“İnsanlığın Birikimini, Bilimi Reddediyorlar”

0 Yorum

Türkiye’de günümüz siyasi gündemi, kadrolaşma, yeterli bütçelerin sağlanamaması gibi nedenlerle bilim yapmak çok düşük seviyede. Hele bilimsel yayınlar, bilimsel dergiler yok denecek kadar az. Türkiye’nin bugün ender bilim dergilerinden Bilim Ütopya bu konuda başı çeken dergilerden birisi. 1993’te kurulan dergi 269.sayıya ulaştı. İlk sayısından bugüne kadar dergide Evrim Kuramı, doğa bilimlerindeki gelişmeler, bilim tarihi, Marksizm ve toplumsal mücadeleler, Türkiye’nin bilim politikaları, Doğu’da bilimin ve özgür düşüncenin yükselişi ve gerilemesi ile insanlığın aydınlanma, bilim ve uygarlık mirası gibi konularda yüzlerce makale yayınladı. Türkiye’de bilim dergiciliği denince akla ilk gelen dergilerden olan Bilim ve Ütopya’nın genç Genel Yayın Yönetmeni Emrah Maraşo ile Türkiye’de bilimi, yayın politikalarını, evrim tartışmalarını ve daha bir çok konuyu konuştuk.

Röportaj: Merve Gökhan

 

MERVE GÖKHAN (MG): Bilim ve Ütopya dergisinin kuruluş itibariyle yayın politikası nedir? Nasıl bir dergidir? Şimdiye kadar kaç sayısı çıktı?

EMRAH MARAŞO (EM): Bilim ve Ütopya Dergisi 1993 yılında Aydınlık gazetesinin eki olarak çıktı. 1 yıl boyunca bu şekilde yayınlandı. 1994 yılında gazete eki olmaktan çıktı ve aylık düzenli yayınlanan bir dergi haline geldi. Bu, derginin okurları ve yazarlarının katkılarıyla oldu. Çünkü Bilim ve Ütopya çıkarken önüne hedef olarak şunu koymuştu: Türkiye’nin bir bilim ve aydınlanma birikimi vardır. Bu birikim üniversitelerdedir ve biz bu birikime yaslanarak Türkiye’de bir bilim mücadelesi, bir aydınlanma mücadelesi yürüteceğiz. Dergimiz çıkarken çeşitli kampanyalar yürüttü ve örnek bir çalışma gösterdi. Çünkü Türkiye’de ulusal ölçekli bir dergi yayını yapmak istiyorsanız bir sermaye birikimine ihtiyacınız var. Ya sırtınızı büyük bir kuruma dayayacaksınız, örneğin bir şirket gibi veya TÜBİTAK’ın Bilim ve Teknik örneğinde olduğu gibi devlet kurumunun dergisi olarak çıkacaksınız. Bunların dışındaki seçenek bilimi ve aydınlanmayı kararlı olarak savunan bir kesimin yayını olmak. Bilim ve Ütopya bu üçüncü seçeneğin dergisi olarak ortaya çıktı. Şu anda 269. sayımızdayız. Bilim ve Ütopya amacını şöyle tanımlıyor: Bilimi hayatın merkezine çekmek. Atatürk’ün meşhur sözü var: “Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir fendir, ilim ve fenden başka yol gösterici aramak gaflettir, dalalettir.” diye. Biz de Mustafa Kemal Atatürk’ün bu şiarından yola çıkarak yayın politikasını belirliyoruz. Türkiye’deki bilim ve aydınlanma mücadelesinin öncü yayını olarak tanımlıyoruz kendimizi. Çok çeşitli alanlarda yayın yapıyoruz. Sadece doğa bilimleri ya da sadece sosyal bilim dallarına hapsetmiyoruz kendimizi. Felsefeden temel bilimlere ve sosyal bilimlere uzanan bir yelpazede çıkıyor dergimiz. Bilim ve Ütopya dergisinin bu anlamda alanı çok geniş ama olmazsa olmazlarımız da var: Birincisi gericiliğe karşı mücadele, ikincisi postmodernizme karşı mücadele, üçüncüsü bilimin kötüye kullanımına karşı mücadele yani sahte bilimlere karşı mücadele. Örneğin kuantum mekaniğini bağlamından koparıp kuantum düşünce tekniği şeklinde yaygınlaştırmaya çalışıyorlar, bu bir safsata! Bu tür saptırmalara karşı mücadele Bilim ve Ütopya dergisinin ana görevlerinden biri; çünkü bilim dar bir teknik etkinlik değildir. Ya da bilim salt üretimciliğe indirgenemez. Bilim; yaşadığımız evreni, dünyayı, toplumu kavramada rakipsiz bir yol göstericidir.
MG: Türkiye’deki bilim dergilerinin eksikliğinin nedeni nedir? Bu anlamda dergi olarak en çok eleştiri aldığınız konular nelerdir?

EM: Türkiye’deki bilim dergilerinin eksikliği Türkiye’de bilim dergilerinin çok az olması. Türkiye’de hakikaten bir elin parmağını geçmeyecek kadar bilim dergisi var. Keşke böyle olmasa. Biz bu durumdan memnun değiliz çünkü ne kadar çok bilim dergisi çıkarsa bilim ortamımızın o kadar geliştiği ve bilime olan ilginin yoğun olduğunu görülür. Bu, Bilim ve Ütopya’nın da yararına olur özel anlamıyla, geniş anlamıyla ülkemizin, gençliğin ve halkımızın faydasınadır ve ilgilerin buraya doğru kaydığını gösterir. Bu bakımdan en büyük eksiklik bilim dergilerinin az olması ve bu Türkiye’de bilimin nasıl algılandığını, bilimin hangi yere oturtulduğunu gösteriyor ne yazık ki. Biz olumlu anlamda çok eleştiri alıyoruz, cesur bir yayın çizgisi izliyoruz. “Bu bize kızar, şu kapak dosyasını işlersek şu kesimlerden çok tepki alırız, bu sayıyı yapmayalım” gibi bir düşüncemiz yok. Aydınlanmacı bir tutum geliştirmek, bilimi yaygınlaştırmak ve bu çizgide devam etmek esas meselemiz. Dolayısıyla kimseden izin alan bir mücadele yürütmüyoruz. Bizim tek derdimiz başta da dediğim gibi bilimi hayatın merkezine çekmek ve bunun içinde elimizden gelen çabayı göstermek. Bilim ve Ütopya bu nedenle en başta Türkiye’deki bilim insanlarının ve okurlarının dergisi.
Devletin Bilime Teşviki Yeterli mi?

MG: Devletin bilime teşvikini yeterli buluyor musunuz?

1EM: Üniversitelerde çeşitli bölümlerde doktora yapan öğrencilere ve çeşitli düzeydeki akademisyenlere yönelik çeşitli teşvik programları var. Çevremizdeki bazı arkadaşlar da gerek bundan gerekse başka olanaklardan yararlanıyor. Ancak Türkiye’deki esas mesele bilime bireysel teşvik verilmesi değil bir bilim ortamının oluşturulması ve bilim politikasının geliştirilmesi. Türkiye’nin ulusal ve milli bir bilim politikası yok. Bu olmayınca da çeşitli alanlarda üniversitelerin çeşitli bölümlerinde bir takım faaliyetler yürütülüyor. Bu faaliyetler ne yazık ki birbirinden kopuk olarak yürütülüyor. Atatürk dönemiyle kıyasladığımızda o zaman Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu kuruldu ve milli bir bilim politikası oluşturulmaya çalışıldı. Ben Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunuyum. Atatürk o fakülteyi kurarken şunu gözetti: Türkiye’nin köklü bir tarihsel geçmişi vardır. Türk milletinin uygarlık kaynakları tarihin derinliklerindedir. Hititlere, Sümerlere sahip çıktı hatta bu uygarlıkların isimlerini kamu kurum ve kuruluşlarına verdi. Eti Bank ve Sümer Bank gibi… Dolayısıyla tarihsel bilinç, tarihsel kök yaratma çabasına girildi. Bu boş bir çaba değildi. Sadece propagandif bir etkinlikten ibaret değildi. Bilimsel temellerini inşa etmeye yöneldi ve saydığımız kurumlar bu bakışın sonucu olarak ortaya çıktı.

Nazi Almanyası’ndan kaçan bilim insanlarını Türkiye’ye getirtti ve onlara muazzam bilim ortamı oluşturdu. Çok düşündürücüdür, o bilim insanları neden gelişmiş olan kapitalist ülkelere gitmediler de Türkiye’ye geldiler? Türkiye savaştan yeni çıkmış, ülkesini inşa ediyor, Osmanlı’nın borçlarını devralmış yeni yeni kendine gelen bir ülke. Gelişmiş değil; ama o hedefi önüne koymuş. Pek çok olumsuzluk var; ama bu bilim insanları Türkiye’yi tercih ediyor. Nedeni Türkiye’de çok düzgün bir bilim ortamının kurulacağının görülmesi. Biz size sağlıklı, bilimi hayatın merkezine koyan bilim ortamı, aydınlanma ortamı sağlayacağız vaadi ile geldi bu insanlar. Hakikaten de öyle oldu.

MG: Türkiye’de evrimle ilgili çalışmalardan ve bu çalışmaların ne tür tepkiler aldığından biraz bahseder misiniz?

EM: Evrim Türkiye’de eskiden beri tartışılan bir konu. Şimdi de üzerinde duruluyor, konuşuluyor ama 10 yıl öncesi kadar tartışılmıyor çünkü evrim artık hükmünü yürütüyor, kabul ettiriyor. Kabul ettirdiği için de bu yaratılışçı akımlardan çeşitli kesimler evrimle yaratılışçılığı bağdaştıran, “evrim kutsal kitaplarda da vardı” diyebileceğimiz görüşler öne sürebiliyorlar. Bu aynı zamanda evrimin zaferinin ne düzeyde olduğunu gösteriyor. Bunun yanı sıra evrim çalışmaları Türkiye’de sürüyor: Biyolojiden tıbba antropolojiye kadar evrim her yerde, hayatımızın her alanında. İçtiğimiz ilaçtan antropologların kazdığı toprağın altına kadar. Halk kitlelerini bilinçlendirmek, daha doğrusu evrimle hayatın bağlantılarını kurmak gerekiyor. Çünkü evrim deyince alelade “Evrim var, yaratılış yok”, “Yaratılış var, evrim yok” gibi bir ikileme indirgiyoruz. Bu tartışmaları yürütelim, “Yürütmeyelim.” Demiyorum; ama bu tartışmaların sadece bu aşamada yürütülmemesi gerek, aşılması gerek. O da ancak bilimle, bilimin verilerinin yaygınlaştırılmasıyla mümkün olabilir. Siz fosil buluyorsunuz, o fosilin yaş ölçümünü yapıyorsunuz, daha sonra insanların önüne koyuyorsunuz ve bundan bir sonuç çıkartıyorsunuz. Siz buradan çıkartılan sonuçları geniş kitlelere anlattığınızda, düzgün bir eğitim seferberliği başlattığınızda Türkiye’deki gericilik, dogmatizm gibi sorunların temelleri önemli ölçüde ortadan kalkar.

İnsanlığın Birikiminin Reddi

MG: Tabiat tarihi müzesinden insanın evrimi kısmının kaldırılması gibi birçok güncel konu üzerinden evrim teorisine karşı duruş mevcut. Sizin ise en çok yer verdiğiniz konulardan birisi evrim. Türkiye’de evrim çalışmalarına dair izlenimleriniz nelerdir?

EM: Tabiat Tarihi Müzesine yönelik uygulama çok ciddi. Bir kere insanlığın birikimini reddediyorsunuz. Peki müzecilik ne? Doğa tarihine, insanlık tarihine dair belli malzemeler çıkarılıyor, sınıflandırılıyor, bilgiler toplanıyor, karşılaştırılıyor ve insanlığın önüne konuluyor. Yaşadığımız doğanın, dünyamızın tarihi budur, bunlar da maddi kalıntılarıdır, kanıtlarıdır diyorsunuz. Müzeyi gerici ideolojisine, kafasına göre biçimlendirmeye kalkanlar insanlığın birikimini, bilimi ve yaşadığınız çevreyi reddediyorlar. Dolayısıyla sadece kendi ülkenizden değil aynı zamanda kendi ayak bastığınız zeminden, dünyamızdan kopuyoruz. Bu konuda çok ciddi sıkıntılar var, bu sadece gericilikle de alakalı değil, insanlık bilincine sahip olup olmamakla ilgili en başta. Örneğin; İran şeriatla yönetilen bir ülke ama İran’da evrim anlatılıyor, çok çarpıcıdır. Bizim son sayımız “Osmanlı’da Evrim”. Osmanlı Tarihi Türkiye’de çokça anlatılıyor, özellikle son yıllarda epey üstünde duruluyor. Türkiye’nin hükümet çevreleri, muhafazakâr aydın çevreleri biz Osmanlı mirasçılarıyız ve bu mirası daha ileriye taşıyacağız diyorlar. Biz de son sayımızda diyoruz ki Osmanlı’da ciddi şekilde evrimi savunan veya tartışan bir aydın birikimi var, bilgi birikimi var. Buyrun bunları konuşalım, ortaya koyalım! Şemsettin Sami’den tutun da Baha Tevfik’e kadar pek çok isim var. Yaklaşık 150 yıl önce konuşulmaya, yazılmaya başlanmış. Dergimizde de yer verdik. O dönemin bilginlerden biri şunu söylüyor: “Bizim doktorlarımızın, öğretmenlerimizin, yüksek öğretimde okuyan gençlerimizin kafası ortaçağ düşünceleriyle zehirleniyor, biz yaradılışçılık anlarıyla uğraşmayalım, evrimi araştırmaya, öğrenmeye uğraşalım, bilimi ancak böyle geliştirebiliriz.” diyor. Dolayısıyla Türkiye’de evrimin geçmişi yeni değil. Evrimin şahsında bilimi savunanlarla, evrimin şahsında bilime karşı mücadele edenler, dogmatikler arasındaki mücadele yeni değil. Bu mücadele bugün de sürüyor. Doğa Tarihi Müzesindeki uygulamaları da bu çerçeveye koyabiliriz. Bu noktada şunu söyleyeyim: Bazı karamsarlar var. “Efendim bizden bir şey olmaz, bak hâlâ bunları konuşuyoruz.” diyenler… Bu arkadaşlar ciddi bir yanlış içinde. Onların fikri doğrultusunda gidecek olursak pılımızı pırtımızı toplamamız ve meydanı gericiliğe bırakmamız gerek. Bilim ve aydınlanma mücadelesinde kaçaklık olmaz, cesaret olur.

MG: TÜBİTAK’ın şu an geldiği noktada evrim kitapları bastırılan bir dönemden papaz eriğini imam eriğine dönüştüren bir yarışma kültürüne dönüşümü izliyoruz. Burada Namık Kemal Pak dönemi ile şu an ki durum üzerine neler söyleyebilirsiniz?

EM: Namık Kemal Pak hocamız eski TÜBİTAK başkanıydı, görevden ayrıldıktan sonra Bilim ve Ütopya’ya düzenli katkılar yapmaya başladı, yazı kurulu üyesi oldu. Namık hocamızı geçen yıl bu zamanlarda kaybettik. Kendisini sizin aracılığınızla saygı ve özlemle anıyorum. Namık Kemal Pak Kemalist Devrim’in, Cumhuriyetin yetiştirdiği kuşaktandı. Samsun’da doğmuş, orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, oradan çıkmış Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’ne girmiş, orayı bitirmiş akademik çalışmaları için Amerika’ya gitmiş, sonra Türkiye’ye gelmiş ve kendini muazzam şekilde geliştirmiş bir insan. Tabii bu kendini geliştirme olayı sadece Namık Kemal Pak’ın bireysel yetenekleriyle ilgili değil. Az önce değindiğimiz gibi Nazi Almanya’sından kaçan bilim insanları Türkiye’ye geldi, o Türkiye aynı zamanda Namık Kemal Pak’ları yetiştirdi. 1964’de TÜBİTAK kuruluyor. TÜBİTAK da Atatürk devriminin, 27 Mayıs’ın estirdiği rüzgârın ürünü. Namık hoca da 1990’ların başından 2003 yılına kadar TÜBİTAK’ta önce başkan yardımcılığı daha sonra başkanlık görevini üstleniyor. TÜBITAK o dönemde Türkiye aydınlanmasının öncü kurumlarından biri oluyor. Türkiye’ye internetin getirilmesinden tutun da -bizzat Namık Kemal Pak bu işin başında, bilginin yaygınlaştırılması çabası çünkü internetin getirilmesi- bilim yayıncılığının geliştirilmesine kadar çok önemli işlerin altına imza atılıyor. Örneğin muazzam kitaplar basıyorlar. Jeolojiden biyolojiye ve antropolojiye kadar en temel alanlarda yayın yapıyorlar ve bu kitapların satış rakamları yüz binlere çıkıyor. Türkiye’de hakikaten bir bilim ve aydınlanma seferberliği sürüyor. Bu bir ideolojik yaklaşımın ürünü. Hani derler ya “Bilimle ideolojiyi birbirine karıştırmayalım.”. Elbette hiçbir bilimsel çaba çeşitli ideolojik ön kabullerle çıkılarak yapılmaz; ama siz bir bilim politikası belirliyorsanız orada bir ideolojik yönlendirmenin olması şarttır. O ideolojik yönlendirme neydi? Atatürk, “Benim sözlerim bilimle çelişirse bir gün, bilimi tercih edin.” diyordu ya da “Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir.” diyordu. Yani sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle hedefine ancak bilimin rehberliğinde ulaşılabilirdi. Bağımsız ve çağdaş bir toplum böyle inşa edilebilirdi. Dolayısıyla bizim de burada bakış açımız bilim. Bu bakış açısı, bu ideolojik yönlendirme TÜBİTAK’ı TÜBITAK yaptı ve Namık Kemal Pak gibi değerleri ortaya çıkardı. Daha sonra ne oldu? Namık hocamız görevden alındı ve TÜBİTAK’ın itibarı ilk olarak orada sarsılmış oldu. Çünkü siz sadece Türkiye ölçeğinde değil, dünya ölçeğinde bir akademisyeni görevden alıyorsunuz ve mahkeme süreçleri, yargı süreçleri başlıyor. Bu ülkemizin saygın bir kurumunun görüntüsüne ciddi bir gölge düşürdü. Bunun yanı sıra TÜBİTAK’ın Bilim ve Teknik dergisi kapağından Darwin’i çıkardı, büyük tartışmalar çıktı. Bu olay ortaya çıkınca ikinci kez itibar kaybetti TÜBITAK.

Ülkemiz şimdi FETÖ’ye karşı büyük bir mücadele yürütüyor, biz de bu mücadeleyi sonuna kadar destekliyoruz ama sonuçlarına bakıyoruz. Namık Kemal Pak’lar gitti ve onlardan sonra TÜBİTAK’a FETÖ’cüler dolmuş. FETÖ’cüler tasfiye ediliyor güzel ama siz Namık Kemal Pak’ları görevden alırsanız bu boşluklar gericiler tarafından doldurulur. Dolayısıyla burada Namık Kemal Pak’ın temsil ettiği çizginin önemini bir kez daha kavramış oluyoruz.

Paralel Evren

MG: Paralel evren konusu dünyada son zamanların en güncel başlıklarından birisi oldu. Sizin de bu konu ile ilgili bir sayınız mevcut. Hangi başlıklar ile bu konuyu ele aldınız?

EM: Paralel evrenler tartışması diye bir sayı yapmıştık. Namık Kemal hocamızın editörlüğünde yapmıştık. Son zamanlarda fizik alanındaki gelişmeler büyük bir ilgi görüyor. Kuantum Teorisinden karanlık maddeye ve görelilik kuramına kadar… Tabii en önemlisi CERN’de bir deney gerçekleşiyor, İsviçre’de. Ciddi bir yönelim ve ilgi mevcut fizik alanına. Biz de çeşitli sayılar yaptık. Paralel Evrenler Tartışması da bunlarda biriydi. İki yazı var, bir tanesi Müge Boz’a aitti. “Madde dalga mı, parçacık mı?” Müge hocamız bu soruyu tartışıyor yazısında. Namık hocamızın yazısı da genel olarak paralel evrenler tartışmasının hem fiziksel hem de felsefi yönüne değiniyor.

MG: İslam’da ücretli cinsellik – mut’a nikahı üzerine bir sayınız mevcut. Bu sayınızın başlıklarını biraz açabilir misiniz? Türkiye gibi din ritüelleri güçlü olan bir ülkede bu gibi sayılarınız nasıl tepkiler alıyor?

EM: Kadın özgürlüğü en başat meselelerimizden biri. Bu sayı öncelikle bir İslam tarihi, sonra da kadın ve özgürlük ilişkisine bu kapsamda değinen bir sayı. İslam’da ücretli cinsellik, İslam’ın ilk ortaya çıktığı dönemde savaş zamanı İslam’ı yaygınlaştırmaya çalışanların o çevrelerindeki kadınlarla belli bir ücret karşılığında cinsel ilişkiye girmesi uygulamasını, bunun sadece savaş zamanlarında mı yapıldığını yoksa savaş sonrasında da devam edildiğini yanıtlıyor. Bu sayımızı hazırlarken de Şiilerin kaynaklarından değil, tamamen Sünni kaynaklardan yararlandık. Çünkü mut’a nikahı tartışmaları ortaya çıktığında “Bu Şiilerde vardır, Sünnilerde yoktur.” gibi bir iddia ortaya atılıyor. Biz bu iddianın kaynaklara dayanarak doğru olmadığını gösterdik. Yazar Arif Tekin dergimizdeki makalesinde Buhari ve Müslim gibi güvenilir iki hadisçiye dayanarak ve sayfalarca kaynak göstererek yazısını kaleme aldı. Bunlar Sünni İslam kaynakları ve güvenilir hadisçiler diye biliniyor.

Bu tür sayılarımıza olumlu ve olumsuz tepkiler geliyor. Olumsuz ve eleştirel tepkiler de kaynak göstermek şartıyla sayfalarımızın açık olduğunu, eleştiri yazılarını yayınlayabileceğimizi belirtiyoruz. Ancak bugüne kadar bize bir başvuru olmadı.
Abdülhamid Türkiye’nin Demokrasisini Yerle Bir Eden Adam

MG: 2013 yılında derginizin kapağında Abdülhamit’e yer verdiniz “Abdülhamit Gericiliğin Ulu Hakanıdır.” diye. Şimdiyse GATA gibi bir hastaneye adı verildi. Cumhuriyet’i değersizlestiren kavram ve kişileri yüceltme son dönemde arttı. Derginiz bu politikayı nasıl değerlendiriyor?

EM: AKP hükümeti kendisine tarihsel ve ideolojik dayanaklar yaratmaya çalışıyor. Bu tarihsel dayanakları çeşitli figürler üzerinden ilerletiyor. O figürler kim? Abdülhamit ve Necip Fazıl. Özellikle bu ikisi üzerinden gidiyorlar. Abdülhamit, Türkiye’nin demokrasisini yerle bir eden adam. 33 yıl istibdat hakimiyeti kurmuş. Türkiye’nin özgürlükçü, ilerici, demokratik, bağımsızlıkçı akımlarını bastırmaya çalışmış. Genç Osmanlılarla, Jön Türklerle, İttihat Terakki’yle savaşmış, Mustafa Kemal’i zindanlara atmış. Bütün bunlar belgeli gerçekler. Bunun yanı sıra Mehmet Akif gibi Tevfik Fikret gibi büyük isimler Abdülhamit’e karşı mücadele yürütmüşler. Mehmet Akif ve Tevfik Fikret arasında bir tartışma vardır; ama ikisinin de Abdülhamit’e karşı mücadele yürütmesi, onun karşısına dikilmesi anlamlı. AKP hükümeti Abdülhamit’i ön plana çıkarmaya çalışıyor, bizim tarihsel dayanağımız diyor. Bu bir çelişki. Çünkü Türkiye büyük bir darbe badiresi atlatmış, meclis bombalanmış, demokrasiye son verilmeye çalışılmış; ama siz meclisi kapatan Abdülhamit’i örnek gösteriyorsunuz. Bu AKP açısından büyük bir açmaz. Demokrasi Abdülhamitlerle değil, Mustafa Kemallerle gelmiştir. İktidar çevrelerindeki çeşitli kesimlerin Kemalizm düşmanlığı ve Atatürk takıntısı bu bakımdan demokrasi düşmanlığı anlamına geliyor. Çünkü biz demokrasiyi emperyalist baskı ve ortaçağ kurum ve ilişkilerinden kurtulmak olarak görüyoruz ki gerçek de budur.

MG: “Denizli Adamı”nın, taş devri insanının tarihi ve dünyaya yayılış öyküsüne dair yeni ufuklar bir çok yorumu beraberinde getireceği söyleniyor. “Denizli Adamı” kimdir?

EM: Denizli Adamı 1.2 milyon yaşında. Denizli’nin Kocabaş Mahallesinde bir işçinin bulduğu fosil, taş devri insanı. Bu önemli. Homo Erectus Afrika’dan çıkıyor ve dünyaya yayılıyor. Anadolu’nun bir geçiş noktası olmadığı söyleniyordu Avrupa’ya göçte; ama Denizli Adamı bu görüşe son verdi. Türkiye’nin bir göç yolu üzerinde olduğunu, Anadolu’da ciddi bir fosil kalıntısı olduğunu ve onun bizim en eski hemşehrimiz olduğunu görüyoruz Denizli Adamı’yla.denizli
MG: Üniversitelerde son yapılan Kanun Hükmünde Kararname üzerine derginizin tavrı ve öngörüsü nedir?

EM: Biz rektörlük seçimlerinin cumhurbaşkanlığı tarafından kanun hükmünde kararnameyle kaldırılmasına ve rektörlerin cumhurbaşkanı tarafından atanmasına kesinlikle karşı çıkıyoruz. Bu hem üniversite kavramına aykırı hem Türkiye’nin demokratik geleneklerine aykırı. Bunun yanı sıra yapılmak isteneni başkanlık sisteminin bir parçası olarak görüyoruz. Başkan istediği gibi, keyfi olarak istediği kişiyi rektör olarak atayabilir, istediği kişiyi rektörlükten alabilir. Bu yalnızca üniversitenin yönetimine değil, bilime de ciddi bir müdahale. Abdülhamit özenmeleri kesinlikle Türkiye’nin geldiği noktaya ve bu çağa uygun değil, olamaz da. Bu yanlıştan dönülmesini savunuyoruz.

Üniversitelerde FETÖ’nün ve PKK’nin temizlenmesi çok olumlu gelişmelerdir. Bu uygulamaların devam edeceği görülüyor.

MG: Son olarak Röportajlık okurlarına ne söylemek istersiniz?

EM: Röportajlık benim de takip ettiğim bir site ve özgün bir proje. Çünkü röportaj, kendini ilgiyle okutan bir yayıncılık yöntemi. Destekliyor ve zevkle okuyorum. Bütün okurlara sevgi ve saygılarımı iletiyorum.

emrah3

Emrah MARAŞO Kimdir? 

1982 yılında Ankara’da dünyaya geldi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesi Halk Bilimi Bölümü 2004 mezunu. Okuldan mezun olduktan sonra çeşitli gençlik dergilerinde çalıştı. Askerliğini yaptıktan sonra 2009 senesinde Bilim ve Ütopya dergisinde yazı işlerinde başlayan Maraşo. ardından yazı işleri müdürü oldu. Maraşo son ve 5 yıldır da derginin genel yayın yönetmenliğini yapıyor.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş