‘AVM’lerde Bulamadığınız Kitap Niteliklidir’

0 Yorum

RÖPORTAJ: Pelin Aykın-Nazlı İzel Şendoğan (Mavi Çınar Edebiyat Topluluğu)

Bulut Yayınevi’nin kitap emekçisi Ubeydullah Günel ile Türkiye’de yayıncılığın ve yayınevlerinin geldiği durumu ve gelişen AVM kitapçılığını konuştuk…

1)En baştan başlayalım, yayın kelimesinden… Adı üstünde yaymak… Bir kitabı yaymak da aslında bir fikri yaymak olduğuna göre, siz nasıl tarif edersiniz yayıncılığı?

Adı üstünde yaymak ama yazar, düzeltmen, son okumacı, matbaa işçisi ve daha pek çok kişinin yaratma sürecinde birbirinden haberli ya da habersiz ortaya bir yapıt çıkarması diye düşünebiliriz. Yayıncılık deyince bu birçok kişinin emek verdiği yapıtın, başkalarının eline ulaştığında ışığa, aydınlığa dönüşmesini düşlüyoruz. Evet, bir kitabı yaymak da aslında bir fikri yaymak oluyor ama günümüzde ve var olan düzende yayıncılığın içi boşaltıldı ne yazık ki.

2)Şimdi biraz yayıncılık tarihimize bakalım… Yayın tarihi de siyasal-toplumsal hareketle iç içe bir tarih. Kısaca bu tarihin gelişimi üzerine konuşalım. Örneğin, yayıncılık ve yayınevleri en büyük zararı 12 Eylül ile gördü. Kitapların yasaklanması, hatta yakılması ve mesela yayıncı İlhan Erdost’un öldürülüşü… Bu etkiyi de göz önünde bulundurarak neler söyleyebilirsiniz?IMG_7160

Elbette sansür ve benzeri olaylar yaşanmıştır dönem dönem… Nâzım Hikmetlerin Aziz Nesinlerin bir dönem yasaklandığını biliyoruz. Ama yayıncılıkla ilgili 12 Eylül ve sonrasını bir dönüşüm gibi düşünüyorum. Baskı ve zorbalığın zirve yaptığı yıllar… Küçük kitabevleri yok olurken, sermaye sahipleri git gide büyüdü ve günümüzde son şekliyle zincir mağazaları oluşturan kitabevlerine dönüştüler. Aslında tam kitabevi diyemeyiz; şeker, çikolata, oyuncak, biblo, selfi çubuğu, telefon kılıfı gibi birçok hediyelik eşyanın satıldığı bir eğlence merkezine dönüştüler. Yani burada 1920’lerin sonlarında kurulan yayınevlerinin günümüzde zincir mağazalar açarak alışveriş merkezlerinde boy göstermesini görüyoruz. Hala “kitapçı” duruşunu tümüyle bozmayanı da var ama sanki giderek uzaklaşılıyor gibi.

 

Çok Satanlar Listesinin Varlığı Niteliğin Değil Niceliğin Önemsendiğini Gösteriyor

3) 12 Eylül’ün günümüz yayıncılığında yarattıklarına bakarak devam edelim. Yayıncı bundan nasıl etkileniyor; örneğin sermayenin yarattığı sadece çok satanlardan oluşan bir alışveriş merkezi kitapçılığı var günümüzde…

Alışveriş merkezi kitapçılığını çözümleyelim öncelikle. Ne yapıyor bu insanlar? Mağazalardaki sistem nasıl işliyor? Genelde alışveriş merkezlerinin sinema katında ya da bilet gişesinin karşısına açılıyor kitabevleri. İnsanlar bilet aldıktan sonra izleyecekleri film başlayana kadar kitap alsınlar ya da daha doğru bir deyişle oyalansınlar diye. İlk bakışta çok güzel bir görüntü gibi gözükebilir. İki kültür etkinliğini kısa bir süre içerisinde gerçekleştirmelerini sağlayan bir kolaylık gibi. Kitapçıya giren insanlar da sanırım bu istekle giriyorlardır. Mağaza içerisini gözlemleyelim: Kapının tam karşısında koskocaman raflar, büyükçe olanı YENİ ÇIKANLAR, numaralarla dizilmiş olanı ÇOK SATANLAR. Bu iki bölümü incelediğimizde yüzlerce aynı kitapla karşılaşıyoruz. AVM kitapçıları “Kadınlar için kitabevi” sanki. Kitapların büyük çoğunluğu cicili bicili, pembeli, güllü, kalpli, çiçekli, kokulu kitaplar… İçeriği de aynı kapağı da. Farkları yok. Nasıl TV dizileri birçok farklı kanalda olmasına rağmen içeriği hep aynıysa bu da öyle… Sinemadan çıkıp kitapçıya yönelen insanlar da ister istemez bu bölüme yöneliyorlar. Zaten estetik bilinci dumura uğramış oluyor bu insanların. ÇOK SATANLAR listesinin varlığı niteliğin değil, niceliğin önemsendiğini gösteriyor.

Bir de bu kitapların mağazaya nasıl geldiği önemli. Sıradan (tekel olmayan, Bestseller basmayan yayınevleri için kullanıyorum “sıradan” sözcüğünü) bir yayınevinin kitabı yeni çıkarsa mağazaya ya hiç gelmiyor ya da tanıtımı yapılırsa birkaç tane geliyor. Bestseller, ÇOK SATAN kitaplarsa mağaza başına 150-200 adet düşüyor. Çünkü sıradan yayınevlerinden daha çok kazandırıyor Bestseller kitaplar. Çok daha ucuza geliyor. Kitapların sergilenme biçimi de oldukça adil! Bestseller ya da ÇOKSATAN kitaplar; vitrine, YENİ ÇIKANLAR duvarına, YENİ ÇIKANLAR masasına, küçük sehpaya, raf üstündeki boşluklara, kendi kırılımına (bölümüne) kesin koyuluyor. Bunun dışında bir de eğer listeye girerse ÇOK SATANLAR rafına ve kasa önüne de koyulabiliyor. Öncesinde de otobüs, metrobüs, metro, tramvay duraklarına reklam afişleri asılıyor. Sıradan yayınevlerinin mağazaya gelen iki-üç kitabı ise (gelirse eğer) kırılımına (yani edebiyat kitabıysa edebiyat bölümüne) sırttan koyuluyor. Adil düzen öyle güzel işliyor ki bu satışa da yansıyor. Normalde bir kitabın rafta durma süresi en fazla iki ay kadardır. Bu süre içinde satış görmediyse kitap anında iade gönderiliyor. Sıradan yayınevinin kitabını ÇOKSATANLAR duvarından göremeyen insanlar elbette ki o kitabı alamıyor. Ama mağazaya 200 adet gelmiş kitap sevkiyat üstüne sevkiyat yapıyor.

ÇOK SATANLAR listesi de çok adil bir biçimde işliyor. Sözgelimi, Elif Şafak’ın bir kitabı mı çıkacak, bir ay öncesinden birçok yerde reklamı çıkıyor. Günler öncesinden kitap eklerinde söyleşiler yapılıyor. Genelde AVM kitapçılarının yönetim yerlerinden pazartesi liste yenileme maili gelir mağazalara. Elif Şafak’ın kitabı salı günü mağazaya girip rafa koyulmasına rağmen, pazartesi günü gelen mailde ÇOK SATANLAR listesine girmiş gözüküyor. Kitap satmadan listeye giriyor.

Bir de yeni moda, ÇOK SATANLAR listesine boyama kitaplarını yerleştirir oldular. Onlarca yayınevi “Yetişkinler İçin Boyama Kitabı” basıyor. Bu kitaplar (aslında defter denilmeli) AVM kitapçılarının en güzel yerlerinde sergileniyor. 35-40 yaşına kadar boyama yapmayı düşünmemiş, aklından geçirmemiş insanları boya yapmaya zorluyorlar, şartlandırıyorlar. Kitap almayan insanlara yeni bir seçenek sunuluyor böylece. Elbette daha kazançlı oluyor. Boyama defteri alan boya da almak zorunda kalıyor. Ve bu defterler ÇOK SATANLAR listesine giriyor. Bir tane de değil, üç dört yayınevi birden giriyor listeye. Kesinlikle AVM kitapçılarının çalışanlarında suç bulmuyorum burada. Birçok çalışanın bu düzenden illallah ettiğini, nitelikli kitap önermek için çabaladığını biliyorum. Bu insanlar güzel düşlerle giriyorlar bu işe ama düşlerinin gerçekleştiği söylenemez.

4) Burayı biraz daha açarsak şu an yayıncıların başlıca sorunları nelerdir? Yayın piyasası ne durumda?

Özellikle bizim gibi yayıncıların en önemli sorunu kitaplarını okura ulaştıramamak. Bir Afşar Timuçin sözgelimi… Yayıncısı olduğumuz için söylemiyorum bunu, Türkiye için çok büyük bir değer. Kitapları AVM kitapçılarına giremiyor. Bu kitapçılar demin sözünü ettiğimiz kitapları basan yayınevlerinin kitaplarıyla dolu. AVM kitapçılarının emekçilerinde de suç bulamıyoruz. Çünkü yönetim tarafından denetim altındalar. Biraz önce çözümlediğimiz sistemin dışına pek çıkamıyorlar. Büyük bir çoğunluğunun Cengiz Gündoğdu’dan, B. Sadık Albayrak’tan, Taylan Kara’dan haberleri yok. Bu adamlar ne diyor, ne demiş, neyi savunuyorlar, haberleri yok. Kitaplarla bu kadar içli dışlı olmalarına rağmen bu adları duymuyor bu insanlar. Yani “ben şu Bestseller kitabın birazını depoda tutayım, şu nitelikli kitabı koyayım da biraz da o satılsın diyemiyorlar.” Zaten üç kuruşa çalışıyorlar.

5)Peki, bir ‘yayınevleri can çekişiyor’ şeklinde, bir de ‘yayıncılık yükseliyor’ şeklinde söylemler var; bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Aslında bu zıt söylemler güç ve iktidar odaklarının yayın çizgisini belirlediğini göstermiyor mu?

IMG_7161 (1)Yayıncılık değil, tekel yayınevlerinin satışları yükseliyor. Fazla kitap basılmasını yayıncılığın yükselmesi olarak gösteriyorlar. Burada nicelik değil nitelik önemli. Sözgelimi sıradan edebiyat yapıtları yayınlayan bir yayınevi bile artık yanına bir yayınevi daha açıyor. Buradan da fantastik, bestseller falan basıyor. Geçenlerde Ayşe Kulin bir programda sistem sorununa değinip ÇOK SATANLAR olmazsa nitelikli kitaplar basılamaz gibisinden bir şey söylemişti. Az satanlar için ekstra bir raf yapılmalı demişti. Bu kadar kolay olumlayabilir mi insan kendisini? Ekstra raf yapılsa bile devasa ÇOK SATANLAR duvarından kim görüp de alacak o kitapları! Görünen tarafı bu! “ÇOKSATAR” yazarın bu önerisi, sistemin sürmesini sağlar ve yalnızca kendi vicdanının rahatlamasına yol açar. Rahat olduklarında daha vurucu ve öldürücü olacaklardır. Hem ne demek! Birkaç kişi nitelikli kitap okuyacak diye koca bir yığın insan cehaletin kör kuyusuna mı itilecek? Az Satanlar için ekstra bir raf yapılması, bir sus payıdır. “Orada sessizce dur, biz işimize bakalım,” demektir!

6)Peki, okur nasıl ulaşacak nitelikli kitaba?

Var olan düzende kitabevlerinde nitelikli kitap bulmak çok zor. Nitelikli kitap arayışı içinde olanlar için ise bir kolaylık var: AVM kitapçılarında bulamadığınız kitap nitelikli bir kitaptır. Düzen hızla bu duruma doğru sürüklüyor insanları…

 

Afşar Timuçin Yeni Kuşak İçin Gereklidir

7)Evet şimdi de Bulut Yayınları’ndan bahsedelim… Nasıl var oldu Bulut Yayınları?

Mustafa Aksoy yayıncılık alanında deneyimli biri isim. 1998 yılında da Bulut Yayınları’nı kuruyor. Tarık Dursun K. ve Halit Kakınç gibi önemli yazarların kitaplarını yayımlıyor. Şu an daha çok çocuk ve ilk gençlik çağı kitabı yayımlıyoruz. Bunun yanında çoğunluğunu Afşar Timuçin’in kitaplarının oluşturduğu felsefe kitaplarını yayımlıyoruz.

8) Bulut Yayınları çocuk kitapları üzerine de eğilmiş durumda. Çok önemli ve temel bir konu çocuk kitapları. Şu an o bahsettiğimiz yayıncılığın üzerindeki iktidar sorunu burada da karşımıza çıkıyor. Bugün çocuk kitaplarının büyük bir dönüşüm geçirdiğini söyleyebiliriz; konuların dinselleştirilmesi ve bu tür diyalogların artması gibi. Bulut Yayınları bunu nasıl değerlendiriyor?IMG_7151

Dinselleşme bu işin görünen kısmı. Çocuk yayıncılığı büyük bir pazar egemen güç için. Ünlü ÇOKSATAR yazarlara çocuk kitabı yazdırıyorlar. Hatta yetişkin için olan kitabı çocuklara özel diye tekrar sunuyorlar. Bir de Küçük Prens gibi bir olay geçti başımızdan geçenlerde. Kitabın telif hakkı Türkiye’de bir yayınevindeydi. 17 liraya satışa sunuluyordu yıllardır. Telif hakkı ortadan kalkınca ben diyeyim 50, siz deyin 100 yayınevi aynı kitabı basıp piyasaya sürdü. 4 lira 5 lira, limon gibi satıldı. Her yer Küçük Prens kaynıyor. O kadar azıttılar ki, kitabı geçtim, defterini, kalemini falan çıkardılar… Schopenhauer ta o zamanlar 1800’lerde yayıncılığı, ya safi para kazanmak ya da makam mevki elde etmek için yapılıyor, diyerek eleştiriyordu. Neredeyse tüm edebiyat yapıtlarının halkın cebinden para aşırmak için yazıldığını, bu gerçekleşirken de yazar, yayıncı ve eleştirmenin el ele verdiğini söylüyordu. Örneğin, insanları en yeni ve en son çıkan kitapları okumaya şartlandırarak yapılıyormuş bu…

9) Afşar Timuçin’in özellikle de gençler arasında yer bulması gereken bir isim olduğunu düşünüyoruz. Sizin bu konuda gençlere ve İstanbul Üniversitesi’nde okuyan öğrencilerden oluşan Mavi Çınar Edebiyat Topluluğu’na mesajınız nedir?

Çok yönlü bir düşün adamı Afşar Timuçin; öykü, roman, şiir, felsefe, estetik, eleştiri ve çeviri alanındaki çalışmalarıyla büyük bir boşluğu dolduruyor bilim ve kültür yaşamımızda. Ne yazık ki onun da kitaplarını okura ulaştırmak çok zor. Gençler arayıp bulmalı bu değerli düşün adamının kitaplarını. Gerçekçi edebiyatı, felsefeyi, bilimi Afşar Timuçin’in deneyiminden, bilgi birikiminden yararlanarak öğrenmeli. Afşar Timuçin’in yeni kuşak için gerekliliği de burada ortaya çıkıyor zaten. Estetik bilinci dumura uğratılmış insanlar için bir ilaç durumundadır Afşar Hocanın yapıtları…

 

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş