100. Yılda Klasik Döneme mi Girdik?

0 Yorum

Cumhuriyetimizin 100. Yılına dair geç de olsa çoğu kurum ve kişi farklı ölçeklerde işler ortaya koymaya başladı. Geç de olsa diyoruz çünkü Cumhuriyetin bir asrı dolduracağı yıl kurulduğu zamandan itibaren biliniyordu. Buna rağmen bu özel yıl için hazırlıklar bürokratik düzen içinde kaldı. Böyle olunca da çoğu 100.yıl çalışması zaten bildiğimiz gördüğümüz şeylerin bu asra ithaf edilmesi olarak karşımıza çıktı.

100.yıl, özlemlerin, yarım kalmışlıkların, tahribatların, sorunların olduğu bir döneme geldiyse de aslında Türk cumhuriyetinin ne kadar kuvvetli ve insanımıza uygun olduğunu da gördüğümüz bir burhan oldu. Cumhuriyetin ilk yıllarında sanat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün özel çabaları ile ilerlemekteydi. Türk gençleri ülkesini ihya etmek için yurt dışına gönderiliyor ve geri dönüp mütevazi yaşamlarla misyonunu gerçekleştiriyordu. İlk Türk operası olmasa da cumhuriyetin ilk operası Özsoy gene bu dönemde hazırlanmıştı. Bu eser de yüz yıl sonra olduğu gibi çok kısa bir sürede Gazi’nin emriyle hazırlanmıştır. Türk Milleti kısa sürede olağanüstü işler yapmaya alışmış anlaşılan. Fakat değişen bir şey var ki o da gençlerin artık ülke ve ulusa dair hedefleri yerine kendi kariyerleri için ülke dışında eğitimi tercih etmesidir. Sebepleri uzunca konuşulur ancak bugün yetenekli gençlerin başkasına ait bir vatanda yabancı olarak yaşamayı göze alması onların sorunlu olduğunu göstermez. Demek ki bu toplum bu düzen ülkenin gelecek nesillerini böyle yetiştiriyor. 

Velhasıl yüzüncü yıl için herkes elinden geleni gönüllü olarak yapıyor. Marşlarımız artık yalnızca devlet tarafından yaptırılmıyor, artık cumhuriyet sayesinde milletin fertleri de marşlar da yazıp besteliyor. Cumhuriyet demek ki bu milletin yeteneklerini ortaya çıkartmayı başarmış. Bir asırlık bir kazanım sonucunda şimdi bir sürü yüzüncü yıl marşımız var.

Ülkemizin sayılı kurumlarından biri olan Bursa Devlet Bölge Senfoni Orkestrası dönem konserlerini yüzüncü yıl için planladı. İkinci konserinde ise Korolar Maratonu açılışı yapıldı. Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nin Osmangazi Salonu’nun dört bir yanına yerleşen onlarca korist dinleyicilere muhteşem bir gece yaşattı. Gecenin ilerleyen saatlerinde binden fazla dinleyici de koronun bir parçası oldu ve Şef Cem’i Can Deliorman bageti ile dört bir yanını yöneterek herkese yüzüncü yıla yakışır bir gece yaşattı.

Gece büyük Türk bestecei Muammer Sun’un Karadeniz, Biz Atatürk Gençleriyiz, Sakarya, İzmir’in Dağlarında marşları ile şenlendi. Cumhuriyete dair duygularımızı yaşatan bu eserler ile kurtuluşu ve kuruluşu iliklerimize kadar yaşadık.

Konserde bandolardan dinlemeye alışkın olduğumuz Musa Süreyya’nın Vatan Marşı ve Faik Canselen İleri Marşı coşku ile söylendi. Marşların bir özelliği de tüm sorunlarına rağmen insanların vatanın sevgisi ve ulusuna bağlılığını hatırlatmasıdır. Zannediyorum salonda dinlenen her marş aynı zamanda söylendi. Hatta İlker Kömürcü’nün 100. Yıl Marşı, Hasan Uçarsu’nun 100. Yıl Türküsü ve Utar Artun’un 100. Yıl Marşı dahi kâğıttan okuyarak dahi olsa söylenmeye çalışıldı. Son dönemde marşlar nasıl olmalı diye çok tartışılıyor. Elbette her marş kolay söylenmelidir diye bir kaide yok. Ancak bir asırlık gururu yaşatacak marş kesinlikle kolay ezberlenmeli, beğenilmeli ve söylenmelidir. Millet marşı bayrak yapmıyorsa hiçbir anlamı yoktur. Çok güzel olan ama sizin olmayan bir şey olarak kalır. Örneğin Felix Körling bestesi olan Gençlik Marşı bizim için en milli marşlardan biridir. Çünkü “dağ başını duman almış yürüyelim arkadaşlar” derken hepimiz eşlik ederiz. Bu marşı dinlerken milli bir azim için güç buluruz. Yabancı bir melodi olması değil bizim ne hissettiğimiz önemlidir. Maratonun final parçası da bir uyarlama olan Memleketim şarkısıydı. Bestecisi kim olursa olsun bu şarkı da ulusal birliği sağlayan gönül taşlarını döşeyebiliyor. Yahut Eski İzmir Marşı çok keyiflidir, ancak hepimizin bildiği İzmir Marşı artık bizim için cumhuriyet bayrağıdır. Hiçbirimiz bu marşın önceleri Enver Paşa için söylenmesini düşünmeyiz. 

Korolar maratonu samimi bir marşlar konseri le başladı. Yüzüncü yılında dahi konserlerimizde 10.yıl Marşı’ndan daha başarılı bir bayrağımız yok. Tüm salonun ayakta coşkuyla ve gururla söylediği 90 yıllık bir marş. Her yıl daha da değeri artıyor daha da önemi artıyor. Yurtdışında eğitim alıp gelen Cemal Reşit Rey’in hazırladığı marş olması da belki tüm bu mefkureyi yansıtmaya faydalı oluyor. Gerçek bir milli özgüven marşı olduğu için hala nesilden nesile sevilerek söyleniyor. Asırlar önce Süleyman Çelebi’nin yazdığı Vesiletün Necat yani Mevlidi Şerif uhrevi anlamda nasıl eşsizse milli anlamda da 10.yıl marşı da eşsizdir. Her dizesi ile günümüzden ileri ve cesurdur. 

Necil Kazım Akses’in 50. Yıl Marşı’nı salonda belli bir yaşın üstündeki dinleyiciler mırıldanarak söyledi. Bu marşın da bestecisi de Türk Beşlilerinden biri. Ama neden bu marş dinleyicide aynı tesiri yaratmıyor? Cumhuriyetin 50. Yılındaki ulusal vaziyetten dolayı olabilir mi? Peki bugün de melodik olarak da söz olarak da çok güzel olsa da 100. Yıl marşları bu yüzden beklentimizi karşılamıyor olabilir mi? Konser programına dahi alınmayan 75.yıl marşını bu soruya ortak etmek içi gayret göstermeyeceğim. 

Koro Şefi Burak Onur Erdem Nilüfer Çoksesli Korosu Şefi Göknur Yıldız ve Orkestra Şefi Cem’i Can Deliorman uzun uzun sahnede alkışlandı. Herkes elinden gelenin en iyisini yaptı. Beklentilerimizin karşılanmamasının sebebi gene bizleriz. Türkiye Cumhuriyeti bir asrın sonunda hala tarikat mensupluğu, kız çocuklarını kafese koyma projeleri, etnik-dini bölücülük ve kültürel mefkure yaratma ve diğer bir sürü konuda kendi içinde mücadele ediyor. Cumhuriyet hala yaşıyor, ancak biz cumhuriyeti nereye nasıl ilerleteceğiz bunu bilmiyoruz.

Bu kadar belirleyici bir bilinmezliğin içinde hangi marşı nasıl yazılabilir ki?

İşte bu yüzden bir asır önceki ruha 10. Yıl Marşı ile tutunuyoruz. 

Burhan Kurtulmuş Aytoslu

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş