“İşçi sınıfının devrimci sanatını yapacağız.”

0 Yorum

Devrimci sanatçı Erkan Yücel’in 21 Şubat 1974 yılında Tiyatro 74 dergisine verdiği röportaj:

Hazırlayan: Doğu Polat

Halkını öğretmen bilen Erkan Yücel, halkıyla kader birliği yapmış ve sanatına devrimci bir karakter kazandırmıştır. Maraş Pazarcık köylülerinin toprak mücadelesini “yerli turist” gibi izlememiş, köylülerinin mücadelesini kendi mücadelesiyle birleştirmiştir. “Toprak” oyunu, köylünün toprak mücadelesini anlatır. Van depremi sonrası arkadaşlarıyla Van’a giderek, gönderilen yardımların nasıl yağmalandığını görmüştür. “Deprem ve Zulüm” oyunu bu yağmalamayı anlatır.

İşçi sınıfının ve köylülerin mücadelesini sanatlaştıran Aydınlıkçı, devrimci sanatçı Erkan Yücel’in, TİİKP davasından tutuklu olduğu tarihte “Tiyatro 74” dergisi kendisiyle bir röportaj gerçekleştirir. Yine bu tarihte Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncusudur. Erkan Yücel’in Ankara Sanat Tiyatrosundan ayrılıp Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu, ardından Halk Oyuncularını kurmasındaki nedeni ve amacı, tiyatro sanatına bakışı, ezen-ezilen çelişmesinde devrimci tiyatronun yerinin belirlenmesi açısından 1973 yılının son aylarında yapılan röportajı yeniden yayımlamanın Türk tiyatro tarihi için önemli olduğunu düşünüyorum.

ERKAN YÜCEL’LE TÜRK TİYATROSU ÜSTÜNE KONUŞMA*

1- Biçimi içeren geleneksel tiyatro ile özü içeren Ulusal Tiyatro konularında araştırmalarınız var mı? Varsa çalışmalarınızı hangi doğrultuda geliştiriyorsunuz?

“Biçimi içeren Geleneksel Tiyatro” deniyor. Sanırım “Geleneksel”den kasıt geçmişte yapılan tiyatro sanatıdır. Biz meseleyi “Geleneksel Tiyatro” olarak ele alamayız. Geçmişin sanatına yekpare bir bütün olarak bakmamalıyız. Saray sanatı ile halk sanatını bir bütün olarak görmemeliyiz. Ezen ve ezilenlerin ortak bir sanatı olabilir mi? Feodal sultanlarla halk arasında ortak bir zevk olabilir mi? Tarihe baktığımızda böyle olmadığını, saray sanatı ile halk sanatının birbirleriyle sürekli mücadele ettiklerini görüyoruz. Saray sanatı halkın mücadelesini bastırmak için kullanılmıştır. Tıpkı bugünkü hakim sınıfların yaptıkları gibi.

Biz proletaryanın devrimci sanatını yapacağız. Bizim sanatımız, muhteva bakımından olduğu gibi biçim bakımından da yenidirBu yenilik, eski ile mücadele içinde gelişir. Fakat, bu bizim geçmişin devrimci ve demokratik mirasından yararlanmayacağımız anlamına gelmez. Biz, geçmişte zulme, sömürüye, baskıya karşı ne varsa ona eleştirici gözle bakar ve kullanırız. Halkımızın geçmişte yarattığı sanat biçimlerine ve muhtevasına da bu ilkenin ışığında bakarız. Önemli olan devrimci muhtevaya en uygun biçimleri bulmak ve geliştirmektir. Eğer, halkımızın geçmişte yarattığı biçimler, muhtevamıza uygunsa ve sanat ifade gücü varsa kullanırız. Ama meseleye eleştirici bir gözle bakmayıp körü körüne eski biçimleri kullanmaya kalkmayız. Meseleye muhteva açısından bakarız ve bu açıdan baktığımızda, seyirlik köy oyunlarında, meddah, orta oyunu ve Karagözde muhtevamıza uygun sanat ifade biçimleri olduğunu görüyoruz. Ayrıca bunlarda yalnız biçim olarak değil muhteva olarak da yararlanacağımız özellikler olduğunu görüyoruz. Mesela 18. Yüzyılda yazılmış bir fetvada şöyle deniliyor:

“Müslim geçinen Zeyd-i mukallit, gice ile helva sohbetinde talid iderken, başına büyük sarık sarup ve mektep hâcesi gibi eline bir çubuk alup ve birkaç uşakları önüne oturdup, mâlâ – yani türehat (saçma sapan sözler) söylemeyi tâ’lim idüp söylemeye kadir olmayanları falakaya koyub, bunun emsali masharalık ile istihzâ-i ilm idüp ve mecliste bulunan Müslümanlar dahi safalânup bil-ihtiyar dahk itseler (gülseler) Zeyd’e ve ol Müslümanlara ne lazım olur?

El cevap: Cümlesi kâfir olup, tecdid-ı imân ve nikâh lazım olur. (Cevdet Kudret, Ortaoyunu)

Biz, neden bu oyunun gericiliğe, taassuba karşı olan muhtevasından yararlanmayalım? Elbette ki yararlanacağız. Ama olduğu gibi değil, eleştirerek. Çünkü görüyoruz ki, yine bu oyunlarda halk aciz gösterilmektedir.

Geçmişin mirasından yararlanırken, Baki ile Pir Sultan arasında, saray kültürü ile halk kültürü arasında bir tercih yapacağız. Ezenlerle ezilenlerin sanatına bir bütün olarak bakmayacağız. Biz, yüzyıllardır zulme ve sömürüye karşı mücadele eden halkımızın yaratıcı sanatından yararlanacağız. Bunu yaparken de eleştirici olacağız. Esas olarak eski ile mücadele edeceğiz.

Geçmişin mirasında tarihi olarak gerici olanla demokratik olanı, yani zulme ve sömürüye karşı olanı ayırt edeceğiz. Pir Sultan’ın devrimci özünü yaşatacağız, Baki’nin gerici özüne karşı mücadele edeceğiz. Ve aynı zamanda Pir Sultan’ın devrimci muhtevasına, proletaryanın devrimci düşüncesinin ışığında daha sağlam bir karakter kazandıracağız. Ne geçmişi tamamen kopya edip gerici ve popülist bir anlayışa kapılacağız, ne de geçmişi tamamen inkâr edip nihilist olacağız. Ve biliyoruz ki, yenilik geçmişin devrimci mirasından yararlanmadan yaratılamaz. Bu gelişmenin yoktan var olduğunu iddia etmektir. Böyle bir şey olamaz. Eğer geçmişle olan bütün bağlarımızı koparırsak, ortaya köksüz ve amaçsız eserlerden başka bir şey çıkaramayız.

İşte halkımızın geçmişte yarattığı sanatına da bu şekilde bakacağız. Seyirlik köy oyunları, meddah ve orta oyunlarındaki seyirci ile bağ kurma imkânlarını sağlayan biçimlerden yararlanacağız. Ve aynı zamanda devrimci muhtevayı en güzel bir şekilde ifade edebileceğimiz yeni biçimler geliştireceğiz. Daima yeniden, gelişmeden yana olacağızİleriden yana olacağız.

Bu birinci sorunun “Araştırmalarınız var mı, varsa çalışmalarınızı hangi doğrultuda geliştiriyorsunuz?” sorusuna ise sanırım olumlu bir cevap verecek durumda değiliz. “Araştırmalarınız var mı?” deniliyor. Var mı? Ben bu konuda epey tembellik ettiğimiz kanaatindeyim. Ana belki de arkadaşlarım böyle bir çalışma yürütüyorlardır. İşte buna çok sevinirim. Bu soruda ki “Özü içeren Ulusal Tiyatro” meselesine daha aşağıda değineceğim.

2- Yazar-Yönetmen-Oyuncu ortak çalışmalarında en istenilen sonuca ulaşmak için hareket noktası ne olmalıdır?

Devrimci sanatımız, halkın mücadelesi içinde kolektif bir çalışma ile yaratılabilir. İşçi ve köylülerle omuz omuza savaşan ve onlardan biri olan sanatçı, düşündüğü eseri emekçilerle tartışarak olgunlaştırmalıdır. Emekçilerin fikir ve eleştirilerini almalıdır. Bir tiyatro eseri de bu şekilde yazıldığı, hazırlandığı ve oynandığında tam bir devrimci karakter kazanır. Ancak o zaman halkın mücadelesine daha sağlam bir güçle hizmet edebilir. Mücadelede bir silah haline gelebilir.

Feodal ve burjuva sanatçıları, bir eserin altına imza attıkları zaman bu imzayı özel mülkiyetlerinin bir belgesi olarak kullanıyorlar. Kitlelerin ve hatta kişilerin eleştirilerinden yararlanmayı reddediyorlar. Bizler, emekçi kitlelerin fikir ve eleştirilerinden yararlanmalıyız.

Eserlerimizin altındaki imza bir özel mülkiyeti, bireyin sözüm ona dehasını ifade etmemelidir. Afişlerimizdeki yazar-yönetmen-oyuncu imzaları halkın yaratıcı gücünden beslenen kolektif çalışmayı temsil etmelidir. Yazar-yönetmen-oyuncu arasındaki çalışma ileri çalışmadır. Ama bu yeterli değildir. Mesele yalnız başına bir “atölye” çalışması olarak ele alınmamalıdır. Kolektif çalışma, kitlelerin eleştiri ve fikirleri ile tamamlanır. Kitlelerin eleştirisine kapalı, onların fikirlerinden yararlanmayan bir kolektif çalışma yeterli değildir.

 

Mesela “403. Kilometre” oyununu yol işçilerine oynadıktan sonra işçilerin fikir ve eleştirileri dinlendi. Bunlardan yararlanıldı ve oyunda düzeltmeler yapıldı. O halde bu çalışmayı neden provalar sırasında yapmayalım? Neden yazar, oyunu kaleme alırken yapmasın?

Yalnız, kitlelerin eleştirilerini alıyoruz derken, onlara bir yerli turist gibi yaklaşmamalıyız. Onların bir parçası olmalıyız. Halkla aynı hayatı paylaşmalı ve kaderimizi birleştirmeliyiz. Ancak o zaman onlardan gelen eleştiri ve önerileri doğru olarak kavrayabiliriz. Ancak o zaman kitlelerden ilham alabiliriz.

Aşağıdaki örnekler Sosyalist ülkelerde kolektif çalışmanın ne kadar sağlıklı bir şekilde gerçekleştirildiğini gösteriyor:

Mesela, resim yapan bir Çinli kadın partizan şunları anlatıyor: “Pek çok köylünün resim yapmayı bilmedikleri doğrudur. Ama onlar köy hayatını yakından bildiklerinden, bana pek çok öğüt vererek yardımcı oluyorlardı. Bir keresinde pamuk toplama ile ilgili bir resim yaptım. Köylüler resmi görünce ‘Renkler güzel olmuş, giydiklerimizi de güzel boyamışsın, ama bizim pamuk toplarken neler düşündüğümüzü göstermemişsin’ dediler. Onların devrime hizmet etme düşüncelerini dile getirmediğimi fark ettim…” Sanatçı daha sonra köylülerin eleştirisini dikkate alarak yeni bir resim yapar ve resimde pamuk toplayan köylülerin sosyalizmin inşasına katkılarını canlandırır.

Bir Çinli romancı olan Ha Veng ise çalışmalarını şöyle anlatıyor: “Kırk yıllık hayatımı köylülerle birlikte Kurtuluş Savaşı, toprak reformu, Tarımda Kooperatifleşme Hareketi ve nihayet Halk Komünlerinin inşası çabaları içerisinde geçirdim. Köylüler bana fikir verdiler, malzeme toplamama da yardımcı oldular ve bana öğretmenlik yaptılar… 1972 yılında ‘Şanlı Yol’ adlı ikinci romanımı yazmadan önce, romanın müsveddelerini yüzlerce kişi ile tartıştım, yüzlerce kişinin fikrini aldım. Artık ülkemizde bir edebiyat eseri bireyin çabasının ürünü değil, yazar-okuyucu-yayıncı arasında kurulan çok yönlü bir ilişkinin ürünüdür. Bu bakımdan kapitalist dünyanın ticari metalarından tamamı ile farklıdır.”

Şüphesiz sosyalist ülkelerde sanatçılara geniş imkânlar tanınmakta ve teşvik edilmektedirler. Bizde ise durum bunun tam tersidir. Halkın yaratıcı sanatı çeşitli yollarla kösteklenmekte ve gelişmesi önlenmektedir. Devrimci tiyatrolar kapatılmakta, sansür edilmekte, yasaklanmakta, oyuncular tutuklanmaktadır. Devrimci sanatımız zor şartlarda gelişecektir. Bu da ancak ve anacak şartlara tabi olarak değil, şartları zorlayarak gerçekleştirilebilir.

3- Ulusal tiyatro deyimi, belirli bir kavram karmaşası içinde, çoğunlukla yerli yapıt oynamakla özdeş kılınıyor. Oysa Ulusal tiyatro sanırım ulusal bilinci içeren tiyatrodur. Ulusal bilinç ise, evrensel bir kavram olduğuna göre, bu bilince ulaşmış ulusların çağdaş yazarlarından örnekler vermekle ulusal tiyatromuza katkıda bulunulacağı görüşünde misiniz? Böyle bir seçmeyi kurguluyor musunuz?

Milli tiyatro, emperyalizme karşı mücadele eden halk sınıflarının ortak kültürü içinde ele alınmalıdır. Ama bu kültür, yekpare bir kültür değildir. Emperyalizme karşı en kararlı mücadeleyi veren işçi sınıfımızın kültürü milli kültürümüzün öncüsüdür. Emperyalist kültürün en amansız düşmanıdır.

Yurdumuzda yalnız tiyatro sanatında değil, bütün sanat ve edebiyat dallarında yoğun bir yozluk var. Emperyalizmin seks ve gangster kültürü büyük tahribatlar yapıyor. “Tiyatro 73”ün tiyatro rehberine baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz. İşte birkaçı: “Yedi Kocalı Bakire”, “Rastıklı Raziye”, “Karımla Olmuyor”, “Ateşli Aşıkların Sonuncusu”, “Haydi Bastır”.

Bu oyunlar neye hizmet etmektedir? Bu oyunlar (ki sadece birkaçıdır) emperyalizmin seks kültürünün tiyatro alanında ne derece yoğun olduğunu gösteriyor. Bu oyunlar milli kültürümüzün dışındadır.

Devlet Tiyatrosu, “Fatih” ve “Akın” oyunlarını oynayarak neye ve kimlere hizmet ediyor? Bu oyunları, zalim feodal sultanları halkımıza birer kahraman olarak göstermek için oynuyorlar. Faşist ideolojinin propagandasını yapıyorlar. Bu oyunlar milli kültürümüzün dışındadır.

Emperyalistlerin ve sosyal emperyalistlerin edebiyat ve sanattaki bütün çabaları, halkların devrimci ruhunu köreltmektir. Onlar, yurdumuzda ahlaki bir çöküntü yaratmak istiyorlar. Boyun eğme ve kölelik ruhunu aşılamak istiyorlar. Devrimci mücadele ateşini söndürmek istiyorlar.

Bizler, emperyalist ve sosyal emperyalistlerin bu yoz kültürleri ile mücadele edeceğiz. Halkımızın emperyalist ve feodalizme karşı yürüttüğü mücadelede bu noktaya özellikle dikkat edeceğiz. Bu mücadelede en önemli silahlardan biri de demokratik halk kültürüdür. Demokratik halk kültürü, işbirlikçi burjuvazinin ve zalim toprak ağalığının baskısı altındaki bütün halk sınıflarının ortak kültürüdür. İşçi sınıfımız kendi kültürünü geliştirerek ve halk sınıflarının kültürünü eleştirerek, demokratik halk kültürüne öncülük eder. Demokratik halk kültürü, emperyalizmin ve hakim sınıfların kültüne karşı, devrimci yönde gelişmesini sağlar.

Biz, kendi milli kültürümüzü, milli tiyatromuzu bağımsız olarak geliştireceğiz. Ancak bunu yaparken, diğer ülkelerin sanat ve edebiyatına sırt çevirmeyeceğiz. Diğer halkların milli kültür değerlerinde de yararlanacağız. İlerici, demokratik ve devrimci olan sanat eserlerinden yararlanacağız. Elbette ki mesele yalnızca yerli eserler sergilemek değil.

Mesela bu yıl, repertuarımıza Arnavutluk yazarı İsma Kadare’nin “Ölü Ordunun Generali” adlı oyununu aldık. Bu oyunu seçerken amacımız, proletaryanın önderliğinde gelişen Arnavutluk milli tiyatrosundan bir örnek vermek ve halkımıza anti-emperyalist, anti-faşist mücadelede ışık tutmaktır.

Biz, bu tür oyunlar sergileyerek, aynı zamanda proletaryanın enternasyonalist kültürünün gelişmesine küçük de olsa bir katkımız olacağını umut ediyoruz.

Günümüzde bazı burjuva ve revizyonist ideologlar artık burjuva ve proleter kültürü arasında ve bütün ulusların kültürleri arasında hiçbir muhteva ve biçim farkı kalmadığını iddia ediyorlar. Onlara göre insanlık tek bir “enternasyonal” kültür ve sanata ulaşmıştır. Bu ideologların “enternasyonal kültür” dediği, hiç şüphesiz emperyalist ve revizyonist kültürdür. Onlar burjuvazinin çöküş döneminin gerici ve yoz kültürünü bu kisve altında yaymaya çalışıyorlar. Oysa, burjuvazi ile proletarya arasında ortak bir kültür olamaz.

Biz proleter enternasyonalizminden bütün ülkelerin işçi sınıfının devrimci birliğinin, büzün ezilen halkların emperyalizme karşı devrimci dayanışmasını anlıyoruz. Milletleri boyunduruk altına almak ve halkları ezmek için uydurulan sözde “enternasyonalist kültüre” karşıyız. Oyunlarımızı seçerken bu noktaya özel olarak dikkat edeceğiz.

4- Belirli bir kentte yerleşik tiyatro yapmak mı, sürekli gezginci tiyatro yapmak mı daha yararlıdır?

Biz her zaman geniş işçi köylü yığınlarına hitap edeceğimizi söylüyoruz. Bu bakımdan işçilerden, köylülerden uzak semtlerde oynamak elbette ki bir takım maddi imkânsızlıklar doğuruyor. Bizler, esas olarak, işçi semtlerinde, köylerde temsiller vermeliyiz. Bunun için gerekli olan çalışmalara bir an önce girişmeliyiz. Ancak şehirlerdeki imkânlarında tepilmemesi gerekir.

Bir de şu var. Biz işçilere, köylülere gittiğimiz zaman onlara ne göstereceğiz? Önemli olan budur. Meseleyi yalnız başına işçilere, köylülere oynamak olarak ele almamalıyız. Bazı köylerde sinema oynatılıyor. Burada önemli olan sinemanın oynaması değil, hangi filmin gösterildiğidir.

5- Bir seçme zorunda kalsanız, oyunculukta mı, yönetmenlikte mi karar kılarsınız, neden?

Bu kolektif çalışma içinde çözülecek bir meseledir. Böyle bir çalışma neyi gerektiriyorsa o yapılır. Bunun içinde dekor taşımak da vardır.

  • Tiyatro 74” Dergisi, Sayı 21, Şubat 1974.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş