“Gazetecilik Tamamen Magazinleşti, İçerik Kayboldu”

0 Yorum

İletişim fakültelerinde lisans ve yüksek lisansta öğretim üyeliği yapan, ayrıca mesleğe yıllarını veren ve bu konuda kitaplar yazan Atilla Girgin ile yüksek lisans dersleri verdiği İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde bir araya geldik. Keyifli olduğu kadar eğitici ve anılar dolu bir sohbet gerçekleştirdik. Atilla Girgin gazetecilik sorunsallarını geçmişten günümüze ele alıyor. Girgin emperyalizmin aslında nasıl başladığından tutun ülkemiz ve dünya gazeteciliğinin değerlendirmelerine kadar merak edilen birçok soruya söyleşimizde açıklık kazandırıyor. Keyifli olduğu kadar eğitici ve anılar dolu Aydınlatıcı bir okuma olması dileğiyle…

Röportaj: Seda Özdemir

Fotoğraf: Ercan Deniz Küçük

 

SEDA ÖZDEMİR (SÖ) : Geçmişteki ve şimdiki gazetecilik öğrencilerinizi değerlendirdiğinizde arada nasıl bir fark görüyorsunuz?

ATİLLA GİRGİN (AG): Bu sadece gazetecilik öğrencilerinin değil bütün yükseköğretim öğrencilerinin sorunu. Ortaöğretimde bizim öğretim düzeyi çok düşük.Okulda bir ailede görülen eğitimin, görgünün üstüne bilgi de eklerler. Ama yıllardır büyük bir düşüş görüyorum öğrencilerde. En basit yaşam kurallarını bile bilmiyorlar. Çok utanarak söylüyorum derslerde yemek yemeyi, özür dilerim demeyi, kapılardan geçmeyi öğretiyorum. Bunların ailede öğrenilmesi lazım. Bunları öğretmeye vakit harcarsanız başka şeyler eksik kalıyor. Asıl hayatta bunları yapıyorsunuz. Örneğin; bir iş görüşmesi yapmaya geldiğinizde, ben tavrınızdan, oturuşunuzdan, kalkışınızdan, fikirleri beyan etmenizden, belirli şeylere tebessüm veya gülmenizden puanlar veriyorum kendi kendime. O puanlarla ‘’evet’’ veya ‘’hayır’’ diyorum. Geliyorlar karşıma “Efendim bir sigara içebilir miyim?” diyor. Ben parlamento muhabirliği de yaptım Ankara’da. Bütçe görüşmeleri sabah başlar akşam biter. İleride işe gireceksin, adamlara diyecek halin yok ki “durun ben sigara içip geleceğim” diye. Bir takım temel değerler ya verilmiş unutulmuş  (iyi niyet olarak söylüyorum) ya da verilmiyor.

“EMPERYALİZM DONLA GELDİ”

Şimdi bir Amerikan modası çıktı. Ben emperyalizmi gençlere donla anlatıyorum. 1946 yılında palavradan Demokrat Parti (DP) 1950’de iktidara geldi. DP’nin ilk icraatlarından biri Türkiye’deki  tren yolu taşımacılığını kara yoluna çevirdi ve Amerika’dan taksiler, otomobiller ithal etmeye başladık. Onlara benzin akıtıyorduk ve onlardan da borçlanıyorduk. O arada 1952’de Amerikalılar geldiler bize tesisler kurdular. Bunlardan biri de Yalova’da kuruldu. Ben İzmitliyim. Bir tek o körfezde Yalova’da elektrik vardı bir de Gölcük’te.  Gölcük’te de donanma vardı.  Onun dışında köylerin hiçbirinde elektik yoktu. Bu gelen Amerikalıların da bir bölümü tesadüfen bizim mahalleye geldiler. Biz bilye oynardık ama orjinalleri yoktu sarı topraktan yapardık. Toprak boyayla boyardık, amorf olurdu yani tam yusyuvarlak yapma imkanı yok. Adamlar da araçlarla gelip giderken bizim mahalle çocuklarının neyle oynadığını gördüler. Bizde eskiciler vardı, evlerden eski eşyalar toplarlardı (eski gömlek, pantolon). O zaman kimse slip don giymezdi hanımlar dahil. Babam paça don giyerdi, ben şort giyerdim. Birdenbire eskicilerde hiç kimsenin görmediği don tipleri çıktı. Amerikalılar kirli donlarını eskicilere vermeye başladılar. Değişik bir kültür, görmemişiz, hoşumuza gitti. Amerikalıların kirli donlarını satın almaya başladık.

Emperyalizm nedir? Bir ülkenin dilini, kültürünü kaybetmek. Bir süre sonra geçerken, bize file içinde cam bilye verdiler. Biz delirdik. O sıralar biz mintan giyiyoruz, gömlek falan giymiyoruz daha. Birden bire kültürümüz değişti. Slip don giymeye başladı önce erkekler, sonra hanımlar.  Amerikalılar uyandı. Dediler ki; “Bunlar bizim kirli donlarımızı alıyorlar, biz bunlara temiz donları daha fazla fiyatla satalım diye bol miktarda don getirmeye başladılar.  İstanbul’da,Tophane’de kuruldu Amerikan eşyası satan dükkanlar. Hâlâ daha birkaç tane var gibi. Ankara’da da Necati Bey caddesindeki iş hanlarında.Türkler akın akın gidiyorlar, Amerikan donu alıyorlar. Herkes bluejean ile başladı sanıyor bu işi. Bluejean, whitejean, ekoseli gömlek bunlar sırayla geldiler.. Şimdi de derse gelirken herkes yarım şişe plastik su getiriyor. Bakıyorum bir kültür geldi buraya. Böyle bir kültür yoktu yıllar önce öğrencilerimde de. Son yıllarda o kültür gelmeye başladı. Soruyorum; “Evladım sizin anneniz babanız da okula giderken dershaneye testi mi getiriyorlardı acaba içesiniz veya içsinler diye? ”Bugün biz değerlerimizi yitirdik. Yabancı dil kelimeleri sokuşturuyoruz, özeniyoruz birilerine. Sonra en büyük yanılgılarımdan birisi yırtık pantolon çıktı. Dediler ki moda.Ben zannediyordum ki normal alıyorlar, evde kendileri yırtıyorlar. Meğer yırtık pantolon satıyorlarmış. En kötüsü yırtık pantolon giyen erkekler de var. Şimdi derslerin biri küreselleşme. Küreselleşme emperyalizmin bir değişik adı.

Bu konuda olduğu gibi eğitimde de büyük bir düşüş içindeyiz. Boyuna iletişim fakülteleri açılıyor bir de işin bu yönü var. 76 tane sanıyorum iletişim fakültesi var. 1945’te İstanbul  Basın Yayın, Ankara, Eskişehir, İzmir’de de,fakülteler vardı. Onlardan mezun olanlar iş bulabiliyordu ucu ucuna. 1 sene staj yaptıktan sonra kaşeli olarak, ondan sonra işe alıyorlardı askeri ücretle. Şimdi 76 tane var. Eğitim böyle boş. Büyük  bir sıkıntı nasıl iş bulacaklar, nasıl yapacaklar?

Yakınlarda da bunun sonuçlarını gördük. Fakültelerde sağ sol çatışmaları bastırıldı ve yeni yeni çıkmaya da başlıyor. Ben burada kaç evladı sırtımda kolladım. Böyle bir sıkıntı var. Allah gençlere kolaylık versin, yöneticilerimize de biraz akıl fikir versin. 76 okuldan mezun nerde ne iş bulacak? Kaç tane kanal var, kaç tane gazete var? Gazete tirajları %50 düştü, 300 bine kadar düştü 600 milyondan.

SÖ: Gelişen teknolojinin gençlere etkileri sizce olumlu mudur olumsuz mudur?

AG: Gelişen teknoloji dendiğinde malum bilgisayar teknolojisi kastediliyor. İlk çıktığında dendi ki yazılı basını toptan ortadan kaldıracak. Verilen sürede bu gerçekleşmedi biraz daha ertelendi. Tirajlarda demin de söylediğim gibi büyük kayıplar var. Ama hepten yazılı basının kalkacağını sanmıyorum. Yani herkes illa haberi oradan alayım diye değil, bir süre sonra karşılaştırma ihtiyacını duysa bile yazılı basına başvuracağını düşünüyorum. Teknolojinin gelişmesi içeriğe hakim değilseniz, hiç önemli bir şey değil. İletişimin çok güzel bir şeyi vardır. Neyin nasıl söylendiği değil, neyin nasıl anlaşıldığı önemli.

İnsanları bilgilendirmek yerine aptal hale getiriyorlar. Değişik mekanlarda evlilik dışı ilişki oluyor. Bunu da anlatmak zorundayım beni çok etkiledi, kadının dört çocuğu var. Üç çocuğu tamam da dördüncü çocuğundan baba şüpheleniyor. DNA ile buluyorlar ki gerçekten de ondan değil. Kadına da diyorlar ki; “Bak çıktı belgeler, ondan değil kimden olabilir?”.Yoğurtçunun ismini unuttum. Kadın şöyle diyor; “Yoğurtçu Hasan’dan olabilir, isteğim dışında birlikte olduk”.Yani bu rezalet. Dini çerçeveye ve yasaklara rağmen büyük bir ahlaksızlığa doğru gidiş var. Öyle dar bir ikamet yerinde, herkes birbirini tanırken dördüncü çocuğu başka bir adamdanmış. Yani büyük bir utanç. Nasıl düzelecek bunlar hep şüphedeyim.

1D 4S FORMÜLÜ

SÖ:  Günümüz gazetecilerinin eksi ve artı yönleri nelerdir?

AG: Şimdi gazetecilik tamamen magazinleşti. İçerik kayboldu. Eskiden ayrıntılar verilirdi. Bir nevi bilgi- belge gibi bir olaydı. Yazanlar da belirli bir eğitim düzeyine, belirli bir araştırma düzeyine sahipti. Şimdi görünen aktarılıyor. Bu da tabi yine, Amerika’nın bir yöntemi. Yurttaş gazeteciliği diye bir halt çıkardılar. Yani gazetecilik yapmak için bir altyapıya gerek yok, okumaya, üniversite eğitimi yapmaya gerek yok. Sokaktaki Ahmet efendi de, eğitimi, kültürü, ekonomik avantajı ne olursa olsun gördüğünü birisine açıp söyleyecek, o da bunları haber yapacak. Yazılı medyaya ya da teknik medyaya aktarılacak. Buraya geldik. Bu yüzden içerikte büyük bir zayıflama var. Benim bir formülüm var. 1D 4S. Din, spor, seks, sermaye, siyaset. Din yerine de inanç da diyebiliriz.  Dinsiz olanlar da olabilir. Bu beş faktörden birine sahip olduğun veya yaklaştığın zaman istediğin insanı istediğin şekle sokabiliyorsun. Ne yapıyor? Seks bir sayfaydı şimdi gazetelerin üç sayfası. Evlilik programları da televizyonlarda öyle. Spor malum. Adam bağırıyor: “Senden başka kimim var benim?” Evde karın var çoluğun var çocuğun var. Karşı tarafa atmalar, dövmeler, öldürmeler falan. Bizim zamanımızda da mesela Fenerbahçe- Beşiktaş rekabeti vardı. Birisi yendi mi öbürünü, yenenler bir boş tabut alırlardı. Tabutun üzerine flamasını koyarlardı yenilmiş takımın. Mahallede sokakta gezdirirlerdi. Gezdirirken de slogan atarlardı. Kimse de dövmeye, taş atmaya kalkmazdı onlara. Ben buna çocukken, gençken tanık oldum.

Bu beş faktör insanı etkileyip rezil eden faktör. Bunlardan birine sahip oldun mu görüyorsun piyasayı. Onun yanında öbürleri zaten otomatikman geliyor. Siyaset, para pul hepsi geliyor.

SÖ: Gazeteciliğin en büyük sorunu sizce nedir?

AG: Genelde derler ki gazeteciler veya gazetecilik insanlara toplumla, uluslararası ilişkilerle ilgili bilgiler aktarır. Çok ulaşamadığı bazı bilgilerin ulaşmasını çabuk sağlar ama kimlik değiştirdiği için gazetecilik eski işlevini bırakmadı ortada. Hatta bir ara şöyleydi. Bizim entel tiplerimiz Cumhuriyet gazetesi okurlardı. Ama Cumhuriyet gazetesi de, 40 bin tirajı hiç aşmadı. Hürriyet 600 binleri bulmuşken. Bunun karşılığı neydi biliyor musunuz? Paris’te ‘’Le Mond’’ gazetesi . Kıvırırlar, cebe koyarlar giderken Le Mond yazısını okursun. Cumhuriyetçiler de öyleydi. O yazıyı okuyanlara, “bu entel” derlerdi. Zorla kendilerini pazarlarlardı. Ama süreç içinde demin dediğim gibi öteki ihtiyaçları ortaya çıkınca asıl ihtiyacı görmez oldular. Birçoğunun umurunda da değil. Bana onu mu veriyor bunu mu veriyor? Ahmet efendi böyle söylüyorken Mehmet efendi ne söylüyor acaba diyen yok. Bir tek amaçları belirli görüşlerin palazlanmasına yardımcı olmak. O yüzden temel bilgilendirme, eğitme işlevi ortadan kalktı. Gene de seksüel sorunlarımız için eğitiliyoruz Posta gazetesi tarafından.

“ADAM; ‘NEVER’ DEDİ.”

SÖ: Ülkemiz ve dünya gazeteciliğini değerlendirecek olsanız öncelikle nelere değinirsiniz?

AG: Daha önceki sorularda kısmen hatırlattığım gibi bir emperyalizm söz konusu. Bu daha önceden de vardı.Savaşlar neden olur? Bir ekonomik savaşlar olur bir dinsel savaşlar olur. Bu milattan önce de sonra da hep devam etti. Şimdi yine o devamın başka bir biçimi sürüyor. Bu emperyalizme şimdi güzel bir değişiklik içinde küreselleşme deniyor. Demin söylediğim ABD Başkanı Wilson’ın bir sözü vardır: “Biz az gelişmiş ülkelerden bizim sahip olmadığımız alt yapı araç gereçlerini alırız, ürünlerini alırız. Vermezlerse gelir silahla alırız”. Açık açık söylemiş bunu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kongrede söylemiş bunu. Küreselleşme de aynı şey. Sen hiç bir şekilde eşit olamıyorsun. Çünkü ekonomik değerlere sahip değilsin. Bir Amerika’nın ortalama geliriyle bizdeki ortalama gelir arasında büyük bir fark var.

Emperyalizm devam ediyor. Onların basınında bu emperyalizmin devam etmesi gerekli işlevleri sürdürüyor. Biz öğrenciyken BBC’yi dinlerdik, o zamanlar Türkçe yayını da vardı. Şimdi kaldırdılar o yayını. Ben bir toplantıda yıllar sonra dedim ki; “ Sizin üzerinizde güneş batmayan imparatorluğunuzun aleyhinde ya da eleştirel bir haber yayınladınız mı?”. Adam; “Never” dedi. Olay bu. Aynen devam ediyor. Mesela; halkla ilişkiler. Halkla ilişkiler nedir? Ben tarihini çıkardım. Sözlü ve teknik araç gereçlerle kişilerin, kurumların, şirketlerin avantajına düzenlemeler yapmak. Reklamcılığın başka adı. Bize eskiden gazeteciliğimizde bültenler gelirdi. Haber varsa haber yazardık. Şimdi artık hiç umurunda değil haber. Basıyor parayı satın alıyor gazetenin o bölümünü, istediğini de yazdırıyor. İstediğin kadar haber yaz. Onun yerine koyacak reklam var mı, boş ver onu koy bunu. Yani bir nevi memurluğa döndü. Eskiden heyecan vardı. Onu da koyalım, onu da atlatalım falan diye. Şimdi o da kalktı. Nasılsa bülten var geliyor, büyükler de basıyor parayı ilanını veriyor.

SÖ: Medya kuruluşlarında İletişim Fakültesi dışında da çalışanların bulunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

AG: Onu ben bir türlü kabullenemiyorum. Ben ilk basın yayın yüksekokulu mezunuyum. 1965’te girdim 1969’da mezun oldum. O arada Ankara’da ilk defa 4 yıllık yapıyorlar, büyük bir avantajımız vardı. Bizim sınıfa (40 kişiydik liseden gelenle) 20 kişi Ankara’da, baba gazetecileri de koydular.  Bunlar çıkarsa arada eğitim farkı olmasın diye. Ama koşulları koydular. Basın kartı sahibi olacak, şu kadar yıldır gazetecilik yapmış olacak. O zaman TRT’nin ileri gelenlerini, gazete sahibi olanları kaliteli tipleri aldılar.

Gazeteciler kendini eğitirlerdi, gelişirlerdi. Şimdi kel alaka. O nedenle o kalite gitti.

“BEN TARAFSIZ DEĞİLİM HEP TARAF OLDUM.”

SÖ: Kitabınızda gazetecilerin ayriyeten yorumlayıcı olduğundan söz ediyorsunuz. Peki bu özellik gazetecilik ilkelerinden tarafsızlıkla ne kadar uyum içinde?

AG: Bir tarafsızlık diye bir olay yoktur. Her insan bir kere fizik olarak taraflıdır. Nasıl taraflıdır? Anne ve baba genleri karışmıştır vücuduna, beynine. Doğan çocuğa anında “ Aa dayısına benziyor, aa teyzesinden yüzü” diye bir görüntü veririz. Kaldı ki süreç içinde bir insan babanın tohumları, ananın tohumları, bulunduğu ekonomik koşullar, eğitim koşulları, iklim falan bütün faktörlerden etkilenir. Bırak her şeyi bir insan çay içerken bile tercih yapıyorsa hayatın her aşamasında, her eyleminde de tercih yapar.Tercih yapan insan taraf olur. Yani çay içerken şekerde taraf oluyorsun.

“Ben haber yazarken taraf olmam”. Haber yazarken her bir şeyde tarafsın. Eğitiminde tarafsın, cebindeki parayla tarafsın. Her bir şeyle tarafsın. Ancak dürüst olmak ayrı bir şey. Dürüst olmak yazdığının bir takım insanlara yarar veya zarar getirebileceğini bilmen lazım. Muhakkak ki birileri o yazdığından sebeplenecek birileri de zarar görecek. Bunu iyi dengelemek dürüstlük.

Ben tarafsız değilim hep taraf oldum. Devletimden, ülkem insanından hep yandaş oldum. Kökeni ne olursa olsun bu ülkenin yurttaşıysa bu ülkede yaşıyorsa, bu ülkenin nimetlerinden yararlanıyorsan sen Türk’sün. Kitabıma Yunan Rum patriğinin lafını koydum.“Ben Türk’üm” diyor. Ben bu ülkede yaşıyorum, bu ülkenin pasaportunu taşıyorum.Böyledir bu işler. Sen kalkıp da yok öyleyim yok böyleyim falan filan değil. Bunu dolaylı olarak yaparsın. Eğer yapmıyorsan şerefsizliği örneğini yaparsın.İşbirlikçisindir, ayrı bir olay. Sen burada haberini yazarken bir Türk vatandaşı olarak o Kürt bağımsızlık mücadelesi yapanlara karşı olman gerekir. Yazmadım yazdırtmadım, yayınlamadım yayınlatmadım muhabirlikten gelirken ben.

SÖ: Başka ülkelerle kıyasladığınızda yerel basın bizim ülkemizde yaygın basının gerisinde. Bunun nedeni sizce nedir?

AG: Nedeni şu:  Bir eğitim düzeyiyle ilgili. Bizde hâlâ okuma yazma bilmeyenlerin oranı büyük. Bir tek nedeni var ekonomik küçüklüğümüz ve kültürel küçüklüğümüz. Yurtdışındaki yerel  gazeteler, ulusal gazetelerden iki misli büyük. Çünkü kişi ilk önce kendi gazetesini alıyor kendi çevresiyle ilgili bilgileri öğreniyor.

Yıllar önce şöyleydi; Benim Balkan’lardan gelen dayımlar İzmir’e yerleştiler. Benim annem de İzmit’e gelmiş, amcasıyla. Ayda bir İzmir’e dayılarımın yanına giderdik. O zaman İzmir’e gelen ilk gazete Yeni Asır’dı. Bütün esnaf Yeni Asır alırdı. Neden? Ekonomi gelişmemiş, teknik gelişmemiş. Gazeteler İstanbul’da basılırdı. Şehirlere kamyonla giderdi. Bir de biz akşam açıkhava sinemasına gittikten sonra eve dönerken İstanbul gazetelerini Ankara’ya götüren tren bir pakette İzmit’e atmıştır, o gazeteyi alırız. Ertesi sabahın gazetesini akşamdan alırız. İzmir’e de gazete öğle saatlerinde gelirdi ancak. Onun için en büyük tirajlı gazeteydi Yeni Asır. Ofset baskıya geçen ilk gazetedir. Sporu ağırlıklı verirdi. Göztepe, Karşıyaka, Altay takımları vardı. Gelen gazete uluslararası konularda, dış haberlerde bakılırdı eğer bir gazete alma ihtiyacın varsa. Bu nedenle teknolojiye geçince patronlar Yeni Asır’ı İstanbul’a getirmeye kalktı. Mekaniğin önemli bir bölümünü getirdi. Bir şeyler oldu, bir şeyler döndü çıkaramadılar. Yeni Asır’ın getirdikleri bir kısmını geri döndürdüler, kalan mekaniğe eklemeler yaparak Sabah’ı çıkardılar. Sabah’ın mazisi budur. Bir şeyler oldu ve hiçbir yerde açıklanmadı bu. Makina eksikti, sermaye eksikti  vs. açıklanmadı. Bir hafta içinde apar topar geri döndürdüler. Birisini buldular hemen Sabah diye çıkardılar. Tutsun diye hediye falan verdiler, Sabah öyle kaldı. Şimdi de havuz gazetesi oldu gitti. El değiştirdi falan. Avrupa’da ama dediğim gibi eğitim düzeyi var, kültür düzeyi var, ekonomik düzey var. Onun için tirajları yaklaşık ulusal gazetelerin iki mislidir.

“OĞLUM ATİLLA, MAHVETTİN BENİ”

SÖ: Tutuklu gazeteciler sorunu hâlâ gündemimizde. Bu gazetecilerin terör örgütü propogandası yaptığı iddia ediliyor. Hatta iddianamelerde bu şekilde yazıyor. Özgür Gündem gibi gazeteler de terör örgütünün yayın organı olduğu iddiasıyla kapatıldı. Bu kapsamda baktığınızda gazeteciliğin sınırı var mıdır, olmalı mıdır?

AG: Fikir suçlarının sınırlanması, eğer o fikir suçları eyleme geçerse, eyleme tahrik ederse olması lazım. Gördük ki biz, bu fetö olaylarıyla, daha önceki olaylarla bizdeki hukuk tamamen taraf olmaya başladı. Rezalet bir şekilde. Politik tercihler ağır basıyor.

Her iktidar kendine yandaş basın arar, destekler, para verir, adam tutar. Ben Antep’e gittiğimde bizde bir yönetim kurulu üyesi vardı. Gençtim o zamanlar. Derlerdi ki; Menderes’in muhabiriydi Hürriyet gazetesinin. Menderes ona Bahçelievlerde bir tane ev verdi derlerdi. Sonra Demirel geldi onu yönetim kuruluna aldı. Bir süreç, o birilerinin adamı. Bütün iktidarlar böyledir. Demirel bunu yaptı. Anadolu Ajansı’na Demirel’e bakan Zafer gazetesi muhabiri Atilla Onur’u getirdi. Allah uzun ömür versin. Gayet idare etti ama herkes biliyordu ki AP eğilimli falan. Hiç öyle gelip de onu yaz bunu yazma falan yapmazdı. Hemen bir olayı anlatayım. Bir gün dediler ki, Atilla Onur seni çağırıyor. Ben daha öğrenciyim. Dedi ki; “Şimdi Avrupa’da bir gazeteci gelmiş başbakana demeç almaya. Ben Gönül hanımı gönderdim ama o gazeteci değil tercüme ediciymiş. Bana bunları getirdi. Şunlara bak da bir haber çıkar” dedi. “Peki efendim” dedim. Aldım baktım biraz. El yazısıyla bir tane cümle. “Piyasada para dalga çekiliyor”. Develüasyon yapılmış ya.“Demek ki aldığımız önlemler yerinde”. Kuş gibi düştü. Yaptım bir haber. O zamanlar da teleks var. Hemen aldım götürüp okey alacağım ondan. Paraflasın, telekse vereceğim çabuk geçin diyeceğim. Kapıyı vurdum içeride de misafirleri vardı. Dedim ki; “Efendim bitirdim. Şimdi telekse vereceğim. Paraflarsanız”. Baktı habere; “Tamam” falan dedi. Ondan sonra dediler ki; “Seni genel müdür çağırıyor”. Vurdum kapıyı; “Buyrun efendim” dedim. “Ulan oğlum Atilla, mahvettin beni” dedi. “Ne oldu efendim” dedim. “Oğlum o habere o başlık, o giriş verilir mi?” dedi. Dedim ki; “Konuştuğu başka bir şey yok ki, asıl haber o”. “Onun haber olduğunu ben de biliyorum ama Süleyman bilmiyor”. Biz böyle adamlarla çalıştık. Ne cezalar, ne işten atılmalar. Dünyanın en güzel eğitimidir bu. Gazeteciyle konuşuyorsun çünkü. Gazetecilikten gelme, dışardan gelmenin hikayesi bu. Şimdi havuz yaptılar. Kaç kişiyi attılar öyle yazıyor, böyle yazıyor diye. Bu çerçevede yapılanlar normal. Adalet kalmadı, gazetecilik kalmadı. Herkesin bir tarafı vardı ama bu kadar belirgin değildi.

 

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş