İşkence, hukuk sistemine nasıl girdi?

0 Yorum

Dr. Cemil Ozansü engizisyonu ve işkenceyi farklı bir boyutuyla ele alıyor. Hukuktaki ve modern hukuka geçişteki yerini inceliyor.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Kürsüsü’nden Dr. Cemil Ozansü’yle Ortaçağ hukukundan modern hukuka geçiş sürecinde engizisyonun rolünü ve hukuk yargılamasında bir usul olarak işkenceyi konuştuk.

- Engizisyon kelimesinin kökeni ile başlayalım.

Engizisyon,  Latincede “araştırmak, soruşturmak, incelemek” anlamlarına karşılık gelen “inquirere” fiilinden türetilmiş bir isim.

ENGİZİSYONUN İLK HEDEFİ: YOLSUZLUK

- Engizisyon nasıl bir ihtiyaca cevap vererek kuruldu?

Roma Katolik Kilisesi’ne tabi olan Hıristiyanlık 10. yüzyıldan sonra bir reformasyon sürecine giriyor. Güney Fransa’da Cluny Manastırı’nda ortaya çıkan bu keşiş hareketi Kilisenin ıslah edilmesi gerektiği propagandasını yapıyor. Bu hareket neredeyse Güney Fransa’da tüm manastırlara yayılıyor. Bir entelektüel keşişler zümresi ortaya çıkıyor. Bunlar Roma Katolik Kilisesi’nin yani Roma Patriği’nin kokuşmuş bir yönetime sahip olduğunu söyleyerek ısrarla ıslah propagandası yapıyor.

Engizisyonun ilk soruşturma konusu Kilise, ruhban mensupları. Ortaçağ Kilisesinde “simonia” dedikleri bir idarî yöntem var, bizim iltizama benziyor. Bedel karşılığı Kilise makamları alınıp satılabiliyor. Papa bununla mücadele ediyor. Ayrıca eş dost kayırması ve rüşvet, müesses usul haline gelmiş Kilisede. İşte Cluny reformatörleri bununla mücadele amacıyla hareket ediyor. Şu halde Engizisyonun bu hareketteki ilk saiki teşkilatı düzene sokmak.

– Kilisenin kendi içini düzene sokmaktan kamuya nasıl mal oluyor?

Bu, çatışmalı bir süreç. Çünkü özellikle Alplerin kuzeyindeki piskoposluklar, Papalığın bu hiyerarşizasyonuna yereldeki müttefikleriyle hareket ederek direnç gösteriyorlar. Bu dirençler çeşitli “heretik”, “zındık”, “sapkın” akımlarla da ittifak haline girebiliyor. Bataklığı kurutmak için oradaki yapıları besleyen halk kitlelerinin Roma Katolik Kilisesi’ne tabi olmamasının da bir şekilde önüne geçilmesi gerekiyor. Bu noktadan sonra Papalık ruhban olmayan kimseleri, halk kitlelerini de mercek altına alıyor.

İŞKENCE, GERÇEĞİ Mİ ARIYOR?

– İşkencenin usul hukukuna girmesi ne zaman?

1252 yılında ilan edilen “İmhaya doğru” (Ad exstirpanda) adlı Papalık fermanıyla zelil zındıklığın imhası için işkenceye de başvurulabileceği beyan ediliyor. Bu, resmi bir kurum haline geliyor. İşkenceye başvurulabilmesi için gerekli şartlar var ve bu bütün engizisyon sürecinde devam edecek: Sakatlama yaratmayacak, ölüme neden olmayacak, kan dökülmeyecek ve aynı zamanda dünyevi el üzerinden yapılacak işkence. “Kilise kana susamamıştır” ilkesi gereği bir rahibin işkence uşağı gibi faaliyette bulunması yasaktır. Aksi durumda o ruhban haysiyetini yitiren bir kimse durumuna düşer.

– Engizisyon işkenceyi meşrulaştırmak için bunun cezalandırma değil, bir konuşturma yolu olduğunu iddia edecek.

Batı Avrupa’daki işkencenin maksadını önce iyi tayin etmek gerekir. İşkence basit bir zorla sizi bir şeye ikna etme gayretiyle yapılmıyor.

– Gerçeği ortaya çıkarmak için mi oluyor?

Evet. Bugün hala ceza muhakemesi kitaplarında ilk sayfada “hukuk muhakemesiyle ceza muhakemesinin arasındaki temel fark: Hukuk muhakemesi şekli hakikati arar, tarafların sunduklarıyla yetinir. Ama ceza muhakemesi maddi hakikati arar” denir. İşte bu Engizisyonun esprisidir. Çünkü engizitörün gayesi karşısındakinin gerçekten neye iman ettiğini keşfetmektir. Onu zorlayarak iman ediyormuş gibi gözükmesine müsaade etmez. Yani zor kullanarak birilerini bir şeye icbar etmektense, kalben neye inanıyor onu tetkik etmek üzerinde durur. Bu damardan biz, aslında modern ceza hukukunun kusur ilkesine kadar geleceğiz. Çünkü kusur ve ceza ilkesi birbirine paralel bir şekilde inşa edilmiştir.

İŞKENCE RUHU MU ÖZGÜRLEŞTİRİYOR?

– Engizisyon hukukun dünyevileşmesi sürecinin bir parçası mı?

Engizisyon ve sonrasındaki sürecin içinde rasyonelleşme eğiliminden kaynaklanan bir çeşit dünyevileşme var: Örgütün rasyonelleşmesinden bahsettiğimiz için artık gayba ait olan hukuk terkediliyor ve düzenlemeci -yani tüzüklerle kendi örgütünün yapısını düzenleyebilen- bir Kiliseden söz ediyoruz. Başka biçimde söylersek aslında Kilise eliyle sekülerleşmeye ilk adım atılıyor.

Zihniyetteki şu değişimi de ihmal etmeyelim. Özgür irade sorunu hep gündemdeydi. Bir itirafın işkence vasıtasıyla alınmış olması vs. ile ilgili acaba kanonistler ne düşünüyordu? Şimdi şöyle bir algı var; Ortaçağ’dan çıkış dönemindeki zihniyete dair söyleyebileceğimiz şu: Bedenin günah kaynağı olduğuna dönük güçlü bir algı söz konusu. Beden ruhun bir hapishanesidir, kafesidir. Engizitörün uygulattığı işkenceyle bedenin direnci kırılır. Ruhun özgürce dile gelmesi sağlanır.

– Engizisyon tarafından baktığınızda işkence ruhun özgürleşmesini mi sağlıyor?

Bedenin hapishanesinin demirlerini kırıyor. Şeytanın yeryüzündeki aracı bedendir. Çünkü zevkin, iştahın kaynağıdır. Onun için aynı zamanda böyle bir meşrulaştırma da uygulanıyor. Tabii takip eden yüzyıllarda bu beden-ruh ikiliğindeki değişmeler ve özgür irade hakkındaki yeni spekülasyonlar işkencenin meşruiyet kaynağını da değiştirecektir.

İLK CEZA HUKUKU KİTABI

– Bu süreçte 1532 önemli bir yıl.

Dediğimiz gibi Engizisyon kural olarak sadece heretiklikle mücadele ediyor. Hâlbuki suçlar çok çeşitli, yani sadece küfür suçu mevcut değil. Bunların tetkik edilmesi için de engizisyon usulü dünyevi yargılamaya nakloluyor. 1532 yılı Avrupa hukuk tarihi bakımından engizisyon usulünün ciddi biçimde dünyevi yargılamada yer almaya başladığı bir dönemde hazırlanan, Mukaddes Roma Germen İmparatorluğu’nun emperyal kanunu Constitutio Criminalis Carolina’nın ısdar olduğu yıl.

– Meşhur Şarlken, V. Carlos, V. Karl. Kanuni’nin en büyük düşmanı, ezeli rakibi…

Şarlken döneminde çıkarılan bu kanunla dünyanın ilk müstakil ceza muhakemesi ve ceza hukuku kanun kitabıyla karşılaşmış oluyoruz. Ceza hukuku diğer dallardan ayrılıyor, spesifik bir alana dönüşüyor. Diyet usulleri, kan paraları vs. İslam hukuku ve Avrupa Ortaçağ hukukunda da vardı. Bunlar artık bir kenara itiliyor. Modern devlet intikamcının, kan güden kimsenin yerine geçerek ve hatta onları da kan gütmeleri halinde cezalandırarak kendi nizamını, kendi düzenini kurmak istiyor.

İŞKENCEYİ KALDIRAN HÜKÜMDAR

– Peki süreçte işkencenin kaldırılması, tam olarak aydınlanma süreci ve modern ceza hukukuna geçiş nasıl oldu?

Carolina döneminin sonlarına doğru, yani 18. yüzyıl sonuna ve 19. yüzyıla yaklaşırken ispat rejiminde bir gerilim ortaya çıkacak. Yani Carolina dönemi bakımından rasyonelleşmede bir adım atmıştı ve uygulamaya geçirmişti. Bir ara dönem gibi. Yani bir yandan şekli delil sınırlaması var (örneğin iki tanık tam ispat, bir tanık yarım ispat ve işkence gibi), diğer yandan maddi hakikati bu şekil şartı dâhilinde araştırma yönelimi. Bu sınırlamalar hâkimlerin muhakemeyi ilerletmesine ket vuruyor. Kanunların şekli delil sistemiyle bağlı görüyor hâkimler kendilerini. Zira kurallı işkencede ikrara ulaşmak meşakkatli bir süreç, hâkim ikrara kolay ulaşamıyor.

Her ikrarın bir de sonradan denetlenmesi gerekiyor. Dolayısıyla ceza muhakemesi tıkanıyor. Bunu işkencenin kaldırılmasında birincil sebep olarak gösterebiliriz. Modern devlet daha hızlı bir yargılama sürecini tercih ediyor.

1740’ ta Prusya Kralı II. Friedrich genç, aydınlanmacı monark ki Voltaire’in de mektup arkadaşıdır. Tabii Aydınlanmayı da ihmal etmeyelim. Aydınlanma yazarları devamlı işkence aleyhinde Avrupa’da propaganda halindeler. Muazzam bir kamuoyu var. İşte o aydın monark Friedrich, babasının ölümünden 3 gün sonra, yani saltanatının 3. gününde bir düzenlemeyle işkenceyi yasaklıyor.

TEŞHİR VE KUTSANMIŞ ÇUVAL

Teknik olarak ve bilhassa bazı hadd suçlularının cezalandırılması hususunda İslam hukukunda ‘setr evladır’ prensibi; yani cemaat içerisinde bir skandala meydan vermektense -örnek olarak zinanın tahkikinde-  bunun örtülmesi yeğ tutulmalıdır düşüncesi kabul edilir. Batı Avrupa’daki Engizisyon ise bunun tam tersidir. Skandalın faş edilmesi söz konusu, yani dolayısıyla mekanizma terse çevrilmiş oluyor.

- İspanyol Engizisyonunda halk içinde utandırma, teşhir geleneği çok önemli bir yer tutar. Mesela Sambenito (kutsanmış çuval) adında üzerinde haç işareti olan bir bütün pelerin giyiyorsunuz ve onu üzerinizde parça parça dökülene kadar ömrünüz boyunca taşıyorsunuz. Ya da o çuval/pelerin kilisenin bir yerine çivileniyor, üzerine isim yazılıyor ve herkes görüyor.

Aydınlanma sonrasının medeni cezalandırmasına, 19. yüzyıla kadar teşhir fonksiyonunu infazda gözlemleyeceğiz. Hatta basit usulde idam cezalarının alenen infaz edilmesi, 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar görülüyor. Türkiye’de ise aleni infaz 1965’te son buldu.

EBEVEYNLERİNİ İHBAR EDEN ÇOCUKLAR

İhbar ulaşınca bölgeye bir engizitör gönderilir. Engizitör o bölgenin en büyük kilisesinde vaaz verir. Oradaki ruhban da dâhil herkesin bu vaazı dinlemesi mecburidir. Sonra af mühleti verilir. 14 gün içerisinde falanca yerde bulunacağını söyler. “Bana gelip tövbekâr olduğunu beyan edenler affedilecektir” der. Tabii tövbekâr olduğunu beyan eden aynı zamanda suç ortaklarını da ihbar etmek durumundadır. İhbar etmezse bu samimi bir itiraf değildir.

Engizitör bu sürede çeşitli bilgileri de toplar, çoğunlukla çocukları dinler, onların ailelerinin neler yaptığını, nasıl iman ettiğini vs. tetkik eder. Daha ziyade avamın takıldığı çeşitli yerlerden bilgi toplanır. Buna mahkemelerde de “genel engizisyon” (genel soruşturma) adı veriliyor. Sonraki safha “mahsus engizisyon”dur. Bu sefer şüpheliler basit bir şüphe de olsa çağrılarak teker teker sorgulanır.

Amaç, daha fazla suç ortağına ulaşmaktır. Muhbirlere müsadereden pay verilir. Dolayısıyla ebeveynlerini ihbar eden birçok çocuğa bile rastlanır. Bütün mameleki kaybetmektense aile birkaç kişiyi feda ederek bir kısmını kurtarma yoluna da gidiyor. Bu, bütün sosyal dayanışma ağlarını paramparça eden ve iktidarı engizitörün eline veren bir yöntem…

Doç. Dr. Özlem Kumrular / Dr. Mehmet Perinçek 25.01.2015

AYDINLIK

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş