Kent Bostanları – Süleyman Yurddaşer

0 Yorum

Kent bostanları, 20. Yüzyılda Avrupa Birliği ülkelerinde geliştirilen bir tarımsal üretim şeklidir. Mekan olarak seçilen ortamlar bina terasları, balkonlar, çıkmaz sokaklar ve terk edilmiş fabrika sahalarıdır. Buralarda üretim yapmaya teşvik edilen insanlar yaşlı emekliler, psikolojik problemi olan ve büyük kentlerde yaşayan ev kadınlarıdır.  Bu üretim şeklini yerel yönetimler desteklemekte ve bazı gereksinimleri yerel yönetimlerce karşılanmaktadır. Bu projeye dahil olan fertlerin birbirleri ile iletişim halinde olmaları sağlanarak üretimle ilgili deneyimlerini paylaşmalarına olanak sağlanmaktadır. Böylece insanların sosyal bir topluluk oluşturmalarına olanak yaratılmış olmaktadır. Bununla büyük kentlerde yaşayan, bunalmış insaları sosyolojik ve psikolojik olarak rahatlatacağı düşünülmektedir.

Yani, kent bostanları, bir nevi REHABİLİTASYON projesidir. Ancak, bunun farkında olmayan bazı Türk vatandaşları ve Türk tarımını yönetmek üzere Bakanlık düzeyinde görevlendirilen Tarım Bakanlarımız bu projeyi kentlerin gıda ihtiyacını karşılayacak projeler olarak değerlendirerek kentlerin gıda ihtiyacını yerel üretimlerle sağlanarak fahiş fiyatların önüne geçeceğiz diye basına yeni ve çok önemli bir proje olarak sunmaktadırlar. (basından)Bu kent bostanlarına ilave yeni üretim sistemler de geliştirilmiştir. Kapalı alanlarda hidrofonik (su içinde üretim), topraksız tarım vb . Bu sistemlerin de ilk kuruluşları çok pahalı olduğu gibi buralarda ancak salata için marul, yeşil soğan vb yetiştirebilirsiniz. Ayrıca bu pahalı sistemler, doğa ile bütünleşmiş sürdürülebilir üretim şekilleri olarak halka sunulmaktadır.  Biz hangi şekilde olursa olsun üretime karşı değiliz ama bunlar tarımın magazinleridir. Gıda temini için geniş tarım arazilerine gereksinimiz vardır.

Zaten bu tür yaklaşıma belediyeler balıklama atlamış durumdalar. 2012 yılında AKP Hükümetlerince çıkarılan 6360 ayılı Büyük Şehir (Bütün Şehir) yasası ile Belediyelerin tarımsal üretime dahil olmaları sağlanmış, Belediyeler de Tarım Daire Müdürlükleri kurulmuştur. Gerçi bu müdürlüklerin görev ve yetkileri, yetkilerinin sınırları tam olarak belirlenmemiş olsa da anılan yasaya göre kurulmuşlardır. Bilindiği gibi, 6360 sayılı yasa ile mahalle yapılan köylerin mer’aları köylerin ortak mülkiyeti olan araziler hızla ihale edilerek satışa çıkarıldılar. Kalanlarda da Belediyeler atalık tohum, yerel tohum ve organik üretim (üretim şekli nasıl olursa olsun tarımsal üretimin tamamı organiktir yani, canlıdır.)safsataları ile tarımsal üretime soyunmuşlardır.  Aslında Belediyeler, tarımsal üretime soyunmak yerine hazırlayacakları imar planlarında tarım arazilerini koruyacak şekilde hazırlarlarsa tarıma daha çok hizmet etmiş olurlar. (foto,1-2-3)  Çünkü, imar planlarında tarım arazilerine saldırılmasının geçici getirisi yüksek olur ama tarım sürekli gelir sağlar ve gıda teminimiz bu arazilerin korunmasına bağlıdır.

İzin olursa Büyük Şehir yasasının çıkışı ile biraz açıklama yapmalıyım. Bu yasa iki nedenle çıkarılmış olduğu, buna tarafsız bakabilen fikir sahipleri ve halk tarafından dillendirilmektedir. Birincisi siyasi olarak AK partiye kırsal kesimden fazla oy çıkması nedeni ile Büyük Şehir Belediye Başkanlıklarını kırsaldaki oylar ile alınabileceği düşüncesidir. (Allah’ın bildiğini kuldan saklamanın gereği yok) İkincisi ise 1995 yılında AB ile imzalanan Gümrük Birliği Anlaşmaları ile anlaşma dışı bırakılmasında birinci etken olan kırsal nüfusumuzun fazla olması ve kırsalımızın yeterince kalkınmamış olması idi. AK Parti Hükümetlerince kırsal nüfusu düşük göstermek için akla ve mantığa uygun olmayan, kırsaldaki üretimimize darbe vuran Bütün Şehir Yasasını çıkarmışlardır. Akla ve mantığa aykırı olmasına kendi köyümü örnek vermek iterim. Benim ilçem Ereğli Büyük Şehir olan Konya’ya 150 km, köyüm de ilçeye 50 km ve bu köy 2012 yılından bu yana Ereğli’nin bir mahallesi. Ereğli’de iken ben bir mahallemi dolaşıp geleyim desem 100 km yol yapmam gerek?

Bu yasanın tarıma sektörümüze de çok zarar vermiştir özellikle hayvancılık işletmeleri  yasa dışı olmakla karşı karşıyadırlar. Şöyle ki; örneğin bir süt sığır işletmeleri kent yasasına göre yerleşim yerlerinden, kentin bir mahallesinden azami 20 km mesafede olması zorunluluğu var.  Bu çarpıklığı gidermek için hükümetimiz İHTİSAS ÜRETİM BÖLGELERİ diye yine hayvancılık için çözüm projeleri hayata geçirmeye çalıştı ama o da üretimin karakterine uymamaktadır. Ayrıca bu işletmeler için suyun elektriğin pahalıya mal olması gibi üretime zarar verici yönleri var ama fazla uzatmadan bu kadarla yetinelim.

Başka ülkelerin daha doğrusu emperyalist güçlerin kendi ülkelerinin dışındaki ülkelerin yönetimine uzanması, müdahale etmesi kaçınılmaz olarak gelişmekte olan ülkelerin yapısına, ekonomisine zarar vermesi kaçınılmaz olmaktadır. Burada Atatürk’ün şu veciz akla gelmektedir mealen; “Ejnebilerin tavsiyesi ile gelişmiş, kalkınmış bir millet yoktur. Tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir.”

Oysa, ulus olarak kalkınıp gelişmemiz için cumhuriyeti kuranların 1930-1940 yılları arasında geliştirip uyguladıkları projeler günümüzde de çok ilerici, toplumsal ve akıllı projelerdir. Uygulamada başarısı görülmüş bu üretim sistemleri iki kelime ile özetlenebilir “Devletçilik ve Halkçılık”Tekrar bu projeleri çağın koşullarına uyarlayarak uygulamaya sokmamız daha akıllıca olacaktır bence. Anılan tarihte uygulamaya sokulan üretim ve paylaşım şekli ile sanayileşmeye sermaye yaratılmıştır. 

Sonuç olarak, AB yukarda bahsettiğimiz kentlerde yığılmalara neden olan ve sonucunda da sosyolojik ve insanların psikolojisini bozan, böylece birçok insani problemin yaratılmasına neden projelerini bize de dayatmıştır. Bizim iş bilmez siyasetçilerimiz de bu dayatmaların neler getireceğini görmeden kabul etmiş ve yapıyı bozmuşlardır. Olan olmuş ama elde kalanları düzgün bir yola sokmak için bu günden tezi yok cumhuriyeti kuranların 1930-1940 yılları arasındaki pratikleri hayata geçirmeliyiz.

SÜLEYMAN YURDDAŞER


Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş