Barış Manço’nun 1995’te Verdiği Röportaj

0 Yorum

Barış Manço: Sanatçı olduğumu iddia etmiyorum

Japonya niye, Türkiye nire! Sen bütün Türkiyeye malolmıq koskoca Barış Manço yu Japonyalar’da bul ve röportaj yap. Olacak iş değil. Ama elden ne gelir? Bu röportajı İstanbul’da değil de Japonya’da yapmak kısmetmiş.

Puslu bir Tokyo akşamıydı. Biz de biraz hüzünlü gibiydik, çünkü Tokyo’daki son saatlerimizi yaşıyorduk. Manço’nun Shinjuku’da kaldığı Keizo Plaza Hotel’de onu tanımayan yoktu. Odası 27. kaııa imiş. Bizi kapıda karşıladı. Barış Manço bizi görünce bir sevindi bir sevindi sormayın. Bizde de ayrı bir sevinç. Kucaklaştık.

“Beni buralarda nasıl buldunuz çocuklar yahu?” diye sordu. Biz buluruz abi!” dedik. “Peki siz buralarda ne arıyorsunuz bakalım?” dedi anlak. Bizimle. gurur duymıqıu. Eski şarkılarından konuştuk; “Dağlar dağlar”, “İşte hendek işte deve” gibi zamanın çok sevilen şarkılarını kelimesi kelimesine ha tırladığımızı görünce duygulandı, gözleri doldu. Rüyasında “Seyahat ya Resulallah” diye dua etmişolması pek muhtemel bu “Çağdaş Evliya Çelebi” ile Tokyo’dayaptığımız konuşınayı sunuyoruz sizlere.

– “Domates, biber, patlıcan” adlı şar. kınız, içinde bazı eleştiriler taşısa da, özellikle zerzevatçılann çok hoşı1na gitti, sınıf atlamalarını ve kendilerini “uğurlarına şarkı bile yazılan insanlar” zannetmelerini sağladı. Bir anda cümle manav ve zerzevatçılann sevgilisi oldunuz.

” Sağolsun manav ve zerzevatçı kardeşlerimiz bu şarkıdan kendilerine epey pay çıkardılar ama, aslma bakarsanız onlarla pek ilgisi yoktu. Daha ziyade ses kirliliğini eleştiriyordum bu şarkıda ben. Şarkı yapmak anlık bir olay ve şar.1 kı yapılırken “Aman şu grubun hoşuna gitsin” diye düşünülmüyor. Bu şarkı Japonya’da da çok tuttu.”Tomato, pi. man, nassu nassu” diye söyleyeceğiz buradaki konserlerimizde. Nane, limon i kabuğu var. O da Japonca “Minto minto remonno kava” demek.

-Sizin melodilerinizle Japon melodi arasında bir yakınlıktan, iki ülke arasında da bir benzerlikten söz edilebilir mi? Japonların müziklerinize ilgi göstermesini neye bağlıyorsunuz?

Bir genellerne yapmak istemiyorum. Eğer iki ülke kültürleri arasında benzerlikler varsa, bu ülke sanatçılarının birbirlerine yakın şeyler yapması gerekiyordu. Oysa durum böyle değiL. Öyle olsaydı, bunca yıl içinde sanat ve sanatçılar arasındaki ilişkiler daha fazla olurdu. Olmadı. İnsanın kendinden bahsetmesi biraz acaip oluyor ama, benim yaptığım müzik Japonlar’a cazip geliyor. Ben bunu Türkiye’de kimseye anlatamadım biliyor musunuz?

-,Japonlar için “Kafasını teknolojiden’V’!ıramayan insanların sanatsal duyarlılığı da zayıfıır” deniliyor. Doğru mu?

Ben öyle düşünmüyorum. Japonlar kafalarını teknolojiden kaldıramıyorlar, bu doğru. Pazar günleri bile çalışıyorlar, bu da doğru. Ama eskiye ait değerlerini de bugüne kadar pekala korumuşlar. Bundan sonra da koruyabilirler mi, bunu bilmiyorum. Hoş, bunu kendileri de bilmiyorlar. Genç kuşak Japonlar’la konuştuğunuzda geleneklerinin gelecek asırlara taşınmasının kolayolmayacağını söylüyorlar.

Babaları gibi düşünmüyorlar. Mesela çay seramonisi yapacak geyşa arasanız, yok denecek kadar az. Onlar da büyük ot~llerde çalışıyorlar. Japon gençlerin 2000’li yıllara daha fazla bakmaktan ötürü geçmişle olan bağlarınıbir miktar askıya almış gibi bir halleri var. Ama bunun bilincinde olmaları gü Alil Bir problemin bilincinde iseniz, onu bilirsiniz. Japon gençler bunun biiıncinde, bu iyi. Her pazar günü onbinlerce Japon, Kyoto’yu (eski başkent) gezmeye gidiyor. Bizde onbinlerce insan Süleymaniye’yi yahut Anıtkabir’i ne zaman ziyarete gidiyor?

Japonlar’ın tarih ve geleneklerine olan bağlılıklarını Avrupa, Afrika ve Asya’da yaşayan topluluklarda görmedim. Genç Japonlar bazı değerlerinin kaybolmakta olduğunun farkındalar. Kendilerini teknolojiye fazlaca kaptırdıklarınıve ekonomiye fazlaca daldıklarını biliyor ve “Bazı değerlerimizi yitiriyoruz galiba” diye de düşünüyorlar. Bu, problemin farkedilmesi bakımından önemli. Problemi tesbit ettiklerine göre, çözmenin de bir yolunu bulacaklardır.

– Japonlar Barış Mançoyu neden bu kadar seviyor?

İlk defa 1990 yılında Japonya’ya geldim.O yıl Ertuğrul gemisi nin Japonya’yı ziyareti ve Japonya açıklarında batmasının 100. yılı idi. Japonlar bunu Türk-‘-Japon dostluğunun 100. yılı başlığı ile kutluyorlardı. Bunu farkettik, Türkiye’deki yetkilileri uyardık ve Türkiye kutlamalara geniş katılım gösterdi. Sonra, Japonya’da bir konser verdim. Bu konser Tokyo Emperial Hotel ‘deydi ve Veliahd Prens de konseri izledi. İlk şarkılarımı orada söylemiş ve büyük ilgi görm.Y.§!!Lm. Şarkılarım hemen Japonca’ya tercüme edildi. G-konserde “Nane limon kabuğu” ve “Domates, biber, patlıcan” ı söylemiştim. Bana “Sebzelerden şarkı yapan adam” demişlerdi. Bu turnemde de yine aynı şarkıları söylememi istediler. 1991’de konser vermek için tekrar geldim ve gerçekten muhteşem bir konser olmuştu. Hatta Türkiye’de de çok yankılanmı ştı bu konser.

– Hatırlıyoruz efendim. Japonlar şarkılarımza eşlik etmişlerdi.

-Neyse, bu konserin kararı da 1992 yazında Türkiye’ye gelen Japonların teklifi üzerine alındı. lki-ikibuçuk sene süren çalışmalar sonunda beklenen gün geldi, çattı. Şimdi Japonya’nın 16 yerinde 16 konser vereceğim. Konserlerde satılmak üzere, Japon’a benzetilmiş, çeki k gözlü Barış karikatürlerinin basıldığı telefon kartları hazırlamışlar, bunlar piyasaya çıkıyor. Ayrıca bugünlerde plaklarım da piyasaya çıkmış olacak.

Kendi ülkernin dışında bir ülkenin sanatıma gösterdiği bu ilgiden dolayı hissettiklerimi anlatmam mümkün değiL. Dünyanın öbür ucundaki bir dev, diğer ucundaki bir ülkenin önde gelen sanatçılarından birine ilgi duyuyor. Bu öyle üç-beş kelime ile geçişlirilecek bir hadise değiL. Gelgelelim, ben bunun boyutlarını İstanbul’da hiç kimseye anlatamadım. Herkes bana, herhangi bir yere konsere gidiyormuşum gibi davrandı. Tabii ki ben konserlerimin hiçbirini di~ ğerinden ayırmıyorum, hepsi çok önemli ama, buradaki konserin ayrı bir önemi var. Onlar için ben ve Türkiye ayrıbir öneme sahibiz. Hazırladıkları broşürler bir harika. Aslında benimle beraber Türkiye buraya geliyor. Ben Türkiye’yi tanıtacak konuşmalar yapacağım. Bu konserler Türk-Japon ilişkilerine olumlu yansıyor, daha çok sayıda J apon’un Türkiye’ye gelmesini sağlıyor. İşin boyutları çok büyük ama, bunları söyleyince sanki kendi kendime konuşmuş gibi oluyorum.

– Önceki konserinizde de buna benzerşeyler yaşamıştınız. .

Evet, aynı şeyleri yaşadım. Ben o konsere gelirken yetkililere durumu anlattım. “İyi” dediler. Geldim, konseri verdim. Konser televizyonda defalarca yayınlandı. Aslııida bu durum şöyle bir kompleksten kaynaklanıyor: Biz Türk halkı olarak böyle uluslararası bir iş yapamayız. Buna inanmıyoruz. Ben buna alıştığım için önemsemiyorum. İlk defa bir Türk sanatçısı bir başka ülkeye ve o ülke halkına konser vermek için bu kadar uzun turneye çıkıyor. Bizim tarihimizde benzeri yok bunun. Dünyanın bütün büyük müzik yıldızları Japonya’ya gelip konser vermişler. Bu konser, benim de onlar gibi “uluslararası” olmamın tescil edilmesi anlamına geliyor.

– Bazı şarkılarınızı dinlediğimizde “kahramanlık türküleri” dinlemiş gibi oluyoruz. Bazı şarkılarınız çok duygusal, içimizdeki romantizmi besliyor. Bazıları çok çocukça. Adamına göre şarkı yapıyor olmalısınız. Toplumun bütün kesimlerine ayrıayrı seslenen şarkılarınız var. Hepsi de hoşşeyler. Sıkıntılı, yüzü ne yazık ki pek gülme yen halkımız Barış Manço’yu dinleyince tebessüm ediyor. Sanatınızla Türkiye’nin çehresini değiştiriyorsunuz. . Ama sanatın böyle bir işlevi olduğuna da inanmıyorum açıkçası. Ayrıca sanatçı olduğumu da iddia etmiyorum. Ben. öldükten sonra torunlarım ansiklopedilerde Barış Manço’yu “sanatçı” diye okurlarsa, galiba sanatçı olduğum da tescil edilmiş olacak. Geleceğe ne bıraktığınız önemli. Yoksa insan yaşarken kendi kendine “Ben sanatçıyım” dememeli. Ürettiğim birşeyler var, bunları sunuyorum ve beğenen varsa alıyor. ürün pazarlıyorum sonuçta.

Yaptığınız o güzel sanatçı tanımından sonra, birden işinizi çok ticarileştirmiş bir görüntü verdiniz sanki.

Ama böyle. Dediğim gibi, ürün pazarlıyorum. Bu ürünler giderek bir anlam taşıyorsa, giderek sanat eserine dönüşebilirler. Buna ben karar veremem. Ama ürettiği m şey iyi gitsin diye çıkarıyorum piyasaya. “Dağlar dağlar” adlışarkım 25 sene sonra hatırlanıyorsa, 25 sene boyunca bir kuşağı sırtınızda taşıdınız demektir ve bu da anlamlıdır. Eserler kendi kendine sanat haline gelebilir, yaptığınız işin sanat olup olmadığına tarih karar verebilir ancak. Ben yaşarken kendime “sanatçı” dememeye özen gösteriyorum.

Adam olacak çocuk” adlı bir televizyon programı yaptınız. Bir anda Türkiye’nin bütün çocukları Barış amcalarını daha çok sevmeye başladılar. Büyükler de tabii. Neden bir çocuk programı?

Yaptığım müzikle toplumun çok sesliliğine katkıda bulunmaktan başka bir şey düşünmedim. Türkiye’nin karamsar bir tablosu var ve ben o tabloyu görüyorum. Bütün bu karanlık ve karamsar görüntüye rağmen ben kararımı verdim ve işimi gücümü bırakıp, belki çocuklarımızın daha iyi yetişmelerine katkıda bulunurum diye düşünerek, çocuklara yönelik programlar yapıyorum.. Böylece bir kuşağı daha taşımak istiyorum. Sizler benim şarkılarımla büyüdünüz, şimdiki çocuklar da benim onlar için hazırladığı m programlarla büyüyorlar. Bir gün “Bu adam bize program yapardı” diye hatırlayacaklar. Kan gövdeyi götürürken, hırsızın uğursuzun bollaştığı bir ortamda, çocuklarımız için iyi şeyler yaparak bir kuşağı taşımak konusunda iddialıyım. Bu kuşak büyüyüp kemale erdiklerinde, ülkenin kaderini değiştirmek ve bazı yerlerde bulunmak için ortaya çıkacağım zaten. Allah sağlık, sıhha t verirse.

– Cumhurbaşkanlığı gibi mi mesela?

O sadece formüle edilmiş bir istektir. Ama sadece benim istememle olmaz tabii. O kuşak oraya gelsin, benim de aldım başımda olsun, ayakta kalabilelim ondan sonra. İşte o zaman birşeyler yapmak için ortaya çıkabilirim. Birtakım vazifeler için hazırım. Fakat sanatla değiL. Bu, bana doğarken verilmiş bir yetenek ve bunu başka amaçlar için kullanmak niyetinde değilim. Ama yaşarken doğru bildiğim şeyleri söylemeye devam edeceğim.

– Bir sanatçının Türkiye Cumhurbaşkanı olması Türkiye için de değişiklik olur. İyi bir tecrübe olur en azından.

– Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Havel’i bilirsiniz. Aynı zamanda bir yazardır da. Örnekler çok. Leh Valesa bir işçi lideri idi sonuçta. Amerika’ya bakın, kovboyundan artistine kadar değişik in. sanlar başkan olmuş. Şu “Bizim Bill” mesela. İyi saksafon çalıyor. Sonra Reagan. Adamartistti. Bir örneği de Türki. ye’de yaşanabilir. Ama gerçekten çok sonraki bir iş. Belki ben erken konuştuğum için çok gündeme geldi.

Barış Manço: insan yaşarken kendi kendine “Ben sanatçıyım” dememeli. . ye’nin bütün çocukları Barış amcalarını daha çok sevmeye başladılar. Büyükler de tabii. Neden bir çocuk programı?

Yaptığım müzikle toplumun çok sesliliğine katkıda bulunmaktan başka bir şey düşünmedim. Türkiye’nin karamsar bir tablosu var ve ben o tabloyu görüyorum. Bütün bu karanlık ve karamsar görüntüye rağmen ben kararımı verdim ve işimi gücümü bırakıp, belki çocuklarımızın daha iyi yetişmelerine katkıda bulunurum diye düşünerek, çocuklara yönelik programlar yapıyorum.. Böylece bir kuşağı daha taşımak istiyorum. Sizler benim şarkılarımla büyüdünüz, şimdiki çocuklar da benim onlar için hazırladığı m programlarla büyüyorlar. Bir gün “Bu adam bize program yapardı” diye hatırlayacaklar. Kan gövdeyi götürürken, hırsızın uğursuzun bollaştığı bir ortamda, çocuklarımız için iyi şeyler yaparak bir kuşağı taşımak konusunda iddialıyım. Bu kuşak büyüyüp kemale erdiklerinde, ülkenin kaderini değiştirmek ve bazı yerlerde bulunmak için ortaya çıkacağım zaten. Allah sağlık, sıhha t verirse.

– Cumhurbaşkanlığı gibi mi mesela?

O sadece formüle edilmiş bir istektir. Ama sadece benim istememle olmaz tabii. O kuşak oraya gelsin, benim de aldım başımda olsun, ayakta kalabilelim ondan sonra. İşte o zaman birşeyler yapmak için ortaya çıkabilirim. Birtakım vazifeler için hazırım. Fakat sanatla değiL. Bu, bana doğarken verilmiş bir yetenek ve bunu başka amaçlar için2000’den sonra düşünülen bir progr. i.

-Kadıköy’den adayolduğunuz va lı bir kalp rahatsızlığı geçirmiştiniz. Ya kalbi niz politikaya dayanamazsa? .

O bir uyarıydı. “Kendine gel” diye.

Kendinize geldiniz mi?

Elbette. Çok şükür kendime geldim.

-Bir TV programınızda, Afrika’dan gelen IYir ağacın gövdesindeki “Besmele” yazısını tanıtmıştınız. Türkiye’de çok tartışıldı bu. Özel bir soru olacak ama, bu olay sizi nasıl etkiledi?

Her şey nasıl etkiliyorsa o da öyle etkiledi. Ama neden başkasına değil de bana geldi bu ağaç diye düşünüyorum. Bu ağaçlar 16 ve 14’er metre uzunluğunda kesiliyor ve gemilere öyle konuluyor. Dörde bölünmüş ağacın üç parçası Danimarka’ya, bir parçası da Türkiye’ye geliyor. O dört metrelik ağaç öyle kesilmiş ki besmelenin “be’sinden başlıyor, son harf te bitiyor.son Ankara’da kaplama atelyesina hızara giriyor ve kesiliyor.Yazının tam çıkması için 360’ta bir ihtimal var. Bu kadar tesadüfün karşısında insan soru işaretleri üretiyor. Hepsi oldu ve bu ağacı ben buldum. Niçin ben? Biz ilgilenince kıyamet koptu, hocalar birbirine girdi.

– Bizim Ku Klux KZanlar kapınıza kırmızı çarpı işareti bile koymuştu. O kadar olmadı ama, bundan rahatsız olanlar vardı. Sadece bu programdan değil, Zigetvar’a gidip Kanuni’nin mezarını bulmamızdan da rahatsız Qlanlar oldu. Öküzün altında buzağı anyorlar. Kimsenin dümen suyuna girmem ben, kendi kafama uygun işler yaparım. Beğenen beğenir,beğenmeyen beğenmez. Bizim olaylara objektif bakma huyumuz var ve akl-ı selim sahiplerinin hoşuna gidiyor. Mazallah insan bir şaşırmaya görsün.

– Teşekkür ediyor ve konserlerinizde başarılar diliyoruz

27 Mayıs 1995

AKSİYON

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş