İlker Kaleli: Her şey yolundaysa aşkın ateşi kısık oluyor

0 Yorum

‘Kayıp Şehir’in top peşinde koşturan ‘İrfan’ıydı. Sonra ‘Kayıp’taki ‘Falko’ oldu. Şimdi ‘Poyraz Karayel’in ‘Poyraz’ı… Üç sene öncesine kadar kimsenin tanımadığı İlker Kaleli’nin şöhreti hayatını nasıl değiştirdi? Egosu da kariyeri gibi patladı mı?

Rahat bir adam. İmajı umursamıyor. Bu yüzden  de ardı ardına iyi işlerde yer almasının sırrını fiziğine bağlamıyor: “Çok yakışıklı olduğumu düşünmüyorum. Kariyerimi de fiziksel güzellik üzerine kurmuyorum” diyor. Seçtiği roller birbirine benzemiyor. Önce bir mahalle delikanlısı sonra bir çetenin elebaşı  olarak çıktı karşımıza. Şimdi ‘Poyraz Karayel’de eski bir polisi canlandırıyor. “Birbirine benzer karakterleri oynamanın beni mutsuz edeceğini biliyorum. Bu yüzden risk alıyorum.” Böyle düşünüyor. Eskiye ait her şeyi geride bırakmaya başladığı bir dönemde olduğunu söylüyor, Sözü ona bırakalım…

Her dizide farklı rollerdesiniz. Siz hangisisiniz? Asi mi, utangaç mı, duygusal mı?

– Bende hepsi var. Bunlar çocukluğumdan beri çözmeye çalıştığım yanlarım. Akışına bırakıp koşullar hangi özelliğimi çıkarıyorsa ona göre yaşıyorum.

İnişli çıkışlı ve karanlık bir tarafınız da var…

– Hem de oldukça. Karanlık tarafımdan beslendiğim oluyor. Bu da çocukluktan gelen bir şey. İnsan olarak karışığız. Bununla barışık olup hayata katmak önemli.

YALNIZ HİSSETTİĞİMDE KENDİME TUTUNDUM

Çocukluk demişken, anneniz yarı Alman, babanız Vanlı. Sizdeki farklılıkta bu karışımın etkisi ne?

– Bu durum çocukken bana kafa karışıklığı olarak yansıdı. Anne tarafını ziyarete gidince başka, baba tarafını ziyarete gidince başka bir davranış biçimiyle karşılaşıyordum. İkisine de adapte olmaya çalışırken içindeki kumaş esniyor, esniyor ve bir noktada yırtılıyor. Bunu başardığında kendin olmayı beceriyorsun.

Kültür çatışması yaşanır mıydı?

– Evet. Ama ne anne ne baba tarafımı birbirinden üstün görüyorum. O zamanlar anlamasam da aslında bunlar tatlı şeylermiş.

Peki onlar ayrıldıktan sonra…

– 13 yaşımdaydım. Önce annem, sonra babamla, o da olmadı kendimle kaldım. Boşanmış ailelerin çocukları anlar. Bir çocuğun henüz zemini ve aidiyet hissi oturmamışken bunlar yaşanırsa sağa sola savruluyorsun. Ancak belli bir kıvama geldikten sonra bunların sizin hayatınızda derinliğinizi etkileyen faydalı şeyler olduğunu anlıyorsunuz.

Tek başınıza kaldıktan sonra nasıl ayakta durdunuz?

– Her türden çevreye girdim, arkadaşlar edindim, hep bir şey koymaya çalıştım içime, denemeler-yanılmalar… Ama her yalnız hissettiğimde kendime tutundum, çıkışı hep kendimde aradım. Çok müzik dinledim, oyunculuğuma bir şeyler katmaya çalıştım. Hayal etmekten hiç vazgeçmedim. Üniversitede sanat yönetimi okuyordum. Şahika Tekand’ın oyunculuk atölyesinde dersler alıyordum. Sonra oyunculuk eğitimi için Londra’ya gittim.

SİSTEMİN MAZOTU KORKU

Dört yıl Londra’da yaşadınız. Buralar nasıl görünüyordu?

– Burada kendimizi önemsediğimiz kadar önemli görünmüyordu.

Canınıza tak ettiği, Londra’ya dönmek istediğiniz oluyor mu?

– Arada. İş hayatıyla, farklı bakış açılarıyla ilgili şeyler bana bunu düşündürüyor.

Siyaset…

– Beni siyasete bağlayan tek şey insan hakları ve insanların yaşamak zorunda kaldığı şeyler.

O halde kültür ve sanat alanında yaşanan sansürleri konuşalım. Bunlar sizi korkutuyor mu?

– Sistemin mazotu korku. Korku toplumuyuz. Çocukluğumuzdan itibaren de öyle büyütülüyor, korkuyla yönetiliyoruz. Bu durum hayatımızın her alanına sızmış. Sevgi ve saygıyla bir şey yapmayı bilmiyoruz.

Geleceğe dair umudunuz var mı?

– Hayır yok.

Gezi protestolarına da katıldınız. Sizce Gezi’de yaşananlar umutlu olmamız için bir işe yaradı mı?

– “Hükümet mi devrildi? Yeni parti mi kuruldu?” gibi sorularınız varsa işe yaramadı diyebiliriz. Ama oradaki asıl konu birbirinden kopuk, anlamadığı şeyden nefret etmek üzerine programlı genç insanların, organik şekilde bir araya gelip, bir uyanış gerçekleştirmeleriydi. Bir araya gelemeyecek insanların, günlerce acı çekip, günün sonunda birbirine sarılabilmesiydi. Her şey ağaç için başladı. Ama bunun siyasete malzeme edilmesini yanlış buldum.

EVDE KUCAĞIMDA BİR BEBEK VARMIŞ GİBİ EGZERSİZ YAPTIM

Yeni karakteriniz Poyraz eski bir polis memuru, âşık olduğu kız mafya babasının kızı. Farklı kutuplar gerçekten mi birbirini çekiyor yoksa sadece izlendiği için mi bu konular işleniyor?

– Aşkı besleyen şeylerin başında kavuşamamak ve imkânsızlık var. Her şey yolundaysa aşkın ateşi kısık oluyor. Bu yüzden zıtlıkların hikâyelerde işlenmesi çok normal.

Hep farklı karakterleri oynadınız. Poyraz’ın farkı ve sizi zorlayan yanları neler?

– Poyraz çok özel, eğlenceli ve renkli bir karakter. Dokuzuncu bölümü çekiyoruz ama hâlâ onu keşfetmeye çalışıyorum. Onunla çok rahat empati kurduğum bir o kadar kolay içselleştiremediğim halleri var. Bu beni zorlarken bir yandan oyunculuğuma iyi geliyor.

Baba-oğul hikâyesinin merkezde olduğu bir işte çocuk sahibi olmamak sizi zorladı mı?

– Televizyonda sizi izleyen bir anne babanın o gerçeklik duygusunu hissetmesi gerekiyor. Bunu yakalamak için çok uğraştım. Çevremde baba olanlarla konuştum. İçgüdülerimi uyandırmak için evde kucağımda bir bebek varmış gibi egzersizler
yaptım. Sette oğlumu oynayan Ataberk’i inceleyip ellerinde, cildinde, burun deliklerinde bana benzeyen yanlarını bulmaya başladım.

Baba olmak istediniz mi?

– Çocuk yapmaya ve aile kurmaya çok mesafeliydim. Bu konuda bir tık daha kırıldım.

Sizin dizinizi neden izleyelim?

– Bu bir tema dizisi değil. İçinde çok renk barındırıyor.

Hakan Gence / Fotoğraflar: Muhsin AKGÜN 19.01.2015

HÜRRİYET

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş