Amerikancı Ilımlı İslam Rejimini Tamamlamak İstiyorlar ! – Merdan YANARDAĞ Röportajı

0 Yorum

merdanTürkiye basının haber bulmakta hiç zorlanmayacağı ülkelerden birisi. Son dönemde kimilerinin ‘Barış süreci’, kimilerinin ‘terör örgütü ile pazarlık süreci’ dediği günleri yaşıyoruz. Sürekli değişen gündemde bilen de bilmeyen de konuşurken zihinler bulanıyor. Tam bir bilgi karmaşasının hakim olduğu günlerde yaşanan süreçleri muhalif basının yükselen değeri Yurt Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, yılların gazetecisi Merdan Yanardağ’a sorduk. Yılların verdiği tecrübeyle olaylara farklı yönlerden bakabilen usta gazeteci Merdan Yanardağ’ın açıklamaları çok ses getirecek.

 Şuanda Herkes Suç İşliyor 

Ercan Küçük (EK) :  Bakanlıklardan, valiliklerden ‘TC’ ibaresinin kaldırılması çok tartışıldı ve tartışılmaya devam ediyor. Abdullah Öcalan’ın mektubu Diyarbakır’da okundu. Sizce bu yaşananlar kardeşlik ve barış süreci midir? Yoksa PKK’ya teslim süreci midir?

Merdan Yanardağ (MY) :  Barış süreci ya da İmralı Süreci diye değerlendirilen siyasal girişime eleştirel yaklaşmayı doğru buluyorum. Çünkü bu girişimden  Türkiye’de adil, demokratik, onurlu bir barışın çıkacağından derin kuşkularım var.  Bu daha çok AKP iktidarının kendi siyasal ihtiyaçları ve gelecek planlamasına uygun olarak tasarlanmış bir girişimdir.

 AKP, Amerikancı örtülü bir darbeyle iktidara gelen bir siyasi oluşum. Türkiye’de gerici diktatörlük anayasasını kabul ettirerek, uzun süredir gerçekleştirmeye çalıştığı Amerikancı ılımlı İslam rejiminin kuruluşunu sonuçlandırmak istiyor. Rejim değişikliğini hukuksal ve siyasal güvencelere bağlamak için bu adımı attığını düşünüyorum. Samimi değil, kapsamı açıklanmamış, toplumla paylaşılmamış, yasal ve hukuksal zemini yaratılmamış bir girişim bu… Bu sürecin nasıl işleyeceğini bilmiyoruz.

 Örneğin şuanda herkes terörle mücadele kanununun 6. Maddesine göre suç işliyor. Yarın kalkıp bir savcı soruşturma başlattığı takdirde yapılabilecek bir şey yok. Durum böyle olunca sürecin nasıl evrileceği konusunda da kimsenin bir fikri yok. AKP diyor ki, “Siz önce anayasaya, başkanlık sistemine evet deyin” sonrasına bakarız. Böyle şey olabilir mi?

 AKP’nin yeni anayasa ile kurmaya çalıştığı başkanlık sistemi, faşizan yetkilerle donatılmış bir tek adam rejimi olacaktır. Bu tek adamın siyasal olarak Türkiye’yi düzenlemesine imkân sağlayan bir anayasaya evet dediğiniz takdirde bu açılım, barış ya da İmralı süreci denen girişim de sonuçlanacağa benziyor. Dikkat ederseniz Kandil’deki PKK liderleri de, yurt dışındaki yöneticileri de bir yasal hazırlık yapılmadan geri çekilmeyeceklerini belirtiyorlar. Kendilerini yasal bakımdan güvende hissetmiyorlar.

 Bu sürece daha dikkatli bakabilmek için önce basına sızan İmralı tutanaklarını değerlendirmek lazım. Abdullah Öcalan burada AKP’nin sunduğu yeni anayasayı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın devlet başkanlığını destekleyeceklerini belirtiyor. Yani öyle anlaşılıyor ki PKK ile AKP arasında gizli bir mutabakat sağlanmış durumda. Bu destek önümüzdeki dönemde bir referandum söz konusu olacaksa çok ciddi bir gelişmedir. Bu anlaşma referandum sandığına oy olarak yansıyacaktır.

Bu dönemde Recep Tayyip Erdoğan ve AKP toplumun değişik kesimleriyle uzlaşma arayışı içinde. Hatırlayalım Genelkurmay 2. Başkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı yapmış E. Orgeneral Ergin Saygun ağır bir kalp ameliyatı olmuş, Erdoğan da, Ergin Saygun’u hastanede yoğun bakım odasında ziyaret etmişti. Bir kere yoğun bakım odasına öyle girilmez. Flaşlar, kameralar ve bir gazeteci ordusu… Oırada Saygun’un hayatı riske atılarak bir kamuoyu oluşturma çalışması yürütüldü. Böylece ulusalcı kesime lede bir uzlaşma arayışı içinde olduklarını göstermek istediler.

 Bu ziyaretin hemen öncesinde de Erdoğan uzun tutukluluk sürelerini, tutuklu yargılamaları, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hukuksuzlukları eleştirmeye başladı. Bu konuşmaları ilk kez dinleyen birisi Ergenekon davasının en önemli mağdurunun Başbakan olduğunu zanneder. Bu dönem bir yandan PKK ile uzlaşmayı, çatışmasız bir ortam yaratmayı, diğer yandan da askerlerle belli bir uzlaşma aramayı birlikte denediler.

 Ancak 8 Nisan’da Silivri’de on binlerce insanın oradaki hukuk dışı özel mahkemeyi kuşatması, adalet arayışını çok yüksek sesle ve radikal bir biçimde ifade etmesi üzerine zaten bu oyun bozuldu. Bütün bunlarla birlikte değerlendirdiğimizde “İmralı Süreci” denilen bu girişim, AKP’nin gerici ve faşizan anayasasının topluma kabul ettirmek için devreye sokulan bir taktik olarak değerlendirilebilir.

 AKP ve Erdoğan daha önce birçok kez yaptıkları gibi bu konuda da ilgili kesimlere ve çevrelere, deyim yerindeyse ‘kazık atmaya’ hazırlanıyor. Çünkü hiçbir yasal bağlayıcılıkları yok. Yarın bir gün AKP bundan, yani barış girişiminden ben vazgeçtim dese ne olacak? Yapacak bir şey yok. Çünkü bu süreci devam ettirmek için bir yasal dayanağı yok. Ama bu arada Abdullah Öcalan’ın mektubu devlet görevlileri, askerler tarafından Diyarbakır’a götürülüp ilgililere teslim edilip Diyarbakır merkezde yüzbinlerce kişiye okunuyor. Temaslar sürdürülüyor, görüşmeler yapılıyor, mektuplar götürülüyor. Bütün bunlar ilgili yasalarda suç olduğuna göre bunu ortadan kaldırmadan, yeni bir yasal düzenleme gerçekleştirmeden bu süreci devam ettirmek mümkün değil.

 İnsanların Barış Özlemi İstismar Ediliyor

EK :  Özellikle bazı aydınların sürece destek verdiğini görüyoruz. Karşı çıkanlar analar ağlasın istiyor deniliyor.

MY :  İnsanların barış özlemi burada istismar ediliyor. Şurası çok açık ki, bu ülkede vicdan sahibi hiç kimse akan kanın durmasına, silahların susmasına karşı çıkmaz. Dolayısıyla ortada bir şantaj ve müstehcen bir teklif var. Tablo şöyle, “Bu anayasaya evet deyin, eğer evet demezseniz siz barışa karşısınız ve kan akmasından yanasınız demektir” diye insanları saçma bir ikilem içine hapsetmeye çalışıyorlar.

Başka bir anlatımla, “Siz evet deyin arkasından barış gelecek, biz uzlaşacağız, bu sorunu çözeceğiz” diyorlar. Nasıl çözeceksiniz? O belli değil. Toplum bir şantajla karşı karşıya bırakıldı. Buna itiraz etmek lazım. Vicdan sahibi hiç kimse akan kanın devam etmesini savunamaz. Bunu bildikleri için bu çok önemli toplumsal talebi kendi siyasal projeleri için bir araç olarak kullanmak istiyorlar. İşte bu bir ahlaksız tekliftir.

 EK :  İnsanları bu süreci desteklemeye mahkum ediyorlar diyorsunuz. Darbe dönemlerinde de yaşanan kaostan dolayı halk “kaos yeter ki bitsin, artık ne olursa olsun, ordu gelsin iktidara” diyecek duruma getirilmiş, sonrasında hazırlanan anayasalara evet demek zorunda bırakılmıştı. Bu süreçler arasında bir benzerlik yok mu?

MY :  Evet var. Çatışmaların tırmanması, bölgeden şehit cenazelerinin gelmesi, insanların ölmesi, 30 yıl devam eden bu savaşın daha da tırmanması, toplumu bıktırdı, daha da bıktıracaktır. Onları silahlar sussun da ne olursa olsun noktasına getirecektir. AKP işte toplumdaki bu barış talebini istismar ediyor. Kendi siyasal çıkarları için, gerici faşizan bir anayasayı ülkeye kabul ettirmek için toplumdaki barış istemi bir araç olarak kullanıyor.

 Oysa hiçbir eleştirinin dikkate alınmadığı, toplumda tartışılmayan, AKP’nin tek başına hazırlayarak topluma dayattığı yeni anayasada devlet başkanı bakanlar kurulu üyelerinin hepsini kendisi atıyor. Yani her bir bakan aslında başkanın danışmanı oluyor. Bu danışmanları istediği zaman değiştirebiliyor. Bakanlar kurulu meclise karşı değil başkana karşı sorumlu oluyor. Meclis bir aksesuara dönüşüyor. Danışma meclisi niteliği kazanıyor.

Onun ötesinde devlet başkanı atadığı bakanlarla beraber yüksek mahkemedeki üyelerin en az 2/3ünü de kendisi atıyor. Yargıtay ve Danıştay ortadan kaldırılıyor. Böyle bir yetki Hitler de bile yoktu. Askeri darbe dönemlerindeki diktatörlerde bile yoktu. Böyle bir rejime evet demek karşılığında silahların susmasını vadediyorlar. PKK da buna evet demiş durumda. Ortada AKP ve PKK arasında oluşan bir blok var. PKK, tutuklu ve hükümlü örgüt mensuplarının serbest bırakılması, yerel yönetimlerin özerkliğinin göreceli olarak geliştirilmesi karşılığında bütün talep ve isteklerini geri çekmiş durumda.

Şunu unutmayalım; Türkiye’nin batısında gerici faşizan bir diktatörlük varken doğu ve güneydoğusu özgür ve demokratik olamaz. Bu ülkenin ilericileri, yurtseverler, demokratları bu girişime karşı çıkmalıdır.

 Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz

EK :  Yılların gazetecisi Merdan Yanardağ’ın çözüm önerisi nedir? AKP nasıl bir yol izlerse destek olur?

MY :  Ben bu iktidara hiçbir biçimde destek vermem, verilmesini de doğru bulmam…. Çünkü eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz. Bu iktidarın sorunu doğru bir biçimde, adil, demokratik, onurlu ve barışçıl şekilde  çözeceğine inanmıyorum. Dinci faşizan bir diktatörlüğe doğru götürüyorlar ülkeyi. Bu bir karşı devrim iktidarıdır. Bir önceki çağın değerler dünyasından referans alan ve esas olarak insan hakkına, aydınlanmaya, bilime ve bilgiye karşı gelişen bir karşı devrim iktidarıdır söz konusu olan.

Ben Türkiye’de gerçek bir barışın ancak cumhuriyetçi güçlerin, yurtseverlerin, solun ve aydınlanmacı toplum kesimlerinin, laik, aydınlanmacı ve solcu Kürt siyasetçilerin birliğiyle gerçekleşeceğine inanıyorum. Birinci Cumhuriyetin AKP-Cemaat koalisyonu tarafından tasfiye edildiği bu dönemden sonra yeni bir devrimci cumhuriyet ancak bu temeller üzerinden oluşturulur diye düşünüyorum.

EK :  Ülkenin bir çok yerinde AKP’nin uygulamalarının protesto edildiğini görüyoruz. Buna rağmen 10 yılı aşkın süredir iktidardalar. Ve yapılan seçim anketlerinde yine tek parti olarak gözüküyorlar. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?

MY :  Bu bir strateji. Ben AKP’nin çekirdek oyunun  %10-15 civarında olduğunu düşünüyorum. Merkez sağ çöktü. Merkez sağın oyları aslında siyasal İslamcı bir parti olan AKP’ye gidiyor. AKP’ye verilen oyların büyük bir bölümü AKP’ye cumhuriyeti tasfiye etmesi, laik eğitim sistemini çökertmesi için verilmiş değil.

 Önemli ölçüde medyanın ele geçirildiği, toplumun yanlış yönlendirildiği bir takım liberal aydının kendilerine sağlanan çıkarlar karşılığında iktidara destek verdiği bir dönem yaşadık. Toplum yönlendirilmeye açık. Aslında 1950’lerden beri gelişen bir süreç bu… İmam hatip liselerinin yaygınlaşması, köy enstitülerinin ve halk evlerinin kapatılması, aydınlanmacı, laik ve pozitif eğitimin tasfiye edilmesi hep bu projenin önemli etapları.., cumhuriyetin kurucu güçleri ve Türk burjuvazisi kendi devriminin sonuçlarından korktu. Kız çocuklarının okula gönderilmediği, ortalama eğitimin 3,5 yıl olduğu bir dönem yaşandı Türkiye’de.

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de 2 askeri darbe yapıldı. Siyasal İslamcılar, dinciler ikisinde de darbeyi destekledi. Kendi sicilleri son derece kirlidir. O nedenle kendilerini aklayacak bir geçmiş aradıkları için 28 Şubat’a darbe deyip duruyorlar. Darbe görmesek 28 Şubat’ın neredeyse darbe olduğuna inanacağız. Sanki meclis kapatıldı, hapishaneler doldu, gazeteler kapatıldı, insanlar tutuklandı! Erbakan 28 Şubat 1997’den 4,5 ay sonra istifa etti. Dünyada hiç böyle bir darbe görülmüş müdür?

Bu toplum manipüle edildi. ABD bir ılımlı İslam ülkesi modeli yaratmak istedi. BOP’un bir parçası olarak bölge hâkimiyetini sağlamak için Amerikancı bir İslam, batı yanlısı bir İslam yaratmak demektir. Birinci Cumhuriyetin tasfiye edildiği, sandıksal, seçimlerde İslamcı partilerin gidip geldiği bir rejim yaratmaya çalıştılar Türkiye’de.  Arap baharı denen operasyonda da Türkiye model olarak gösterildi. Dikkat edin bütün Arap dünyasının 1. Cumhuriyetleri yıkıldı. Arap Baharı niye Katar’da, Bahreyn’de, Körfez Emirlikleri’nde, Suudi Arabistan’da ve diğer ortaçağ atığı kraliyet rejimleri ve emirliklerde yaşanmadı da genellikle Türk devrimini model olarak gören cumhuriyetlerde yaşandı? Libya’da Türkiye hayranı olan, Türkiye’de harp okullarında okumuş, ne kadar sorunlu olursa olsun Kaddafi rejimi yıkıldı ve yerine El-Kaidecilerden, haydutlardan oluşan bir rejim geçti. İlk aldıkları karar neydi? Şeriat hükümlerini devreye soktular ve erkekler 4 kadınla evlenebilir dediler. Ya Allah belanızı versin! Siz rejimi bunun için mi yıktınız? Tunus’ta aynı şey oldu. Mısır’da gerici Müslüman kardeşler iktidara geldi. Elbette bu tablonun oluşmasında söz konusu rejimlerin yozlaşmalarının payı çok büyüktür.  Ama söyler misiniz, Körfez emirlikleri ve Suudi Krallığı demokratik rejimler mi?

Irak’ın yıkılmasının da nedeni budur, Suriye’ye saldırının anlamı da… Suriye, Arap dünyasında ayakta kalmış, kadınların çalıştığı, eğitimde yer aldığı, seçme ve seçilme hakkının bulunduğu laik tek ülkedir. Suudi Arabistan, Katar ve Bahreyn’de kadınların seçme ve seçilme hakkı, otomobil kullanma hakkı yok, yanlarında 18 yaş üstü erkek akrabaları olmadan dışarı çıkmaları yasak. Suudi Kralının 18, veliaht prensin 38 karısı var. Şimdi bu ülkeler kalkıp Suriye’ye demokratik reformlar yap diyorlar. Böyle bir komedi görülmüş müdür?

Türkiye bu ülkeler için bir modeldi. Ama onlar Batı’yı yakalayacak bir aydınlanma ve modernleşme modeli istemediler. Daha kolay yönetebilecekleri, dinin toplumsal ve siyasal hayatı belirlediği rejimleri tercih ettiler. Bu nedenle Türkiye’de daha İslami bir rejim kurulmalıydı. İhtiyaç böyle olunca AKP planlandı ve organize edildi. AKP bir Amerikan projesidir.

 AKP’ye verilen toplumsal destek hiç abartılmamalı, ama küçümsenmemelidir de… 2007’deki seçimlerde hile yapıldığını çok net olarak söyleyebilirim. Seçimler adil şekilde yapılmadı. Türkiye’de, ABD’de yasaklanan yazılımlar kullanılıyor seçim sisteminde. İstanbul’da çok somut olarak Beyoğlu’nda, Beykoz’da, Üsküdar’da, Tuzla’da, Beylikdüzü’nde seçimlerde hile yapıldığını biliyoruz. Bunlar olmasaydı şuan İstanbul Büyükşehir Belediyesi AKP’de değil, muhalefette olacaktı.

Burada bir başarıdan daha çok topyekûn hileye, yönlendirmeye/güdülemeye dayalı, akıl tutulmasına ve insanların bilinçlerini teslim alınmasına dayalı bir yöntemden söz edebiliriz.

CHP’yi Terbiye Etmeye Çalışan Güçler Var

EK :  8 Nisan’da siz de Silivri’deydiniz. CHP’den 41 vekil de katıldı. Daha sonrasında Muharrem ince “Biz oraya  Ergenekoncuları desteklemeye gitmedik” diye açıklama yaptı. Bu açıklamayı da katarak Yeni CHP- Eski CHP tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

MY :  Muharrem İnce’nin bunları tam olarak ne anlamda söylediğini bilmiyorum. Ancak şurası açık ki Ergenekon diye bir örgüt yok! Bu bir tertip. Bu davalar AKP’nin rejimi değiştirmek için kullandığı bir araç. Ergenekon, Balyoz ve diğer davalar böyle. 2008’den beri Türkiye’de adliye ve polis içindeki bir çeteleşmeye bağlı darbe gerçekleştirilmiştir. Hala böyle bir örgütün uydurulmuştur. Böyle bir örgüt olsa bile Silivridekiler bu örgütün üyesi değildir. Dava dosyalarında tek bir gerçek kanıt yoktur.

Bence CHP’nin Ergenekon davaları konusunda bugüne kadar aldığı tutum olumlu. Bu konuda CHP’nin kafasının karışık olduğu da ortada… Partiyi daha liberal bir çizgiye çekmek için çalışan belli güçlerin olduğu, “Amerika’yla anlaşmalı ve uzlaşmalıyız, başka türlü iktidara gelemeyiz, partiyi merkeze çekmeliyiz” diyen, hatta Cemaatle ilişki kurmayı talep eden bir kesimin de olduğu da çok açık.

Oysa Türkiye’de 2 tane liberal, Amerikancı partiye ihtiyaç yok. CHP’nin kendi kuruluş felsefesinden, ilkelerinden uzaklaşması asıl yenilgisi olacaktır. Başkalarına benzeyerek değil, kendi özgün siyasetinizi, programınızı geliştirerek iktidar olursunuz. CHP’yi terbiye etmek ve yeni düzenin muhalefet partisi olarak yeniden biçimlendirmek isteyen güçler var. Bu güçlere karşı dikkatli olunmalıdır, aksi halde bunun CHP’nin sonu olacağını düşünüyorum.

EK :  Yaşanan Ergenekon davası tartışmalarında Ergenekoncularla Abdullah Öcalan’a karşılıklı af çıkacağı konuşuluyor. Siz bu af tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

MY  :  Ergenekon davasını açtılar, insanları tutukladılar ve bir rehin gibi Silivri toplama kampında tutuyorlar. Ergenekon, Balyoz, Oda TV, Devrimci Karargah gibi davalardan tutuklananlar ve hüküm giyenler için af çıkartıyoruz diyerek yapacaklar yasal düzenlemeyi. Bunun sonunda toplumsal barışı, uzlaşmayı sağlayacağız diyecekler. Ancak bu aftan esas olarak PKK ve KCK tutukluları ve hükümlüleri de yararlanacak. Asıl amacın da bu olduğu anlaşılıyor.

Çünkü hedeflerine ulaştıklarını, 1. Cumhuriyeti yıkıp yerine Amerikancı, ılımlı İslamcı rejim, faşizan bir diktatörlük kurduklarını düşünüyorlar artık. Gerilimi düşürmek için bir af çıkaracaklar. Ama bu aftan esas olarak Abdullah Öcalan ve PKK’lılar yararlanacak. Ben Ergenekoncular diye bir grubun olduğunu düşünmüyorum. Çünkü gerçek Gladyo şuanda işbaşında. Gladyo’nun merkezi polise kaydı. Gladyo bir ABD ve NATO yapılanmasıdır. Bildiğimiz bu yapılanma iktidarın denetimi altında hala varlığını sürdürüyor. Bu davayı tertipleyen de sözünü ettiğim Gladyo’dur.

İnsanlar bu çirkin bir oyun için Silivri’de rehin tutuluyor.

EK :  Üniversitelerdeki Hizbullah-PKK kavgalarını bu süreçte nasıl değerlendiriyorsunuz?

MY :  Hizbullahın saldırısının anlamı şudur: PKK ile AKP arasında ortaya çıkan uzlaşma çeşitli Kürt siyasal çevrelerinde de rahatsızlık yarattı. Çünkü BDP’nin sol ve laik kanadının tasfiye edilmesini de gerektiriyor bu anlaşma. Hizbullah’ın yasal partisi Hüda Par’ın Başkanı “Aslında biz anlaşırız ama bunu Türk ve Kürt solu ile Aleviler engelliyor” dedi. Kürt solcular diye bahsettikleri laik Kürt çevreler, Türk solu diye ifade ettikleri de aydınlanmacı, cumhuriyetçi, laik, sol ve sosyalist çevreler.

Hizbullah tarafından yapılan bu saldırılar solcu olan Kürt gençlerine, öğrencilere yönelik başladı ve bütün solcu gençlik çevrelerine ve örgütlerine yöneldi. Bu çatışmaların devam edeceğini ve yayılabileceğini düşünebiliriz. Esas olarak bu gelişmelerle bu saldırılar arasında çok bir ilişki olduğunu düşünüyorum.

EK :  Bağımsız dergisinde geçen haftanın kapak konusu da olan Abdullah Gül- Recep Tayyip Erdoğan arasında yaşanan gerginlikten bahsedelim. AKP’nin PKK ile yakınlaşmasından sonra AKP- Liberaller, AKP-Cemaat ilişkisinde bu dönemde neler olabilir?

MY :  Ne olacağını kestirmek zor.  Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan arasında bir gerilim yaşandığı çok açık. Erdoğan tek adam rejimini kurmak, kendi başkanlığını garantiye almak için elinden geleni yapıyor. Bunun da AKP’de belirli bir rahatsızlık yarattığı ortada. A. Gül genellikle AKP’de bu gidişten rahatsızlık duyan çevreleri temsil etmek ve daha uzlaşmacı bir tutum izlemek istiyor. Erdoğan ise hiçbir biçimde iktidarını paylaşacak bir düzenlemeyi kabul etmiyor.

Erdoğan cumhurbaşkanı ya da devlet başkanı olarak siyasete veda etmeyi planlıyor. Abdullah Gül ise Erdoğan sonrası partinin liderliğini üstlenmeyi, parlamenter rejimin devam etmesini sağlamak üzerine kurmuş stratejisini. Abdullah Gül daha geleneksel ve Türkiye siyasetinin yerleşik güçleriyle daha ilişkili bir pozisyonda duruyor. Tayyip Erdoğan ise faşizan başkanlık rejimi konusundaki ısrarlarını koruyor. Ne olacağını kestirmek zor ama bu rekabette şuanda avantajlı olan Tayyip Erdoğan gibi duruyor. Zaten Bağımsız Dergisi’nin kapsamlı bir şekilde hazırladığı dosyalar okunduğu taktirde bu ayrıntılar görülecektir.

Yurt Gazetesi Baskılara Boyun Eğmeyecek

EK :  Yurt Gazetesi yapılan baskılara rağmen her geçen gün büyüyor.  Bu süreçte Hatay muhabiriniz Hasan Kabakulak ve genç muhabiriniz Sami Menteş tutuklandı. Bağımsız Dergisi’ni de çıkartıyorsunuz. Yurt Gazetesi okurlarına başka süprizler de yapacak mı? Özellikle Sami Menteş hakkındaki düşüncelerinizi almak isteriz.

MY :  Sami Menteş  çok başarılı bir genç  arkadaşımız. DHKP-C  operasyonu kapsamında tutuklandı. Onun tutuklanması için hiçbir gerekçe yoktu. Bunu Yurt Gazetesi’ne yönelik bir saldırı, göz dağı verme, üzerimizde baskı uygulamak için yaptılar. Hatay muhabirimiz Hasan Kabakulak da Suriye’ye bilgi götürmek iddiasıyla tutuklandı. Tam bir saçmalık. Karakulak uzun süredir bölgede gazetecilik yapan, yerel gazetelerde yöneticilik yapan, tv programları yapan, tanınmış bir yerel gazeteci.

Bütün bunlar, Yurt Gazetesi’nin etkili bir çizgide gelişip büyümesinin yansıttığı rahatsızlıktan kaynaklanıyor.  Bu baskılar bizi yıldıramayacak. Bunu özellikle belirtmek isterim. Sami Menteş ve Hasan Kabakulak arkadaşlarımızın sonuna kadar yanlarında olacağız. Her iki arkadaşımızın da gazetemizde işleri sürüyor ve bir dayanışma için bazı haberlere bu arkadaşlarımızın imzalarını atıyoruz.

Yurt Gazetesi medyanın çok büyük bir bölümünün iktidarın denetimine girdiği, merkez medyanın iktidarın elinde rehin olduğu bir dönemde özgürlük ortamı oluşturdu. Biz açtığımız özgürlük penceresini genişleteceğiz. Biz etkili bir entelektüel muhalefet odağı haline gelmeye başladık. Yazar kadromuz Ayşenur Arslan ve Mustafa Sönmez’in de katılımıyla daha da güçlendi. Yakında yeni isimler de kadromuza katılacak.

Yurt hızla büyüyerek Türkiye’nin en etkili gazetelerinden biri haline gelecek. Haberi eğmeden bükmeden ve karartmadan okurlarımıza ulaştırmaya çalışıyoruz. Pornografik ve kadını aşağılayan bir dil kullanmıyor, lümpen bir üsluptan kaçınıyoruz. Hakarete, küfüre dayanmayan bilgiye dayalı ve haberde objektif ölçüleri gözeten bir anlayışla gazetecilik yapıyoruz. Bunun toplumda bir karşılığı olduğunu gördük. Biz bu çizgiyi sürdüreceğiz. Okurlarınızdan çok büyük bir desteğe ihtiyacımız olduğunu belirtmeliyim. Dayandığımız tek güç bizim okurlarımız ve toplumun bize verdiği destek.

Sizlere de başarılar diler, teşekkür ederim.

Tüm yayın hakları Ercan KÜÇÜK’e aittir.

Yayınlanan adresler:

http://www.muhalifgazete.com/66591-Amerikanci-Ilimli-islam-Rejimini-Tamamlamak-istiyorlar-.htm

http://onedio.com/haber/amerikanci-ilimli-islam-rejimini-tamamlamak-istiyorlar–102576

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş

Cevapla