Zeki Müren: ‘Ben Bir Saka Kuşuyum’

0 Yorum

7’den 70’e, genci yaşlısı, aşığı dertlisi hemen hemen her kesime hitap eden eserleriyle, pikaplardan teknolojinin gelişmesiyle müzik çalarlar, hatta akıllı telefonların hoparlörlerinde sesinin tüm duruluğuyla güzel tınılara imkan tanıyan Türk Sanat Müziğimizin Sanat Güneşi Zeki Müren, 86. doğum gününde anılıyor.

RÖPORTAJLIK olarak Zeki Müren’i anmak ve yeni kuşaklara hatırlatmak için Hürriyet Gazetesi’nden Nuriye Akman’a verdiği röportajın tam metnini yayınlıyoruz. 

Nuriye Akman
Hürriyet Gazetesi

Zeki Müren’le konuşmak; sizi, en az kendi kadar kibar olmaya zorlayan bambaşka bir üslubun peşinden, soluk soluğa koşmak demek… Zeki Müren’le konuşmak; bu üsluba ezilmeden, bir devin kolay girilemeyecek gönül evine girmeye çabalamak demek… Zeki Müren’le konuşmak; o gönül evinin arka bahçesinde gezinme ayrıcalığı demek… Bu nedenle, yüz yüze değil, telefon aracılığıyla röportaj yapma isteğini kıramadık. Madem ki, bize “İstediğiniz soruyu sorabilirsiniz” demişti. Mademki, “Saatler de sürse, emrinizdeyim” demişti. Bu fırsatı kullanmamazlık edemezdik. İki defa, toplam 2,5 saat konuştuk. Zeki Müren, sözünde durdu. Hiçbir zaman, “Bu ne bizim soru?” demedi. Karşınızda Türk müziğinin 42 yıllık sanat güneşi; virgülüne dokunmadan… Ve yorumu sadece size bırakarak… zekimuren2

Sahnesini bitirip bornozunu sarınınca, bambaşka bir kişiliğe bürünüyor Zeki Müren,”Bir kedi kadar yumuşak, bir kafes kuşu kadar kendi halindeyim” diyor.

Sahnesi bitip de bornozunu giydikten sonra, öyle ayrı bir Zeki Müren var ki; kedi kadar yumuşak, bir kafes kuşu kadar kendi halinde. Ayırmak lazım ikisini. Benim ödüllerim, katiyen misafir odamda durmaz. Kitaplarım da öyle… Kitapları alıp okumadan, kırmızı yeşil siyah, diye sıralayıp metreyle kitap alanları çok gördüm. Ben okuduklarımı, yüklük tabir ettiğimiz dolaplarda, gayet muntazam şekilde saklıyorum. Çünkü benim beynime zaten oradan girecek şeyler girmiş.

Bana şu anki görünümünüzü tarif eder misiniz ki kendimi yanınızda sanayım?

Üstümde, yeşil bir robdöşambr var. Kuşağı önden bağlı. Saçlarımı fırçaladım. Dişlerimi fırçaladım. Gazetelerimi okudum. Mutad olarak, plak şirketimin sahibi Yavuz Bey ile günlük görüşmemizi yaptık. Her gün, 10’a 10 kala ararlar ve daima sanatımızla ilgili ne gerekiyorsa, birbirimize malumat veririz.

İzninizle başlayalım mı?

Estağfurullah. İzin ne demek? Size her şeyi sorabileceğinizi söyledim. Röportaj odur efendim.

Neden, sahne ve televizyonda dikkati görüntünüzün üzerine çekiyorsunuz?

Efendim, buna mecburum. Çünkü görüntüyü Türkiye’de yaratan benim. 1955’de sahneye çıktığımda, birçok sanatçı ve arkasındaki sazlar, gündelik kıyafetlerle, kimisi kravatlı, kimisi yakası açık, kimisi smokinli de hani hafif yağlanmış, dürüp de giyilmiş ceketlerle idiler. Ben, bu reformu yapmış kişiyim. Ben, 25 kişilik sazıma, mavi ceket, gri pantolon, gri papyon giydirdim.

Zaman zaman, giyim tarzı ve makyajınız, o güzelim sesinizin önüne geçiyor.

“İKİSİ DE, BEN’İM”

Olabilir… İkisi de, benim… O onun önüne geçse, ne olur, o da benim, o da. Zaten, birkaç saniye çalabilirler birbirlerinden. Televizyonda makyajsız bir parlamenter dahi yok. Benim şöyle bir müdafaam var makyaj üzerine. Yavuz Sultan Selim sağ olsaydı, ekrana çıksaydı. Sol kulağındaki küpeyi çıkaracak mıydı? Fatih Sultan Mehmet, sağ olsaydı, başındaki tuğdaki zümrüdü, parmağındaki yakut yüzüğü çıkaracak mıydı? Veya sırtındaki samur kürkü çıkaracak mıydı?

Yalnız, frapanlığın bu derecesi…

Frapanlığın bu derecesini, siz Amerikan veya Avrupa kliplerinde izleyin. Küpeler, sürmeler… Bizde, hiç olmazsa göz boyası yok.

Bu yaklaşımınız, kendi fiziğinizle ilgili bir rahatsızlıktan mı kaynaklanıyor?

Hayır. Hayır. Bilakis… Ev halimi, ekrandaki ve sahnedeki halimden, daima ayrı tuttum. Çünkü sahnesi bitip de bornozunu giydikten sonra, öyle ayrı bir Zeki Müren var ki; kedi kadar yumuşak, bir kafes kuşu kadar kendi halinde. Ayırmak lazım ikisini. Bir banka müdürü sabahleyin pijamayla bankaya gidiyor mu? Ben niçin sahneye çıkarken günlük kıyafet giyeyim, Zeki Müren’in 55 Türkiyesinde cesaretle yarattığı kıyafeti, 92’de niçin kullanmayayım?

Yani, bütün bu pul, gül, şal ve şifonların gerisinde, bir kafes kuşu mu var?

Tabii, tabii efendim, hem de bir saka kuşu. Niçin, biliyor musunuz? Tutulması yaklaşılması daha kolay. Beş yaşında bir çocuk, minicik bir ökse koyar, saka kuşu gelir ayağıyla ona yapışır ve kafese onu koyar.

Sizi de bu saka kuşu gibi çok tutan oldu mu?

Cemiyet, cemiyet oldu. Cemiyete olan hürmetim, cemiyete olan saygım. Hiç şimdiye kadar bir kimseye saygısızlığımı, hürmetsizliğimi, taşkınlığımı, biriyle münakaşamı, biriyle mücadelemi duydunuz mu? Yalan yazılan şeyler hariç.

‘Sahnede görüntüyü üzerime çekmek mecburiyetindeyim. Çünkü Türkiye’de görüntüyü yaratan benim” diyor Zeki Müren. Ve ekliyor: “1955’te sahneye çıktığımda, birçok sanatçı ve arkasındaki sazlar gündelik kıyafetlerle kimisi kravatlı, kimi yakası açık, kimi smokinli de hafif yağlanmış dürüp de giyilmiş ceketlerle idiler. Ben, bu reformu yapmış kişiyim. Ben, 25 kişilik sazıma, mavi ceket, gri pantolon ve gri papyon giydirdim.” Görüntüsünün zaman zaman sesinin önüne geçtiği iddialarına ise şu cevabı veriyor Müren: “Olabilir… İkisi de benim. Görüntü, sesimin önüne geçse, ya da tersi olsa, ne çıkar. Zaten, ancak birkaç saniye çalabilirler birbirlerinden…’

“KİLOLUYUM, YARIM GÖRÜNÜYORUM”

Peki, neden ekranda hep belden yukarınız çekime giriyor?

Kiloluyum, şu anda 98 kiloyum.

Siz kendinizi seyrederken ne hissediyorsunuz?

zekimuren8Şunu hissediyorum efendim. İki buçuk senedir, beni sevenleri niçin mahrum ettim? Ben karnımla, dizimle şarkı söylemiyorum. Ellerimle tiyatro yapıyorum, ağzımla şarkı söylüyorum. İfadem, gözlerimdedir. Oturduğum yerde, günde 15 şarkı çevirmek büyük bir başarı oluyor. Ama hem ayakta, hem göğüs plan, hem yüz plan, hem göz plan, bir şarkı dört kere alınırsa, 15 şarkı eder 60 şarkı. Buna sıhhatim dayanmaz, hanımefendi.

Efendim, siz narsist misiniz?

Katiyen değilim… Sabahleyin, bir kere besmele çekip yüzüme aynada bakarım, narsistlikle ilgisi olmayan, çok az uyumuş, yorgun bir insanın yüzü. Ama tertemiz bir bakış. İnşallah hayırlı, geçer günüm diye, başka birini görmeden evvel, kendi yüzümü görmeyi tercih ederim.

Peki, efendim. Kendinizi seyrederken, yorumunuzu, mimiklerinizi abartılı bulduğunuz oluyor mu?

Bazı seyircilerin abartılı bulması, yalnızca kıskançlıktır. Bende ne vücut kıvırmak var, ne efendime söyleyeyim, saçımı arkadan bağcıklarla bağlayıp kuyruk yapmak var. Efendim, normal saçım taranıyor. Oya Tolga Hanımefendi, o güzel elleriyle makyajımı yapıyor. Efendime söyleyeyim geçiyorum kamera karşısına; provasız, bir kerede. Hiç ikilediğimi hatırlamıyorum.

‘Zeki Müren seyredilmek değil, dinlenilmek için’ diyenlere ne diyeceksiniz?

“RAHATSIZ OLAN, RADYODAN DİNLESİN”

Radyodan dinlesinler. Ondan da çok memnun olurum. 50 senesinde, lise son sınıftayken, radyoya girdim. 186 kişi arasında, tek kişi kazanarak. Herkes 15 dakika okurken, bana 45 dakika seans verdiler. 63’lere kadar, canlı neşriyat yaptım. O zaman, Türkiye şöyle bir sallandı. Görüntü mü vardı Hanımefendi?

Yani, görüntümden rahatsız olan, beni radyodan dinlesin diyorsunuz?

Benim görüntümden rahatsız olanlar, aynı görüntüyü veremeyen, makyajla dahi o hale gelemeyenlerdir. Onlar zaten denize de karşıdır. Niye, mavi diye. Gökyüzüne karşıdır. Niye, bulutlar beyaz diye. Çimenlere karşıdır. Niye, yeşil diye. O insanlar bilir misiniz ki, milyonda bir oluyor. Üç yaşındaki bir çocuk, Bodrum’da “Zekimen, Çekilmen, Çekirmen” gibi yaşına ve diline göre, dizime başını koyduğu zaman, aynı anda 93 yaşında biri, “Yavrum evladım. Allah uzun ömür versin. Benden alsın, sana versin” dediği zamanlara birçok basın mensubu da şahittir. 3’ten, 103’e’dir bu, yani 7’den 77’ye lafları hafif kalır. Allah’a bin şükür. Makyajımı, jestimi abartılı bulanlar, dokuz tane küpe sallanan, kıvrım kıvrım kıvranan, metalcilere baksınlar. Ve desinler ki, “Bizim de bir öncümüz var.” Artık kravatla, gri takım elbiseyle, kırmızı yeşil mendilleri koskocaman ceplerine sokarak, dimdik okumanın vaktinin çoktan geçtiğini onlara göstermek için yapıyorum.

Bütün bunları sizi üzmek için sormadığımı biliyorsunuz, değil mi?

Ben hiç rahatsız olmuyorum. Size, her türlü suale açığım diye söz verdim.

Son kasetiniz ne kadar sattı?

Hiç bilmiyorum. Plakçım, Yavuz Bey’e sorunuz. Hiç aramızda rakam telaffuz edilmedi. Yalnız, son iki sene üst üste Müyad, Müzik Yapımcıları denilen ödülü, Sayın Muazzez Abacı Hanımefendi ile birlikte bana layık gördüler. Onun hilesi, hurdası olmuyor. Çünkü bandrol sayısına göre ölçüyorlar. Bundan da büyük gurur duydum. Ödülümü dolabıma koydum. Benim ödüllerim, katiyen misafir odamda durmaz. Kitaplarım da öyle… Kitapları alıp okumadan, kırmızı yeşil siyah, diye sıralayıp metreyle kitap alanları çok gördüm. Ben okuduklarımı, yüklük tabir ettiğimiz dolaplarda, gayet muntazam şekilde saklıyorum. Çünkü benim beynime zaten oradan girecek şeyler girmiş.

DOĞUMDAN SAHNEYE

Zeki Müren, 6 Aralık 1933’de doğdu. Bursa’da, sabah oluyordu. Ailenin ilk ve tek evladıydı. Ortaokulu Bursa’da bitirdi. Daha ilkokulda diğer arkadaşları arasında sesi ve müsamere kabiliyetiyle, seçkin bir talebeydi. Sonra, Bursa ona dar geldi. Çünkü bütün müzik hocaları, müzik otoriteleri, bütün büyük sanatçılar İstanbul’daydı. Leylî (yatılı) olarak, Boğaziçi Lisesi’ne kaydoldu. Lisenin haftada iki seferlik sinema günlerinde, büyük üstat Şerif İçli ve Agopos Efendi’den nota ve usul dersleri aldı. Okulu birincilikle bitirdi. Repertuarı 3 bin şarkıya yakındı. 1949 Aralık ayında radyoevinin açtığı sınavı, 185 kişi arasından, sadece o kazandı. Jüri üyeleri arasında, Mesut Cemil Bey, Orhan Veli’nin babası Veli Kanık Bey, Cevdet Çağla Bey, Refik Fersan Bey, Fahire Fersan Hanımefendi, Baki Süha Ediboğlu, Yorgo Bacanos vardı. O sınav anını Zeki Müren, şöyle anlatıyor:

ALLAH O KADAR BÜYÜK Kİ…

“Elimde nota dosyam var. Şunu okur musun diyorlar, çeviriyorlar sayfayı, şunun ortasını okur musun yavrum diyorlar, okuyorum. Çeviriyor 10 sayfa daha, şunun birinci satırını okur musun, okuyorum. Çeviriyoruz beş sayfa daha ki ani bulmak zordur. Şarkının başından girerseniz hatırlarsınız. Ve böyle güç, çetin bir imtihandan sonra, en tiz sesimi denemek için, muhayyer bir şarkı istiyorlar. Titrer yüreğim her ne zaman yâdıma gelsen’. Onu okuyorum. Bir de pesime bakmak istiyorlar. Sadullah Ağa’dan, ‘Nideyim sahnı çemen seyrini cananım yok’. Onu okuyorum. Ondan sonra, okulumun telefonunu alıyorlar. Biz size bildireceğiz diyorlar. Ben kazandığımı anlıyorum ama kazananı stajyer olarak çalıştırıyorlar. Ben, o yaşta dahi öyle bir şey istemiyorum içimden. “Allah o kadar büyük ki… Bir hanım sanatçı, seansına gelemeyeceğini bildiriyor. Refik Fersan üstadımız, okulu arıyor. Seansa bir buçuk saat var. ‘Evladım, dosyanı kap gel. Hangisi olursa olsun.’ Geliyorum. O gözlüklü, mavi ceketli, sarı düğmeli çocuk 45 dakikalık seansta, tüm klasik parçaları okudu. Bir saniye gibi kısa, bir asır kadar uzun… Anlatmak imkânsız o 45 dakikayı, çünkü ilk defa Türkiyeye hitap ediyorsunuz. Ve lise son sınıf talebesisiniz. Çok güç bir olay. Ter içinde çıktım, çok heyecanlıyım. Telefonlar üst üste. Kim bu çocuk? Öyle ya… ‘Mazeretine binaen seansına gelemeyen Perihan Sözeri yerine, Zeki Müren’den şarkılar dinlediniz’ dedi.

İLK TEBRİK YÜCESES’TEN…

“Kimdir Zeki Müren? Millette bir merak. Tabii, o zaman televizyon yok. Radyo, hele cumartesi geceleri, büyük bir zevkle dinleniyor. Ve ondan sonra, ilk tebrik eden çoook sevdiğim Hamiyet Yüceses Hanım oldu. Cümlesi şu: ‘Evladım, kimsiniz, nesiniz? Ağlıyoruz eşimle birlikte. Gözyaşları içindeyiz.’ Hamiyet Hanım’ın telefonu, bir de tabii halktan gelen telefonlar, çok büyük bir şevk verdi bana. Ondan sonra, her hafta cumartesi seanslarını, uzun yıllar, bana verdiler. Bir yandan da, Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam ediyordum. 1954’de, süsleme bölümünden birincilikle mezun oldum.”

Bin Kere Dünyaya Gelsem

Türk müziğinin devi, yeniden dünyaya gelse, hayatını aynı yazıyla yaşamak istiyor… Kendi deyişiyle, çektiği onca çileye rağmen…

Servetim burs olacak

İLK AŞK UNUTULMAZ

İnsan hayata ya bir ya iki, o da birincisi çok kuvvetli, ikincisi onun yüzde 70’lerine zor varan kudrette bir aşk yaşayabiliyor. Öbürlerine, bence aşk dememek lazım. Aşkı tatmak da güzel, acılarıyla… Ben hiç acılı yemek yemedim, sesim için. Hayatta buzlu hiçbir meşrubat içmedim.

zekimuren4SANATÇIYA SAYGI

Beni dinlemeye gelen hiçbir sanatçıya mikrofon uzatmadım. Düşündüm ki, bronşit olabilir, girip olabilir, nezle olabilir, sesi kısık olabilir, ruhen müsait olmayabilir, kızgın bir günü olabilir, ayağını ayakkabı vurmuş olabilir, masanın altında belki de ayakkabısını çıkarmış olabilir. Bunlar her insanın başına gelen şeyler. Onu mecbur edip de, kendin ne bileyim, 50 dakika dinleneceğim diye, niçin bunu yapayım? Ben bunu yapmadım. Bana hep yapıldı…

Efendim, repertuarınızı oluştururken, nelere dikkat ediyorsunuz?

Efendim, halk neyi istiyorsa… Mesela, mini etek modadır, ertesi sene midiye dönüyor. Repertuarım için 6 ay evimde çalışıyor; kasete, bir gecede okuyorum.

Şarkıların sözleri sizin için önemli mi?

Çok, çok, çok… Mesela, Yahya Kemal’in, belki büyük laf olacak ama bile bile konuşuyorum, bestelenmesini ben ikinci kez bestelenmek olarak alıyorum. Kim üstüne alınırsa alınsın. Yahya Kemal o kadar büyük ki, zaten bestesi içinde. Onu tekrar bestelemekle, yemeğe iki kere tuz katmak veya tatlıya beş kere şeker atmak gibi. Zorlama oluyor… Keza, Orhan Veli de öyle…

Duyarak okuyabilmek için, şarkı sözlerinin önemi nedir?

Çok… Biliyor musunuz, son programım da iki yerde ağladım?

Rol mü yapıyordunuz?

O gözyaşında hiçbir riya yok. Hayır. Hayır efendim. Rol de olsa, hakkım. Artistim…

O anda, milyonlarca kişiye hitap ediyorum. Farz edin ki, tiyatrosunu oynuyorum. Ben tiyatro da oynadım. ‘Çay ve Sempati’ çok başarılı geçti.

Bir şarkınızda, “Allahım, baştan yaz benim yazımı” diyorsunuz. Tanrı’ya bu şekilde yalvardığınız oldu mu hiç?

Dünyaya bin kere tekrar gelsem, aynı Zeki Müren olarak, aynı yazıyla gelmek isterim. Bütün çilelerime, bütün mücadeleme rağmen.

ŞARKI SÖYLERKEN UÇUYORUM

Siz şarkı söylerken, içinizde neler oluyor?

Uçuyorum… Uçuyorum, efendim. Bulutların üstünde yürür gibi bir duygu. Elimde inanın nota kâğıdı titriyor. Notayı seçemiyorum. Ama o, yorgunluk titremesi değil. O kadar hissediyorum ki, mikrofonun demirini, gücüm olsa bükebilirim.

Terliyor musunuz?

Oooo… Denize düşen iki bavul düşünün. Başka hiçbir sanatçının, bir gecede hem A yüzünü, hem B yüzünü bitirdiğini, hiçbir tonmaiesterden duyamazsınız. Üç ayda, beş ayda okuyan var. Küçümsemiyorum. Öyle okuyorlar. Belki, gittiklerinde o havada bulmuyorlar kendilerini. Ben aynı havayı tutturamam korkusuyla, aynı konsantrasyon içinde, A ve B yüzünü bitiriyorum. Evime döndüğümde elime, bir ilk kaset kopyasını veriyorlar. Sabaha karşı, güneş doğarken onu dinlediğim anki mutluluğum, o bavullar dolusu denize düşmüş de ıslanmış gibi giysilerin, döktüğüm terlerin emeğinin mukabilinde, bana saadet veriyor.

Sizi bütünüyle anlatan bir şarkı var mı?

Evet. Bir aşk ayrılığından sonra, “Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu. Hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayal oldu.” Bu, bir gençlik aşkıydı ve hayal oldu. O yıllardaki Zeki Müren’i anlatıyor ve o şarkı’dan sonra da, bir daha âşık olmamaya yemin ettim.

Son kasetinizde, tutkulu aşkların şarkılarını söylüyorsunuz. Yaşadığınız aşklar da, bu kadar tutkulu muydu?

Hayır efendim… İnsanın hayatta ya bir ya iki. O da birincisi çok kuvvetli, ikincisi onun yüzde 70’lerine zor varan kudrette bir aşk yaşayabiliyor. Öbürlerine, bence aşk dememek lazım. Aşkı tatmak da güzel, açılarıyla… Ben hiç acılı yemek yemedim, sesim için. Buzlu hiçbir meşrubat içmedim.

“AŞK ACISINI İKİ KEREYAŞADIM!”

Ama, çok aşk acısı yaşadınız…

Hayır. İki kez… Bütün o acılara bedeldi. Biri 70’lerde, biri 80’e doğru. Birini kaybettik. Adı, Gönül idi. Biri, uzaklarda.

Gazino dünyasını izliyor musunuz?

Uzaktan izliyorum. 83 yılından Beri gitmiyorum. 83’de doktorlar bana yasakladılar. Sayın Özalla doktorumuz aynıdır. Kendilerinin tavsiyesi ve bana verdikleri telefonlar üzerine, Allah razı olsun, Houston’a uçtum. Ki kolay yer değil yani, o kadar kolay yer değil Hanımefendi, değil. Ve 54 gün kaldım. Ama 40 günde 20 kilo verdirttiler. Tabii sinirlerim çok yıprandı, Fakat azmettim efendim. Neyi konuşuyorduk da, ben bu lafa girdim?

Gazino dünyasını…

Onu anlatacağım. Oradaki doktorlar, “Artık sahneye çıkmayınız” dediler. Çünkü sahnede iki saat kaldığınız sürece ve her iki şarkıda bir kostüm değiştirdiğinize göre, döktüğünüz ter… Bir buçuk kilo veriyordum her gece, bir buçuk kilo ılık su içiriyorlardı bana kuliste. “O kalp buna dayanmaz, kasetlerle, radyoyla, televizyonla devam edin” dediler. Onun için, sahnedekilerin de son halini bilmiyorum.

Bugünlerde sizin favori şarkınız ne, dilinizden düşmeyen?

Bugünlerde benim favori şarkım şey efendim (Kahkahalar), ‘Gel gönlümü yerden yere vurma güzel, ne olursun,’ O benim şehrimin şarkısı. Erbil Çelikkol, Bursalı. Bursa Musiki Cemiyeti Başkanı. Bir ekibi var. Rahmetli annemle babama yılda bir Bursa’da mevlit okutuyoruz. Bu arkadaşlarım, musiki cemiyetinden olmalarına rağmen, o mevlide iştirak ediyorlar. Bu jestlerini hiç unutamıyorum ve onun bir bestesini okumak, son kasetimde bana çok huzur verdi.

Sahnelerden uzaklaşalı 9 yıl oldu. Görünürde, sadece kasetlerinizden para kazanıyorsunuz. Geçmişte yaptığınız servetle mi geçiniyorsunuz?

Tabii… Birikimimin gelirini yiyorum. İki küçük yerimden kira alıyorum. Efendime söyleyeyim, diğer bazı şeyleri elden çıkardım. Bu türlü değirmenimi döndürüyorum.

Kasetler iyi gelir getiriyor mu?

Hayır efendim. Kasetlerde büyük bir gelir yok, o yazıldığı gibi. Yok, yok, yok katiyetle…

Peki ama bir süre sonra geçim sıkıntısı çekmez misiniz?

Bana efendim, inşallah o geçim sıkıntısını Allah çektirmesin. Çünkü 25 sene, hiç durmadan çalıştım. Tabii ki yatırımlarım var. Onların geliri, inşallah kimseye muhtaç etmez efendim.

ZEKİ MÜREN KONSERVATUARI…

Servetinizin kime kalacağı da merak konusu…

zekimuren9Ben efendim, vasiyetimi yazdım. İstanbul’da bir notere bıraktım. İsmini veremeyeceğim bir vakıf, bir Müren konservatuvarı açacak. Allah gecinden versin hepimize, ama mecburuz bunu konuşmaya, çünkü insan doğduğu gibi, hayatı aldığı nefes sayısı bitince, gidecektir diğer âleme. O zaman Müren konservatuarında yetişen gençler, Zeki Müren bursu kullanır gibi düşünüyorum.

Müren Konservatuvarı nerede kurulacak?

Onu gayet fasih yazdım. Nerede neyim var, nerede kurulabilir? Efendim, bu benim evimde de olabilir. Yani 4’üncü Levent’teki evim müsait, okul olmaya. Bodrum’daki evim, mütevazı köy evi. Onu bilhassa yapıyorum efendim. Levent’e şile bezinden perde assanız komik olur, Bodrum’a da kadife perde assanız, çok komik olur. Burası kilimli, efendime söyleyeyim, dört bacak üstü duran, sık sık ovulan bir tepsi, bir köy şöminesi, üstünde bir köy lambası, burası böyle. Levent’teki evimiz daha iyi dekore edilmiş, şehir evidir.

Bülent Ersoy… Hiç seyretmedim… Güzel bir kadın, sanatı da güzel… Şimdi daha güzel kullanıyor şuurunu…

EN BÜYÜK MUAZZEZ ABACI

Hiç gazinoda dinlemek istediğiniz bir sanatçı var mı?

Hepsini dinlemek isterim. Ama mikrofon uzatıyorlar. Tabii önde ayrılıyor yerimiz, mikrofon uzatılıp, elimden çekiyorlar. Hanımı veya beyi, sanatçı olarak kıramıyorum. Ve her an hazırlıklı gitmeliyim.

Bu işin riski de var yani?

Çok büyük riski var. Hâlbuki ben, ispat edene bütün hayatımı verebilirim;beni dinlemeye gelen hiçbir sanatçıya, mikrofon uzatmadım. Düşündüm ki, bronşit olabilir, grip olabilir, nezle olabilir, sesi kısık olabilir, ruhen müsait olmayabilir, kızgın bir günü olabilir, ayağını ayakkabı vurmuş olabilir, masanın altında belki de ayakkabısını çıkarmış olabilir. Bunlar her insanın başına gelen şeyler. Onu mecbur edip de, kendim ne bileyim, 50 dakika dinleneceğim diye, niçin bunu yapayım? Ben, bunu yapmadım. Bana hep yapıldı…

Sizce, şu anda gazino sahnelerinin en büyük yıldızı kim?

Şu anda, Muazzez Abacı Hanımefendi ve Emel Sayın Hanım.

Bülent Ersoy?

Onu seyretmedim.

Genel değerlendirme yapabilir misiniz?

Öbürleriyle eşittir herhalde. Çünkü güzel bir kadın.

Ya sanatı

Sanatı da, güzel… Ve çok güzel bir kadın oldu. Ve şimdi, çok da iyi kullanıyor şuurunu.

Şuursuz olduğu dönemler de mi oldu?

Tabii. İlk zamanda… Tecrübesizliğinden… Ben severim. Onu niye severim, bilir misiniz? Şaşıracaksınız. Anneciğimi kaybettiğim sabah, çok erken saatte ilk defa başsağlığı diledi, telefonla. Ben bunları unutmam… Onun için kimseyle ne rekabetim vardır, ne de boy ölçüşürüm. Zaten, bu yenilerle boy ölçüşmek diye bir dava olamaz.

Haddine mi insanların sizinle boy ölçüşmek?

Tabii haddine. Analar neler doğurur. Yoo!.. Ben çok samimi konuşuyorum. Biri vardır, 100 metre atlar. Biri vardır, 110 atlar. Fakat Allah’a bin şükür, 42 sene… Yine Müyad ödülüne layık olarak, yani en çok kaset satarak… Bakmayın siz bazı gazetelerde çıkan hakkımdaki yazılara. Bandrolda yalan olmaz. Bandrolü çıkardılar ki, korsan kaset basılamasın diye…

Ben Kadınsı Değilim

 Yaz aylarını ayağında bir pantolon ve tişörtle geçirdiğini söyleyen Zeki Müren, sahne ve ekranın dışında hiç de kadınsı görünmediğine inanıyor: ‘Kadınsı değilim’zekimuren5

“Kendimi tabii ki sapına kadar erkek hissediyorum. Öyle çok kadın hayranım var ki, bana yakın olabilmek için, evlerini terk edip Bodrum’a yerleşiyorlar. Bakın, çoğul konuşuyorum” diyor Zeki Müren. Ve soruyor: “Kadınsı bir görünüm uğruna, hangi kadın şehri terk eder de, köye yerleşir?”

İki köpeği dışında, Zeki Müren’in şu anda, hiçbir can yoldaşı, hayatını paylaştığı öze! bir arkadaşı yok!.. Aşk ağrısına kalbi dayanmadığı için, bu yalnızlığı kendisi tercih etmiş. Üstelik, aşktan yorgun: “Aşktan o kadar yorgunum ki, henüz ölmedim ama, o babta can çekişiyorum…”

Herhalde servetinizin bir bölümünü de, giysileriniz oluşturuyordur. Bir Zeki Müren giysileri müzesi de açılacak mı?

Onu da yazdım efendim. Hepsi Levent’teki evimin müştemilatında. Bütün dolaplar, yaz boyunca üç dört kere havalandırmak üzere, bahçeye yayılır. Çünkü durduğu yerde ne olsa, hafif bir eskimeye dönüş oluyor; havasız kalkmaktan dolayı…

Ne kadar sayıları?

Oooo! Bine yakın. 25 senede tabii.

Efendim, size neden görüntünüzün aksine, erkek, asker lakabıyla sesleniyorlar, Paşa diyorlar?

Aspendos konserinden sonra dendi. Antalya’da 27 bin kişi huzurunda, 52 şarkı okuduğum gece, 1969’un 31 Mayıs gecesinin ertesi günü, Derya Motel’de halk, “Musikinin paşası” diye tempo tuttu. ‘Paşam’ lafı oradan kaldı. Sonra, benim Bodrum’daki görüntümde bir dişilik yok. Siz buraya gelin de, frapan erkek görün…

Size saygısızlık yapmak istemiyorum ama kadınsı yerine, erkeksi Zeki Müren görüntüsü hiç düşündünüz mü?

Estağfurullah, efendim. Görünümümün, ekran ve sahne haricinde, kadınsı olduğuna inanmıyorum. Çünkü normal pantolon üzerine bir tişörtle geçiyor koca yazım. Ayağımda da, normal Bodrum sandalı…

“HER SABAH TIRAŞ OLURUM”

Mesela, hiç bıyık bırakmayı düşündünüz mü?

Hayır. Bir filmimde mecbur oldum. Kâtibimi çeviriyordum. Çok da güzeldi. İlk renkli filmlerdendi. Belgin Doruk Hanım’ın eşi, bana İtalya’dan hakiki gibi çok ince işlenmiş, özel bir bıyık getirtti. Makyör Zeki Alpan Bey, her sabah, onu çok muntazam, milimetrik ölçerek takıyordu. Çünkü akşama Maksim vardı. Bıyıklı bir Zeki Müren sahnede olamayacağı için…

Niçin? Belki de ilginç olurdu?

Hayır… Hiç düşünmedim. Bıyığı, babamda bile fazla sevmedim.

Cildiniz ekranda pürüzsüz görünüyor? Nasıl oluyor, tıraş probleminiz yok mu?

Her sabah tıraş olurum.

Tıraştan dolayı yıpranmış olması lazımdı. Ne yapıyorsunuz?

Anneciğime çekmişim. Normal sudan, sabundan başka kullandığım bir şey yok, inanır mısınız? Yemin edebilirim… Hayatta yok.

Bir kozmetik kullanmıyor musunuz?

Hayır efendim. Sadece, çekimlerde makyaj malzemesi kullanıyorlar. Anacığımın cildini görecektiniz. İpek gibiydi… Bizim anne tarafından sülalemiz, cildiyle meşhurdur. Sonra, size bir sır vereyim. Ben Bursa’da doğdum. Ortaokulu bitirene kadar, Bursadaydım. Haftada iki üç kere, önce dedeciğimle, annemle, sonra babamla, o kaplıcaların çelikli, kükürtlü suyuna, bilmeyerek yani zevkim için, yüzmek için devam ettim. Etkisi olmuş olabilir, çok samimiyim. Onun haricinde, öyle nemlendirici falan diyorlar, vallahi elimi sürmedim. Sahnede, Max Factor’u kullanırdım. O çok eski yıllardı. Hemen silerim, çıkar çıkmaz. Adeta bir yük kalkar yüzümden, o iş biter.

Efendim, şimdi bir şey soracağım, ama bana gücenmeyin olur mu?

Ben size her şeye açığım dedim.

Duygusal açıdan kendinizi erkek mi, kadın mı hissediyorsunuz?

Tabii ki, sapına kadar erkek hissediyorum. Çünkü o kadar çok kadın hayranım var ki, inanınız benim için Bodrum’a gelip, tam merkezde ev bulamadıkları için uzak köylerinde ev tutan hanımlar var, bu yıl dahi. Hanım değil, hanımlar… Bakın çoğul konuşuyorum. Onlar tabii, benim gittiğim yeri bildikleri için, gelip bir beş dakika konuşmakla mutlu oluyorlar. Ben de, onların gözlerine tatlı bakarak mutlu oluyorum. Yoksa o kadınımsı görünüm için, hangi kadın şehir değiştirir de köye yerleşir?

“ÇAKI GİBİ ASKERDİM…”

Askerde bir sıkıntınız oldu mu?

Bilakis, askerliğimi en şerefli şekilde, en onörlü şekilde, rapor almadan, kimseye müdanaa etmeden yaptım. Ankara teslimi neticesi, Tuzla Uçaksavar olmasına rağmen, yüz üzerinden 100 kazanmıştım. Kurmay Başkanı’nın ricası üzerine, ‘Ankara’da kalmak istiyorum’ diye dilekçe verdim. Önce Ankara Piyade Okulu’nda altı ay, sonra Harbiye Temsil Bürosu’nda 6 ay… İlk ihtilal hareketi olan, ‘9 Subay Olayı’ Teğmen Zeki Müren’in nöbetinde oldu. Askerî mahkemede dinlendim, çok heyecanlandım.

Yani, çakı gibi bir asker miydiniz?

Çakı gibi askerdim. Son 6 ayında da, temsil büroları lağvolunca, torbadan elimle Çankırıyı çektim. Bakın, bir Çankırılıya rastlarsanız, sorunuz. Size neler anlatacaklar. Çünkü izin alabilirdim, rapor alabilirdim. Tevessül etmedim. Tenezzül, demiyorum. Askerliğimi yaptım, 18 ay şerefimle, yıldızımı taktım. Bir iki mecmuanın kapağında, omzumda yıldızımla resmim çıkınca, çok gurur duydum.

Sizin güzel kadınlardan hoşlanmadığınız yolunda bir dedikodu var.

Katiyetle yalan. Tablo gibi seyrederim.

Bir toplulukta güzel bir kadın, sizden daha fazla dikkat çekerse, rahatsız olurmuşsunuz güya…

Masama çağırırım, bilakis. Demek çok yanlış duymuşsunuz. Efendim, derler, bulutun beyazını inkâr ederler. Kötü yaratılan insanların böyle şeyler uydurmaları lazım. Hangi toplumda hangi güzel kadına saygısızlığım olmuş, bir kişi misal verip anlatabilir mi? Hayır.

zekimuren10Bir tevatür daha var… Sizin bir pilot sevgiliniz varmış. Size olan aşkını, alçaktan pike yaparak anlatırmış.

Haaayır! Hanım mıymış?

Erkek gibi bir izlenim var.

“UYDURUYORLAR… GÜZEL UYDURUYORLAR…”

Hayır… Hayır… Hayır… İlk defa duyuyorum. Güzel uydurmuşlar.

Kendisi, sizin en büyük aşkınızdı diyorlar.

Uyduruyorlar. Güzel uyduruyorlar. Sabiha Gökçen Hanım’a hürmetim çok fazla ama yaşı benden çok büyük. (Kahkahalar).

Şu anda, bir can yoldaşınız var mı?

Maalesef, yok… Sokaktan aldığım minik bir köpeğim var. Tarçın koydum adını. Efendime söyleyeyim, hakikaten kılkuyruk sokak köpeği. Fakat o kadar güzel bir can yoldaşı ki… Yemeğini tabii ki, bana bakan karı koca veriyor. Efendim, etini, kemiğini, paparasını, sütünü onlar hazırlıyor. Buna rağmen, evin babası olarak, o kadar duygusal bir halde gece eve döndüğümde veya balkona çıktığımda, o kadar güzel sesler çıkarıp, boynuma sarılıyor, iki yanağımdan ve gıdığımdan öpüyor ki, işte ondan büyük can yoldaşı, şu anda olamaz. Levent’te de, 7 yaşında da bir kurdum var. Onun adı, Berduş. Zaten, minikken aldığımda da ismini sormuştum; Berduş’tu. O da benim bir filmimin adı, tesadüf. O da, güzel ve çok anlayışlı. Bir insan gibi, şefkatle bakıyor. Bir tek dili eksik…

Yani, yaşamınızı paylaştığınız özel birisi yok şu anda?

Hayır efendim. O boşluğu ben seçtim. Sıhhatim müsaade etmeyecek, anladım. Yani yeni bir aşk, o tür yeni tür uğraşı, bu kalp kaldırmaz efendim.

Ama aşksız bir sanatçı, zaten ölü değil midir?

Aşktan o kadar yorgunum ki, henüz ölmedim ama o babta çan çekişiyorum.

Sahnede fırtına

Sahneye 1955’te çıktı Zeki Müren. Çünkü ‘Babacığına sözü vardı; üniversite diplomasını ona teslim etmeden içkili gazinoya çıkmayacaktı. O günlerde, musiki dinlemesini bilenlerin gittiği iki gazino vardı. Önce fasıllar başlanır, sonra ikinci sınıf sanatçılar çıkardı. Araya komedyen girmezdi. Soliste ağırlık verilirdi. Yalnız Selahattin Pınar, 20 dakika kendi bestelerini okur, sonra da Zeki Müren’e refakat ederdi. Zeki Müren, onun bestesini okuduğu zaman, Pınar, ayağa kalkıp alnından öperdi: “Büyük alkış alıyoruz. Onun bestesi. Onun evladı. Güzel terennüm edilince, alnımdan öpüyordu. Babamdan büyüktü. Çok muhterem, çok şık bir insandı.’

19 Mayısta Vals

ZEKİ MÜREN, 1956’da Harp Okulu’ndan bir telgraf alır: “Sayın Müren, Beklenen Şarkı’nın notasını çok acele gönderir misiniz lütfen?” Telgraf, sanatçının, Türkiye’ye yaşattığı ilklerden sadece birine işaret ediyordu. O yıl, Harp Okulu’nun “aslan gibi öğrencileri”, 19 Mayıs töreni hareketlerini, Zeki Müren’in vals usulündeki bu bestesiyle yaptılar. Sanatçı, “Bestemi, bandonun çalışı çok uhreviydi. Düşününüz, o ana kadar, sadece Batı bestecilerinin valsleri çalınırken, ilk kez 19 Mayıs’ta bir Türk bestecisinin valsi eşlik etti törene” diye anlatıyor o günü.

Çocuk Sahibi Olmaktan Neden Korktum?

Zeki Müren, “Ya istediğim gibi yetiştiremezsem?” endişesiyle, baba olmaktan hep kaçınmış!

‘Hiç erkek sevgilim olmadı’

Peki, bir çocuğunuz varmış, doğru mu?

zekimuren6Haaayır, efendim! Haaayır! Öyle birileri çıktı, kızıyım dedi, biri çıktı oğluyum dedi. Öbürü çıktı, evlatlık almış dedi. Yok, inanmayınız Hanımefendi. Bu, Frank Sinatra için de, Amerika’da oluyor, Elvis için de oldu, toprağı bol olsun. Gerçek Zeki Müren’i tanımak lazım.

Çocuk sahibi olmayışınızın nedeni, fiziksel bir rahatsızlık değil mi?

Bilakis… Koç gibiyim. Aman bunu yazın; koç gibiyim… O kadar ilaca rağmen, o ilaçların bazıları da tabii vitamin ama kalbim için; koç gibiyim elhamdülillah. Koç gibiyim elhamdülillah. Yani, çok daha açık konuşayım. Haftanın bir günü ara versem, bir gün muhakkak arzulu hissederim kendimi. Anlatabildim mi? Bu durumda bir insanın, belki de evlenmeyişinde bir hayır vardır. Çünkü başka bir kadının da tohumu karışacağına göre, benim evlatlarım benim anama babama düşkünlüğüm gibi, bana düşkün olabilecekler miydi?

Öyle insanlar tanıdım ki, babaları büyük insandı. Çok büyük mertebelerde, isim veremeyeceğim, ama oğulları bir gece kulübünde ya içmiş kusuyor yahut basit kadınlara sarılmış kahkaha atıyor, ‘bilmem kimin oğlu’ diyorlar. Acaba, benimkiler de öyle mi olurdu? Bu da, bir düşüncedir. Onun için Müren adı, maalesef, maalesef, maalesef, bunu üç kere söylüyorum esefle, benimle bitiyor. Çünkü babamın da kardeşi yok. Amcam yok…

Üzülmeyin efendim, Müren adı hep yaşayacak.

“ZAMANSIZ GÖZE GELDİM…’

Teşekkür ederim Eksik olmayın. Allah sıhhat versin hepimize, en büyük duam, sıhhat. Çünkü göze inanıyorum. Göze geldim. Zamansız göze geldim. Benim annemden büyük yaşta hanımlar, halen ekranda. Takdirle, katiyyen hasetle değil, takdirle alkışlıyorum.

Bir çocuğunuz olsaydı, adını ne koyardınız?

Mert koyardım. Çünkü mertlik o kadar azaldı ki, hiç olmazsa, günde ona birkaç kere Mert, Mertciğim, dedikçe kulaklarım mertliğe doyardı. Kız olursa, Merve koyardım. O da, cennet meyvesi demek. O da öbür dünyayı hazırlamak gibi oldu şu anda. (Kahkahalar…)

Sizi yakından tanıyanlar, konuşma stilinizin birbirine zıt iki ucuna dikkat çekerler. Biri İstanbul beyefendisi ağzı, diğeri, argo ve küfürün en ağırı. Şimdi bunlar iki zıt karakteri mi temsil ediyor?

Hayatta küfretmedim. Müstehcen hikâye anlatırım. Hayatta küfretmedim.

Argo ve küfür kullandığınız…

Nereden duydunuz? Ne kadar olumsuz kişiler etkilemiş sizi. Çok üzüldüm.

“TÜRKÇE’Yİ GÜZEL KONUŞURUM…”

Ben etkilenmem. Bunların doğru olup olmadığını öğrenmek için soruyorum…

A, bu nefis bir röportaj! Şimdi efendim, tabii ki radyo ve televizyondaki konuşmayı, özel hayatımda konuşursam, fazla ukalalık olur. Türkçeyi en güzel konuşmaya gayret ettim. Allah’a bin şükür, başardım kanısındayım.

Yani, iki zıt karakter arasında gidip gelmiyorsunuz…

Yanlış… Ayrıca, onun karakterle ilgisi yok. Müstehcen bir hikâye anlatırken, yani, meme demek gerekirken, göğsündeki yuvarlaklar dersem komik olur. Ben müstehcen hikâye anlatırım ve de dinlerim de. Bayılırım… Bayılırım… Yüzlerce de bilirim. Ama kime küfredebilirim? Öyle biri var mı dünyada? Edemem.

Peki efendim. Tanrı ile aranız nasıl?

Tanrı’ya inanırım. Bir yüce varlığın, böyle bir âlemi meydana getirdiğine inanırım. Ve de, insanların daha doğarken, kaderlerinin yazıldığına inanırım. Ömür çizgisinin, ana karnındayken kesildiğine inanırım. Nefes sayısının doğmadan evvel tespit edildiğine inanırım. Hatta minicik bir kundak bebeğinin, lösemiden can verdiğini duyunca, ne günah işledi bu, daha dünyayı görmedi ki, kabahati nedir diye düşünüp üzüldüğüm olur, sonra toparla Zeki kendini derim, kendi kendime… O yüce varlık böyle uygun görmüş derim ve o bahsi zihnimde kapatırım. Sevgi üzerine yaşarım. Bir ara sevgi birliğine üye idim. Şimdi, yine oranın üyeleri beni, ‘beyaz güvercin’ olarak nitelendirirler. Bu ismi size açıklıyorum.

Ne demek beyaz güvercin?

Efendim, onların koyduğu bir lakap. Her sanatçıyı ben insanüstü düşünürüm. Fakat onlar beni tanıdıktan sonra, bir katkı düşünüyorlar. Ve onların kurduğu, dünya yalnız sevgi üzerine kurulu.

Bazı şeyleri sorarken fark ediyorsunuz herhalde, rahatsızım ama…

Hayır, ama ben her şeye açığım. Lütfen sorun. Artık hangi yemeği seviyorsun, hangi senede doğdun, bunlar geçti.

“ÜÇÜNCÜ BİR YARADILIŞ!”

Peki, kadınlardan çok, erkeklere düşkün olduğunuz doğru mu?

Hayır efendim.

zekimuren11Neye bağlıyorsunuz bunları?

O, makyajlı sahneye çıkış, kıyafetlerimizin işlemeli oluşu. Efendime söyleyeyim, görüntümüzün televizyonda bile makyajlı oluşu. Ayrıca simdi birçok kişiye o makyaj yapılıyor. Belki, benimki biraz daha fazlaca oluyor.

Yani, hayatınızda hiç erkek sevgiliniz olmadı mı?

Hayır… Hayır… Öyle şey yok… Ben normal hayatımı yaşamaya çalışıyorum. O da, herkesin bir dört duvar arası vardır. Gayet saygılı, gayet saygın, herkesin bir evi vardır, kapısı vardır. Ne bileyim ben, Bodrum sokaklarında öpüşen kişileri görüyorum. Ama Türk ama ecnebi. Ayıplıyorum… Bazı şeyler, Tanrı’yla kul arasında kalmalıdır.

Ama siz yine de kula açıklıyorsunuz ve böyle bir şey diyorsunuz.

Hayır… Hayır efendim…

Genel olarak, eşcinsellik hakkında ne düşünüyorsunuz?

Valla eşcinsellik, üçüncü bir yaradılış cinsi. Kadınla erkeğin arasında, iki ruhu birden taşıyan, Allah’ın yarattığı, dengesizlik tabirini kullanmayacağım efendim, kromozom değişikliği olayı. Ben hiçbir eşcinselin espriktüel olmadığını görmedim. Hepsi gayet esprili, gayet akıllı… Tabii ki, sokaktakileri kastetmiyorum. Ve dünyanın da en seçkin yazarları, en seçkin ressamları, pek seçkin idarecileri, bu iki ruhu da zengin zengin taşımış kişiler.

Röportajın tümünden, sizin eşcinsel olmadığınız yönünde bir sonuç çıktı…

Şimdiye kadar, hep aksini uzun uzun yazdılar. Gerçek budur oysa… İnsanların süslü olmasına gelince… Ben dün akşam, çok süslü erkekler gördüm. Ama hangisi eşcinseldi, hangisi normal erkekti, soramam… Haddim değil.

Beni haddini aşmış bir insan olarak görmüyorsunuz, değil mi?

Hayır. Sizin mesleğiniz. Size baştan o selahiyeti verdim demeyeceğim; kaba olur, o serbestîyi tanıdım.

Babanızın süslenme konusuna bir yakınlığı var mıydı?

Hayır efendim. Ben annemle babamın mevlidinden mevlidine gidebiliyorum Bursaya. Çünkü iki kabir, beni o kadar üzüyor ki, ondan sonra günlerce kendimi kabirde hissediyorum. O kadar severdim onları… Tek evladım. İkinci bir kız kardeşim olsun isterdim. Nedenini bilemiyorum. Hep çocukluğumdan beri sorarlardı. Kardeşin, erkek mi, kız mı olsun. Kız olsun, elimle ona kurdeleler takayım, kız olsun onu süsleyeyim, kız olsun kraponlar yapıştırayım eteklerine, farbelalar yapayım, onu süsleyeyim diye düşünürdüm.

Babam Bursa’da en şık giyinen, kravatsız geçmeyen, çok sevilen bir tüccardı. Atatürk Caddesi’nde, keresteci mağazasının önünde Kaya Müren yazardı. Annem de güzel sesli, yeşil gözlü, pembe yanaklı, pembe beyaz, bir kahkaha attığında iki komşudan duyulan, son derece tatlı, güzel bir kadındı.

ZEKİ MÜREN’İN BÂZI İLKLERİ

İLK KEZ, sahnede vokalisti o kullandı. 1965 yılıydı, loş ışıklar altında 6 genç kız ona eşlik etti. Bunlardan biri de, Sevim Tuna idi.

İLK ALTIN plağı, 1955’de ‘Manolyam’ adlı bestesi aldı. Yunan sanatçı Kazancıdis, şarkıyı Rumca’ya çevirdi. Edirne’den Avrupa’ya çıkan Türk bestesi ‘Manolyam’ oldu. O günlerde, 500 bin satan plağa verilen bu ödül, bugün 1,5 milyon satana layık görülüyor.

SAHNEDE ilk renkli ışığı o kullandı. Kırmızı dudakları öldürüyor, sarı hastalıklı gösteriyordu. Uzun denemelerden sonra, maviyi keşfetti.

ÖNCE FRAK, sonra smokin, daha sonra da şaşaalı kostümlerle sahneye çıkan ilk sanatçı o oldu.

İLK İŞLİ SÜSÜ, ortasında imitasyon bir inci olan papyondu.

İLK KEZ, saz heyetine özel giysiler giydirdi.

SAHNEDE ilk kez dekor kullandı. Giysileri gibi, kendi dekorlarını da, kendi hazırladı. Gecede üç dekor değişiyordu. Her 10 şarkıya, bir dekor düşüyordu.

ORKESTRAYI ilk kez sahneye getirdi. Sazları geriye çekti, orkestrayı ön plana aldı. Yasemenler Solmadan’ın İtalyancası Tornosoryento’yu böyle söyledi.

SAHNEYE podyumu ve kordonlu mikrofonu getirdi. Bu yenilik, ona her hafta yeni bir beyaz pantolona mal oldu. Çünkü kordon, beyaz paçalar üzerinde iz bırakıyor, sanatçı, müşterilerin baş kısmına denk gelen, bu siyah kordon izini saygısızlık olarak niteliyordu.

İLK YEVMİYESİ, 1.200 Lira idi. Yıl 1955, Perihan Altındağ ve Müzeyyen Senar 300, Hamiyet Yüceses 325 Lira alıyordu.

‘Sesim, Allah ve aile vergisi’

Zeki Müren, ‘Güzel sesli Mehmet Efendi’ diye anılan dedesinin haftada bir ezan okuduğu zaman, mahallede hanımların baygınlık geçirdiğini söylüyor:

Tam 42 senelik meslek hayatından sonra, plakları ile kasetlerinin kapış kapış satılmasını, TV’ye çıktığı zaman sokaklarda adam kalmayışını, “Zirvede olmak” diye tanımlıyor. Ve ekliyor: “Her programımdan sonra gelen yüzlerce mektup sayısı binlerceye çıkıyor. Ben bu işi, rica ederek mi yaptırıyorum? Zaten kendimi zirveden inmiş kabul etsem, çoktan köşeme çekilip otururdum…”

İbadetlerden hiç yapabildiğiniz var mı?zekimuren7

Efendim, her gün sabah ve akşam, yastığıma başımı koyarken, kendime göre dualarım var. Hepsini ezbere bilirim, onu söylerim.

Namaz surelerini mi?

Kul euzu’leri, Elham’ı bilirim. Efendime söyleyeyim, Kulhuvallahi’yi bilirim. Sofra duasını bilirim. Sofraya otururken, bakıyorum, ecnebi filmlerde dua etmeden tabağa el uzatmıyorlar. Bizde bunu ihmal edenler var. Hâlbuki o yediğiniz bir lokmaya şükretmek için, benim içimden okuduğum bir dua vardır, anneannemden öğrenmiştim. Onu dahi okurum. O tip inançlarım vardır. Ama cuma namazına, kalabalık halkın içine giremediğim için, gidemedim.

Kalabalıktan sıkılıyor musunuz?

Hayır. Zeki Müren olarak, siz bunu tadamazsınız şu anda, ancak bana inanırsanız anlarsınız.

Rahatsız mı olursunuz?

Zor olur efendim… Zor olur efendim… Zor olur efendim… Çünkü ben o ibadeti evimde de yapabilirim. İş ki, Allah’la gönül birliğim olsun.

32 tane ilaç alıyormuşsunuz, doğru mu?

34!… 8’i kalp ilacıysa, altı yedisi maalesef asit ürik yüksekliği için. O da, genetik… Yirmi sene evvel, gut denen, pardon affedersiniz, sağ ayak parmağından başlayan ve de acısını bir lohusa sancısının 100 misli diye doktorların ölçtüğü, dayanılmaz bir sancı başladı. Bu, dize doğru yürüdü maalesef. Türkçe karşılığı ‘aritigut’ olan ilaçtan, günde 3 tane alıyorum. Ondan sonra efendim, yatarken bir şurubum, üç uyku ilacım var. Çünkü benim zihnim daima çalıştığı için, hemen uykuya dalamıyorum. Tabii kalp ilaçları, buna vitaminler de eklenince, o kadar çok ilaç alınıyor ki, devamlı ter yapıyor.

İnsanı sersemletir de…

Efendim… Tabii… Tabii… Artık, Allah beterinden saklasın. Ayaktayız… Allah’a şükür, her gece halkın içindeyiz. Efendime söyleyeyim, dilimde bir sürçme yok. O kadar ilaçtan sonra, başkası olsa, zor konuşur Hanımefendi.

DEMİREL HENÜZ BENİ ARAMADI..”

Politikacılar sizi sıkça arıyor mu?

Gayet tabii… Sayın Özal ile eşi ve ben, birbirlerimizin bayramını kutlarız. Ve efendim, Mesut Yılmaz Bey, bir gece 11 ‘de, daha muhalefette değilken, lütfedip Bodrumdaki numaramdan beni aradılar ve sıhhatimi sordular. O kadar bahtiyar oldum ki, anlatamam. Bir de, Fikri Sağlar Bey’den bayram tebriki aldım. Tam 18 gün geç geçti elime, açtım sekreterine teşekkür ettim.

Sayın Başbakan arıyor mu?

Hayır efendim. Aramadılar. Yalnız, seçim propagandalarında benim sesime benzer bir ses veya benim sesimdi bilemiyorum, onu sormak lazım, kullandılar mı, başkasının mı sesiydi bilmiyorum. Ama ne kadar güzel bir şey. Zeki Müren’in benzerini kullanmaları. Beni memnun etti… Etkileyici insanların sesi kullanılır.

Favori politikacınız kim?

Özal…

Oyunuzu kime veriyorsunuz?

Efendim, maalesef, bu sene olamadı o iş. Çünkü ani Bodrum’a gelindi. O tarihte, burada kaydımız yoktu. Levent’teydi. Bu sene veremedim. Üzgünüm. Ama beni son yıllarda en çok memnun eden, devlet sanatçılığına layık görülmemdir. Son derece mutlu oldum. Bu çünkü ne hatırla oluyor, ne kimsenin bir aracılığıyla. Bu, Ankara’nın layık gördüğü bir olaydır. Beratım elime geldiği zaman, devletin altın mührüyle, çok duygulandım. Müteşekkirim büyüklerimize, çünkü hak ettim mi etmedim mi, bilmiyorum, ama beni çok bahtiyar etti.

Bazı sanatçılar, biliyorsunuz, ödülü kabul etmediler?

O, beni ilgilendirmiyor efendim. Bir şey ikram edilince insana, ister kabul eder, ister etmez. Bu, devletin layık gördüğü bir ödüldür. Bence, kabul etmekle şeref duyulur. Beni çok mutlu eden bir başka şey de, Meydan Larousse’da yer alışım. 9’uncu cilt, 51’inci sayfada. Orada ilk defa, bir Türk sanatçısının adı geçti. Yalnız bu olay, 17 sene önce oluyor. Beni çok mutlu etmişti.

Zeki Bey, neden hiç evlenmediniz?

Hiç düşünmedim. Bu kadar cemiyete bağlı olan ruhumu, birisiyle paylaşmayı düşünemedim. Bir kişinin olmaktansa, tüm insanların olayım diye bir fikirdir bu. Buna lütfen inanın. Bir kadının icabında, diyeceksiniz ki ‘Emrine girmek midir evlilik?’, ama bazı şeyleri, maalesef, istemeye istemeye de paylaşmaktır, mutluluğunun yanında. Belki bu, bir ters duygu. Bunu kabul ediyorum. Belki bir hata. Fakat evlenen sanatçıların hemen söndüğünün farkında mısınız Sayın Nuriye Hanım? Ben de size bu suali sorayım. Amerika’da böyle değil. Liz Taylor’un 9’uncu kocası, hiç etkilemiyor. Ama bizde, erkek sanatçılar evlendikten sonra, tam star olarak devam edebiliyor mu?

Tam star ne demek?

Tam stardan kastimi anlatayım. Yani, okuduğu müessesede finali tutacak, ondan sonra, yırtmaçlı, tuvaletli bir kadın çıkmayacak. Böyle bir erkek var mı şu anda Türkiye’de? Ben vardım. Evet, ben vardım. 25 yıl vardım. Kimsenin altında çıkmadım. Hepsi benim altımda çıktı. Benden sonra sahneye çıkanlar hariç, tabii.

Sizin için güzel nedir?

Benim için güzel, kalbi güzel olan kişidir.

Ya fiziksel güzellik?

Yeşil göz, hafif esmer, saçına katiyyen boya değmemiş kestane rengi. Eee tabii ki, ince, bakımlı, güzel Türkçe konuşan ve Türk musikisi hayranı olan. Çünkü niye? Beni sevmesi için. Bu arada onu da söyleyeyim, ben Pavarotti de dinlerim. Sinatra’yı da dinlerim. Michael Jackson’dan tutun da, Shirley Bassey’e kadar dinlerim. Ama bence ağır basan, annemin kulağıma söylediği ilk ninnilerdir.

Kadın için bir güzellik tarifi verdiniz. Peki, erkeğin güzeli nasıl olur?

Erkeğin güzeli, mertçe olur. Fiziki olarak esmer, uzun boylu, bıyıksız, belki şakaklarına biraz kır düşmüş. Güzel konuşan, saygılı ve de renkli renkli şeyler giymeyen, klasik giyinmesini bilen. O kadar. Gözünün rengi önemli değil.

KENDİMİ HİÇ GÜZEL BULMADIM!…”

Siz kendinizi sanatçı gözüyle güzel buluyor musunuz?

Ben hiçbir zaman kendimi güzel bulmadım.

Neden?

Şöyle efendim. O kadar yeşil gözlü, sarı saçlı, 1.87 boyunda, yeşil gözlü, tığ gibi, zayıf genç, o kadar cici sanatçılar var ki; güzel onlar. Ben, musiki ile etkileyebilen, daha doğrusu havası olan bir kişiyim.

zekimurenSahnelerimizin en güzel kadın ve erkek sanatçısı kim?

En güzel kadın şu anda galiba, Harika Avcı. Emel Sayın da diyebiliriz. Efendim, en güzel erkek sanatçımız da Ahmet Özhan. Onun nurlu yüzünü beğeniyorum.

Gerçi sizin tanıma pek girmedi ama…

Hayır, o ayrı. Siz genelde sordunuz. Benim tanımıma giren, şu anda sahnede kimse yok.

Çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim. İyi ki bazı şeyleri sordunuz. İnşallah, Hürriyet okurları da zihinlerindeki bazı yanlışları düzeltsinler sayenizde. 42 senelik sanat hayatı, kolay değil efendim. 16 yaşında başlanmış bu işlere.

Saygılar sunarım.

Saygılar… Ne demek? Hürmetler efendim. Sağ olun, var olun efendim.

“1965’lerde giydiğim elbiseleri yabancı artistlerde görüyorum”

Sesinizin güzelliği, aileden mi geliyor?

İnanınız Hanımefendi, ben de kuyruklu piyano bulunan bir Bursa evinde doğsaydım da, annem onun başında Mozart, Shubert, Beethoven çalsaydı, tabii ki yönü o tarafa gidecekti. Ama annemin udu vardı. Babam, hafiften hafiften çilingir sofrasını kurduğu zaman, beraber şarkı okurlardı. Dedemin adı, ‘güzel sesli Mehmet Efendi’. Yani, sevgi için haftada veya ayda bir, mahallemizdeki Şahadet Camii’nde sabah ezanı okuduğu zaman, kadınların isteri krizine girdiğini, baygınlık geçirdiğini söylüyorlar. Ben onların torunuyum. Genetik olarak kabul edersek, yine de ses aileden geliyor efendim.

Siz kendinizi, Türk sanat müziğinin zirvesinde mi hissediyorsunuz?

Kendim, zirvede olmasa, bu yaşta, 42 sene sonra, hâlâ kasetleri, plakları, kompakt diskleri kapışılır mı? Televizyona çıktığında sokaklarda insan kalmıyor… Herkes evinde ve televizyon olan kahvelerde. Bunu ben rica ederekmi yaptırıyorum? Ertesi gün, gelen yüz mektup bine çıkıyor. Hep sevgi, beğeni, takdir ve dua dolu. Şimdi bunlar olduğu sürece, ben kendimi zirveden inmiş düşünürsem, zaten köşeme çekilir otururum. Değil mi efendim?

Siz hep rakipsizliğin dayanılmaz yükselişini mi yaşadınız?

Efendim, dayanılmaz yükseliş lafı fazla olur. Fakat o kadar kendimi eskimeden yenileme çabası içinde çalıştım ki, zaten başkaları arkadan gelmeye mecbur oldular. İnanınız, yani çok enteresandır Nuriye Hanım. Dış ülkelerde büyük bir artistin üstündeki motifi görüyorum, yemin ederim 1961 ‘de giymişim. Ama o benden görerek yaptı, demiyorum.

Belki de, Türkiye’nin yerini bile bilmiyor haritada. Ya bir ruh benzerliği, bir artistik benzerlik var. Ya da ne bileyim, bir şal motifi tektir. Şark havasına özenip, ABD’de yelek diktiriyorsa, benim giydiğimin 1959,1965’lerde giydiğimin eşi oluyor. Şaşırtıcı benzerlik…

ZEKİ MÜREN TAKLİTLERİ

Taklitler aslını yaşatır. Sanatçı, bu Fransız atasözünü hiç aklından çıkarmıyor ve taklitlerini şöyle sıralıyor: “Dursun Salkım, Genç Osman, Zeki Çetin, Adnan Şenses’in ilk zamanları, Erkan Yüksel, Vedat Çetinkaya, İsmail Şenbahar…”

“O BÜYÜK KADIN”

Hayatındaki büyük zevki, ama “Şevk veren, saygıyla, katiyyen iddiayla değil”, Müzeyyen Senar’ın onun altında çıkmayı kabul etmesiydi. “O minicik Zeki, bastığı taşları öptüğüm, mantar topuklarını hayranlıkla seyrettiğim, ‘Tahir ile Zühre’ filmine onun için beş kere gittiğim o büyük kadın, benim altımda çıkıyordu. Ne mutluluk. Oysa benim hiç böyle bir şartım yoktu!”

İlk şarkıyı hamamda besteledi

“Zehretme hayatı bana cananım,
Elemlerle doldu benim her anım,
Kederimle yanıp sönse de canım,
İnan ki ben sana yine kurbanım”

 

Yıl 1949. Bursa’da sabahın erken saatleri. Zeki Müren’in başında delikanlılık yelleri esiyor. Pencerenin önüne oturmuş, zihnindeki Acem Kürdi makamının izini sürüyor. Dedesi “Güzel sesli Mehmet Efendi” ile birlikte Büyük Kaplıca’ya gidiyorlar. Yürekte, acem kürdi telleri hâlâ titriyor, hamamın tavanındaki minik deliklerden havuza ışık huzmeleri dökülüyor. Buharlaşan damlalar o huzmelerin arasından şıp şıp sesleriyle yere akıyor. Her şey 20 dakikada olup bitiyor. İlk harfleri yukarıdan aşağıya doğru okunduğunda “Zeki” çıkan güfte, bestesiyle buluşuyor. İşte Zeki Müren’in ilk şarkısı. O şimdi ilk doğumunu yapmış bir anne kadar mutlu. Bursalı Zeki Müren’in acem kürdi şarkısı, ilk kez, Suzan Güven tarafından radyoda okunuyor. Diğer bir deyişle, radyo, Zeki Müren’in kendisinden önce bestesiyle tanışıyor.

Zeki Müren’in 200’e yakın bestesinden başlıcaları şunlar:

Bir yaz yağmuru gibi geçiverdi aşkımız, Yoksun bu gece yine zehroldu şarabım, Yaprak dökümü, Manolyam, Beklenen şarkı, Bir tatlı yalan Bir demet yasemen, Yaşamak zevki verir ruhuma sonsuz kederim, Söğüt dalından incesin, Bir tatlı tebessümün bin vuslata bedeldir, Bir gönül hikâyesi anlatırdı gözlerin, Gurbet yolu hasret dolu, Hayat bazen tatlıdır, Berduş, Altın kafes, Bahçevan geldi, Gül ve Bülbül, Aldattın beni seviyorum diye, Deva bulmayacak mı kalbimdeki bu yara, Hani gelecektin bana ne zaman, Bu hazan yine kalbim maziden daha kırık, Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu.

Nuriyeakman.com

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş