“Cinsiyet ayrımcılığı ırkçılık kadar kötü”

0 Yorum

“Erkek Dünyasına Kadın Adımları” adını verdiğimiz dizimize Dünya Antiemperyalist Gençlik Birliği Genel Sekreteri Elif İlhamoğlu ile başlamıştık. Güçlü, erkeklerin dünyasında emin adımlarla yürüyen, “Elinin hamuruyla erkek işine karışma.” diyenlere karşı elini o hamura süren kadınları karşınıza getirmeye devam ediyoruz. İşte onlardan birisi, Elif Kaptan. Kocaman gemiyi ve içindeki kocaman adamları idare eden, onlara halat atmayı, kasa dikişi öğreten bir kadın o. Tuzla’da limana, denize ve gemilere yakın bir yerde sıcacık bir sohbet gerçekleştirdik onunla. Size gemi hayatını kadın gözüyle anlatacak. Deniz kokan bu röportaj sizlerle, keyifle okumanız dileğiyle.

 

Röportaj: Seda Özdemir – Enis Derdimentoğlu

ENİS DERDİMENTOĞLU (ED): Denizcilerin, karada denizi özlediği ancak denizdeyken denize sövdüğü ve karayı özlediği garip bir deniz tutkuları var. Bu tutkuyu bir de Elif Kaptan’dan dinleyebilir miyiz? 

ELİF DERYA KISACIK (EDK): Şimdi şöyle açıklanabilir. Biz karadayken denizi neden özlüyoruz? Denizdeyken çok yoğun bir tempoda çalışıyoruz ve gecemiz gündüzümüz belli olmuyor. Çalışırken kendimizi iyi ve daha işe yarar hissediyoruz. Gemiden indiğimiz zaman izinde olduğumuz için boşluğa düşüyoruz. İznin ilk bir haftasında karaya adaptasyon sağlıyoruz. Tempodan, uykusuzluktan ya da saat farklılıklarından sonra bomboş, kimsenin bizden bir şey beklemediği bir ortama geçince bir afallıyoruz, açıkça sudan çıkmış balığa dönüyoruz. Adaptasyondan sonra uzun süredir, neredeyse 6 aydır görmediğimiz insanlarla görüşüyoruz. Ailemiz, akrabalar ya da arkadaşlarımızla diyalog kurmaya çalışıyoruz. Şöyle söylemek gerekirse, onlarla sefere çıkmadan önceki muhabbetlerimizi ve nasıl diyalog kurduğumuzu hatırlamaya çalışıyoruz. Bu seviyeyi de geçtikten sonra denizi özlemeye başlıyoruz. Burada iş yapmadıkça daha fazla işe yaramaz hissediyoruz. 1 ya da 2 ay gezdikten sonra bizi ‘’Artık yavaştan denize çıkmalıyım.’’ düşüncesi sarmaya başlıyor. Bunun aslında başlıca sebebi birçok denizci de maddiyat oluyor. Çünkü para suyunu çekmeye başlıyor. Boşluğa düştükten sonra burada bir iş yapmayacağı için denize çıkma düşüncesi ve “Maddi ve manevi açıdan daha iyi hissetmeliyim.” düşüncesi bizi yeni bir sefere itiyor.

ED: Peki sizi 14 yaşında Denizcilik Lisesi seçmeye iten şey neydi?

EDK: Ben zaten ortaokulda yüzüyordum. Son iki sene lisansım da vardı. Liseye hazırlık sürecinde sınav kitapçıklarında yat kaptanlığı broşürlerini gördüm. Denizi zaten küçüklükten beri çok severdim. Yazın yazlığa gittiğimizde geceden mayomu, bikinimi altımdan giyer, öyle uyurdum, sabah olduğunda koştur koştur denize giderdim. Çok sevdiğim için kaptanlık meselesinin üzerine düştüm, “Ne güzel bir ayağın hep denizde.” diye düşünmüştüm. Sonra Çeşme’de Denizcilik Lisesine gittim. Ancak oradaki okul yeni açıldığından birçok eksiği vardı; öğretmen, ekipman ve eğitim bakımından özellikle. Ben oradan bir belge alamayacağımı hissettim, özel okulda okuduğumdan eğitimim boşa gitsin de istemedim. Notlarım iyi, puanım yüksek olduğu için bir sene hazırlığın sonunda direkt Ziya Kalkavan Denizcilik Lisesi’ne başvurdum. Müdürümüz baktı puanım iyi, çok da istekliyim, Ankara’dan bir yazı istediler. Resmi evrakları hallettikten sonra Ziya Kalkavan’a geçiş yaptım ve gemi yönetimi bölümünü seçtim. Devamı zaten buralara kadar geldi.

ED: Gemide özellikle ilk çıktığınız zamanlarda, ne tür zorluklarla karşılaştınız?

EDK: Benim tek sıkıntım insanlarla oldu; ama kadın olduğum için değil. Oradaki insanlarla benim yetiştiğim ortam çok farklıydı. Amirin bile olsa karşımdaki insan kendini iyi yetiştirememişse ya da kalite olarak aşağı biriyse, ona karşı ister istemez bir tedirginlik ya da onunla uyumsuzluk yaşıyorsunuz. Karşınızdaki insan da bunu sezdiği an sizi iş yönünde gereksizce yoruyor. Biz oraya tecrübesiz olarak gidiyoruz ve pratik olarak bir şey bilmediğimiz için yönlendirmeyle bir iş yapılıyor. Gerek tavrı olsun… Yani bir insandan bir şey isterken bir üslup olmalı. Beni, bana mesleki olarak hiçbir katkısı olmayan, lüzumsuz, angarya işlerle biraz zorladılar. Herhalde ben mesleği sevdiğim için onlara inat yapmaya ve direnmeye devam ettim. Zamanla tecrübe kazandıkça karşınızdaki kötü biri de olsa onu bilginiz ve tecrübenizle ezebiliyorsunuz. Eğer baş edemiyorsam, benim amirimse şirkete dilekçeyi yazıp gemiden iniyorum. Şirkette zaten iyi bir izlenim bırakırsanız şirket de bu tür olaylarda sizin arkanızda oluyor. Hiç şikâyette bulunmadan başka bir sebep göstererek inip başka bir gemide devam ediyorum.

 

“Kadınlara, kesinlikle denizde teşvik yok.”

ED: Peki erkek egemen bu sektörde, kadınların teşvik edildiğini ve destek olunduğunu düşünüyor musunuz? Sizi sırf kadın olduğunuzdan dolayı zorlayan durumlar oldu mu?

EDK: En başta baktığınız zaman kadın bünyesi ile erkek bünyesi bir değil. Bunlarla ilgili sıkıntılar oluyordu ilk zamanlar, önlem almıyorduk. Örnek verirsek ıslandığımız zaman o şekilde devam ediyorduk, yerinize birini çağırıp 10 dakika üstümüzü değiştirmeye gitmediğimiz için böbrek rahatsızlığı gibi şeyler yaşadık. Çünkü kadınların bünyesi daha hassas, ayaklarımızı üşüttüğümüz zamanlar sıkıntı olabiliyor, çocuk doğuracağımız için ona göre dizayn edilmiş bir vücudumuz var. Bunlara da tecrübe kazandıkça önlem almaya başlıyoruz. Mesela içlik giyiyoruz, bazı dönemler ilaçlarımızı yanımıza alarak sorun yaşamıyoruz. Bir erkekten farkımız olmadan işimize devam ediyoruz. Teşvik konusuna gelecek olursak, kesinlikle öyle bir şey yok. Yani şöyle benim bir sürü stajyer ya da zabit tanıdığım kadın arkadaşım, kadın denizcilerin istenmediğini düşünüyor. Bana göre bu çok acı bir şey. Çünkü her sektörde kadın da var erkek de ve yanlış yapabiliyorlar, bu tamamen insanın karakteri ile alakalı. Mesleğini kötüye kullanan ya da yapmayan oluyor. Ayşe Kaptan ya da Mehmet Kaptan, hiç fark etmez; işini yapamıyorsa gidip ‘’Sen bizimle çalışmaya layık değilsin, işini yapamıyorsun, iş akdini feshediyoruz.’’ diyerek kişiye söylenmeli. Bunu genelleme yaparak ya da cinsiyet ayrımına gerek olmaksızın yapmak gerekiyor. İnsan haklarına aykırı bir durum bu; cinsiyetinden dolayı mesleğini yapamıyor. Okumuş, emek vermiş, dersine çalışmış herkes gibi; ama kadın olduğu için tam işe girme zamanlarında sıkıntı yaşıyor. Bana göre bu hareketin ırkçılıktan hiçbir farkı yok. Aynı zamanda %90’ı Türk şirketlerde olmakla birlikte ‘’Kadın eleman almıyoruz.’’ diye bir politika oluşturmuşlar kendi aralarında. Bu, dava açılıp düzeltilmesi gereken bir konu.

 

“Elif Kaptan vardiyadaysa tuvalet ihtiyacımı zamanında giderebilirim.”

ED: 15-20 erkeğe karşı otoritenizi nasıl korudunuz? Zorlandığınız anlar oldu mu?

EDK: Tayfalardan yana bir sıkıntım olmadı şu ana kadar. Amirlerle bazen sıkıntılar yaşıyorum. İnsanların yöneticilik ve idarecilik kısmı çok önemli. Herkes yönetici olur; ama herkes lider olamaz. Bunun içinde insanlara bir iş yaptırırken motivasyonlarını düşürmemeniz gerekiyor. Ben bu liderlik konusunda çok kitap okuduğum, eğitim CD’lerini izlediğim için ve merhametli bir yapıya sahip olduğum için insanlara, insan olduklarını için değer verilmesi gerektiğini savunuyorum. Bu yüzden çok fazla problem yaşamadım. Duruşumu şu şekilde koruyorum: Laubali olmadan, insanların ihtiyaçlarını göz önüne alarak bir otorite kurduğunuz zaman, ister istemez sizi çok sevmeye başlıyorlar. “Elif Kaptan vardiyadaysa tuvalet ihtiyacımı zamanında giderebilirim.”, “Karnım acıktığında kendisine söylediğim an bana izin verir.” veya “Elif Kaptan bir iş veriyorsa önlemini almıştır. Emniyet kemerimi kontrol eder, ayakkabımı kontrol eder ve başımda durup beni doğru yönlendirir.” Bu güven ortamı oluştuğu için insanlar bana saygı duyuyor ve her söylediğim yapılıyor. Hiçbir zaman saygısızlık görmedim; çünkü iş saatleri dışında belli zamanlar onlara değer vererek, düzgün bir şekilde vakit geçirdiğim ve laubali olmadığım için nasıl konuşmaları gerektiklerini bilerek konuşmuşlardır. Mesela “Elif Hanım” diyen oluyor, ona ‘’Elif Hanım değil, Elif Kaptan ya da Efendi Kaptan demelisin.’’ diye uyardığımda ya da “Sen” diyenler oluyor, onlara “Sen değil, siz diye hitap etmelisin.” diye uyardığımda, “Aman Efendi Kaptan, kusurumuza bakma, sen bizi mazur gör!’’ diye açıklama yapıyorlar. İşte bunu sağlayan bu güven ortamı. Hatta benim olduğum gemilerde tayfalar bana “Efendi Kaptan, iyi ki geldin. Senin karşına öyle saç sakal karışık çıkamıyoruz, kendimize bakıyoruz.” diyenler oluyor. Normalde denizciler erkek erkeğe çok küfür etseler de benim yanımda dikkat ediyorlar, küfür kullanmamaya çalışıyorlar. Çok üstlerine başlarına dikkat etmiyorlarmış, ben geldiğim an parfüm sıkmaya, üstlerini başlarını ütülü giymeye başladılar ve bundan keyif bile alıyorlar.

SEDA ÖZDEMİR (SÖ): Peki bir kadın olarak gemi hayatını nasıl yorumlarsınız?

EDK: Bir denizci olarak şöyle diyebilirim ki kesinlikle kara ile alakası olmayan bir hayat biçimi. Bir kere bulunduğunuz zemin suyun üzerinde ve sürekli sallanan bir zemin. Yaptığınız iş, bir kütleyi sağ salim bir yerden alıp bir yere götürmek ve bu süreçte geminin makineleri, elektrik aksamı, yükü, içindeki insanlar, onların birbirleriyle ilişkileri, her şeyin kontrolü sizde ve size bağlı. Uyurken bile “Hangi evrakları istemişlerdi? Bu liman en çok neye dikkat eder?” diye düşünüyorsunuz ya da makinenin bir pompası arıza yaptığında “Nasıl yapsak, neresinden yapsak, şurasından baktık mı?” diye düşünüyorsunuz. 24 saat iş ile alakalı düşünüyorsunuz. Çok yoğun olmayan zamanlarda, işleri halletmişken, denetlemelerden geçmişken, limanda ya da demirde durduğunuzda ‘’Acaba evdekiler ne yapıyor?’’, ‘’Benim bir başka hayatım daha var, dur bir Facebook’a bakayım.’’ diyebiliyoruz. Özellikle gemiye ilk katıldığınızda, ilk 2 ay ‘’Ben kimdim?’’, ‘’Yemek yedim mi?’’ diye bile düşünmüyorsunuz. “Ne, nerede? Bu nasıl oluyor?” gibi sorularla gemiye adaptasyon 3. ya da 4. aylarda normale dönüyor. Hatta inme stresi kaplıyor sizi. 5. ve 6. aylar “Ha indim ha ineceğim.” diye geçiyor. Sonra, anlattığım karaya adaptasyon süreci böyle geçiyor. Bambaşka bir dünya, Survivor gibi; ama daha başka. Çünkü bir kütle üzerinde yüzüyorsunuz. Hava oluyor (sert rüzgâr esmesi), deniz oluyor, hiçbir şey olmasa denetlemeler oluyor, P.S.C [Port State Control (Gemi Çevre Denetleme)] geliyor, arızalar oluyor. Gidip gemide 1-2 ay kalmayan insan anlayamaz, öyle söyleyeyim.

 

“Ben artık denizci oldum.”

SÖ: Erkek dolu bir lise ve üniversite daha sonra erkek dolu bir gemide geçen iş hayatına adaptasyon sürecinizi zor atlattınız mı?

EDK: İlk başlarda özellikle çok zorlandım. Ortaokuldan liseye geçtiğim dönem gerçekten çok zorluydu. Sonra Ziya Kalkavan’da dışlanma durumlarım oldu, uyum sağlayamadım, çok afalladım. Sonra okulun rehberlik öğretmeni benimle bir görüşme yaptı ki ben o aralar okulu bırakmayı düşünüyordum. Bunun üzerine rehberlik öğretmeniyle sınıfça yaptığımız görüşmede şunu gördük: Ben meğerse çok girişken olamamışım, bunun için yanlış anlaşılmışım. Halbuki onlar da benimle arkadaşlık etmek istiyorlarmış, sonra biz bir anda kaynaştık. Hala daha biz 5 yakın arkadaş görüşüyoruz. Hiç kopmadık, herhalde biz 80 yaşına kadar da görüşeceğiz. Çok güzel arkadaşlıklar edindim. Gemi hayatında yine erkeklerin arasında da çok sıkıntılar oldu, ilk başta çok canım sıkılıyordu. Yapacak bir şey yoktu ya da erkeklerin konuştuğu konular beni ilgilendirmiyordu. İşte maç sohbetleri, araba fiyatları, markaları. Gerçi arabalar benimde tutkumdur, oradan bir ortak nokta yakaladık; ama ben hep kız kıza konuşulan konuları konuşmak istiyordum, özlüyordum. Gün geçtikçe bende bir denizci kafasına ulaştım. Artık kadınlarla da çok güzel sohbet ediyorum, bir yandan erkeklerle yaptığım muhabbetlerde de sıkılmıyordum. En kötü anda konuyu denizciliğe getirmeye çalışıyorum. Hatta karaya indiğim zaman artık konuşacak konu bulamıyorum. Denizdeyken gündemi takip edemediğim için, ülkedeki olaylara uzak kaldığım oluyor. Herkes konuşurken biz öyle izliyoruz; ama bir denizciyle denk geldiğimiz zaman -ki bu kamarot olur, aşçı olur, makineci olur, hiç fark etmez- inanılmaz sohbet ediyoruz. Bir ara 2-3 denizci bir araya gelirsek sabaha kadar denizden, gemiden, olaylardan konuşuyoruz ve ben inanılmaz keyif alıyorum. Bu kadar denizden konuşabildiğimi, keyif aldığımı anladığım an “Ben artık denizci oldum.” dedim kendime.

 

“Oo hoş geldin myfriend!”

SÖ: Dört yıl lise, dört yıl üniversite, sekiz yıl denizcilik eğitimi almış biri olarak denizcilik eğitimini nasıl buluyorsunuz ve Türk denizcilerinin uluslararası sektördeki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz?

EDK: Yabancı denizcilerin bakış açısını sorarsanız, bunun hakkında pek bir fikrim yok; çünkü hiç yabancı personelle çalışmadım. Ama çalışan arkadaşlarım var, söylediklerine göre gayet uyum sağlıyorlarmış. Yurt dışında, yabancı bir ülkede-acentesi olabilir, liman otoritesi olabilir, PSC olabilir- gemiyle gittiğimiz veya limanda sürekli Türk denizcilerinin vakit geçirdiği yerlerde, gayet iyi biliniyor ve seviliyor denizcilerimiz. Örneğin, Ukrayna’da limana yakın restoranlar, barlar ya da denizcileri tanıyan diğer yerlerde Türk denizcilerinin çok güzel bir imajı var. Eskiden ufak gemilerle, kesinlikle profesyonel olmayan şirketlerle gidildiği için kötü anılıyormuş. Yaklaşık 20-25 senedir-son dönemlerde-, benim denizciliğe adım attığımdan beri gördüğüm, Türk denizcileri -bu bir gemici de olabilir, kamarot da olabilir veya süvari, çarkçıbaşı da olabilir- karaya çıktığı zaman güzel bir restorana gidip, güzel bir yemek yiyip, sakince alışverişini yapıp, eşine, dostuna, çocuğuna hediyeler alıp gemiye dönüyor. Kavga çıkaran veya taşkınlık yapan çok kişiye denk gelmedim ben. O yüzden genelde insanlar seviniyorlar Türkler geldiği zaman. Yunanistan’da olsun, Avrupa ülkelerinde olsun, Amerika’da olsun, hep sıcak bir bakış var Türklere karşı. Bir de biz güler yüzlüyüz, hemen samimi oluyoruz. Mesela daha önce gittiğimiz bir limana tekrar gidiyoruz. Acente geliyor, süvari beye sarılıyor “Oo hoş geldin myfriend!” diyor veya 2.kaptanla dışarı çıktığımız zaman, daha önceden gittiği bir restorana gidiyoruz. Orada onu böyle kardeşi gelmiş gibi karşılıyorlar. Hemen tanıdıklar geliyor, masamıza oturuyorlar. O yüzden genelde seviliyor Türk denizcileri. Ayrıca şöyle bir durum da var: Artık okulların kalitesi, bizim neslin -yani bizim nesilden kastım 15 yaş ile 35 yaş arasında olan insanlar- denizcilerinin, biraz daha teknolojiye sahip olması ve kontrol edebilme yeteneğinin olmasından dolayı, tüm bunlara daha aşina olduklarından dolayı daha medeni olduklarını görüyorum ben. O yüzden de çok problem yaşanmıyor. Mesleği daha üst seviyelerde icra ediyoruz. Tabii ki yapamayanlar var mı? Var; ama mesleği severek kendini yetiştirmiş olanlar ciddi anlamda mesleğin kalitesini, dışardaki insanların, ülkelerin bize bakış açısını kaldırabiliyor, yani kaliteyi yükseltebiliyor.

SÖ: Eminim birçok ilginç anınız olmuştur. Bunlardan biraz bahseder misiniz?

EDK: Genelde şu oluyor: Pilot almaya indiğim zaman ya stajyer zannediyorlar ya da süvari beyin kızı zannediyorlar. O oluyor, onu yaşıyoruz. Onun dışında mesela merdivenlerden yukarı yuvarlanmıştım. Bu çok ilginç bir anım. Denizde gemi yalpaya düşmüştü, bende merdivenlerden yukarı çıkıyordum. Gemi iskeleye yattığı için, merdivenlerde iskeleye doğru yukarı olduğundan direkt yukarı doğru yuvarlanmıştım. Bunu söylediğim zaman değişik geliyor. Yani şuanda aklıma bir anı gelmiyor. Herhalde her şey ilginç olduğundan mıdır veya ben gemiden ineli 3 ay geçtiğinden ilginç anılarımı mı unuttum acaba?

 

“Korkmayın, her işe girişin.”

SÖ: Denizci olmak isteyen; ama erkek işi diye görüp yapmaya tereddüt eden kadınlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

EDK: Öncelikle sektörün düzelmesi gerekiyor. Benim kadın denizcilere tavsiyede bulunmam için onların çok güzel bir ortama gelmesi gerekiyor. O da nedir? Bir şirkete başvurdukları zaman ders notlarına bakılıp, başarı belgelerine bakılıp, birkaç tane mesleki test yapılarak ya da sözlü bir test şeklinde alım yapılmalı. Mesela insanlar şirketlere mülakat şeklinde alınırsa -ki kesinlikle böyle olmalıdır- ben o zaman tavsiyelerde bulunurum. Ama şuan ne yazık onlara sadece şunu diyebilirim: “İnşallah sektör düzelir.” Yani onlar zaten şuan 1-0 yenik başlıyorlar. O yüzden önce sektörün düzelmesi gerekiyor ve dediğim gibi mülakatla alınması gerekiyor, tabii kadın-erkek ayrımı yapılmadan. Ondan sonra şöyle tavsiyem olabilir: “Hiçbir zaman yılmasınlar.” Yani kötü bir iş verildiği zaman veya hiçbir şey öğrenilemeyecek -örnek vermek gerekirse tuvalet temizliği- işler verildiği zaman, kesinlikle seslerini duyursunlar. Üst mercilere giderek yazsınlar; çünkü her şey belge ve yazı. Gemide o şekilde ayakta kalabilirler. Yazı yazılmalı,“Ben stajyer olarak geldiğim bu gemide stajımı tamamlayıp mesleki anlamda bilgi sahibi olmam gerekirken, bana hiçbir zaman yapmayacağım işler verilmektedir. Bundan dolayı şikayetçiyim.” Diye yazılmalıdır. Bu kapsamda inanılmaz şeyler yapıldı. Şikâyet prosedürleri oluşturuldu, çok fazla prosedür var. Bunları uygulayacak veya rahatsız olduğu bir şey olduğu zaman yazılı bir şekilde yazacak, imzasını atacak, ikinci kaptana teslim edecek. Baktı ki ikinci kaptan bununla ilgili bir yaptırımda bulunmadı, gemi kaptanına gidecek. Gemi kaptanı da bulunmadıysa şirketi arayıp söyleyecek. “Benim böyle bir şikâyetim var, ben prosedür gereği ikinci kaptana götürdüm, yine bir önlem alınmadı, yine bir yaptırım olmadı. Gemi kaptanına götürdüm o da bir çözüm bulmadı, değişen hiçbir şey olmadı ve ben hala memnun değilim.” diyerek şirkete söyleyecek. Bu erkekler için de geçerli. Yani erkek ya da bayan rahatsız oldukları konuyu dile getirip kesinlikle haklarını savunsunlar; çünkü gemi hiç kimsenin başına buyruk, sırf egoları için insanlara eziyet ettiği bir ortam değil.

Denizcilik gerçekten güzel bir meslek ve sırf bu zihniyete sahip insanlar yüzünden çok değerli, çalışkan, bilinçli, mesleğini seven gencecik arkadaşlarımız ziyan oluyor. O yüzden kadınlara da şöyle bir tavsiyem olacak: “Kesinlikle meslekten korkmasınlar.” Kendilerini geliştirsinler, İngilizcelerini geliştirsinler, kendilerini mesleki konularda geliştirsinler. Bilgi dolu gitsinler ve öğrenmeye daha stajyerken meraklı olarak başlasınlar. Kendilerine bir iş verildiği zaman -erkeklere de bunu söylüyorum, bayan-erkek ayırt etmiyorum- istekli, hevesli, bilgisi tam olsun; çünkü erkeklerin bilgisi eksik olduğu zaman onlar bir şekilde telafi edilebiliyor. Bayanlarda daha çok göze batıyor. Bir insanın bayan diye 1-0 yenik başladığı bir ortamda daha sonra saygı duyulan kişiler olmalarına bir sebep de bu. Ben mesela gemiye katıldığım zaman personelle neden sorun yaşamıyorum? Çünkü bir iş verdiği ve “Hayır Efendi Kaptan, böyle olacak!” dediği zaman, ben diyorum ki “Hayır, sen böyle alıştın; ama doğrusu bu. Bunun da sebebi; işte bak bu can güvenliğin için böyle olmalı, eğer böyle yaparsan, alıştığın usulde buradaki halat koptuğu zaman senin bacağına vurabilir. Bunu sağlama almazsan bir hava çıktığı zaman bu olabilir.” Bu gibi açıklamada bulunduğum zaman hak veriyor, “Tamam o zaman öyle yapalım.” diyor. Ben de onu kırmamış oluyorum, o da beni yokladığı zaman bilgimin yerinde olduğunu gördüğünde saygı duymaya başlıyor. Hani “Bu Elif Kaptan geldi; ama boşuna gelmemiş. Elif Kaptan kendini yetiştirmiş, o da bir şeylerde zorluklar yaşamış, sıkıntısını çekmiş, çamurun içinde çalışmış. Islak bir ortamda tozun, kirin, pasın içinde çalışmış; ama bir şeyleri görmüş, öğrenmiş. Kendini çekmemiş.” diyor. Yani kadın denizcilere tavsiyem: “Korkmayın, her işe girişin.” “Burası kirliydi, ellemeyeyim. Güvertede saçım toz oluyor, güverteye çıkmayayım. Ojem bozulur, şunu yapmayayım”, böyle yapmasınlar. En kötü işi bile “Ben yapayım. Çekilin ben yapabilirim.” diyerek sahiplensinler.

İşte kreyn kullanmak mesela, “Yok sen kullanamazsın, bayansın, erkek stajyer kullansın.”, hayır. “Ben de deneyeyim, öğreneyim, yaparım.” desinler. Yapamazsan olsun, kreyn kullanma zorunluluğu yok zaten; ama hevesli olsun.  Atıyorum makine dairesine de insin, çarkçıbaşıyla diyalog kursun, makinacılarla diyalog kursun. “Bunu nasıl yapıyorsunuz çarkçıbaşım? Burada bu ne pompası? Nasıl çalışıyor? Bunun prensipleri nelerdir? Geminin makinası ne demektir? Onun çalışma prensibi nedir? İki zamanlı mıdır? Dört zamanlı mıdır?” Hani her şeyle ilgili olarak gemi üzerindeki gemi aksanını bilsin, meraklı olsun. Güverteye insin, ikinci kaptanla, dördüncü kaptanla konuşsun. “Abi durum tüpü ben test edeyim. Siz çekilin ben yapayım.” Bunu yapan bir bayan zaten gerçekten hem gemiciler tarafından da seviliyor –eğer düzgün insanlar varsa gemide, tecrübeli, bilinçli, mesleğini bilen- hem de bayanlara karşı bakış açısı da güzel oluyor o insanların. O yüzden kesinlikle yılmasınlar. Yani kendilerini çekmesinler. “Bütün gün kamarada oturayım, bir tek vardiyama çıkayım, kamarama ineyim.”, bunu yaptıkları müddetçe hem güvensizlik oluşur hem mesleği öğrenemezler. O yüzden girişken olarak “Ben kadınım.”deyip kendilerini çekmeden davransınlar. Yeri geldiği zaman şundan da çekinmesinler: “İş yapıldı, akşam oldu, herkes kamaralarına.” Hayır, eğer salonda oturuluyorsa o da oturacak. Güzel bir sohbet, müzik dinleniyor, tavla oynanıyorsa o da onlara katılacak. Çünkü nasıl ambara inip gündüz eziyetini çektiyse, akşam eğlencesine de katılacak. Yani denizci olarak bakacak kendine. “Erkeklerin arasına oturabilir miyim? Gidebilir miyim? Dışarı çıkıyorlar ben de gitsem mi gitmesem mi?” Hayır, o da kendini koruyarak, kollayarak, mesafesini ölçüsünü bilerek, birçok şeye dikkat ederek o da gidecek. O da yemek yiyecek onlarla, tarihi bir yer geziliyorsa o da gezecek. Akşam tavla oynanıyorsa, kâğıt oynanıyorsa o da katılacak, film konup izleniliyorsa salonda, o da izleyecek. Yani bunlardan geri kalmazsa zaten kaynaşması da kolay olur. E bu sefer gemi eğlenceli bir hale gelmeye başlar. Diğer türlü bunalırlar. Sadece iş-kamara, iş-kamara olmaz. Çekingen olmasınlar.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş