Hayri YILDIRIM ile Nihal Atsız Üzerine Röportaj

0 Yorum

Son Türkçü ATSIZ kitabının yazarı Sayın Hayri Yıldırım Bey ile ders niteliğinde bir röportaj gerçekleştirdik. Kitap 40′lı yıllara ışık tutması açısından adeta kaynak niteliği taşıyor. O yılların Türkiye’si ile günümüz Türkiye’si arasında karşılaştırma yapma olanağı sağlıyorsunuz. 

Son Türkçü ATSIZ kitabının önsözünde “Atsız bir cilde sığacak kişilik değildir. Bu sebeple kitap, bir giriş niteliğindedir.” Diyorsunuz. 600 sayfa civarı bir kitap ve okurken ben de devamı olması gerektiğini hissettim. Gerçi her şeyi anlatmışsınız ama ATSIZ’ın anlatılmayanları daha çoktur diye düşünüyorum. Atsız ile ilgili bu kitabın devamı niteliğinde bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz? 

Evet devamı var. Şöyle: Uzun yıllardır bir Türkçü Fikir Adamları dizisi düşünüyorum. Bu dizi Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Mahmut Esat Bozkurt, Nihal Atsız’dan oluşacaktır. Atsız bu dizinin bir bölümüdür. Ancak Atsız bölümünü 4-5 cilt olarak düşündüm. Yıllardır notlar ve kaynaklar biriktirdim. Türkçü fikir sürecini Türkçü bakış açısıyla ortaya koymayı tasarladım. Bir yandan da Türkçülere model kitap çıkarmak istedim.

2012 yılında kalp krizi geçirince yoğun bakımda yatarken Atsız bölümünü öne almaya karar verdim. Zaten çoğu kısmı hazırdı. Böylece Atsız bölümünün ilk kitabını düzenledim. “Son Türkçü Atsız” kitabı sadece bir hayat hikâyesi, biyografi değildir. Aynı zamanda Atsız’ın yaşadığı dönemlerin, mücadelelerin ve ilişkilerin biraz da eleştirilerek ortaya konulmasıdır. Yani Atsız’ı, hayatı, fikirleri ve mücadelelerini dönemin olaylarıyla somut şekilde aktarmaya çalıştım. Öte yandan Atsız’ın bana uygun gelmeyen bir iki hususta da kendi fikrimi açıkladım. Mesela bunlardan biri Vahdettin konusudur. Ancak Atsız’ın neden öyle düşündüğünü de kendimce açıklamaya çalıştım.

Aslında Atsız, benim bakış tarzımla özellikle Cumhuriyet tarihimizin olaylarının çoğu demektir. Bu bakımdan tek cilt olmaz. Diğer ciltler “1944 Irkçılık Turancılık Davası”, “Atsız’ın Fikirleri”, “Atsız’ın Dergileri” ve eğer yeterli bilgi toplayabilirsem “Bilenlerin Gözünden Atsız” olacak. Böylece 4-5 cilt tamamlanacak ve ondan sonra diğer Türkçüleri hazırlayıp çıkartacağım. Ancak son cilt belki olmayabilir. Çünkü bilgi almak istediğim kişilerden bazıları nedense anlatmak istemiyorlar. Dolayısıyla bu cilt belki çıkmayabilir.

1944 davası şu anda son şekline hazır hale geliyor diyebilirim. Bu kitabımın içinde ilk defa yayınlanacak bir belge var. Zaten kitabın omuriliği o bölüm olacak. Okuyanlar 1944 davasının aslını özünü o belgeden anlayacaklar. Ayrıca kitaba uzun bir ön bilgi niteliğinde “Giriş” koydum. Bu girişte davanın açıldığı dönem ve etkenleri hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler veriyorum. Gerçi Son Türkçü Atsız kitabımda oldukça ayrıntılı olarak verdim ama burada konu itibariyle tekrar derli toplu anlatıyorum. Muhtemelen bu kış içinde hazır hale gelebilir. Ondan sonra diğer ciltleri toparlayıp hazırlayacağım.

Atsız ile Atatürk’ün tanışmamasını cumhuriyet tarihi açısından oldukça hazin bir vaka olarak görüyorum. Tarihi olaylara şimdiki zaman üzerinden yorum yapmak bir metot değil fakat Atsız ile Atatürk tanışsaydı, aralarında bir iletişim olsaydı Türkiye’de ne değişirdi?

Eğer ki Atsız ile Atatürk tanışsaydı, kitapta da değindiğim üzere, Atatürk Atsız’dan etkilenir ve dikkatini çekerdi. Bence Fuat Köprülü gereksiz yere endişe etmiştir. Kesinlikle tanıştırılması gerekirdi. Bu konuda Köprülü tarihsel bir hata işlemiştir. Evet, Atsız, sert ve açık karakterli bir kişidir. Ama Atatürk bu karakterdeki kişileri istemeyen biri değildir.

Aksine Atatürk bu tarz kişileri de tutmuştur. Mesela, Türk Dil Kurumu’nda dil bilimci olarak çalışan Ragıp Hulusi Özden, “Güneş Dil Teorisi” çalışmalarına uzak durmuş ve hatta bu teoriye inanmadığını bile Atatürk’e bizzat söylemiştir. Buna rağmen Atatürk, Ragıp Hulusi’yi bir tarafa atmamış ve aksine onu sahiplenmiştir. Atatürk, Ragıp Hulusi’nin yeni kurulan İstanbul Üniversitesi’nde Dilbilim Kürsüsü profesörlüğüne atanmasını sağlamıştır. Dil Kurumunda görev yapması ve dil teorisini savunması beklenmemiştir. Atatürk’ün zihniyeti ve tepkileri bakımından bu çok önemli bir olaydır. Dolayısıyla Atsız hakkında da aynı şeyler olurdu. Kaldı ki Atatürk, Türkçülere özel bir ilgi ve önem göstermiştir. Bu konunun açıkça konuşulması gerekir. Hatta bu konuda araştırmalar yapılmalıdır.

Atatürk hakkında binlerce monografi ve kitap vardır ancak onun Türkçü bilim adamlarına karşı ilgisi hakkında araştırma yoktur. Kısacası şunu kesin olarak söyleyebiliriz: Atatürk, Türkçü bilim ve fikir adamlarına sahip çıkmış ve bırakmamış, her birine bilim kurullarında veya üniversitelerde yer vermiştir. Eğer Atsız, Atatürk ile tanışmış olsaydı, Atsız, Ragıp Hulusi gibi dil ve tarih tezlerine karşı görüşlerini Atatürk’e açıkça söyler ve itiraz ederdi. Atatürk bunun üzerine, Atsız’ın da Ragıp Hulusi örneğinde olduğu gibi İstanbul Üniversitesinin tarih bölümüne yerleşmesini sağlardı. Buna karşılık Andımız’ın yazarı Reşit Galip böyle davranmamış; Zeki Velidi Togan’ı tutan Atsız’ı bakan olunca okuldan attırmış ve açıkça uğraşmıştır. Reşit Galip’in de bu şekilde kindar bir tarafı vardır.

Atsız eğer Atatürk aracılığıyla üniversitede kalsaydı kanaatimce daha çok eser verebilir ve belki Türk Tarihi çalışmasını erkenden tamamlayıp yayınlardı. Çünkü zaten giriş niteliğindeki kısmını Toplamalar adıyla yayınlamıştı. Aslında Atsız, Atatürk’ün fikirlerine uygun bir bilim ve fikir adamıydı. Turancılık konusunda aralarında ayrılık vardı ama Atatürk bir devlet başkanı, Atsız ise bir fikir adamıydı. Atatürk kurduğu Türk devletini öncelikle düşünüyor ve Türk milletinin kökenlerini araştırıp önem vererek bir Turan bilinci sağlamaya çalışıyordu. Bu bakımdan Atatürk ile Atsız arasındaki fark budur: Yani Atatürk kökenler bakımından Turan çalışırken, Atsız günümüz bakımından siyasal Turancılığı savunuyordu. Bu konular üzerinde çok çalışılması lazım. Ama ne yazık ki hala Türkçü çalışmalar olmuyor. Ben facebook’ta yönlendirme yapmaya çalışıyorum ama ne kadar etkili oluyor bilmiyorum. Kısacası sonuç olarak benim kanaatim şudur; Atsız’ın Atatürk ile tanışmaması, özellikle Türk Tarihi çalışmaları bakımından büyük kayıp olmuştur. Çünkü eğer Atsız, bir tarih profesörü olsaydı bir kürsü sahibi olurdu ve birçok öğrenci yetiştirir ve onlara birçok alanda Türkçü bakışla eser hazırlatırdı.

Ama tabi bir de şu var: Atsız, ilerleyen yıllarda üniversitede kalabilir miydi? İşte bu şüphelidir. Çünkü Atsız, fikrine aykırı gelişmelere karşı susmayan bir kişidir. Muhtemelen İnönü devrinde yine üniversiteden atılabilirdi. Ya da daha sonraki dönemlerde! Çünkü Atsız susturulması mümkün olmayan bir fikir ve dava adamıydı! Atsız fikri uğruna her şeyi göze alabiliyordu!

Bu soruya ek olarak şunu da sormak istiyorum Fuat Köprülü tamamıyla iyi niyetli bir tavırla Atsız’ı düşünerek, Atsız ile Atatürk’ün tanışmasını engelliyor. Atsız ilerleyen yıllarda Fuat Köprülü’ye Atatürk ile tanışmasını engellediği için sitem ediyor mu? 

Fuat Köprülü iyi niyetliydi diyemeyiz. Yani Atsız’ı düşünerek, onun hayrı için Atatürk ile tanıştırmadı denilemez. Kitapta bu konuya yer verdim. Yılmaz Öztuna, konu hakkında, Atsız’ın kendisinden intikam alır düşüncesiyle tanıştırmadı demiştir. Bu kadar olmasa da Fuat Köprülü tanıştırmaya korkmuştur. Çünkü Köprülü Birinci Tarih Kongresi’nde, İstanbul Üniversitesi tarih tezine bazı yönlerden karşı olduğu halde o pek suya sabuna dokunmamış ve dikkatli davranmıştır. Köprülü büyük bir bilim adamıdır, çağdaş Türk Tarihçisidir. Ama fikir ve cesaret bakımından aynı değildir. Ne yazık ki o tarihlerde ürkek davranmıştır. Belki Atsız’a sahip çıksaydı, kendisi de daha farklı bir hayat sürerdi. Atsız, o tarihten sonra Köprülü’ye uzak durmuştur.

Ben tarih mezunuyum. Üniversitedeki hocalarım ilk ve ortaöğretim ders kitaplarının içeriğiyle ilgili hep sitemkâr idi. 70-80 yıl evveline bakıyoruz ki Atsız da Türk Tarih Kurumu’nu aynı nedenden ötürü eleştiriyor. Ders kitaplarındaki hatalar bu denli bariz olmasına rağmen onca yıl boyunca hükümetler ve MEB niçin bu konuda ciddi bir çalışma yapamadı? Bu bilinçli bir yozlaştırma mı?

Liselerde okutulmak üzere ilk baskısı 1931 yılında yapılan Dört ciltlik tarih kitabını en çok Atsız eleştirmiştir. Bu sebeple dalkavukların hışmına uğramış ve başına gelmeyen kalmamıştır. Oysa gerek bu dört ciltlik tarihi ve gerekse tarih tezi içi hazırlanan ön çalışmaları Atatürk de eleştirmiştir. Hatta hazırlanan bu eserleri pek beğenmemiştir. Bu çok önemlidir. Ama Atsız’ın eleştirileri dalkavukları son derece rahatsız etmiştir. Atsız’ın dört ciltlik tarih kitabına yönelik eleştirileri tamamen haklı ve bilimseldir. Ama bu eleştirileri yüzünden sürülmüş ve eziyet görmüştür.

Türk eğitiminde, Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün Hasan Ali Yücel’i eğitim bakanı yapıp, kadroları Rus hayranı komünistlere ve milli bilince muhalif hümanistlere bırakmaya başlar. Bu, Cumhuriyet döneminde Türk eğitimindeki birinci sapmadır. Hatta İnönü zamanında bu şekilde devlet dönüştürülmeye çalışılır. Arapça ve Farsça’ya karşı amansız düşmanlığın temelinde Yunan ve Latin hayranlığı yer alır. Bu konuda Hasan Ali Yücel’in vebali çok büyüktür. Bu konuda Atsız’ın duyarlılığı son derece haklıdır.

1945’den sonraki dönem Türkiye’nin ABD yörüngesine girme sürecidir. Bu, ABD emperyalizmine boyun eğme sürecini “Sömürgeci Batının Barbarlık Tarihi” adlı kitabımda ortaya koydum. 1945 yılında ABD ile Türkiye Cumhuriyeti arasında “Askeri Yardım Antlaşması” imzalanır. Bu antlaşma uydulaşmanın ilk resmi belgesi olur. ABD’nin o tarihteki ünlü Missouri zırhlısı 5 Nisan 1946’da İstanbul’a gelir. Bu zırhlı geldiğinde TC Hükümeti olmadık şaklabanlık yapar, genelevleri bile ABD askerlerine tahsis edilir. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete yakışmayan işler yapılır. Yardımın nasıl harcandığını kontrol etmek için 23 Mayıs 1947’de Türkiye’ye bir askeri heyet gelir. 11 Mart 1947’de Türkiye IMF’ye girer.

Bu gelişmeler içinde eğitim alanında çok önemli bir bağlanma antlaşması imzalanır ki bu nedense pek göz önüne çıkarılmak istenilmez. Ama Türk eğitimindeki çarpık gelişmenin esas kaynağı budur. İşte bu sıkı uydu olma gelişmeleri içinde 27 Aralık 1949 tarihinde “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkında Antlaşma” imzalanır.  Bu antlaşma ile Türk eğitimi ABD’nin kontrolündeki bir komisyona teslim edilir.

Komisyonun 8 üyesinden dördü ABD, dördü de TC’den olacaktır ama Türkiye’deki ABD Büyükelçisi fahri başkandır. Ve herhangi bir konuda oyların eşit gelmesi halinde fahri başkan olan ABD Büyükelçisinin oyu dikkate alınacaktır. Ayrıca komisyona ABD Dışişleri Bakanlığı müdahale edebilecektir. İşte Cumhuriyet döneminde Türk eğitimindeki ikinci sapma böyle başlar. İşte sorunuzun cevabı bu iki sapmada bulunmaktadır.

Eğitimdeki bu iki sapma, Türk eğitimini Türksüz bir eğitim haline sokma yoluna yönelmiştir. Türklük olgusu, hiçbir temeli olmayan bir ad derecesine indirgenmiştir. Tabi bu süreç içinde sürekli olarak ırkçılık ve Turancılık karşıtlığı yaygara yapılarak, Türkçülük ve esas olarak da Türklük bilinci pasifleştirilmeye çalışılmıştır. İşte sonuç ortadadır. Bu şekilde ABD güdümündeki bir eğitimde elbette ki düzgün bir milli eğitim olmaz, çocuklara milli bilinç verilmez. Ders kitapları milli duyarlılıklar içermez. Ne yazık ki eğitimde maksatlı bir yozlaşma çalışması yapılmıştır.

Şimdi iki binli yıllardaki değişim, eğitimdeki üçüncü sapma niteliğindedir. Bu defa Türklük herhangi bir etnik haline getirilip Türkiye Atsız’ın deyişiyle kokteyle çevrilmek istenmektedir. Bu üçüncü sapmada eğitim tamamen yozlaştırılmakta ve ABD yörüngesinde bağımlı İslam ümmetçiliği yerleştirilmek istenilmektedir. Model ABD uydusu Arap ülkeleridir. Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi. Oysa İslam temelde bağımsızlıkçıdır. Gerçek İslamcı fikir, Mehmet Akif düşüncesidir. Buna karşılık Şeyhülislam Mustafa Sabri ve İskilipli Atıf Hoca ve takipçileri ise İngilizci ve bağımsızlık düşmanıdırlar. Mustafa Sabri’nin kitaplarında bu yönde açıklamalar vardır. Bunları “İskilipli Atıf Hoca Neden Haindir?” kaynak ve belgeleriyle gösterdim. Kısacası, artık bu üçüncü sapmada emperyalizm işi bitirmek istemektedir. İşte bizim eğitimimizde sakatlık bu sapma süreçlerindedir. Böyle bir süreçte ise milli bilinç içeren ders kitabı ve eğitim yoktur. Yani sorunlar o kadar çoktur ki ve o kadar çoğalmaktadır ki, Türk milletinin bir an önce aklını başına toplaması lazımdır.

Nihal Atsız; yoğun, stresli ve sıkıntılı bir hayat sürmüş. Dergileri kapatılmış, öğretmenliği engellenmiş, hapse atılmış yine de davasından vazgeçmemiş. Bugün ardında onu takip eden binlerce genç var. Fakat bu gençler Atsız’ı bir konuda yakalayamadılar gibi geliyor bana; bugünün Türkçüleri dergicilik konusunda nedense aktif ve güçlü bir ekip oluşturamıyor. Bir dağılmışlık var. Bunu neye bağlıyorsunuz? Türkçülere, özellikle biz gençlere dergicilik ve kültürel faaliyetler ile ilgili önerileriniz nelerdir?

Kitaba Son Türkçü Atsız adı konulmasına bazı kişiler tarafından itiraz edildi. Biz Türkçü değil miyiz dediler. Hele biri benle görüşmek istedi, görüşmeye gittim. Bana; “kitabınızın adı hatalı. Atsız dergi çıkardıysa biz de çıkardık” dedi. Tabi ben bu kadar sığ ve basit düşünceye, muhakemeye karşı ne anlatsam boştu. Fazla tartışmadım.

Türkçü gençler kendilerini Atsız gibi görüyorlar. Bu güzel bir duygudur. Ama kendini Atsız gibi görmek Atsız olmak değildir. Atsız olmak, onun kadar düşünmek, çalışmak, fedakârlıkta bulunmak, fikir ve tarih eserleri ortaya koymak demektir.

Ne yazık ki, Atsız’dan sonra o derecede bir Türkçü fikir ve mücadele adamı çıkmamıştır. Atsız Türkçü fikir sürecinin son temsilcisi olmuştur. Dilerim bir gün Atsız’dan sonra gelmek üzere bir son Türkçü ortaya çıkar biz de onu son Türkçü olarak görürüz. Yoksa bir dergi çıkartmak veya facebook’ta bir takım yazılar paylaşmak Atsız olmak değildir. Hele küfürlü konuşmak kesinlikle Türkçülüğe yakışmamaktadır.

Günümüzde birçok genç Türkçü grup var ve birçok Türkçü dergi çıkmaktadır. Bu durum genel anlamda sevindirici bir faaliyettir. Ama bu dergi çevreleri ve gençlik grupları nedense önemli günlerde olsun bir araya gelmemektedirler. Oysa mesela 3 Mayıs’ta, 29 Ekim’de, 11 Aralık’ta bütün bu gençlerin beraber hareket etmeleri gerekir. Böyle “az olsun benim olsun” mantığıyla bu işler olmaz ve güçlenmez. Artık devir birleşme ve güçlenme devridir. Artık hobi aşamasında grupçuluk ve dergicilik zamanı geçmiş, Türkiye bir ölüm kalım dönemecine gelmiştir.

Ben isterim ki önemli günlerde bütün bu gençlik grupları bir araya gelsinler, birlikte yürüyüp birlikte toplansınlar. Mesela önümüzde Atatürk’ün ölüm günü 10 Kasım var, Atsız’ın ölüm günü 11 Aralık var. Bu önemli günlerde Türkçü gruplar ayrı ayrı değil, beraber olmalıdırlar. Beraber oldukları takdirde muazzam bir kalabalık ortaya çıkar. Ve bu kalabalık Türkiye’deki diğer tüm kalabalıklardan daha önemli ve daha nitelikli olur. Çünkü Türkçüler gerçek fikir sahibi insanlardır. Fikir sahibi insanların kalabalığı, bence, diğer siyasi kalabalıklardan daha önemli ve niteliklidir.

Dergicilik ve kültürel faaliyetlerde önerilerime gelince; zaten yukarıda bir parça değindim. Evet, birçok dergi çıksın ama birbirine düşman olmasın. Birbirine hakaret etmesin. Önemli günlerde birlik olsunlar. Dergi çıkarmak önemli ve meşakkatli bir iştir. Ben geçmişte bu tür faaliyetin içinde bulunduğum için bilirim. Bu kadar meşakkate ve emeğe değmesi için, dergi döneme damga vurabilmeli, en azından bir etki yaratmalıdır. Bunun için de eskileri tekrar etmemeli, eskiden gelen fikirlere dayanarak yeni şeyler söylemeli, günümüzü Türkçü gözle yeniden yorumlamalı ve bir Türkçü bakış açısı getirmelidir. Bazı riskleri göze almalıdır. Dergide akademik tarzda yazılara yer verilmelidir. O güne kadar işlenmemiş ayrıntılara girilmelidir. Önemli bulgu, söz, alıntılarda mutlaka kaynak gösterilmelidir. Yani dergi bu dönemin heyecanını ve bakışını ortaya koyabilmelidir. Bunun için bazı hocalara başvurulmalıdır. Yazılar yirmi yıl sonra da açıp okunabilmelidir.

Kültürel faaliyet konusunda mesela gençler önemli fikir adamlarının ölüm yıl dönümlerinde anma toplantıları veya belli konularda konferanslar düzenleyebilirler. Bu toplantılarda kendi aralarından veya bir veya iki kişi de dışarıdan konuşmacılar seçerler. Bu faaliyet o gençlere istek ve yetenek kazandırır.

Önemli gelişmelerde bildiriler dağıtılmalıdır. Bu bildiriler, en azından belki birkaç kişiyi etkiler ve düşünmeye zorlar. Öte yandan bu şekilde bildiriler geleceğe atılan belgelerdir.

Günümüzde Türkçülük yalnızdır. Diğer siyasetler gibi emperyalizm gölgesi altında değildir. Bu sebeple kendi gücü ve kendi yağıyla kavrulmaktadır. Bu çok zor bir durumdur. Ama buna rağmen başarmak gerekmektedir. Hiçbir gölge altına girmemek ve çok dikkat etmek lazımdır. Türkçülük her zaman zor ve meşakkatli olmuştur, halen de öyledir! Ve fedakârlık gerekir!

Kitabın en güzel tarafı 40’lı yılların Türkiye’si ile bugünün Türkiye’si arasında karşılaştırma yapabiliyorsunuz. Okuyanlar görecek ki ne yazık ki Türkiye’de pek bir değişiklik olmamış. Aktörler değişmiş ama senaryo yani problemler aynı kalmış. O günlerde karşılarında çetin bir adam, Atsız varmış. Bugün ise meydan boş. Sizce Türkiye’de neden hiçbir şey değişmiyor? Sorunlarımız, hüzünlerimiz, dertlerimiz, ölümlerimiz, ekonomimiz, dostlarımız, düşmanlarımız kısacası hemen her şey aynı. Çetin Altan’a göre bunun nedeni “saydam olamayışımız.” Atsız’a göre ileri gidemeyişimizin nedeni nedir? Ve sizin bu konuda düşünceleriniz nelerdir?

Yukarıda değindiğim gibi, Atatürk’ten sonra Cumhuriyeti, yani Türk devletini dönüştürme süreci başlamıştır. Sapmalar yaşanmıştır. En son şimdi ikibinli yıllarda devlet teokratik bir rejime dönüştürülmekte ve aynı zamanda devletin Türk niteliği ortadan kaldırılıp bir kokteyle çevrilmek istenilmektedir. 1940’lardan beri pek değişen bir şey yoktur. Hala Türk’e ve Türk devletine düşmanlık devam etmektedir. Üstelik Atatürk’ün ölümünden beridir bu düşmanlığı esas olarak devlette görev alanlar yani bizleri yönetenler yapmaktadırlar.

Atsız yaşadığı zaman içerisinde gerçekten önemli bir tepki insanıdır. Türkiye onun tepkilerini görmüş ve duymuştur. Ne var ki Atsız da ölünce gerçekten de dediğiniz gibi meydan boş kalmıştır. Ne yazık ki MHP ve Alparslan Türkeş de dinci söylemlere ve popülizme kaymıştır.

Atsız’a göre ileri gidemeyişimizin sebebi, genel şekilde ifade edecek olursak; Türklükten uzaklaşma, devlet yönetimine Türk olmayan küçük hesapçıların yerleşmesi, milletin ülküsüz bir sürü haline getirilmesi ve ahlakın zayıflamasıdır. Atsız millet hayatında ülküye ve ahlaka çok önem vermiştir. Bu ikisi olmadığı zaman milletin çökeceğini ifade etmiştir.

Gerçekten de bu gün toplumumuzun temel sorunu, ahlak ve ülkü sorunudur. İnsanlar ülküsüz yaşamaktadır. Çoğu, siyaset ve televizyon manyağı olmuş durumdadır. Ülkede varsa yoksa siyaset, futbol ve televizyon vardır. Öte yandan sürekli ve yoğun şekilde algı yönlendirmesi yapılmaktadır. Toplum adeta algılara sürüklenilmektedir. Bu yönlendirmeleri, televizyon, basın ve yazar diye ortada gezenler yapmaktadırlar. Hepsi de bence belli yerlerden beslenmektedirler. Bu günkü bir akıl alma yolu da cep telefonlarıdır. Evde internet, işte internet, arabada yolda internet derken insanlar düşünemez hale gelmişler ve ellerinde bir telefonla yatıp kalkar hale gelmişlerdir.

Bu olumsuz durumların önüne geçmek için öncelikle aydınlara ve üniversite öğrencilerine görev düşmektedir. Aydınlar ve öğrenciler yetişmeli, Türkçü öğrenciler geleceğin hakim aydınları olmalıdırlar. Bu sebeple öğrenciler, öğrencilik sürecini çok iyi değerlendirmeli ve çok okumalı çok düşünmelidirler. Okullardan mezun olduklarında donanımlı olmalıdırlar. Birer meslek sahibi olmalıdırlar. Üniversiteye girecek olanlar öncelikle, Siyasal Bilgiler, Hukuk, Askeriye, öğretmenlik gibi mesleklere yönlenmelidirler. Geleceği hazırlamak lazımdır. Bir gün gelecek gelip karşımızda durur. Şimdiden hazırlanılmadığı takdirde yine bir şey yapamayız. Üstelik bu defa durum çok risklidir. Çünkü işbirlikçiler Türkiye’yi parçalayıp Türklüğü yok etmeyi kafalarına koymuşlardır. Emperyalistle bu amaç için terörü ve bazı merkezleri beslemektedirler. Kısacası gençlere tavsiyem, kaybedecek hiçbir zamanımız yoktur. Geleceğe hazırlanmak lazımdır.

Sizin de belirttiğiniz gibi Atsız üzerine konuşulacak çok kelam var. Biraz da projelerinizden bahsedelim. Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitap var mı?

Üzerinde çalıştığım çok kitap taslağı var. Yaklaşık 30 yıldır belirlediğim konularda hazırlık yaptım ve kaynak topladım. Aynı zamanda o konularda Türkçü bakış açısı geliştirmeye çalıştım. Bu kitap çalışmalarımı 1994 yılından itibaren kimi zaman bazı dergilerde uzun makaleler olarak yayınladım. O yazılarım Bilge Orhunlu veya Mete Savcı takma adlarıyla yayınlandı. Benim yıllardır maksadım, Türk ve Türkçü gözüyle hazırlanmış bir külliyat hazırlamak oldu. Çünkü ne yazık ki Türkiye bir dezenformasyon saldırısı altındadır. Bu sebeple Kitap ve fikir dünyamızın oryantalizm ve dezenformasyondan kurtarılması gerekmektedir.

Yukarıda belirttiğim gibi bir Türkçü dizi tasarladım. Kaynakların çoğunu topladım. Bir kısmında da gerekli notları aldım. Şimdi toparlanıp düzenlenmeleri gerekiyor.

Türkçü dizi dışında, “Hasan Ali Yücel-Kenan Öner Davası”, “Lozan”, “Oryantalizm”, “Osmanlı’nın Sömürgeleşmesi”, “Milli Mücadele Dönemi Basını”, “Atatürk”, “Türkçülük Anlayışım”konulu kitap ve bunların dışında deneme çalışmalarım var. Kimi çoğunlukla hazır, kimi nispeten hazır durumda. Yeni bilgi veya gerekli bir husus görünce ekliyorum.

Bir de ömrüm yeterse Genel Türk Tarihi’ni Atsız’ın tarih teziyle yazmak istiyorum. Bunun için gerekli şemayı ve sorunlu ayrıntıların bir kısmını tasarladım. Tabi bütün bunları kalan ömrüme sığdırabilecek miyim bilmiyorum. Ama kendime uzun zamandır çizdiğim program budur. Ayrıca bazı notlar var, arada belki birkaç küçük kitap da çıkartabilirim.

Son olarak, Şilep Dergi okuyucularına tavsiyeleriniz nelerdir? Örneğin başucu kitabı olarak önerebileceğiniz birkaç tane kitap istesek sizden?

Bana kitap tavsiyesi sorarsanız ben size bir kitaplık dolusu kitap öneririm. Bu öneriyi başlıca üç bölüm altında yapabilirim. Birincisi Türkçü fikrin gelişimi bakımından Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Atsız ile Atatürk’ün tüm eserleri okunmalıdır. İkincisi tarih bilinci ve bilgisi bakımından Atsız, Zeki Velidi Togan, Bahattin Ögel, Osman Turan, Faruk Sümer, Mehmet Altay Köymen, gibi Türkçü zihniyete sahip tarihçilerin temel eserleri okunmalıdır. Üçüncü olarak ise, yabancı tarihçi ve Türkologlar okunabilir, ancak bunların eserleri oryantalizm etkisi altında olduğu için asıl kaynak ilk iki grup olup, bu üçüncü grup eserlerde dikkatli olmak lazımdır. Bunların dışında da okumalar mutlaka yapılmalıdır. Mesela Hitler’in ne dediğini öğrenmek için Kavgam kitabını, Marksist anlayışı anlamak için Marks ve Engels’in kitaplarını okumalıdır. Kısacası Türkçü olmak öyle kolay değildir. Türkçülük siyaset değil, öncelikle fikirdir. Bu bakımdan bilgi birikimi ve fikir derinliği olması gerekir. Türkçünün bir bakış açısı olmalıdır. Dünyayı ve olayları öyle görmelidir.

Türkçü genç sadece fikir ve siyaset demek değildir. O genç aynı zamanda edebiyat bilmelidir. Roman ve şiir okumalıdır. Bir Türkçü genç önce Atsız’ın romanlarını okumalıdır. Özellikle Ruh Adam iç hesaplaşma gereği bakımından 2-3 yılda bir tekrar okunmalı diyebilirim. Türkçü genç aynı zamanda bir insan olduğunu ve duyguları bulunduğunu da unutmamalıdır.

Siz bu günlerde hangi kitapları okuyorsunuz?

Ben hayatım boyunca kaynak topladığım için genelde aklımdaki kitapları toptan alır ve o andaki fikir ihtiyacıma göre okurdum. Halen de öyle yapıyorum. Tabi arada başka kitaplar da okuduğum olmuştur. Gençlere aynı anda birçok kitap okumalarını öneririm. Bu tarz okuma zihni ve beyni geliştirir. Eğer bir şeyler yazmak istiyorlarsa, o zaman da disiplin içinde genelde konuyla ilgili okumalara önem vermeleri gerekir.

Bu tarz okumalar yani kitap hazırlama amacı dışında, geleceğe hazırlık olmak üzere ara okumalar kapsamında son olarak okuduğum kitaplar şunlar oldu:

-Soner Çağaptay; Türkiye’de İslam, Laiklik ve Milliyetçilik, Türk Kimdir?; İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayını, 2009

-Bilal N. Şimşir; Lozan Günlüğü; Bilgi Yayınevi, 2012

-Doğan Duman, Serkan Yorgancılar; Türkçülükten İslamcılığa Millî Türk Talebe Birliği; Vadi Yayınları, 2008

-AybenizAliyeva; Azerbaycan’da Romantik Türkçülük, Doğu Kütüphanesi Yayını, 2008

-Zafer Toprak, Darwin’den Dersim’e Cumhuriyet ev Antropoloji; Doğan Yayınları, 2012

-Murat Bardakçı; İttihatçı’nın Sandığı; Türkiye İş Bankası Yayını, 2014

-Saim Savaş; XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik; Türk Tarih Kurumu Yayını, 2013

-Bestami S. Bilgiç; Doğu Karadeniz Rumları: İsyan ve Göç (1919-1923); Türk Tarih Kurumu Yayını, 2011

-Türk Amacı (Tıpkıbasım); Türk Dil Kurumu Yayını, 2009

Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim Hayri hocam. Yeni projelerinizi de konuşmak İnşallah kısmet olur.

Röportaj ve iyi dilekleriniz için teşekkür ederim. Yolunuz açık olsun.

Mürsel Ferhat Sağlam

ŞİLEPDERGİ

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş