Nejat Uygur’un 2001’de Verdiği Röportaj

0 Yorum

Bugün büyük usta Nejat Uygur’un aramızdan bedenen ayrılışının 1.yılı. 3 kuşağın tiyatro oyunlarıyla büyüdüğü Nejat Uygur’u Saygı ve özlemle anıyoruz.

Büyük Usta Nejat Uygur 2001’de Aksiyon Dergisi’nden Emin Akdağ’a röportaj vermiş, kendisiyle ilgili merak edilenleri, genç mizahçıları nasıl bulduğunu anlatmıştı.

 

İlaç diye reçeteye yazılan adam…

17 Kasım 2001 / EMIN AKDAĞ
“Sanatçı halkın gözü, ağzı, kulağı. Halkın yanında olduğunuz, dertlerini söylediğiniz zaman sizi seviyorlar. Ayrıca çok güldükleri zaman da unutmuyorlar. Sevgi ve saygımı seyircimden hiç eksik etmedim. İnsan onuruyla katiyetle hiç oynamadım. Oyunda, ‘Kör müsün?’, ‘Sağır mısın?’ diye yazarsa bunları silip, görmüyor musun, duymuyor musun diye düzeltirim”
Aslında onunla görüşmeyi beş ay önce planlamıştım. Ama bir türlü nasip olmuyordu. Arıyordum; Anadolu’ya turneye gitmişti. Bir müddet sonra yeniden aradığımda Avrupa’daki gurbetçilere koşmuştu… Bu böyle devam ederken tam görüşecektik ki ciddi bir rahatsızlık yaşadı. Doktorlar ümitsizdi, ben ise üzgün. Röportajın ne önemi vardı ki, güldürünün duayeni ölümle kalım arasındaydı. Ancak kısa sürede tehlikeyi atlatıp evinde nekahate çekildi. Doktorlar bu kez şaşkındı, ama ben sevinçliydim. Çünkü o hem sağlığına kavuşuyor, hem de röportaj için ümit beliriyordu.Üç nesil onu tanıyor, onunla gülüyor. Vaka ümitsizken tehlikeyi atlatmasını ömür boyu yaptığı spora borçlu olduğunu söylüyor. Nejat Uygur ile Nejat Uygur’u Nejat Uygur yapan faktörleri ve yakadığı sürekliliğin sırlarını konuştuk.— Nejat Uygur kimdir?1927 yılında Kilis’te doğdum. Annem edebiyat öğretmeni, babam vefat ettiğinde kurmay albaydı. Üç kardeşiz. 11 ay büyüğüm New York’ta beyin cerrahı. Küçüğüm Recai de Fransa’da müzik yapıyor.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümünde öğrenim gördüm.

İyi ki heykelcilik

okumuştu…

— Okul sonrası heykeltıraşlıkla uğraştınız mı?

Heykel eğitimi benim ve tiyatromun hayatını kurtardı. 1960 İhtilali olduğunda Antakya’da oynuyorduk. Tiyatro durunca, büyük bir bozguna girdik. Ne yaparım diye kara kara düşünür ve otele alınan gazetelere bakarken aklıma bir fikir geldi. Birinci sayfada Cemal Gürsel’in fotoğrafı vardı. Birkaç farklı gazete daha aldırdım. Gürsel’in cepheden, parstan ve profilden resimlerini gördüm. Otelciden testi çamurunun Kırıkhan’dan temin edilebileceğini öğrendim. Oradan aldığımız çamuru güzel bir terbiye ettim, yağladım. Tezgahı kurdum. Başladım çalışmaya. İlk etapta dört tane yaptım. Bronze ettim. Öyle günlerdeyiz ki vatandaş sokakta askeri gördü mü omuzuna alıyor. Heykellerle çarşıya girdim. Gören, ‘Nejat Abi o ne?’ diye soruyor. Gürsel’in büstü, deyince, elimdekileri kısa sürede sattım.

25—30 adet yapıp satmışımdır. Heykel bilgim beni büyük bir bozgundan kurtardı.

— Aslen nerelisiniz?

Ben Kilis’te doğdum ama babam Sarıyerli. Babam ve annemin mesleği sebebiyle çocukluğum deplasmanda geçti. Lise tahsilime kadar 14 ayrı yerde okudum.

1950’de tiyatrosunu kurdu

— Tiyatroya ilgi duymanız ve başlamanız nasıl oldu?

Anne—babamın sanatseverliğinin bana olağanüstü yardımı oldu. Arkadaşlara arasında oyunlar oynuyorduk. İlkokul müsameresinde bana bir monolog verdiler. Çok sevip alkışladılar. Bir daha okuttular. Alay günlerinde babama telefon ediyorlardı. Behzat, Nejat’ı gönder de bizi bir güldürsün diye. Bu böyle devam ederken bendeki tiyatro sevgisi pekişti. Sarıyer’e geldik. Konservatuvar gibi halkevleri vardı. Tiyatro, müzik, spor kursları veriliyordu. Sarıyer Halkevi’ne babam beni götürdü. 16–17 yaşlarındaydım. O yıldaki halkevi arkadaşlarımızdan bazıları; Devlet Sanatçısı Semih Sergen, rahmetli Sadettin Erbil, Turhan Karacaoğlu, Zihni Küçümen, Ergin Orbey… Sonra İstanbul içinde turneler yapmaya başladık. Yavaş yavaş sevildik, tanındık. Gazeteler küçük küçük yazmaya başladı. Sonra 1946’da asker ocağı geldi. Komutanlarımıza, tatil günlerinde çalışarak bir komedi hazırladığımızı ve oynamak istediğimizi söyledim. Hadi bakalım seyredelim dediler. Ordu evlerine çağırıyorlardı. Moral turnelerine gidiyorduk.

Askerlik bitti, 1949’dan 1950’ye girerken profesyonel Nejat Uygur tiyatrosunu kurdum.

— Perde kapatmaz tiyatro diye şöhretiniz var…

Türkiye’de bir rekordur benimkisi. Özel tiyatrolar arasında perdemizi hiç kapatmadan 52. yılımıza girdik. Buradan sizin aracılığınızla seyircilerime gökteki yıldızların sayısı kadar teşekkür ediyorum.

Halkın gözü, ağzı, kulağı oldu

— İnanılmaz bir rekor. Nasıl sağlanır böyle bir istikrar?

Sanatçı halkın gözü, ağzı, kulağı. Halkın yanında olduğunuz, dertlerini söylediğiniz zaman sizi seviyorlar. Ayrıca çok güldükleri zaman da unutmuyorlar. Araştırmacı bir oyuncuyum. Şehirlerin sevilen kişi, maskot ve amigoları vardır. Gittiğimde onları bulurum. Oyunda onlardan bahsederim, yaptığı hareketlerden yaparım.

Sonra sevgi ve saygımı seyircimden hiç eksik etmedim. İnsan onuruyla katiyetle hiç oynamadım. Oyunda, ‘Kör müsün?’, ‘Sağır mısın?’ diye yazarsa bunları silip, görmüyor musun, duymuyor musun diye düzeltirim. Çünkü seyircilerden bazıları doğuştan ya da bir kazada gözlerini kaybetmiş olabilir. Hiçbir insan rahatsızlığını tiye aldırtmam.

— Sürekliliğin sırrı bu mu?

— Sırrı bu. Bir de şu: Ya çok güldüreceksin ya da ağlatacaksın. Bu iki şey çok önemli.

— Oyunları siz mi yazıyorsunuz?

Ben yazmasam da Shakespeare’in bir oyununu alıyorum. Ama afişe yazıyorum: Yazan Shakespeare, kuşa çeviren Nejat Uygur. O zaman kritikçiler diyor ki, ‘Ne yazalım, adam itiraf ediyor.’

— Doğaçlama mı yapıyorsunuz?

Bir oyunu alıp adapte ediyorum veya ben yazıyorum. Yazdığımı bir daha okuyunca ezberliyorum. Çünkü yönetmenliğini de yapıyorum. Karşımdakilerin rollerini bilmem lazım. Provalarda onlara bana nasıl pas vereceklerini anlatırım. Normal bir oyunda eğer o gece başlamışsam oyunun muhakak ki on yerinde bir doğaçlama gelir aklıma. Kelime oyunları yaparım. Bir de afişteki oyun isimlerimi çok tutarlar.

— Geçenlerde ciddi bir rahatsızlık geçirdiniz. Bu sırada neler yaşadınız?

Beyine giden küçük sinirsel damarların birinde sürmenaj denilen bir rahatsızlık oluştu. Şimdi çok şükür iyiyim. Seyircilerim yolda çevirip ağlayarak öptüler. Oyunun başlama saatlerinde rahatsızlık hissediyor, sinirli oluyordum. O anda benim oynamam lazımdı..

— Son nefesinizi sahnede vermeyi arzuladığınızı söylüyorsunuz, sizin için asıl ölüm sahneden uzaklaşmak mı?

Sahneden uzaklaşmak koma durumu gibi.

İki takipçisi var

— Sahnede ölmeyi istemek nasıl bir duygu?

— Görev başında ölmeyi kendime göre belki şehitlik olarak düşünüyorum. Arzum bu, inşaallah da böyle olur. Büyük Allah’ım ne zaman takdir eder bilemem.

— Çocuklarınızdan tiyatro ile uğraşmayan var mı?

Beş oğul 10 torun var. İki tanesi tiyatrocu oldu. Öbürleri kabiliyetsiz çıktı. Televizyonda program yapan Süheyl ile Behzat tiyatrocu. Süha tiyatronun müdürü. Rol verdim, geri aldım. En büyüğü Ahmet, Kadıköy’de konservatuarda müdür. Korna çalıyor. Kemal ise müzik öğretimi gördü, piyanist.

Hemen hemen hepsi de sanatçı. Behzat ile Süheyl özel kolejde okudular. Tiyatro eğitimlerini Nejat Uygur Tiyatrosu’nda aldılar. Süheyl, babam ne olur bana rol versin diye annesine söylemiş. Rol verdim, çok da güzel oynadı. Behzat’ın tiyatrocu olması ise ilginç. Süheyl ile anlaşmışlar. “Hastane mi Kestane mi” adlı oyunda, Behzat, hastane görevlisini oynayan Süheyl’in önünden çok tabii, natürel olarak birkaç defa geçiyor. Süheyl kızıp, ‘Beyfendi burası piyasa caddesi değil, niye geçip duruyorsun’ diye söyleniyor. Behzat ise ‘Ben geçerim’ diyor. Süheyl, ‘Nasıl geçersin?’ diye sorunca, ‘Burası benim babamın tiyatrosu, ben Nejat Uygur’un oğluyum.’ diyor. Süheyl de, ‘Ben kızı mıyım?’ diyor. Seyirci de gülüyor. Bu bölümü sonradan oyuna ekledik. Geldiklerinde bazen torunları da sahneye çıkarıyorum.

Dört oğlu turnede doğdu

— Eşiniz de tiyatrocu. Beş çocukla tiyatro yapmak zor olmadı mı?

Necla’nın tiyatroculuğu hemen hemen benimle beraber. Necla hakikaten büyük anne. Altıncı çocuğum Nejat, der. Analık müessesesi çok mühim. Düşünebiliyor musunuz? Büyük oğlum Ahmet haricinde diğer dört oğlum Anadolu’da turne sırasında doğdu. Bir kadın Anadolu turnelerinde, bu akşam oynuyor, yarın yolda. Süha ile Süheyl ikizdir. Samsun’da doğdular. Necla oynuyor. Zafer Sineması’nda. Birden bire sancısı tuttu. Hemen hastaneye götürdüler. Yarım saat sonra sinema müdürü geldi. Kuliste müjdemi isterim oğlun oldu dedi. Biraz sonra bir oğlun oldu bahşişimi isterim, dedi. Tamam söylemiştin deyince, bu ikincisi dedi. Sinemanın tavanı başımıza yıkıldı. Onun için ben Necla Uygur’u, her yıl yılın anası seçiyorum. Hakikaten zordu. Bizim o seneki kadromuzda 26 tane çocuk vardı. Bunların mesuliyeti bana ait. Hep beraber turneye çıkıyorduk. Bizim hayatımız ne biliyor musunuz, her zaman onu söylerim: Şeker yiyorsunuz ağzınız tatlanıyor, biber yiyorsunuz gözünüz yaşlanıyor. Ben de diyorum ki: Hayat gelip geçiyor ağlamakla gülmekle, zaten komiklik yapıyorum ben böylesine bir dünyaya gelmekle…

— Neden argo kullanıyorsunuz?

Ama bazı politikacılardan daha terbiyeli argo kullanıyorum. Meclis’teki kavgaları görüyorsunuz.

— İnsan onuru ile oynamadım diyorsunuz, hem de argo kullanıyorsunuz, burada ince çizgiyi nasıl koruyorsunuz?

Argoyu yumaşatarak kullanıyorum. Seyircilerin, bazı insanların söylemek isteyip de söyleyemediği şeyler vardır. Onlar namına bunları söylüyorum.

Hiç yuhalanmadı

— Hiç yuhalandığınız olmadı mı?

Yok, hiç ama.

— Çıkıp birisi iyi hoş da şu yaptığınızı beğenmiyorum da mı demedi?

— O olabilir. Şöyle ki; her oyun sonunda daima protokol defterim açıktır. Seyirciler buraya düşüncelerini yazarlar. Vatandaşım çok kibar. Beğenmese bile önce bir iki satır gördüğü güzellikleri anlatıyor, ardından da eleştirisini yapıyor.

‘Burası şöyle olmaz mıydı?’ cinsinten eleştiriler tabii ki alıyorum. Hatta birisi ‘Bu oyun bu paraya değmez.’ diye yazmış. Görevliye mutlaka telefon numaralarını da yazsınlar diyorum. Yazanları tek tek arayıp görüşlerini alıyorum. Mesala bir seyirci bilet parasından daha fazlasını tiyatroya gelip gitmek için taksiye verdiğini yazmış. Haklı, oyun geç bitiyor. Otobüs saatleri de geçiyor. Bunun üzerine İstanbul içinde oyunu seyircinin ayağına götürmeye başladım. Gidip Karagümrük, Yeşilköy, Çekmece, Ataköy’de oynuyorum.

— Şimdiye kadar kaç oyun sergilediniz?

Küçükleri ile beraber, bu kadar yıl içinde herhalde oynadığım oyun sayısı 1000’e yakındır.

— Türkiye’de gitmediğiniz yer var mı?

Hemen hemen yok.

— Avrupa’da nerelere gittiniz?

Avusturya, Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika ve İngiltere. Amerika’da şov yaptım. Avustralya’ya gittim.

Ayhan Songar reçeteye yazdı

— Ekolünüzün temelinde ne var?

Güldürme var. Rahmetli psikiyatrist Ayhan Songar bir hastasına reçete yazmış. Hastaya ‘Bu üç ilacı alacaksın’ demiş. En alta da şöyle yazmış: “Hemen Nejat Uygur tiyatrosuna gideceksin.” Hasta olan adam sonra benim arkadaşım oldu. Gittikçe iyileştiğini gördüm.

— Genç mizahçılarımızı nasıl buluyorsunuz?

Genç mizahçılar iyiler ama bazıları çok absürt espriler yapıyorlar. Tek kişilik şovlar yapan gençler var. Onlara meddah diyorum. Her koyun kendi bacağından asılır. Eğer seyirci gelip iyi kötü yaşayacağınız kadar koltukları dolduruyorsa, yani cevap veriyorsa, tiyatrocu birşey yapıyor demektir. Bu sevildiğinizin, muvaffak olduğunuzun ispatıdır. Shakespeare, ‘Tiyatro seyirciyle vardır’ diyor. Bir de benim iddiam, sanat sanat için değil, sanat toplum içindir.

— Gördüğünüz dertlerini mizahi bir dille ortaya koyduğunuz halka ciddi olarak ne söyleyeceksiniz?

Sabrın sonu selamettir. Ama nereye kadar sabretmek? Bundan sonrasını ben çözemiyorum. Çünkü o kadar oynak, plastik bir politikamız var ki, elinize almak istiyorsunuz kaçıveriyor. Bunun içinden ben çıkamadım.

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş