Abide-i Hürriyet Tepesinin Kripto Mezarları

0 Yorum

Meslek hayatımın başında henüz sanat tarihi eğitimi almaya yeni başladığımda, hep bilinmeyenlerin peşinde koşmak isterdim. Mezuniyetimle beraber çok sayıda belgesel senaryosunu bu hayallerin ışığında hazırladım ve çektim. Önce meşhur Bitinya galerilerine girmeyi başardım, sonra mumyalanmış şekilde duran Osmanlı Sultanı Çelebi Mehmed’in pek bilinmeyen bilinse de girilmeyen mezar odasına girmeyi başardım.

Osmanlı İmparatorluğu Osmangazi, Orhangazi, Murad Hüdavendigar, Yıldırım Bayezid devrine kadar saltanat birliğini başarılar kazana kazana ilerletiyor. Anakara Savaşı ile birlikte Yıldırım Timur’a yeniliyor ve 1402 yazından itibaren şehzadeler imparatorluğun farklı bölgelerinde ayrı ayrı hükümdarlığını ilan ediyor. Bu süreç sonunda Çelebi Mehmed tüm kardeşlerini bertaraf ederek tahtın sahibi oluyor. Erken dönem Osmanlısında Türkistan’dan gelen ve devlet işlerine müdahil olabilen kıymetli şahsiyetler var. Yahut Hacı İvaz Paşa gibi olağanüstü yetenekli devlet adamları da var. Velhasıl Çelebi Mehmed beklenmedik bir şekilde ölüyor. Bunun üzerine devlet ricali yeniden bir fetret devri yaşamamak için sultanın ölümünü gizleyip 2. Murad’a haber veriyor. Dönemin ulaşım imkanları zorludur. Sultanın cesedi bozulmaması için tahnit ediliyor, yani mumyalanıyor. Bu süreçte de askerler farklı numaralar ile oyalanıyor. Hatta sultanın na’şındaki ölüm beyazlığını saklamak için bir çeşit makyaj yapılıp uzaktan askerlere gösterildiği dahi bazı kaynaklarda aktarılıyor. Gerçek olsun olmasın bir kargaşayı önlemek için devlet adamlarının ne denli çabaladığını tahmin etmek güç değil. Benzer hatıralar cumhuriyet döneminde de aktarılmıştır. Hatta Atatürk’ün hastalığının zorlu günlerinde Bursa’da katılacağı son baloya katılanlar da onun sabaha göre çok daha sağlıklı göründüğünü yüzüne renk geldiğini ifade eder. Gene bu hikâyenin devamında Çelik Palas’ın lavabosunda pembe pudralı havlular bulunur. 

Böylelikle devlet adamları bazı sağlık ve ölüm olaylarını itina ile gizler. Fakat anlaşılmayan nokta Çelebi Mehmet’in neden defnedilmediğidir. İlginçtir, yalnıza bu sultanın türbesinde bir mezar odası bulunmaktadır. Şimdileri iyi korunsa da yıllar içinde mumyalanmış na’şı çürüyerek un ufak olmuştur. Türbenin mimarı Hacı İvaz Paşa erken Osmanlı Devri’nin en büyük mimarıdır. Veziriazam olup sonrasında sözlerine mil çekilerek yani kör edilerek Bursa’ya geri gönderilmiştir. 

Bu hikâyeyi neden anlattım?

İmparatorluğun son yıllarında patlak veren 31 Mart Vakası sonrasında bugün hala varlığını sürdüren bir anıt yapılır. Anıt gökyüzüne nişan almış bir top şeklindedir. Belki isyan eden bir top olarak da yorumlanabilir. Garip olan şudur ki, anıtın altında basamaklardan inilen bir mezar odası vardır. Duvarlarda çok sayıda na’şın konulduğu bir mezar odası bu anıt ile planlanmıştır. Devletin olağanüstü günlerini yaşadığı bu dönemin akabinde gene bir mezar odası inşa edilmiştir. İttihat ve Terakki mezarlığına çevrilen bu yerin adı Abide-i Hürriyet Tepesi’dir anıtın da keza adı budur.

Aynı Selçukilerde olduğu gibi İttihatçılar da mezar odası bulunan adeta dönemin moderni bir türbe inşa ettirmişlerdir. Sonraları İttihat ve Terakki’nin şehit liderleri farklı zamanlarda ülkemize getirilerek bu tepeye defnedilmiştir. 

Ülkemizdeki üçüncü önemli mezar odası ise Mustafa Kemal Atatürk’e ait olup Anıtkabir’in altındadır. Atatürk’te tıpkı Kanuni ve diğer bazı sultanlar gibi bir süreliğine tahnit edilmiş halde ebedi istirahatgâhının inşasını beklemiştir. 

Bu üç mezar odasının belki de hiçbir alakası yok. Fakat üçü de bin yıllık Anadolu tarihimizin en çetin dönemlerinde inşa edildi. Bu üç devirden birini milletçe ne kabul ediyoruz, ne de reddediyoruz. Tarih kitapları İttihat ve Terakki’den bahsederken sanki yabancıdan bahsedermişçesine soğuk sayfalarla dolu. Günlerdir dinlediğim bir şarkıyı araştırma ihtiyacı hissettim. Araştırınca hayal kırıklığına uğradım diyebilirim. Sanatsal değeri tartışılmaz derece yüksek olan bu şarkının albüm başlığının “Oratorıum ın memory of the vıctıms of the Armenian genocide of 1915” olduğunu öğrendim. Devamında da 1915 olayları üzerine dikilen anıtlar, bestelenen eserle ve nicelerini öğrendim. Sözde Ermeni soykırımı için yapılmış onlarca eser…

Maalesef biz 1915 olaylarına karşı savunan yahut cevap veren bir konumdayız. Bu yüzden de hep bu pozisyonda kalıp şikâyet edeceğiz. 

Mesele, 1915’i olay olarak görmek değildir. Biz kahramanlarımıza sahip çıkmadan neyi savunacağız? Bizim meydanlarımızda Talat Paşa’nın heykelleri yoksa, sinemalarımız Cemal Paşa’nın Halil Kut Paşa’nın Arap çöllerindeki mücadelesini anlatmıyorsa, diplomatik konuşmalarla neye cevap verebiliriz? Ermenilerin ayaklar altına aldığı İttihatçıları biz nereye koyuyoruz? Enver Paşa’nın anlatıldığı bir operamız var mı? Meşrutiyetin bir senfonisi var mı?

Çocuklar Talat Paşa için yazılmış hangi şarkıyı söylüyor, bandolar hangi marşı çalıyor? İttihatçıların Hürriyet Devrimi artık sahiplenilmelidir. Biz bile değer vermiyorsak Ermenistan’dan bu kahramanlara nasıl değer vermesini bekleyebiliriz? Biz maalesef cihan harbinin kahramanlarını Beşiktaş’ta bir mezar odasına hapsetmişiz. Ama onlar hala Ermenistan’ı rahatsız etmeye devam ediyor.

Bir asrın sonunda cumhuriyetin önünü açan meşrutiyet hala tartışma konusu. Mecliste bulunan hiçbir parti ne bu dönemi ne de bu liderleri savunmuyor. Sanatçılarımız ise bu konuda neredeyse hiçbir şey yapmıyor. Herkesin unutmak için adeta iş birliği yaptığı bu kahramanlar için hangi sanatçı ne yapabilir ki?

Burhan Kurtulmuş Aytoslu

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş