıl yakalanabileceğini çözdü. Ondan sonra oyunculuğunu da yavaş yavaş geliştirdi. Şu andaTürkiye’nin en iyi komedi oyuncularından biri bana göre. Ben o lafları söylerken şunu demek istedim; son derece sıcak konularda GORA ve AROG gibi bir takım fantezileri aramak yerine doğru dürüst komediler yapsa, absürd de olabilir bu hatta. -ki bazılarının kabul ettiremediği olayları bu öğretiyle kabul ettirebilecektir diye düşünüyorum- Ben o zaman daha mutlu olurum. Yoksa tabi ki iş yapacaktır, buna itirazım yok ama nereye kadar iş yapacaktır, birileri gelecek bu nöbeti devralacaktır. Şöhret ilelebet sürmüyor.

“HEDEFİMİZ GÜLDÜRÜRKEN UYARMAKTI”
 
— Akasya Durağı’ndan babacan bir patron portresi sergiliyorsunuz ve dara düşeni zordan kurtarmak için çabalarınız oluyor, nasihat veriyorsunuz. Güldürürken mesaj vermenin zorluğunu yaşadınız mı?

Hayır yaşamadım. Çünkü biz yıllarca Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda bunu yaptık. Bizim hedefimiz güldürürken uyarmaktı. Çünkü inanıyorduk ki güldürürken uyarmak kadar sağlam bir yol yok. Tepeden inmeci, didaktik, öğretici bir tavırla bir şeyler anlatmaya kalkarsak bu millete, dinlemezler bizi. Ama güldürerek uyarırsanız, güldürerek bir takım mesajlar verirseniz daha çabuk algılarlar, kendi içlerinde ezilmezler, bir şeyi paylaşıyormuş duygusu yaratırsınız onlarda. O zaman daha rahat yakalarlar. Böyle bir alışkanlığımız var, yıllar süren bir alışkanlık. O bakımdan ben bu tarza, bu tavra alışık olduğum için çok zorluk çekmedim.

“BİR ŞEYLER ÖĞRETMEK UKALALIĞINDA DEĞİLİM”
 
— Zeki Alasya günlük yaşantısında da yapıcı ve yönlendirici bir birey mi?

Başta öyle miydim, değil miydim bilmiyorum ama yaş 60’ı geçince, böylesine bir deneyimi arkanızda bırakınca yapıcı oluyorsunuz. Şöyle bir hatırlatma yapayım; Tiyatro’da 1963’te profesyonel oldum. Daha öncesi var ama amatör olarak galiba 45. sene. 1972 senesinde sinemaya başladım. Bu kadar seneyi arkanızda bırakınca artık yavaş yavaş biriktirdiklerinizi paylaşmak istiyorsunuz. Bu bir görev halini alıyor. Yoksa yazık olup gidecek diye düşünüyorum. Örneğin; bu nedenle TÜRVAK Televizyon ve Sinema okulunda oyunculuk bölümü başkanıyım ve öğretim görevlisiyim. Orada yaptığım bu! Biriktirdiklerimi yenilerle, gençlerle paylaşıyorum. Onlara bir şeyler öğretmek ukalalığında değilim. Bir şeyleri onlarla paylaşmak 45 senenin üçüncü, beşinci, onuncu bazen de dün değil evvelki gün yani 45. senesinde bir şeyler öğrenmişsem, onların da öğrenmek için bu kadar beklemelerini istemiyorum, olabildiğince onlarla paylaşıyorum. Ve o zaman yapıcı, yönlendirici bir birey oluyorum. Yani yaklaştıkça, öbür tarafa gitmeye hazırlandıkça biraz daha filozof olmaya başlıyor insan. Bunun da ayrı bir tadı var.

“İNSANIMIZIN ALGILAMASININ YETERLİ OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM”
 
— Günümüz seyircisinin sinemaya ve tiyatroya yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk seyircisinin eleştiri yeteneği hakkında neler söylemek istersiniz?
 
CEfO2Q5UMAAzCdZBu soru karşısında çok sevimli şeyler söyleyemeyeceğim. Bizim insanımız çok zeki bir insan ve de gülmece algılamasından başlayarak, algılamasının çok doğru, çok yeterli olduğunu düşünmüyorum.Ama bu zavallı insanımızı biz; kültür ve doğru düzgün bir eğitim politikamız olmadığı için yıllardır harcayıp duruyoruz. Bu yüzden de biraz evvel söyledim, beğeni düzeyimiz giderek aşağılarda, yerlerde sürünüyor. Yoksa bilinçli, okumuş, doğru eğitilmiş Türk insanının dünyanın en iyi seyircisi olduğunu düşünüyorum. 60’lı, 70’li yıllarda ben bu seyirciyle karşı karşıya geldim. Bugün de böyle bir sağduyusu var. Bakın, dünyanın ilginç istatistik sonuçlarından biridir bu. Dünyanın absürd algılamasında oranı,eğitim ve kültür seviyesiyle doğru orantılıdır. Yani bir ülkenin insanı bu kadar eğitimli, kültürlüyse absürd ve komedi algılamayı o kadar mükemmel başarır. Şimdi biz eğitimli ve kültürlü bir milletiz diyeiddia edebilir miyiz? Oysa dünyadaki absürd algılamasında en önde gelen milletlerden biriyiz. 1900’lü yıllarda, 20. yılın başında bizim Ortaoyunumuzda, Anadolu seyirlik oyunlarımızda Karagöz-Hacivat’ta absürd çok miktarda vardır. Avrupa buna 1930’lu senelerde vardı da “bu ne muhteşem bir varış” diye düşündü. Farkında değiller. Bu bakımdan ben seyircimizi başka bir yere koymak istiyorum, ah! yeterince eğitilse ve kültür politikasıyla donansa.

“BUNDAN SONRA BAZEN DE AĞLATMAYI HEDEFLEYECEĞİM”
 
— Mizahla komedi aynı şeyler mi? Zeki Alasya gülmeyi ve ağlamayı bizim için yorumlar mı?
 
45 yıllık tarihimizin önemli bir sürecini sadece güldürmek için ama güldürürken de eğitmek, uyandırmak, ikaz etmek, alay etmek, bir şeylerin altını çizmek için kullandık. Ama sadece güldürmeyi hedefledik. 1999 senesinde Güle Güle filmiyle beraber başka bir yola saptık, en azından ben saptım. Ondan sonra Metin’le çok sık bir arada olamadık ama ben şöyle bir hedefe yöneldim; ben yaşamdaki gibi düşünüyorum artık olayları. Siyah-beyaz, iyi-kötü, güzel-çirkin, mutlu-mutsuz, kahkaha-gözyaşı gibi zıtlıklarla dolu bir yaşam yaşıyoruz, belki de doğrusu bu. Diyalektik buradan doğuyor. Bu çok önemli. Onun için bundan sonrasadece güldürmeyi değil, yaşamın içinde olduğu gibi bazen de ağlatmayı hedefleyeceğim. Bu doğru bir yol diye düşünüyorum. Belki de bana belli bir yaşın sonunda yakışanda bu.

“AĞLAMAK GELİYOR İÇİMDEN KARDEŞİM AĞLAMAK!”
 
— Sinema ve tiyatro Batı kaynaklı sanatlar olsa da bizim tarihimizde de  sinemaya ve tiyatroya kaynak olabilecek unsurlar var. Bugün sinema ve tiyatro kendi kaynaklarından ne kadar haberdar? Bu kaynaklara ne kadar başvuruyor? Hatta başvurmak istenmiyor mu?
 
Başvurulmuyor. Biraz evvel sözünü ettiğim Ortaoyunu, Karagöz-Hacivat, Anadolu Seyirlik oyunlarının hiçbirini alıp tiyatral bir biçime getiremedik. Yani bir Türk Tiyatrosu’ndan bahsetmek güç. Ne yaptık? Batı Tiyatrosu’ndan öykülenerek biraz taklitler yaptık. Rahmetli Haldun Taner hocanın istediği gibi bir Türk Tiyatrosu’na varamadık. Geçenlerde kaybettiğimiz büyük tiyatro adamı Prof. Metin Ant hocanın istediği gibi bir Türk Tiyatrosu’nu yakalayamadık. Bu beni her zaman üzmüştür. Sinema daha sonra iyi kötü ayakları yere basan bir sanat oldu. Buna rağmen bir takım konuları daha Kurtuluş Savaşı’ndan başlayarak göz önünde bulundurunca ağlamak geliyor içimden kardeşim, ağlamak geliyor! Yani gereksiz bazı konuları çok defa film yapıyorlar. İstanbul’un fethini 1950’li yılların başında bir tek film yapabildik. İkinci Dünya Harbi ile ilgili zannediyorum yüzlerce film yapıldı. Amerikalılar yaptı, Almanlar yaptı, Fransızlar, İngilizler… Japonlar bile yaptı. Biz hala Kurtuluş Savaşımız ile ilgili doğru dürüst bir film yapamadık. TRT’nin sponsorluğunda Ziya Öztan can ciğer kardeşimin yönetmenliğinde iki üç tane film yaptık da bereket, hiç değilse baktığımız zaman ‘Ha!’ diyoruz. Olması gereken değil yine de.

“MUSTAFA FİLMİ ÇOK KÖTÜ, ÇOK BAŞARISIZ”

Tanzimat Fermanı diye 1839’da okunan bir fermandan sonrası var, 1908’de II. Meşrutiyet’e kadar bu arada bütün olaylar öylesine sinematografik ki bu olaylar bizde değil de bir Fransa’da, İtalya’da, İngiltere’de, Almanya’da hatta Amerika’da olsaydı binlerce film yapılırdı. Ve bunlar orada duruyor. Günün birinde yapılacak mı emin değilim. Buyurun, ‘Mustafa’ isminde bir film yapıldı. Dedikodusundan yanına varılamıyor. Çok başarısız, çok kötü bir film olmasına rağmen… Bir Atatürk filmini ben 10-15 yaşından beri dinlerim. Atatürk’ü bütün büyük aktörlerin oynayacağı anlatıldı. Yul Brynner’den John Wayne’e kadar…Hala yapamadık.CEej9cgWYAA4bY6

“KALİTELİ FİLMİN İŞ YAPMASI SÖZ KONUSU DEĞİLDİR”
 
— Popüler kültür, magazin kültürü ve sinemada ve tiyatroda ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Birbirlerinden etkilendikleri görmezden gelinemez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Popüler kültür dediğimiz kültürü, her zaman duyuyoruz. Bir takım kişiler tarafından aşağılandığını görüyoruz. Yani bir iş popülerse, bir iş çok yapan bir hedefe yönelik ise buradan kalite çıkmaz. Bunu da anlamakta güçlük çekiyorum. Eskiden; “festival filmi çok iş yapmaz” diye bir laf vardı. Çünkü festival filmi kaliteli bir filmdir,kaliteli filmin iş yapması söz konusu değildir. Bir filmin iş yapabilmesi için sıradan, basit, sadece güldürmeyi, sadece iş yapmayı amaçlayan bir film olması gerekiyor. Böyle dengesizlik olur mu? Popüler kültür pek âlâ çok doğal ve güzel işler yapabilir. Becerisinin yanında çok da kaliteli bir ürün ortaya koyabilir, koymalıdır da. Heyecanla bekliyorum. Ama elbette ki seyircinin en çok istediğini onun istediği şekilde ona vermeye kalkarsanız, hedef sadece para kazanmak olur. Tabi para kazanmak gerekli. En azından bir film daha yapacak kadar para kazanmak gereklidir. Ama benim hedefim o değil. Katlar, yatlar, hanlar, hamamlar almak gibi para hırsı peşindeyseniz çoğu zaman kaliteyi yakalamak mümkün olmaz. Görüyorsunuz işte hangi dizi tutmuş; vurdulu kırdılı filmler, diziler… Hadi buyurun, herkes öyle yapıyor. Hangi dizi tutmuş; gözyaşları arasında, insanlığın yerden yere süründüğü diziler…  Ben bu kadar ağlayan bir millet görmedim. Yarışma programlarından tutun, her yerde insanlar hüngür hüngür ağlıyor. Üstelik yarışmacıların, katılımcıların ağlamasından başka sunucular bile ağlıyor kardeşim. Bu kadar duygusal bir millet değildik, giderek mi duygusal olduk ne oldu? Ama popüler kültürün bunları etkilememesi maalesef bizim gibi ülkelerde pek mümkün değil.

“İNSANOĞLU VEFASIZ”
 
— Sinema ve vefa…
 
Tanınmışlığın getirdiği bir yerde, bir katta, bir mevkide olup da sonra bir nedenle kayıp gitmenin bir faturası yok. Televizyonda zaman zaman bir takım portföyler izliyoruz. Bugün büyük isimler diye baş tacı ettiğimiz Elizabeth Taylor, Rock Hudson, Robert Redford, Marilyn Monroe gibi starların hayatlarını okuyoruz. Görüyoruz ki hepsinin çok sıkıntılı, kötü günleri olmuş. Üstelik o günlerde kimse bunların yüzüne bile bakmamış. Şöhret oldukları dönemde önlerinde iki büklüm eğilenler, peşlerinden ayrılmayanlar çevrelerinde kalmamış. Yalnız sinemada değil insanoğlunda var bu vefasızlık. Başka mesleklerde de böyle. Politik kariyer sahibi olan bir adam, liderken etrafı dalkavuklardan geçilmez. Görevini yitirdiği, istifa ettiği, seçimi kazanamadığı zaman etrafının boşalması gibi bir sürü örnekler gördük.

…bitti!

Röportaj: Muaz Kalaycı, Genel Yayın Yönetmeni

Redakte: Hicran Kandemir, Editör

Fotoğraflar: Zübeyda Topkaya

29.03.2009 HABERAKTÜEL

 

Metin’in Parası Var, Benim Yok

Usta oyuncu Zeki Alasya hayatını kaybetti. Usta oyuncu Alasya, son röportajını kapak konuğu olduğu Filmstudio dergisine vermişti. Usta oyuncu dergiye çarpıcı açıklamalar yapmıştı.

“METİN’İN PARASI VAR, BENİM YOK”

Maddi durumunun iyi olmadığını söyleyen Alasya “Emekli olamam, param yok. Bana yetecek kadar param olsa hiçbir güç beni bu piyasada tutamaz. Param olmadıkça da oynayacağım. Metin Akpınar‘ın var mesela. Demek ki Zeki Alasya‘nın da vardı da bir şey oldu diyelim. Eli açıklık, hesapsızlık ne derseniz artık. 3 sene balık lokantası işlettim, 1.2 milyon dolar para kaybettim.” dedi.

İşte o röportaj:

MUHTEŞEM YÜZYIL TÜRK DİZİLERİNİN YÜZ AKIDIR”

“Uğur Yücel’in oynadığı ‘Aramızda Kalsın‘ ve ‘Canım Ailem’ sıcak geliyor. Mesela bizim ‘Yabancı Damat‘, ‘İkinci Bahar’ iyi dizilerdi. Herkesin eleştirdiği, küçük şeylere taktığı “Muhteşem Yüzyıl” var ya, Türk dizilerinin yüz akıdır. Onun karşısında hazır ol vaziyetine geçsinler, selamlasınlar ukalalar. Müthiş bir performanstır, oyuncusuyla, kıyafetiyle her şeyiyle mükemmeldir. Bu dün yapılamazdı. Selda Alkor‘un oynadığı Kösem Sultan‘daki kıyafetlere, dekorlara, çevrelere bir bakın, görün rezaleti. Bu açıdan baktığınız zaman düne göre çok ileri bir noktada Türk dizileri.

“DİZİ SEKTÖRÜNDE İNSAN GİBİ ÇALIŞMA YOK”

Dizi sektörü eskiden daha güzeldi. Son derece güç şartlarda, çok ucuza kaçarak yapılıyordu ama diziler 45 dakika oluyordu. Daha insanca çalışıyordunuz. Haftada 90 dakika bir dizi yapmak dünyanın en zor işi. Oyuncular ve kamera arkasında çalışanların tümü için, özellikle hanım arkadaşlar için inanılmaz zor. Düne kıyasla teknik olarak batıyı yakalamış vaziyetteyiz ama bu insanca bir çalışma değil. Bu, adi kapitalist düzenin size dayattığı bir olay. Olmaz böyle şey. Bundan 10 sene önce Küba‘da bir film çektim. Saat beşte düğmeye basıldı ve bitti. Hâlbuki o gün mutlaka bitirilmesi gereken en az 3 saatlik daha çalışma vardı.

“OYUNCULAR ‘TÜKENDİK’ DEMEKTE HAKLI”

Oyuncuların “tükendik” söylemlerini haklı buluyorum. Gayretle çalışıyorlar, iyi paralar alıyorlar, itirazım yok. Hak eder etmez o ayrıca tartışılır. İnsanlara çok para verdiğiniz zaman, bu onları köle gibi çalıştıracaksınız anlamına gelmiyor. Batıda çok para alanlar bile insanca bir çalışma temposu ve kuralı içerisinde çalışıyorlar.

“KENDİMİZ OLURSAK BİZ DE OSCAR ALIRIZ”

Yabancı Oscar diye bir ödül var, bu Oscar’ı büyük reis Amerika veriyor. Bunu İtalyaFransa gibi Avrupa‘dan bir ülkeye vermek değil niyetleri. O zaman çok dikkat çekmiyor. BunuTürkiye‘ye, Malezya‘ya, Güney Amerika‘dan bazı ülkelere verirse büyük reisin iyi niyeti ortaya çıkar. Biz teknik ve kafa olarak bunu çok rahatlıkla alabilecek güçteyiz. İtalya sık sık alıyor bunu. Bir zamanlar birilerinin beğenmediği Yeşilçam’daki lezzette, sıcacık filmler yapıyorlar. ‘The Postman’, ‘Cinema Paradiso’, ‘Hayat Güzeldir’ yapıldı ve Yabancı Oscar aldı. Biz de kendimiz olalım. Tıpkı İtalyanların yaptığı gibi İstanbul‘un Antalya‘nınUrfa‘nın güzelliklerini ön plana çıkaralım. İnanır mısınız, bunu yaptığımız ilk sene; “buyurun Oscar sizin” diyecekler. Bu kadar basit.

“OSCARLIK FİLMİ CEM YILMAZ YAPAR”

CEeTrpyXIAENR5EUzun bir süredir filmleri eleştirmiyorum. İnsan benim yaşıma gelip, yaptıklarımı yapınca kendini bir şey söylemeye hakkı var zannediyor. Bazı filmlerde bazı yanlışları gördüğümde, tekrarlanmaması adına söylemek gibi yanlış bir yol seçtim. Bana göre doğru bir yoldu, gene aynı iddiadayım ama bu insanları çok rahatsız etti. Yılmaz Erdoğan adam gibi ayakları yere basan çok güzel işler yapmaya başladı. ‘Kelebeğin Rüyası’ filmi çok güzeldi. Bence en iyi işi yapacak olan Cem Yılmaz. Cem Yılmaz‘ın Arog, Gora gibi filmlerini çok beğenmedim. Sinemada müthiş becerikli olduğu başka şeyler var, görüyorum. Yabancı Oscar’a aday olacak dediğim filmleri en iyi yapacak adam da şu an Cem Yılmaz. Ata Demirer, ‘Eyvah Eyvah‘ diye filmler yapıyor. Onlardan bizim Yeşilçam’daki lezzeti alıyorum.

“KIVANÇ’SIZ DİZİ İLK 100’E GİREMEZ”

Bir dönem bu jön, jönfi modasının bittiğine dair laflar ediliyordu. Ben ona çok inanmadım. Bazı dönemlerde aykırılıklar çıkabilir. Humphrey Bogart diye bir oyuncu var, suratına bakamazsınız ama çok büyük bir oyuncuydu. Bizde de Turhan Seyfioğlu vardı, Humphrey Bogart familyasından ama büyük bir oyuncumuzdu. Kıvanç Tatlıtuğ‘u alın diziden, dizi ilk yüze giremez. Oyunculuk olarak çok eğitti kendini. Yalnız öyle oyunculardan çok büyük oyunculuk beklemeyin. Clark Gable’lar, Ayhan Işık‘lar, öyle duran, çok fazla oyunculuk kabiliyeti olmayan adamlardı. Ayhan Işık ağabey olağanüstü yakışıklıydı ama kötü bir oyuncuydu. Halit Ergenç, klasik jönle bahsettiğimiz çirkin kralların arasında bir adam, erkek güzeli değil.

“GÜNÜMÜZDE JÖNDAM (KADIN OYUNCU) GÖREMİYORUM”

Türkan Şoray. Fatma Girik de, Hülya Koçyiğit de çok güzel kadınlar ama Türkan Şoray‘da büyülü bir güzellik var. Kamera onu çok sevdi. Perdede nefesinizi kesecek kadar güzeldi, onun gibisi henüz gelmedi. Günümüzde jöndam göremiyorum ama Beren Saat ve Nurgül Yeşilçay‘ı beğeniyorum.”

HABERLER.COM

 

ZEKİ ALASYA KİMDİR?

Zeki Alasya 18 Nisan 1943, İstanbul Aslen Kıbrıslı, İstanbul doğumlu Türk tiyatro ve sinemasanatçısı. Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa’nın yeğenidir.
Robert Koleji’den mezun olan sanatçı sanat hayatına da 1959’da MTTB tiyatrosunda amatör olarak başladı. Arena, GENAR ve Ulvi Uraz tiyatrolarında çalıştıktan sonra Haldun Taner, Metin Akpınar ve Ahmet Gülhan ile birlikte Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun kurucuları arasında yer aldı.
Film çevirmeye 1973’ten sonra başladı. Metin Akpınar ile birlikte Türk sinemasında yeni bir ikili oluşturdular. Birçok filmde yer aldı ve 1998 yılında Kültür Bakanlığı’nca Devlet Sanatçısı unvanı almıştır. Salak Milyoner, Köyden İndim Şehire, Güler Misin Ağlar Mısın, Nereye Bakıyor Bu Adamlar, Hasip ile Nasip gibi filmleriyle eşleştirilmiş bir komedyen olarak ün kazandı.
İlk yönetmenlik deneyiminide yaşadığı kariyerinde önemli yere sahip 1977 ve sonrası filmleri olan Aslan Bacanak, Sivri Akıllılar, Caferin Çilesi, Petrol Kralları, Doktor, Köşe Kapmaca, Vay Başımıza Gelenler ve Elveda Dostum yer alır. Akasya Durağı dizisinde Nuri Baba karakterini canlandırmıştır. Şimdilerde de Kanal D ekranlarında 28 Ocak 2014 tarihinde yayınlanan Küçük Ağa dizisinde Mehmet Ağa karakterini canlandırmıştır.Dizi düşen reytingler yüzünden final yapmıştır.
Yer Aldığı dizi ve filmler..
1972 Karaoğlan Geliyor-Çalık
        Sev Kardeşim-Avukat
        Tarkan Altın Madalyon-Vandal Kralı
        Tatlı Dillim-Antrenör
1973Hamsi NuriTorik
        Kaynanam Kudurdu
        Kolsuz Kahramanın Kolu
        Yalancı YarimHüsnü
1974Beş Tavuk Bir Horoz
        Köyden İndim ŞehireHimmet Ağa
        Mavi BoncukŞeker Kamil
        MirasyedilerZeki
        Salak MilyonerHimmet Ağa
        İmparatorİspirto Nuri
        Şenlik Var / Bal Kız Selim Türkân Şoray ile başrolde oynamıştır
1975Beş Milyoncuk Borç Verir MisinZeki
        Güler Misin Ağlar MısınZeki
        Nereden Çıktı Bu VeletZeki
1976Hasip İle NasipHasip
        Her Gönülde Bir Aslan YatarBekçi Zeynel
        Nereye Bakıyor Bu AdamlarZeki
1977Aslan BacanakSelim
        Sivri AkıllılarZeki
1978 Cafer’in ÇilesiCafer
        Petrol KrallarıZeki
1979 DoktorTabelacı
        Garibin Çilesi Ölünce Biter-Zeki
        Köşe KapmacaDonanma Kamil
        Vay Başımıza Gelenler-Kamil
1981Şaka YapmaZeki
1982Baş Belası-Zeki Gürses
1983Davetsiz Misafir-İlyas
        Dönme Dolap-Selami
1984Gülümseyen Dünya
1985Yanlış Numara-Sami
        Patron Duymasın-Şakir
1986Namus Düşmanı-Veli
1988Güler Misin Ağlar Mısın
1992Biz Bize Benzeriz
        Zeki Metince
1993 Hastane -Doktor Salih Marmara Televizyon dizisi
1998 Yerim Seni -Muharrem Televizyon dizisi
1999Güle Güle-İsmet
2000 Adada Bir Sonbahar -Mehmet Televizyon filmi
        Oyunbozan-Kemal Yılmaz
2001Dedem, Gofret ve Ben-Rıza
2002Anne Babamla Evlensene-Sermet
        Rus Gelin-Federasyon Başkanı
2003 Hababam Sınıfı -MerhabaBoz Ali
        Ömerçip-Tonton Dede
2004 Cennet Mahallesi- Komiser 2004-2007
        Pardon -Cezaevi Müdürü
        Yabancı Damat- Ökkeş Usta Televizyon dizisi
        Şans Kapıyı Kırınca-Peder Alfonzo
2006Can
2007Hayattan Korkma-Rıfkı
        Oyun Bitti -Tahsin Televizyon dizisi
2008Akasya Durağı-Nuri Baba
        Görgüsüzle-r Nurullah Televizyon dizisi
2009Aşk Geliyorum- Demezİsmail
2013 Bizim Okul -Okul Müdürü Televizyon dizisi
        Arka Sokaklar -Vasıf Koç Televizyon dizisi,konuk oyuncu
2014 Küçük Ağa -Mehmet Ağa Televizyon dizisi
Kaynak: Milliyet

 

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş