“150 Yıllık Meclis Geleneğini Yok Etmiş Olacaklar”

0 Yorum

Tüm değişken gündeme karşın Türkiye’de, kadına karşı yapılan toplumsal baskılara dair haberler gündemden düşmüyor. Yaşadığı sıkıntılar ve gördüğü baskılar kadınları, sadece belirli meslekleri seçmeye iterken, bazı mesleklerinse sadece erkeklere göre olduğu algısı dayatılıyor. Röportajlık olarak, ata erkil toplum yapısının dayatmalarını kıran ve erkek dünyasına adım atan ve başarılı olan kadınlarla röportaj dizisine başlıyoruz. “Erkek Dünyasına Kadın Adımları” adını verdiğimiz dizimize Dünya Antiemperyalist Gençlik Birliği Genel Sekreteri Elif İlhamoğlu ile başlıyoruz. 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde Türkiye’nin en genç milletvekili adayı olan İlhamoğlu ile, erkek egemen bir meslek alanı olan siyasette kadın olarak var olmayı ve Türkiye’nin siyasi gündemindeki gelişmeleri konuştuk.

Röportaj: Sinem Hançerigüzel

Fotoğraf: Sibel Gülersöyler

“Avrupa’nın göbeğinde orkestraya kadın müzisyen kabul edilmiyor”

SİNEM HANÇERİGÜZEL (SH): Erkek egemen, kadınlara karşı baskıların olduğu ve meslek seçiminde de bu baskıların kadınları yönlendirdiği bir toplumda, siyaset arenasında bir kadın olmak, Ortadoğu’da siyaset yapan bir kadın olmak ne anlama geliyor?

ELİF İLHAMOĞLU (Eİ) : Şöyle diyebiliriz: Kadınların kamusal alanda görünür olmaları ve kurumsal olarak kabul edilmeleri 60’lardan sonraya dayanıyor pek çok meslek kolunda. Öncesi de var tabii, çok daha öncesinde kadınlar kamusal alanda yer alıyor. Ama resmi olarak erkeklerle birlikte kamusal alanda kabul edilmeleri, -şu an hala eşit olmayan yerler var ama- en azından bazı meslek kollarında eşit ücret almaya başlamaları, daha önce giremedikleri meslek kollarına girebilmeleri -akademi vs gibi alanlara- esasen 60’lardan sonraya denk geliyor diyebiliriz. Buna rağmen günümüze, 2017 senesine baktığımızda hala dünyanın pek çok yerinde bu eşitliğin tam anlamıyla sağlanamadığını görüyoruz ve kadınların hala pek çok alanda erkeklere göre -özellikle kamusal alanda- geri planda bırakıldığını, pek çok iş koluna kabul edilmediğini, eşit işe eşit ücret alamadığını görüyoruz. Sadece siyasette değil, siyaseti bir kenara koyalım, ona geleceğim birazdan; ama onun da ötesinde… Örneğin; Viyana Flarmoni Orkestrası. Dünyanın, en önemli, en popüler, tanınmış, seçkin orkestralarından biridir. “Viyana Filarmoni Orkestrası” deyince herkes bir durur. Ama %99’u erkeklerden oluşuyor ve orkestra şefi yakın zamana kadar orkestraya kadın kabul etmiyordu. Kadınların erkeklere göre daha yeteneksiz olduğunu, müziği başaramayacağını iddia ediyor. Düşünün, Avrupa’nın göbeğinde, en gelişmiş yerlerinden birinde orkestraya kadın müzisyen kabul edilmiyor. “Çağdaş dünya” diye konuşuyoruz ya, oradan da örnek verelim, sadece Ortadoğu’dan değil. Almanya’daki arkadaşlarımızla, oradaki Türk vatandaşları ile görüşüyoruz, aktarıyorlar. Pek çok devlet kurumunda -özeli bırakın-, noterliklerde, akademide vs hala kadınlarla erkeklerin eşit iş yapmalarına rağmen, aynı emeği sergiledikleri halde aynı ücretleri alamadıklarını görüyoruz. Toplam olarak zaten kamusal alanda kadınların kabul edilebilirliğine ihtiyaç var. Sistemin de kamusal alanda kadınlara ihtiyacı var.  Bununla birlikte kadın hareketlerinin ve demokratik hareketlerin kazanımları var. Bunlar devam ediyor. Ama bir yandan da dediğiniz gibi erkek egemen sistemin tortularının yok edilmesi, lav edilmesi zaman alıyor ve bu ilerlemenin yeterince hızlı olmadığını görüyoruz. Günümüzde hala 21.yüzyılda kadınların kamusal alanda kabul edilebilirliğinin tartışıldığını, erkeklere göre emeklerinin yok sayıldığını, eşit ücret alamadıklarını, aşağılandıklarını ve çalışma yaşamında mobbing gibi uygulamalara maruz kaldıklarını görüyoruz.

“Toplumsal çelişkilerin arttığı dönemlerde kadınlar ön plana çıkıyor”

Şimdi siyasete gelirsek… Sınırlı alanlarda bile kadınların varlığı tartışılıp sorgulanırken, siyasete geldiğimizde bunun diğer alanlara göre çok daha geri olduğunu görüyoruz elbette. Fakat şunu söyleyebilirim: Toplumsal çelişkilerin arttığı ve toplumsal dinamiklerin kaynamaya başladığı dönemlerde kadınların ön plana çıktığını görüyoruz. Tarihte de öyle. Bugün Türkiye’ye baktığımızda 2010’lardan itibaren, halk hareketinin yükseldiği ve toplumsal dinamiklerin kaynamaya başladığı dönemlerde gerçekleşen hareketlerin en önünde kadınların yer aldığını gördük. 19 Mayıslarda, 29 Ekimlerde, Silivri’de, Gezi hareketinde, bugün Türkiye’de devam eden diğer hareketlerde… Sadece kadınları ilgilendiren konularda değil. Kadınları ilgilendiren konularda zaten, bir yandan kadına karşı şiddet, baskı, öfke, saldırganlık artarken diğer yandan kadınların ve tüm toplumun buna karşı tepkisi yükseliyor. Ama kadınların, sadece kadınları ilgilendiren meselelerde değil, toplumun tamamını ilgilendiren meselelerde duyarlılığının arttığını, hatta duyarlılığının artmasının da ötesinde harekete geçtiğini görüyoruz. Bugün Türkiye’de ve dünyada bu gerçekliği saptayabiliriz. Bir hafta önce Hindistan’da kadınlar, tecavüze karşı ayaktalardı. Bangladeş’te fuhuşa karşı ayaktalardı. Endonezya’da eşit işe, eşit ücret alamadıkları için ayaktalardı.

Türkiye’de, 8 Mart geliyor, Ayşegül Terzi davası var. Kadınların hareketlendiğini, ayağa kalktığını görüyoruz. Yine Batı Asya’da, coğrafyamızda kadınların göçmenlik sorunları konusunda yaşadıkları problemler ile ilgili, terörün kadınların üstündeki etkisi ile ilgili isyan ettiklerini görüyoruz. Belki isyanlarını lanse etme biçimleri farklı. İran’da kadınların, bisiklet yasağı geldiğinde hep birlikte bisiklete binip protesto ettiklerini görüyoruz. Kadın hareketinin yeniden bir ivme kazandığını, kadınların dünyada yaşanan toplumsal sorunlara duyarlılığının arttığını ve oluşan halk dinamiklerinin ana unsurunu kadınların oluşturduğunu bugün gözlemliyoruz. Evet, kadınların pek çok alanda görünürlüğü hala kabul görmemiş, bu siyasette de böyle. Fakat buna rağmen kadınlar buralarda görünür olmak için tüm güçleriyle mücadele ediyorlar diyebiliriz. Siyaset dediğimiz zaman sadece Meclis’in içini düşünmemek lazım. Meclis’te kadınların sayısı gerçekten çok az ya da siyasi partilerin temsillerinde kadın oranları çok az. Milletvekili olsalar bile biraz vitrin süsü gibi değerlendiriliyor kadınlar. Kendi fikirlerini özgürce ifade edemiyorlar, söz hakları kısıtlı oluyor. Ama siyaset demek, Meclis demek değil. Hayatımızda bugün değindiğimiz her şeyi kapsadığı için; toplumsal alanı, kamusal alanın tamamını değerlendiriyorum siyaseti tartışırken. Bu yüzden de “Kadınlar siyasette aktifler.” diyorum. “Problemler” dediniz ya, özellikle de yaşadıkları bu problemler sebebiyle aktifler. Ayrımcılık, nefret suçu, saldırganlık, öfke, tacizler, tecavüzler… Tüm bunlar kadınları siyasetten soyutlamak bir yana, tam aksine siyasetin içine daha da çekiyor. Çünkü kadınlar bunlara karşı mücadele ediyorlar, daha da görünür daha da aktif olmaya çalışıyorlar, haklarını kazanmaya çalışıyorlar ve başarılar sağlıyorlar bu alanda. O yüzden hakikaten siyaset yapan bir kadın olmak, bu bölgede, özellikle bu coğrafyada siyaset yapan bir kadın olmak daha çalışkan, daha disiplinli, daha sert, daha mücadeleci, daha kararlı, daha cesur olmayı gerektiriyor diyebiliriz.

“Bu değişikliği sizden feyz alarak yaptık”

SH: Dünya Anti Emperyalist Gençlik Birliği’nin Genel Sekreterisiniz. Bu bağlamda birçok Ortadoğu ülkesine ziyaretleriniz oldu. Bu ülkelerde, kadınların siyasetteki temsil oranı ve kadınların siyasete etkisi ne düzeyde?

Eİ: Suriye’ye, İran’a, Lübnan’a, Mısır’a gittik, bölgemizde ziyaretler gerçekleştirdik. Kurumsal anlamda şöyle diyebiliriz: Siyasi örgütler bağlamında kadınların görünürlükleri az; fakat toplumsal anlamda yüksek. Böyle bir ayrım yapabiliriz. Toplumsal alanda kadınların görünürlükleri yüksek; fakat o toplumsallığı temsil eden siyasi örgütlere baktığınız zaman, onların nezdinde kadınların temsil oranının daha düşük olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu da önümüzdeki dönemde değişmeye başlayacak. Bunun nüvelerini görüyoruz, değişmeye başladığından emin konuşuyoruz o yüzden. Örneğin; Baas Partisi’nin gençlik örgütü Suriye Devrimci Gençlik Birliği ile pek çok kez görüştük, ortak etkinlikler yaptık. Bu etkinliklerde örgütü temsil eden, görüştüğümüz yöneticilerin neredeyse tamamına yakını erkek oluyordu. Fakat Türkiye’yi temsilen ya da Dünya Anti Emperyalist Gençlik Birliği’ni temsilen ben gittiğimde ilk başta şaşırdılar tabii. Siyasi bir gençlik örgütünü kadın temsil ediyor, pek alışık olmadıkları bir şey belki de. Biz yaptığımız ziyaretlerde de kadın-erkek oranını gözetiyoruz, kadın-erkek yöneticilerimizden oluşan karışık bir heyet oluşturuyoruz. Dolayısıyla yaptığımız görüşmelerde bunu gördüklerinde kadınların da siyasette başarılı olduklarını, erkeklerle birlikte mücadele ettiklerini, bu mücadelede ayrım gözetilmediğini ve buradan daha başarılı bir sonuç ortaya çıktığını gördüklerinde kendileri açısından da bir şeyleri değiştirmeye başladıklarını gözlemledik. Örneğin; Suriye Devrimci Gençlik Birliği’nin Uluslararası İlişkiler Sorumlusu bir kadın arkadaş. Bu bizim ziyaretlerimizden sonra oldu. Benim yaşlarımda, tıp fakültesinde okuyor. Yaptığımız ziyaretlerden sonra bizi tanıdılar, sıcak ilişkiler geliştirdik ve sonrasında bu değişiklik oldu. Kendileri bizzat söylüyor, “Bu değişikliği sizden feyz alarak yaptık.” diye. Şu anda çok başarılı bir iş yürütüyor. Coğrafyayla görüşmeler yürütüyor Latin Amerika’ya, Rusya’ya kadar çeşitli ziyaretler gerçekleştirmiş. Bir yandan tıp fakültesinde okuyor, derslerinde çok başarılı, diğer yandan siyaset yürütüyor ve üstelik savaş ülkesinde bu siyaseti yürütüyor. Çok cesur bir kadın arkadaşımız gerçekten. İleride oranın aktif siyasi liderlerinden, -gençlikten mezun olduktan sonra- partide de aktif siyasi liderlerden biri olacağına inandığım arkadaş. Her dokunuşunuz orada olumlu yansıyor ve geri dönüşler alıyorsunuz. Dedim ya “İleride bu tablonun değişeceğine inanıyorum.” diye, bu bir örnekti mesela. Birkaç ziyaretimizin hemen sonrasında böyle bir olumlu tablo gerçekleştiğini gördük, bu küçük bir örnek. Bunun da ötesinde ciddi değişimler, dönüşümler yaşanıyor. Astana görüşmeleri gerçekleşiyor; Rusya, Türkiye, Suriye, İran bir araya geldiler. “Artık bölgenin kaderini, gelişimini Atlantik değil, Avrasya cephesi belirleyecek.” mesajıydı bu aslında. Avrasya cephesinin getireceği önemli değişiklikler olacak. Atlantik’in getirdiklerini gördük zaten. Terör getirdi, radikal İslam’ı, işgalleri, felaketi getirdi, ulus devletlerin yıkımını getirdi. Bunun karşısında Avrasya’nın sunduğu yeni bir seçenek var. Avrasya şu an bölgede birliğin, bütünlüğün sağlanabilmesi için temel kuvvetin ulus devletler olduğunu görüyor, ulus devletlere sarılıyor ve bunun bir gereği olarak da laik devlet yapısının korunması gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla bu gelişmelerden en çok yararlanacak toplumsal dinamiğin de kadınlar olacağını söyleyebiliriz. Nitekim kadınların bu ülkelerde de öne çıkmaya başladığını gözlemliyoruz.

Suriye ve Esad’ın Türkiye’ye Bakışı

SH : Suriye’ye geçmiş dönemde ve son dönemde yaptığınız ziyaretlerdeki görüşmelerinizi değerlendirecek olursanız, Esad hükümetinin ve halkın AKP’ye, Recep Tayyip Erdoğan’a ve Türk Milleti’ne bakış açısı nasıl?

Eİ : İlk ziyaretimizi 2011’de yaptık, savaşın ilk başladığı dönemde. 2011’den 2017’ye kadar pek çok ziyaret gerçekleştirdik. Hem halktan insanlarla görüştük hem de oradaki siyasi önder ve liderlerle. Her ziyaretimizde ısrarla şunu vurguladılar: “Bizim Türk Milleti ile ilgili hiçbir sorunumuz yok. Biz onları seviyoruz, onlar bizim kardeş milletimiz, kardeş halkımız. Aramızda çok derin tarihsel, kültürel bağlar var, bu bağların korunmasını ve devam ettirilmesini istiyoruz.” diye sık sık vurguladılar. Fakat elbette tepkili oldukları, daha önce Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin eşbaşkanlığını yürütme görevini üstlenen Tayyip Erdoğan ve hükümetti.  Hiçbir zaman Türk Milleti’ne bir tepkiye dönüşmedi bu. Bunca yıkıma rağmen Suriye hala, Türkiye ile ilişkilerin düzeltilebileceği ve eski haline döndürülebileceği noktasında umutlu. Nitekim bu umudun gerçekleşebileceğini de yavaş yavaş görmeye başladık. Bu Astana görüşmeleri bir vesile oldu şimdi. Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiği operasyon; IŞİD ve diğer terör örgütlerine karşı yürüttüğü başarılı mücadele, Rusya ve İran’la işbirliği içerisinde bu çalışmaları yürütmesi… En sonunda AKP’li bakanlar vs kendileri de açıkladılar “Esad’sız bir çözüm mümkün değil.” diye. Nitekim şimdi Suriye’de çözüm için Türkiye ve Rusya’nın önderlik ettiğini görüyoruz. Bunlar da önümüzdeki dönemde Suriye halkının, Türkiye ve Suriye’nin yeniden kardeş ilişkiler kurması umudunun gerçeğe dönüşeceğini gösteren önemli adımlar.

“Kadın Kavgası Değil, Milletin Vekilleri Kavga Ediyor”

SH : Biraz da Meclis’e değinmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde TBMM’de siyasetçiler arasında yaşanan bir olay gündeme damgasını vurdu. MHP’nin görüşmelerdeki tavrını protesto etmek amacıyla, Ankara Bağımsız Milletvekili Aylin Nazlıaka’nin kendisini kürsü mikrofonuna kelepçelemesi üzerine kadın vekiller arasında kavga yaşandı. Hem bu kavgaya hem de kendini yönetmesi için seçtiği vekillerle ilgili halkın hafızasında bu tür kavga görüntülerinin yer edinmesine dair ne söylemek istersiniz?

Eİ : Önce dipnot olarak şunu düşebiliriz: Ben bu kavganın, bir kadın kavgası olarak ön plana çıkarılmasından son derece rahatsızım. Böyle olduğunu düşünmüyorum. Meclis’te zaten ne yazık ki birlik ortamı olmadığı için sürekli kavgaların olduğunu, milletvekillerinin birbirini ısırdığını, dövdüğünü, ayakkabı fırlattığını, su şişesi fırlattığını görüyoruz. Hakikaten milleti temsil eden bir Meclis gibi değil de at çiftliği gibi davranıyor vekiller. Onlar hiçbir zaman “erkek kavgası” diye lanse edilmedi kamuoyuna, değil mi? “Milletvekilleri kavga etti, birbirine girdi.” diye verildi. Hep kavga edenler erkek vekiller oluyordu. Şimdi yine milletvekilleri kavga etti; ama bu sefer “Saç saça, baş başa kadın kavgası” vs diye kamuoyuna yansıdı. Bir kere bunun böyle lanse edilmesi son derece yanlış. Orada erkek vekiller kavga ettiği zaman “erkek kavgası” olarak lanse edilmiyorsa bu da bir “kadın kavgası” değil. Odağı yanlış yere çekip orada başka bir tartışma yürütüldü. Orada cinsiyete odaklanmaktan ziyade, milleti temsil eden vekillerin kavga etmesine odaklanmak lazım. Kadınların veya erkeklerin değil. Hem de şu dönemde, Türkiye’nin hem sınır içinde hem sınır dışında teröre karşı büyük bir operasyon yürüttüğü, ABD ile çeşitli mücadelelere giriştiği, ülkemizde bombaların patladığı dönemde, milletin birbirine sarıldığı bir dönemde. Millet birbirine sarılırken, kucaklaşırken, Meclis’te onları temsil eden vekillerin birbirine girdiğini görüyoruz. Esas odak, tartışılması gereken nokta burası. Eğer siz o kavgayı “kadın kavgası” diye lanse eder, oraya odağı çekerseniz o tartışılır, “Kadınlar birbirini dövüyor, erkekler birbirini dövüyor.” diye tartışılır ve gündem kayar. Fakat siz o kavgayı “Milletin vekilleri kavga ediyor.” diye yansıtırsanız, işte o zaman esas tartışma yerli yerine oturmuş olur. O zaman şunu tartışamaya başlarsınız: Başkanlık sistemi Türkiye’yi böler mi, birleştirir mi; Meclis’i böler mi, birleştirir mi? Bu vakada bile Başkanlık sisteminin bugün Meclis’i böldüğünü gördük. Kadın milletvekilleri de erkek milletvekilleri de hepsi birbirine girdi. Birbirini ısırmaya başladı, boğazlamaya başladı. 15 Temmuz sonrasında nasıl bir tablo vardı? İşte “Yenikapı ruhu” deniyordu. Orada milleti temsil eden partiler -eksik ya da tam- bir araya geldiler. Meclis’te görüşmeler gerçekleşti milletvekilleri arasında, siyasi partiler arasında. Kitle örgütleri arasında görüşmeler gerçekleşti vs. Millet arasında bir birlik oluştu. Devleti, milleti, ordusu, güvenlik güçleri hep birlikte kucaklaştığı bir ortam oldu 15 Temmuz sonrasında. Bu kucaklaşma sayesinde aslında “Teröre karşı başarılı bir operasyon yürütülüyor.” diyoruz. Bugün bombalar patlıyor Türkiye’nin en büyük şehirlerinde, Türkiye’nin kalbinde; fakat buna rağmen Türkiye’de toplumun hala dinç, ayakta ve kararlı olduğunu görüyoruz. Belki başka bir ülkede olsa, bu kararlılığı göremeyebiliriz. Bu da o birlik havasından kaynaklanıyor. Bu birlik havası varken, Meclis’in ortasına hemen bomba gibi bir Başkanlık sistemi tartışması düşüyor ve vekiller birbirini boğazlıyor. Böyle değerlendirirsek daha doğru olur ve gündemi de yakalamış oluruz diye düşünüyorum.

“150 Yıllık Meclis Geleneğini Yok Etmiş Olacaklar”

SH : Başkanlık sistemi tartışmalarından biraz bahsettiniz, hemen bu konuya ek bir soru sorayım. Anayasa referandumu sonucunda Başkanlık sisteminin gelmesi gibi bir durumda bu sistem, Türkiye Cumhuriyeti’ne ne getirir ve ondan ne götürür?

Eİ :
Bir kere şunu söyleyebiliriz: Türkiye’nin 150 yıllık bir Meclis geleneği var ve Türkiye’de savaşlar, mücadeleler, Türkiye’nin özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi Meclis’le yürütüldü ve Meclis’te yürütülen bu mücadeleler sonucunda başarılar kazanıldı. Bugün yaptıkları o kavgalara, o görüntülere rağmen, her ne olursa olsun milletin Meclis’e bir güveni var ve milletin temsilcisi olarak görülüyor Meclis. Kurtuluş Savaşı dönemine baktığınız zaman da Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı Meclis’le yönetiyor. Emirleri, kararları Meclis’ten çıkartıyor. Sonraki dönemlere baktığınız zaman da yürütülen tüm mücadeleler yine Meclis’le yönetiliyor. İşte 15 Temmuz dönemine vs baktığınızda da belki halkı en çok harekete geçiren, milleti sokaklara döken olay, o gün Meclis’in bombalanması oluyor. Dediğim gibi, Türkiye’de köklü bir Meclis geleneği var ve Başkanlık sistemiyle Meclis geleneğini yok etmiş olacaklar. Başkanlık sistemi ile o Meclis’i etkisiz hale getirmiş olacaklar. Bir; Meclis etkisiz hale getirilecek. Bütün yetkiler tek bir kişinin elinde toplanacak. Yasama, yürütme, yargı, Meclis’i fethetme yetkisi, Bakanlığı toplama-dağıtma yetkisi, kararnamelerin çıkarılması, HSYK üyelerinin belirlenmesi… Aslında belirleyici olan tüm yetkilerin tek bir kişide toplandığını göreceğiz. Tüm devleti, milleti tek bir kişinin yönettiğini göreceğiz. Türkiye’nin geleneğinde, tarihinde olmayan bir şey bu, daha önce kabul etmediği ve yine kabul etmeyeceği bir şey.

“Terörle mücadele nasıl yürütülecek Meclis olmadan?”

İkincisi, “Türkiye bugün terörle mücadele ediyor.” dedik; ama bu mücadele yakın bir süreçte sonuçlanacakmış gibi durmuyor. Belki Nisan, Mayıs aylarında yeni bir operasyon tartışılıyor Sincar’a, Irak bölgesinde PKK kampına gerçekleştirilecek bir operasyon. İşte El Bab’a operasyon tamamlandıktan sonra, Münbiç’e yeni bir operasyon tartışılıyor oradaki koridoru tamamen kesmek amacıyla. Amerika yeni hamlelerde bulunuyor. Önümüzdeki süreçte bölgedeki mücadeleler, teröre karşı yürütülen savaş devam edecek. Bu savaş devam ediyorsa bunun bir karşılığı da olacak. Ülkende patlayan bombalara ve teröre karşı senin verdiğin mücadeleler de devam edecek. Tüm bu mücadeleler nasıl yürütülecek Meclis olmadan? Tek bir kişinin aklıyla mı yürütülecek? Sen buradaki herkesin aklını, devletin ortak aklını silip atıyorsun. Dolayısıyla Başkanlık sistemi Türkiye’nin terörle mücadelesini sekteye uğratan, ona zarar veren ve bu mücadeleyi başarısızlığa sürükleyecek olan bir sistem olarak karşımıza çıkıyor. Bunun çok daha ağır sonuçları olur. Bir; “Türkiye’nin geleneğinde yok, Türkiye kaldıramaz bunu.” dedik. İki; “Terörle mücadeleyi sekteye uğratacak, başarısızlığa uğratacak bir sistem.” dedik. Üçüncüsü; bunların toplamında Türkiye’yi bir kargaşaya ve bu terör eylemleri sonucundaki başarısızlık karşısında ise belki bir bölünmeye götürecek bir sistem olarak karşımızda duruyor.

“Bu açıklamaların Türkiye’de meşruluğu yok”

SH : Yine Meclis’ten, milletvekillerinden bir soru ile devam etmek istiyorum. AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu geçtiğimiz günlerde tepki çeken bir açıklamaya imza attı. Yapılacak olan Anayasa referandumunu değerlendirirken Cumhuriyet rejimini kastederek “100 yıllık prangalardan kurtulma” ifadesini kullandı. Bu sözlerle ilgili görüşleriniz nelerdir?

Eİ : Artık bu açıklamaların hakikaten Türkiye’de meşruluğu, kabul edilebilirliği yok. Hatta milleti bırakın AKP içerisinde bile bir meşruluğu yok. Diğer yandan AKP Mersin Milletvekili Berber de farklı bir açıklama yapıyor: “Türkiye 1920’lerde yüzünü Doğu’ya dönmüştü. -Balkan Antantı’nı, Sadabat Paktı’nı örnek veriyor ve diyor ki- Türkiye yüzünü Doğu’ya dönmüştü, komşularıyla iyi ilişkileri vardı, Avrupa ile eşit ilişkiler kurmaya başlamıştı ve bağımsız, özgür bir ülkeydi. Türkiye ne zaman NATO’ya üye oldu, o zaman Doğu’dan kopmaya başladı, Orta Asya’dan kopmaya başladı ve Amerika ile bağımlılık ilişkisi içerisinde girdi.” diyor. Şimdi bakın bunu da AKP milletvekili söylüyor. Biri “yüz yıllık pranga” diyor, diğeri “Pranga ayağımıza esasen, NATO’ya üye olduğumuz dönemde takıldı.” AKP için bile tutarsız bir açıklama Erzurum milletvekilininki. Bu açıklamaların bir kabul edilebilirliği yok Türkiye açısından. Dolasıyla kendilerini de küçük duruma düşüren açıklamalar bunlar. Nitekim 15 Temmuz’da tüm Türkiye’nin, AKP’li milletvekillerinin, Tayyip Erdoğanların da, Türkiye’nin muhafazakar ve milliyetçi kesimlerinin de Cumhuriyet’e sarıldıklarını gördük. Mustafa Kemal Atatürk’e, Cumhuriyet devrimlerine, Cumhuriyet’in değerlerine, laikliğe sarıldıklarını gördük ve hala ağızlarından Mustafa Kemal’i, Cumhuriyet’i, laikliği düşürmüyorlar. Düşüremezler; çünkü düşürdüklerinde başlarına ne geldiğini gördüler. Cumhuriyet devrimlerine “pranga” dediler, “reklam arası” dediler; o zaman o lafları söyledikleri, o siyasetleri uyguladıkları dönemde terör örgütlerinin, cemaatlerin, tarikatların Türkiye’ye darbe teşebbüsünde bulunduklarını gördük. Kendi canlarını da ülkemizi de tehlikeye atan sonuçlar doğurdu Cumhuriyet karşıtı siyasetler. Bu yüzden, 15 Temmuz sonrasında terörün, tarikatların ve cemaatlerin yarattığı sorunların, ortaya çıkan ekonomik krizin, yaşanılan demokratik problemlerin hepsinin çözümünün Cumhuriyet’te olduğunu gördük. Nitekim onlar da Cumhuriyet’in değerlerine, bu ülkenin kurucu değerlerine, laikliğe; yine milli değerlere, üretim sistemine, kamusal sisteme sarılmaya ve o politikaları hayata geçirmeye başladılar. Bu bir zorunluluk, o yüzden o milletvekilinin yaptığı açıklamanın bir meşru zemini yok.

“Şiddeti tek bir yasayla engelleyemezsiniz”

SH: Biraz da sizin siyasetteki aktifliğinize değinmek istiyorum. 7 Haziran seçimlerinde siz Vatan Partisi’nden bir kadın milletvekili adayıydınız. Aynı zamanda en genç adaydınız. Bu doğrultuda şunu sormak istiyorum: Hem erkek egemenliği olan bu alanda bir kadın siyasetçi olarak hem de Vatan Partisi olarak ürettiğiniz siyasetlerde kadınlara hem toplumsal yaşamda hem üretim ve iş alanında neler vadediyor, nasıl bir yol açıyorsunuz?

Eİ : Bizim mücadele ettiğimiz bir toplum özlemi var. Bir gelecek hayali, bir gelecek özlemi, yeni bir toplum, yeni bir Türkiye ve hatta yeni bir dünya özlemi ve hayali diyebiliriz. Bunun için, özlemini kurduğumuz toplumu kurabilmek için mücadele ediyoruz. Bu toplum nasıl bir toplum? Kadın ve erkeğin eşit olduğu; birbirleriyle karşılıklı sevgi-saygı ilişkisi ve paylaşım içinde olduğu; toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kalktığı; insanların cinsiyetlerine göre değerlendirilmediği; toplumsal yaşamda ve toplumsal üretim içerisinde bireylerin eşit olarak var olduğu; bu var oluş içerisinde emekleri karşısında eşit ücret aldığı; kadın ve erkeğin birbirine karşı şiddet uygulamadığı; kadınların ölmediği, öldürülmediği tacize uğramadığı; erkeklerin de tacizci, tecavüzcü, katil durumuna düşmediği bir Türkiye özlemini kuruyoruz. Dolayısıyla bu Türkiye için mücadelemizi veriyoruz. Meclis’e girdiğimizde de,  iktidar olduğumuzda da bu Türkiye’yi kurma mücadelesini sürdüreceğiz. Çünkü bu kısa vadeli bir mücadele değil. Yani bir yasayla gerçekleşemez, “Bir yasa maddesini değiştirelim.” ile olmaz. Uzun vadeli bir mücadele. Ne yaptılar bugüne kadar? Bir sistem var, o sistemi çökertip, Cumhuriyet’i ve onun değerlerini çökertip kendi sistemlerini kurmaya, kendi değerlerini yerleştirmeye çalıştılar. Nasıl değerler? Kadın ve erkeğin eşit olmadığı, kadının eve kapatıldığı, kadının toplumsal üretimden çekildiği, hor görüldüğü ve bu horlanma sonucunda, kadına karşı nefretin ve şiddet ortamının oluştuğu bir toplum meydana geliyor. O toplumunu değiştirmen için ilk başta sistemi değiştirebilmen gerekiyor. “Haydi bir yasa çıkardım ben, yarın bir erkek kadına şiddet uygularsa cezası şu kadar olacak.”. Şiddeti böyle engelleyemezsin. Bunlar olacak elbette; yasalar, yasal kazanımlar, yasal uygulamalar, bunlar devam edecek. Ama kadın-erkek meselesi esasen toplumsal bir mesele olduğu için çözümü de uzun toplumsal değişimlerden ve dönüşümlerden geçiyor. Sen, merkezine insanın olduğu, emeğin olduğu, insanın saygı gördüğü, dolayısıyla insanın emeğinin saygı gördüğü, paylaşım içerisinde arkadaşlık duygularının geliştiği, kardeşlik bağlarının kuvvetlendiği bir Türkiye yaratırsan, Cumhuriyet değerlerinin hakim olduğu bir Türkiye yaratırsan o Türkiye’de şiddet meydana gelmez. Bunlar meydana gelmediği zaman bahsettiğimiz ayrımlar azalır. Öyle bir sistem getirirsin ki o sistem içerisinde kadının ve erkeğin birlikte ürettiği, paylaştığı ve emeklerinin karşılığını aldığı bir Türkiye yaratmış olursun. Dediğim gibi, bunlar uzun ve köklü toplumsal değişimler ve dönüşümler sonucunda başarılacak hedefler. Ama bunun dışında da bugün kadınların sahip olduğu tüm yasal kazanımları korumaya, ilerletmeye devam edeceğiz. Bir yandan köklü değişiklikler ihtiyaç; ama o köklü değişiklikleri gerçekleştirene kadar da elbette kadınların sahip olduğu kazanımların korunması ve geliştirilmesi önemli.

“Kadınların, mağduriyetlerini yok edebilmek için mücadele etmesi gerekiyor”

SH : Son olarak da siyasete atılmak isteyen kadınlara dair bir soru soracağım. Bu ataerkil toplum yapısının kadınları belli mesleklere yönlendirdiğini ve belli meslekleriyse sadece erkeklerin yapabileceğini dayattığını görüyoruz. Bu noktada bir ideolojik görüşe sahip ve bu görüşe göre siyaset yapmak isteyen, bir kurumda görev alıp çalışmak isteyen kadınlara ne önerirsiniz?

Eİ : Siyaset hakikaten bu alanlardan biri, erkeklerin egemen olduğu kadınların dışlanmaya ve görülmemeye çalışıldığı alanlardan biri. Hakikaten “erkek mesleği” olarak da lanse ediliyor dediğiniz gibi. Her ne kadar kadınlar bunu kırmak için mücadele etse, başarılar ve kazanımlar elde etse de… Bir örnek vereceğim. Mesela bu ayın sonunda Bangladeş Gençlik Birliği tarafından onların ulusal kongrelerine, Bangladeş’e davet edildik Dünya Anti Emperyalist Devrimci Gençlik Birliği olarak. Genel Sekreteri olduğum için bana mail gönderdiler “Sayın Anti Emperyalist Gençlik Birliği Genel Sekreteri’ne…” diye. Mesela mektubun başında “Mr. Elif İlhamoğlu” diye geçiyor. Yani “Bir uluslararası gençlik örgütü, onun genel sekreteri, bu kişi erkektir.” Öyle kabul ediliyor. Oraya “Mr-Mrs” diye değil veya “Dear” diye değil, “Mr. Elif İlhamoğlu” diye yazıyor. Erkek ön kabulu ile hareket ediyor. Onu çok bozmadım ikinci mail “My brother” diye gelmeye başladı. Dolayısıyla bunu yaşıyoruz her alanda. Bangladeş’te yaşadık, daha önce de yaşadık. Uluslararası bir görüşmede telefonu açtığımda bir gençlik örgütü “Dear brother” diyor, sesimi duyduğunda şaşırıyor ve değiştiriyor. “Burası siyasi bir alan ve siyasi bir alanın önderliği, genel sekreterliği erkek olmak zorunda.” ön kabulu ile hareket ediliyor. Dolayısıyla kadınların bu ön kabulu kırabilmeleri için gerçekten mücadele etmeleri gerekiyor. Sadece söylenmek, yakınmak yeterli değil. Evet, ciddi mağduriyetler yaşıyor kadınlar; ama bu mağduriyetlere sığınmak değil, aynı zamanda bu mağduriyeti yok edebilmek için mücadele etmek gerekiyor. Örgütlenmek gerekiyor. Bu mağduriyeti yok edebilmek için kadınların daha kararlı, daha cesur, daha atak olmaları ve kendilerine güvenmeleri gerekiyor. Çünkü kadınların kendilerine güvendiği her alanda başarılı olduklarını, hatta erkeklerden daha başarılı olduklarını görüyoruz. Yüzyıllardır gelen toplumsal baskılar, ezilmişlikler, ataerkil sistem ve tüm bunların kadınlar üzerinde oluşturduğu yükü aşmak kolay değil elbette; ama kadınların bunu aştıklarında bulundukları alanda erkeklere göre çok daha başarılı olduklarını görüyoruz. Çünkü o özgüveni kazanıyorlar, başarı elde ettiklerini görüyorlar ve daha başarılı olmak istiyorlar. Kendi başarılarının diğer kadınları da etkilediğini görüyorlar, fark ediyorlar. Dolayısıyla siyasetle ilgilenen pek çok kadın aynı zamanda kadın mücadelesini de sahiplenmeye ve hemcinslerini örgütlemeye çalışıyor. Bu nedenle dediğim gibi kadınların daha cesur, atak, özgüvenli olmaları ve hayalini kurdukları toplum için mücadele etmeleri gerekiyor.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş