“O gün bugündür Darüldebayi’nin çatısı altındayım, tam 37 senedir.”

0 Yorum

Röportajlık, Türk Tiyatrosunun tozlu arşivlerini karıştırmaya devam ediyor.

Gerçek bir sinema-tiyatro emekçisiyle tanışmak istiyor musunuz? Sami Ayanoğlu gerçek bir sinema emekçisi 1967 yılında yayınlanan bu röportajının (Kendisi ‘röportaj’ diyor, hiç bana öyle bakmayın) amacı, 37. emek 25. sanat yılını kutlamak. Türk Tarihi Dergisi sanatçıyı 1967 yılında onurlandırarak kendisini anlattığı, kendi kendine yaptığı röportajı Darüldebayi Şehir Tiyatroları Arşivi’nden çıkardı. Röportajımız sizlerle.

 

Ben: Kimsin kimin oğlusun?

 

 

Yine ben: Adım Mustafa Sami Ayanoğlu. Babam Harbiye Nezareti Müzikasından yetişme Mülazimsani Hüseyin Hilmi Efendi. Annem Bedriye Nefise Hanım.

 

Ben: Nerede Ne zaman doğdun?

Yine ben: Eyüp Sultan’da 1329(1911), 21 Nisan Pazartesi günü, alaturka saat bir buçukta.

 

 

Ben: Nerelerde okudun?

Yine ben: Birinci Dünya Harbinde şehit olan babamın ölüm sene-i devriyesi mevlüdü okunurken ben 4 yaşındaydım. O merasim içinde bana ‘’Besmele’’ dedirtip mahalle mektebine vermek istediler. Fakat ne hikmetse inadım tuttu. ‘’Bismillah’’ demedim. Ama Zekai Dedezade Ahmet Efendi’nin nezaret ettiği Tahir Kalfanın Taş Mektebi’ne gönderilmekten de kurtulamadım. Orada da inadım ne kadar devam etti bilmiyorum. Fakat günler geçtikçe, itibarlı, çalışkan, uslu çocukların oturtulduğu sıralardan adi ot minderlere oradan da hasırlara indirildim. Bu inatçılara, azarlamadan ve dayak atmadan yapılan bir baskıydı. Günler ilerledikçe, beni de hocaefendi derse çağırsa diye çağırsa diye içim kaynamaya başladı. Bir gün geldi hoca ‘’Cüzünü al, gel’’ dedi. Usulünce ‘’Euzü Besmele’’ çektirip dersimi okuttu ve balmumu yapıştırıp hazır gelmemi bildirdi. Hoca bana ders verdi diye uçuyordum. Annem o gece dersimi çalıştırdı. Sırası gelmişken şunu da söyleyeyim, bugünkü nesil buna pek akıl erdiremeyecek amma, eskiden böyleydi. Annem de anneannem de mükemmel okurlar ama yazamazlar. O zamanın anlayışı kızlara yazı öğretmeye karşıydı. Güya sevgililerine mektup yazmasınlar diyeymiş. Neyse, ben ertesi sabah ertesi sabah cüzüm kesemde, kesem boynumda mektebin kapısına dayandım. Ama sevincim kursağımda kaldı. Çünkü muhacirleri (göçmenleri) yerleştirdiklerinden mektebimiz kapanmıştı. Nihayet yaşım geldi, Eyüp Sultan Reşadiye Numune mektebine kaydolundum. Dördüncü sınıfına geçtiğim sene, büyük bir sel afeti oldu. Birçok ev yıkıldı. İnsanlar öldü. Bu meyanda bizim köhne evimiz de oturulmaz hale geldi. Kimsesizdik. Hilaliahmer (Kızılay) bizi Fatih’teki Bahrisiyah medreselerinde bir odaya iskan etti o da kadar karanlıktı ki, iki penceresi olmasına rağmen dışarıdan geçenlerin gölgeleri fotoğraf makinesinde olduğu gibi içeriye baş aşağı aksederdi. Bu sırada bir tesadüfle Darüşşefanın talebe aldığını öğrendik. Sınıfım ve yaşım uygundu. Ortayı bitirirken girdiğimiz bakalorya müstesna ikmale bile kalmadan 9. Sınıfa geçtim. Bir sene evvel anneciğim veremden ölmüştü. Ben de tam inkişaf çağındayım. Aynı musibet bende de görülünce mektep idaresince tedaviye başlatıldım. Tabii bizim dersler de suya düştü. Netice de o sene sınıfta kaldım. İşte o sırada da Darüldebayi’de ‘’Tiyatro Meslek Okulu’’ ünvanıyla bir mektep açıldığını gazetelerde okudum. Hocalarımın, muitlerimizin muhalefetine rağmen müracaat ettim. İmtihanı kazanmışım, Darüldebayi’nin yani bugün ki Şehir Tiyatrosu’nun çatısı altına girdim ve o gün bugündür de hep aynı çatı altındayım. Tam 37 sene.

 

Ben: Aktörlüğü seçmen bir tesadüf mü, Çaresizlikten baş vurduğun bir meslek mi?

Yine ben: Katiyen. Çok küçük yaşımdan beri, karagöze, kuklaya, Kel Hasan’a, Darüldebayi temsillerine ve sinemaya karşı sonsuz bir alakam vardı. Bu, günün birinde beni mektep müsamerelerinde sahneye çıkardı. O kadarcıkla doyamadım. Bu seferde Topkapı Gençler Mahfelinde sahneye çıkmaya başladık. Mektep idaresince duyulunca kovmakta tehdit ettiler. Çünkü o zaman talebelerin mahfellere, kulüplere girmeleri Maarif Vekaletince yasak edilmiş. Hevesimi yine müsamerelerde almaya çalışıyordum ki, Tiyatro Mektebi açıldı. Benim için bundan daha iyi fırsat olamazdı.

 

Ben: Tiyatrodan başka işlerle meşgul oldunuz mu?

Yine ben: Sinemayı saymazsak, hiç… Ama hiçbir işle uğraşmadım.

 

Ben: Sinemada neler yaptın?

Yine ben: Aktörlük, rejisörlük, tek tük de senaristlik. Başka soracağın var mı?

 

Ben: Gençlere bir diyeceğin?

Yine ben: Aktör olmak isteyen evvela istidadı olup olmadığını öğrensin, ondan sonra da okusun, eğitime tabi olsun, ama bol bol okusun… Bu meslek, istidatsızların okumakla, gayretle, yani zorla elde edebilecekleri bir iş olmadığı gibi istidatlıların da okumadan tam başarı kazanacakları bir sanat değildir.

 

Ben: Son sözün?

Yine Ben: Herkese ama herkese bol bol, yürekten sevgi ve teşekkürler… Beni okutanlara, elimden tutup sahneye çıkaranlara, acemiliğimi ve falsolarımı, bilerek bilmeyerek yaptığım kusurlarımı hoş görenlere ve nihayet bu günü yaşatanlara sonsuz teşekkürler ve minnetler.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş