‘5 Bin Yıl Önce Yazılmış Oyunlardan Korkuyorlar’

0 Yorum

-Günümüzde sanatçıların yaşadığı sıkıntıları, iktidarın sanata bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok geniş kapsamlı bir soru bu. Sanatla uğraşan, sanatın bütün dallarıyla uğraşan insanların Türkiye’deki temel problemi, sanatın alıcısı olan kişilerin bir türlü yetiştirilmemesi, bu durum ondan kaynaklı. Sanatla iç içe büyüyen bir toplum olamadık biz. Toplumun bir kesimi sanatla iç içe büyürken, diğer bir kesimi sanatı ve sanatçıyı kendine düşman olarak belleyerek büyüyor, büyütülüyor. Sürekli, sanat eseri görmeden herhangi bir fikir adamını, sanat adamını kendine düşman olarak görerek büyüyor. Bu da sanatın sadece belli bir zümre tarafından izlenilir olmasını kılıyor. Herkes kendi sanatını ve sanatçısını savunuyormuş gibi hava yaratılıyor. Ama öyle kendi sanatın ve sanatçın diye bir şey yoktur, sanat genel bir kavramdır. Sanatı yapanlar, sanatla uğraşanlar ürünlerini sunarlar. Bu da bir arz-talep meselesidir. Ama buna hiç talep olmaması için sürekli bir yanlış bilgilendirme, dezenformasyon yapılıyor. Sanatın özgürlüğüne, özgür düşüncesine, aydınlık yarınlarına inananlar vatan hainiymiş gibi gösteriliyor. Aslında bu bir devlet politikası değil. Kendini devlet zanneden bir hükümetin paranoyaları ile yoğrulmuş bir sistem. Bu geniş soruyu ancak bu kadar kısa yanıtlayabilirim. leventüzümcü

-Gençliğin sanata ve sanatçıya bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunu söyleyebilmem için gençlerle çok fazla içli-dışlı olmam gerekiyor. Ama gençlerle çok içli-dışlı bir hayatım yok. Zaten işimi yaparken yaş grubuna göre ayırmıyorum, elimden geldiğince insanlarla iletişime geçmeye çalışıyorum. Şunu biliyorum, o sis perdesinin arkasından gördüğüm tek şey şu: Hani derler ya “Gençleri anlamak lazım.”. Gerçekten çok doğru o yani, hakikaten laf da değil. Dinlemek, anlamaya çalışmak… ‘Trafik’ diye bir film vardır, eski bir film, sizler hatırlamazsınız. Filmin son sahnesinde-çok özel bir filmdi, uyuşturucu ticaretinin ve o uyuşturucunun yıktığı hayatları anlatıyordu- artık kızlarını korkunç bir şekilde neredeyse uyuşturucu tuzağına kurban edecek olan aile uyuşturucu ile ilgili bir toplantıya gitmişti, çocuklarıyla birlikte gitmişlerdi. Aileye sormuşlardı “Ne demek istersiniz?” diye. “Biz bir şey demeye değil, dinlemeye geldik.” demişlerdi. Dinlemek, gerçekten anlamaya çalışmak… Dinlemek… Sıkıntıları ne, sorunları ne? Her şeyden sıyrılarak bunu yapabilmenin çok önemli bir erdem olduğunu düşünüyorum ben. Gençlerle genellikle kötü ilişki kuran insanların çoğunun temel problemi, gençlikte gençliklerini istedikleri gibi yaşayamamalarıdır. Tıpkı çocuk sevmeyen insanların, kendi çocuklarını çok iyi yaşayamadıklarında olduğu gibi.

-Şehir tiyatrolarının yönetiminin bürokratlara devredilmesi üzerine,başkanı olduğunuz İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği (İŞTİSAN) adına yaptığınız açıklamada şöyle söylemiştiniz: “Tiyatroyu tiyatrocular yönetir.”. Geçtiğimiz yıldaki o süreçten, bugün şehir tiyatrolarından ihraç edildiğiniz sürece kadarki dönemde tiyatroların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi bak, bu neye benziyor biliyor musun? O kadar çaresiz kalıyorlar ki, sanatı yönetecek bir sanatçı ruhlu insan bulamıyorlar kendi düşüncelerinin içinde. O zaman da ne yapıyorlar? Sanatı zapturap altına almaya çalışıyorlar ve bunu sanattan hiç anlamayan insanların eline vererek yapıyorlar. Bu neye benziyor biliyor musun? Cerrahlar işi bırakıyor. Ameliyat hemşirelerine gidiyorlar, onlar kabul etmiyor. Ondan sonra ameliyathanede çalışan görevliye gidiyorlar, kabul etmiyor. En sonunda iş nereye kadar varıyor biliyor musun? Hani şu ilaç mümessilleri vardır ya, ilaç satarlar çantaları ile doktor doktor dolaşıp. Bir ilaç mümessiline gidiyorlar sonunda ve diyorlar ki “Ya sen ilaçtan milaçtan anlarsın, ameliyata girer misin?” O da teşne, “Girerim.” diyor. Bizler, eğer böyle bakarsak ameliyathanede ameliyata hazır cerrahlarız. Tiyatro böyle bir şeydir ve şu an bizi de bir ilaç mümessiline yönettirmeye çalışıyorlar, yani oraya kim geliyorsa. Çünkü M.Ö. 2500 yılında, toplamda 5 bin yıl önce yazılmış oyunlardan korkuyorlar. O oyunları sansürlemeye falan çalışıyorlar, o kadar acıklı ki durumları. Ama bunu söylediğinde “Beni aşağılayamazsın.” diyor. E nasıl iş, ben anlamadım ki, çözemedim yani? Toplamda 5 bin yıl önce yazılmış oyundan da çekiniyorsun, günümüzde yazılmış oyundan da çekiniyorsun. E biz hiç tiyatro yapmayalım o zaman.“E ben veriyorum parasını.” diyor, “E tamam, ne yapacağız?”. Tiyatro oyunun yazarı neden oyununu yazar? Bir derdi vardır. Neden oturur insan sanat yapar? Neden tuval boyar? Bir derdi vardır, yani bir sıkıntısı vardır, bir çatışması vardır hayatla ilgili, onu dile getirmeye çalışır. Neden oturup roman yazar biri, neden heykel yontar? Sanat dediğin budur, sanatçı da bu dertle yoğrulan adamdır. Belli ki M.Ö. 2500 yılında bir derdi vardı, onu yazdı. Sen oturup düşünsene “5000yıl sonra neden hala aynı derdi yaşatıyorum ben insanlara?” diye. Bir arpa boyu yol kat edemediğini bir düşünüp sorsana “Neden?” diye. Onu sormuyor, “Ben” diyor “Kapatırım bu tiyatroları.”.

-Sanatçıya ve sanata yapılan bütün baskıları, sansürü, sanata müdahaleyi Cumhuriyet ve aydınlanma değerleri açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sorun işte Cumhuriyet ve aydınlanmayla ilgili olduğu için oluyor bu. Maalesef biz Cumhuriyet’i ve aydınlanmayı ülkenin dört bir yanına yayamadık. Yayılmasının önüne geçtiler. 1950 seçimlerinden sonra bu ülkenin aydınlanmaması için, dinden hiç anlamayan insanların iki elinin arasında boğulsun diye yapıldı bütün her şey, dünyadaki güçlü ülkeler tarafından, kendi insanımız tarafından, kendi insanımızın temelsizliği ve aile içi eğitimdeki eksikliği tarafından. Zaten temel problem o olduğu için, bu günlere kadar geldik. İsanların temel problemi, Cumhuriyet ve aydınlanma devriminden nasiplerini alamamış olmalarıdır.

-Geçtiğimiz günlerde önemli bir sanatçımızı kaybettik. Levent Kırca’yla ilgili neler söylemek istersiniz?

LÜAHiç kimse tabi sonsuza kadar yaşamıyor, ölüyor. Levent Ağabey de… Her insanın hayatı bir koşudur, bir maraton. Kiminin maratonu doğduğu gibi biter, kimi doğamaz bile belki de, kimi de belli bir yere kadar yaşayıp ölüyor işte. Levent Ağabey güzel bir koşu koştu. Kendi finishini çok güzel gördü. Tamam hani birtakım maddi zorluklar içerisindeydi, geçmiş güzel günlerini arıyordu falan ama onuruyla durabilmeyi, her şeye rağmen kötülüklerin, yanlışlıkların karşısında olup da dimdik durabilmeyi becerdi. Şimdi Levent Ağabey öldü mü, Levent Kırca ölüp gitti mi hayatımızdan? Barış Manço öldü mü, Kemal Sunal öldü mü, öldüler mi yani? Fiziksel olarak öldüler de onları son hatırlayan insan ölene dek yaşayacaklar. Fiziksel olarak herkes ölüyor zaten.

Röportaj: Sinem Hançerigüzel, Cenk Bayoğulları, Mert Gezici

Bu röportaj İstanbul Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü yayın organı Hürriyet Meydanı dergisinin Kasım 2015 sayısında yayınlanmıştır.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş