Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze Türk resim sanatı – Ezgi Güler

0 Yorum

Ezgi Güler

Yeryüzünü paylaştığımız bu dünya üzerinde, insanoğlu farklı milletler ile kültürel paylaşımlar yapar. Dünya, kültürel paylaşım içindedir. Kültürel paylaşımın gerçekleşmesinin nedeni ise ‘’evrensel duygular’’ın varolmasıdır. Devrim Erbil, Anadolu topraklarında el sanatı türü olan kufe sanatı ile Mondrial’in tablolarını benzetmektedir. Ve bu benzetmesinde evrensel duyguların olduğunu belirtmesinin yanı sıra, Anadolu coğrafyasında soyut düşüncenin varolduğunu da öne sürmektedir. Peki bu paylaşımda geçmişten bugüne Türk resim sanatında neler değişti? 

Cumhuriyet’in 100 yıllık dönem içerisinde gelişen Türk resim sanatının bugün ki çağdaş sanata evrilmesini inceleyeceğimiz bu yazıda, batılı anlamda değişimin ayak seslerinin başladığı dönüm noktalarını belirtmedenn geçmek olmaz. Bu dönüm noktaları ile Mustafa Kemal Atatrük’ün sanat alanında atmış olduğu adımların temelini ve son noktalarını daha net anlayabiliriz. 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde saray saray sanatında tezhip ve minyatür eserleri ortaya çıkmaktaydı. Özellikle minyatür alanında eseler ortaya çıkmış ve tarihsel kayıt niteliği taşıyan minyatür sanatında padişahların hayatları, cülus törenleri, sünnet törenleri vb. Konuları işlenmekteydi. Bu minyatür eserlerde perspektif, gölge, ışık gibi teknikler kullanılmıyordu. 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde batılı anlamda ilk resim sanatı faaliyeti Fatih Sultan Mehmet’in portresini İtalyan ressam Boticelli’ye yaptırmasıydı. Ancak bu ilk adımın devamı çok uzun yıllar sonra I. Meşrutiyet’in ilanı ile geldi.

I  . Meşrutiyet’in ilanından önce 19. Yy’da Osmanlı askeri anlamda diğer devletlerden geri kaldığını kabul etti. Bu gerilemeden kurtulmak için dönemde içerisinde Avrupa’ya elçiler gönderildi. Bunun yanı sıra Avrupa’dan elçilerde İstanbul’a getirildi. Avrupa’ya gönderilen elçiler ile birlikte asker ressamlar daha çok Paris’e resim sanatı alanında eğitim almak için gönderildiler. Eğitimlerden sonra yurda dönen asker ressamlar öğrendiklerini uygulamaya başladılar. Alınan eğitimlerin uygulanmaya başlaması ve tekniklerin aktarılabilmesi için Osman Hamdi Bey öncülüğünde Sanayi Nefise Mektabi açılarak, uygun bir ortam hazırlandı. 

SANAYİ NEFİSE MEKTEBİ

Güzel sanatalar alanında eğitim vermek üzere II. Abdülhamit döneminde 1882’de İstanbul’da kurulmuştur. Öğrencilerin hepsi erkek çoğu da gayri-müslimdir. Bunun yanı sıra eğitmenlerde gayri-müslimler den oluşmaktaydı. Okul müfredatı Paris Güzel Sanatlar Okulu örnek alınarak oluşturulmuştur. Antik sanat dersleri ağırlıklı olarak verilmekteydi. 

Güzel Sanatlar alanında tarihi geçmişe sahip olan Sanayi Nefise Mektebinin kuruluş amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri alanda kendini geliştirmek için harita ve perspektif çalışmalarının ilerletilmesiyle kurum açıldı. Zamanla saltanatın kaldırılması, çağdaş devrimlerin yapılması ile birlikte, sanayi nefise mektebinde faaliyet gösteren asker ressamların yanı sıra Türk ressamların da kurum içerisinde ,eğitim alıp eğitim vermeleri ile Güzel Sanatlar Akademisine evrilmiştir. 

İlk zamanlar da çağdaş sanat teknikleri uygulamalarını eserlerine yansıtmak isteyen sanatçılar, manzara resimleri ile çalışmalar üretmişlerdir. Çoğu zaman canlı manzara resimleri yerine Abdülhamit’in fotoğraf koleksiyonlarından yararlanmışlardır. Fotoğraflar tuvale aktarılırken ressamların kullandığı renklerin naifliği dikkat çekmektedir. 

Zaman içerisinde model çalışmaları yapılmaya başlanmıştır. Ancak model çalışmaları için canlı modeller yerine heykeller üzerinden çalışmalar yapılıyordu. Dönem içerisinde en zor çalışma alanı aslında bu noktaydı. Okulu denetlemeye gelen müfettişleri model çalışma tekniklerinin kullanımında ikna etmek zor bir işti. Heykeller ile çalışma yaparken peştemaller kullanılmasına rağmen birçok kez zorluklar yaşanıyordu. 

Cumhuriyet dönemi ile birlikte yabancı eğitmenlerin yerini Türk eğitmenler aldı. Klasikten uzaklaşarak daha serbest ve özgür bir sanat eğitimi ortamı sağlandı. Yine Cumhuriyet dönemi ile birlikte kadınların sosyal hayata dahil olmalarının etkisi ile modern anlamda eğitimlerin alınması sonucu, 1914 yılında kız öğrenciler için İnas Sanayi Nefise Mektebi açıldı. Öğretim kadrosu Sanayi Nefise Mektebi tarafından sağlandı. 

1926 yılında bu iki kurum birleştirilerek karma eğitime geçiş yapıldı. 1927’de Sanayi Nefise Akademisi olarak anılmış, zamanlar Güzel Sanatlat Akademisi olarak kayıtlara geçmiştir. 

1969 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi adı ile eğitim veren kurum, 1981’de YÖK çatısı altında Mimar Sinan Üniversitesi olarak adı değiştirilmiş, 2004 yılında, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak günümüze kadar süregelmiştir. 

Yaşanılan bu ‘’yenileşme’’ döneminde Türk resim sanatı alanında önemli adımlar atılmıştır. En önemli adım Saltanatın kaldırılmasıydı. Saltanat rejiminde Türkler maalesef kendi kültürel özelliklerini unutmuş, Şeri hukuk ile yönetim sistemi söz konusuydu. Bu yönetim sistemi birçok konuda toplumun geri kalmasına sebep olmuştur. Özellikle sanat alanında olumsuz yansımıştır. Avrupa’ya gönderilen elçiler ve Avrupa’dan İstanbul’a gelen elçiler ile birlikte, özellikle Pera’da gözle görülür bir sosyal hayat değişikliği yaşanmaya başlandı. Değişen bu sosyal hayat ailelerin yapılarının da değişmesine vesile oldu. İstanbul’un önde gelen seçkin ailelerinde eğitimler modernleşmeye başladı. Artık ailelerin kız çocuklarıda eğitim görüyorlardı. Resim sanatı alanında bu değişimi kadınların tuvallerde, modern kıyafetler ile tasvir edilmesi ile görebiliyoruz. Hatta II. Abdülhamit’in eserlerinde birisi olan ‘’Sarayda Beethoven’’ tablosunda; modern bir saray eğitimi görmemiz mümkün. 

Yine bu dönem içerisinde başka bir yenilik adımı; portre ustası olarak adından söz ettiren Sait Efendi’nin portrelerinin devlet kurumlarına asılmasını da örnek verebiliriz. Portrelerin kullanılması Genç Cumhuriyet’e doğru evrilmeye başlayan Türk toplumu için kolay kabul edilebilecek bir husus değildi. Çünkü saltanat yönetiminde insan figürlerini resmetmek yasaktı.

Osmanlı döneminde İslamiyetin etkisi olarak figür yasağı söz konusuydu. Hiçbir el sanatı alanında figür kullanılmazdı. Eserler bir noktada sınırlı kalıyordu. Çünkü başta şeri hukukun yani islamiyet inancını getirdiği, resim ve heykel sanatı alanında sınırlamalar vardı. Osmanlı hükümeti döneminde her ne kadar sanat eserleri ortaya çıkmış olsa da bunlar mimari, tezhip gibi eserlerle sınırlıydı. Yani dünya üzerinde diğer devletlerle paralel olarak ilerleyen bir sanat ortamından pek söz edilemezdi. 

Başlangıçta Batı ülkelerinden alınan eğitimlerin yansıması olarak –gerek ressamların gönderilmesi gerek öğretmenlerin eğitime gelmesi- sonucunda eseler taklit edilmeye çalışılmıştır. Ancak bu süreçte Genç Türkiye’nin kurulması için yapılan çalışmaların yanı sıra, savaş ortamı içerisinde sanatçılar eseler üretiyorlardı. Savaş ortamında eserlere milli duygular yansıyordu. Çanakkale savaşı, kurtuluş savaşı izleri tuvallerde görünüyordu. 

Cumhuriyet rejiminin sosyolojik etkisinin en önemli değişim göstergesini Türk kadınının sosyal hayatta aktif rol alması ile birlikte görmekteyiz. Osmanlı saltanı döneminde kadınları sanat içerisinde sadece tuvallerde görüyorduk. Genç Türkiye’nin temellerinin atıldığı bu dönemde, yazıya ayrı bir başlık açtıracak olan ‘’kadın ressamlarımız’’ ön plana çıkmaya başladı. 

Dünyanın kabul edeceği bir toplum yaratmayı hedefleyen genç Cumhuriyet, Batı Uygarlığı’nın içinde kendi kimliğiyle var olan milli bir resim sanatını oluşturma gayesi oldukça dikkat çekicidir. Resmi ideolojinin kültür politikaları çerçevesinde oluşturulan kurumlar, bu fikir doğrultusunda hareket eden gruplar ve sanatçılar çağdaş resim sanatımızın temelini oluşturur. Cumhuriyet hükümetinin kültür politikası, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma amacı gereğince olmuş ve bu iki dengeyi korumaya özen göstermiştir. Bu çabalar, 1950’ye kadar çeşitli görüş ve önerilerin ortaya atıldığı bir tartışma ortamını beraberinde getirmiştir. Peki Türk resim sanatının muasır medeniyetler seviyesine gelme noktasına gelme aşamasında kimler katkıda bulundu?

Türk resim sanatının gelişiminde adından söz etmeden geçemeyeceğimiz en önemli kişi Osman Hamdi Bey’dir. Bugün ki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi olarak bildiğimiz Sanayi Nefise Mektebi’nin açılmasında rol oynamıştır. 

Müzeci, arkeolog, ressam olan Osman Hamdi Bey ilk Türk ressamlarından birisidir. Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressamımızdır. Eserlerinde aile yapısını yansıtma şekli bugün psikologlar tarafından dahi dikkat çekmiştir. Eşini ve çocuklarını çağdaş bir şekilde yansıtan Osman Hamdi Bey’in aile fotoğrafları da incelendiğinde, aile bireyleri arasındaki eşitliğin o dönemin şartları içerisinde en güzel yansıtılmasıydı. 

Masa başında oturan aile bireylerine baktığımızda; her bir kişinin gayet doğal ve rahat oturması, özellikle eşinin rahat bir oturuş pozisyonunda durması dikkat çekmektedir. Dönemin klasik pozlarında, erkek oturur, kadın ve çocuklar ayakta babanın yanında durup poz verirlerdi. Bunu yanı sıra Osman Hamdi Bey’in kızı ile olan fotoğrafında, kızı ayakta duruyorken kendisi sandalyede kızının göz hizasında gayet samimi ve doğal biz kompozisyon görmekteyiz. Bugün psikologların ve pedagogların ebeveynlere anlatmak istediği ‘’çocuklarla eşit mesafeden iletişim kurma şekli’’ni, Osman Hamdi Bey, Genç Cumhuriyet’in temelleri atılmaya başlanırken Türk halkına bu mesajları vermişti.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş