Kuzey Irak ve Türkmenler

0 Yorum

Dünyanın farklı coğrafyalarında olduğu gibi Irak sınırları içerisinde birçok Türkmen yaşamaktadır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışının ardından Irak sınırları içerisinde yaşayan Türkmenlerin toplumsal, siyasi, ekonomik rolünü ve önemli gelişmelerin ardından meydana gelen değişimleri ve Türkmenlerin Türk Dış Politikasındaki etkilerini anlayabilmek için Uluslararası Antalya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim görevlilerinden Yrd. Doç. Dr. Harun Akyol ile konuştuk.

Osmanlı Devletinin yıkılışının ardından Irak’ın ekonomik, sosyal, toplumsal ve siyasi yapısında Türkmenlerin konumu ve rolü neydi?

1.Dünya savaşına müteakip Osmanlı ordularının Iraktan çekilmesiyle başlayan süreçte İngiliz mandası ve emperyalizme karşı mücadele söz konusu. Irak’ın geneline baktığımızda Türkmenlerin bu mücadele ilk yeri 1925’e kadar 1926 Ankara Anlaşması’nda aktif bir rol aldığını görüyoruz fakat 1926 sonrası imzalanan antlaşmayla birlikte Türkmenler adeta pasif direnişe geçmişler, silahlı mücadeleyi bırakıp tamamen kendilerini kültürel bir varlık olarak korumaya çalışmışlar. 1932’ye kadar geçen süreçte birçok Kürt isyanı var; Şeyh Ubeydullah tan tutun Kerkük ve civarında Erbil’de özellikle Süleymaniye Kürtlerinin organize ettiği düzenli direniş hareketleri var İngiliz manda yönetimine karşı. Fakat tabi 1932’de manda rejiminin sona ermesi ve bağımsızlığın verilmesiyle birlikte, yeni kurulan devlette Türkmenler kendilerini bir anlamda göreceli imtiyazlarını devam ettirmişler çünkü Osmanlı’dan gelen bir imtiyaz söz konusu. Irak toplumunda özellikle Kuzey Irakta Musul ve Kerkük civarında yaşayan Erbil hattında yaşayan Türkmenlerin kültürel alanda dominant olduğunu görüyoruz. Bu biraz da tabi Türkmenlerin kültürel ve eğitim seviyesinin diğer etnik gruplara oranla daha avantajlı olmasından kaynaklanıyor. Örneğin 1960’larda Mesud Barzani’n babası Molla Mustafa Barzani’nin Adnan Menderes ve arkadaşlarına yazdığı mektuplarda da bahsettiği gibi devlet içerisinde özellikle eğitim sağlık ve endüstriyel anlamda ciddi bir Türkmen hâkimiyeti söz konusu. Dolayısıyla Türkmenlerin Irak’ta Bağdat’ta olup bitenlerle çok ilgilenmemişlerdir, çünkü onlar Osmanlıdan gelen imtiyazlı konumlarını tabiri caizse rakip olmadığı için konumlarını devam ettirmişler. Daha çok dağlarda geçici göçmen olarak yaşayan Kürtlerin yerleşik hayata geçmeleri, devlet siyasetine, yönetime ve eğitime katılmaları 1950’lerden sonraki yıllara denk gelmiş. Tabi bunların kadrolarının yetişmesi ve gelmesi oldukça uzun yıllar aldığı için Türkmenler daha çok Irak siyasetinde 1958’e kadar tarafsız daha çok edebiyat, kültür, şiir, sözlü ve yazılı sanat alanında kendilerini göstermişler ve faaliyetler icra etmişler. 1958 den sonra Hür Subayların iktidara gelmesiyle Kerkük’teki Türkmen siyasetinde önemli rol oynayan bugün hala sarsıntısı hissedilen Haziran Katliamı yaşanmış. Bu katliamda Irak Komünist Parti üyeleri Kürtlerle birleşerek Türkmenlere saldırıyorlar.

1958’de üç gün süren Kerkük Katliamı içerisinde 100 e yakın Türkmen aydını katlediliyor. Bu olayın Türkmen siyasetinde ve Türkmen toplumunda kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Bu tarihi kırılmadan sonra Türkmenlerin ciddi bir siyasi bilincinin geliştiğini gözlemliyoruz. 1960’ların ortalarında ilk Türkmen Kardeşliği ve Türkmen Eli Partilerinin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu artık Türkmenlerin kültürel varlık safhasından siyasi varlık safhasına geçmesinin en belirgin işaretleri olarak kabul edilebilir. Tabi Türkmenler zaman zaman Hür Subaylar ve daha sonra 1968 de gelen Baas Partisi’yle çok ciddi münasebetler olmasa da siyasi bir varlık olarak ortak çalışmalar söz konusu. 1968’de gelen Baas Partisi 1970 anayasasında Kürtlere ve Türkmenlere verilen özel haklar var. Tabi bunlar maalesef Ortadoğu’nun kaderidir. Her yeni güç grubu kendi iktidarını kurana kadar etnik ve siyasi gruplara imtiyazlar verir fakat kendi gücünü yerleştirdikten sonra bu kuralların bir yerden sonra uygulanmadığını görüyoruz. Aynı şey Kürtler içinde geçerlidir, örneğin 1970den sonra Baas‘ın iktidara gelmesiyle Kürtlere tanıdığı imtiyazların birçoğu hayata geçirilmemiştir zaten bu yüzden onlar ikinci silahlanmaya geçmişlerdir. Türkmenler ’inde burada silahlı mücadeleye katıldığını görüyoruz ben hatta yüksek lisansımı yaptığımda 1999-2000 yıllarında yaşayan efsanevi Türkmen liderlerinden biriyle görüşme yaptığımda o bana 5000 civarında Türkmenlerin silahlı gücünün olduğunun ve Kürtlerle birlikte Baas rejimine karşı savaştıklarından bahsetmişti. 1980’den sonra Suriye’ye kaçmak zorunda kaldıklarından bahsetmişti yani Türkmenler 1926 Ankara Antlaşmasıyla Irak sınırının çizilmesi ve Türkiye’nin Musul ve Kerkük üzerindeki isteklerinden vazgeçmesinden taktik edilmiş kültürel varlıklarını devam ettirme 1958’de ilk siyasi bilincin kırılma noktası kendilerini toplumsal etnik kimlikli grup olarak güvende hissetmemelerinin en bariz örneği 1958-1970 arası ilk barışçıl siyasi hareketlerinin oluşmasıdır. 1970-1980 arası ise tamamen silahlı mücadele dönemi diye ayırabiliriz. Türkmenler daha sonra siyasi faaliyetlerine daha çok “Türkmen Kardeş” ve ” Türkmen Eli “gibi siyasi parti dernek ve edebi çalışmalarda bulunmuşlar.

1980 -1990 arası Irak-İran savaşı nedeniyle hiçbir siyasi faaliyet görmüyoruz daha çok Kürt hareketine eklemlenmiş bir hareketten bahsedebiliriz yani bağımsız bir Türkmen siyaseti yok o zamanda. Bu tabi 1990’a kadar körfez harekatına kadar devam etmiştir. 1990’dan sonra Türkiye’de ciddi bir Türkmen varlığı dikkati çekmiş. 1995’de Türk Dışişleri ve MİT’in de katkılarıyla kurulan Irak Türkmen Cephesi, bu bahsettiğim siyasal ve kültürel grupların bir araya getirildiği çatı örgüt şeklinde bağımsızlıklarını devam ettirmiş. Iraktaki Türkmen toplumumun tamamını temsil ettiğini söylemek adaletli olmaz, onlar da aynı Kürtler gibi dinsel ve etniksel farklılaşmalara sebebiyet vermişler. Irak Türkmen Cephesi çok kaba tabirlerle ıraktaki Sünni ve daha çok Türkiye özlemini ve Türkiye’yle birlikte çalışma ve bütünleşme hayalleri kuran Türkmenleri temsil ediyor desek kabaca doğru söylemiş oluruz. Bütün bu anlattıklarımın özetini sorarsanız bana ciddi anlamda çok politize olmuş bir toplumdur Türkmenler. Bunun da tabi ki nedenleri var bahsettiğim gibi Türkmenlerin çok eğitimli olması, her dönemde hep imtiyazlı konumlarını bu yüksek eğitimli ve kültürel olmalarından kaynaklanan sosyal konumlarını iyi kullanmaları nedeniyle siyasallaşmaları diğer gruplara göre oldukça geç kalmış. Ama bu siyaset hareketleri ciddi anlamda Türkmen etniğini temsil eden siyasi hareketlerin 1995’lerden sonra özellikle Körfez Savaşı’ndan sonra ciddi hüviyet kazandığını görüyoruz.

Türkmenlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde sosyal ve toplumsal olarak Kürtlerden ve Araplardan ayrılan özellikleri nelerdir?

Birincisi Ortadoğu toplumları oldukça heterojen, türdeş olmayan toplumlardır. Kendi kişisel gözlemlerimi söyleyeyim örneğin Erbil’de gezerken ciddi olarak Türkmen, Kürt, Yezidi ve Hristiyan toplulukları hala tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi kılık kıyafetlerinden, davranışlarından, hal ve hareketlerinden yaşadıkları bölgelerden de ayırt edebiliyorsunuz. Örneğin Erbil’den bahsedeyim; Erbil oldukça düz bir şehir, ortasında Erbil Kalesi olan ve kalenin tamamen merkezi ve yüksek bir tepede bulunduğu bir şehir. Kalenin etrafındaki dükkânların ticari işletmelerin ki bunlardan bir tanesi Kayseri Pazarı’dır üstünde de Osmanlıca ve Türkçe olarak yazıyor. Buradaki esnafların genelde çoğu Türkmen’dir eski kale içinde  hatta daha da örnek verecek olursak Bilkent’in kurucusu Prof. Doğramacı’nın evi de kale içindedir. Erbil Kalesi’nin içinde 600 civarında şu an terkedilmiş tarihi evler vardır bunlar UNESCO tarafından da yardım almış ve orayı kültürel sit alanı olarak restore etme projesi vardır fakat tamamlanamamıştır. Daha önce de söylediğim gibi eğitim seviyelerinden ve giyim tarzlarından oradaki Türkmenlere mahsus onları tarif eden ve toplumdan ayıran kıyafetlerini ve tarzlarını görüyoruz. Tabi bu genelde geleneksel toplumlara mahsus bir yaşam tarz olmakla birlikte bu durum köylerde daha belirgindir. Mesela Kerkük’ün Beşirli Köyü var tamamen Türkmenlerden oluşan bir köy. Kürt ve diğer aşiretlerin köylerine de gittiğimde çok farklılıklar olduğunu görüyorum. Kürt köylerindeki klasik şalvar vs. Türkmenlerde yok. Onlarda klasik peştamal ve özel işlemeli cepkenli yelekleri, özel pantolon ve elbiselileri, ayakkabıları bile günlük yaşamda fark edilebilir özelliklerindendir. Karakteristik olarak edebi yaşamda da çok büyük farkları var örneğin Türkmen deyişleri, sazlı ve sözlü özellikle şiir oldukça gelişmiş Kuzey Iraktaki hiçbir toplumda olmayan özellik edebiyat üretme özelliği, her ne kadar azalsa da bugün hala devam ediyor. Bu özellik Kürtlerde ve Yezidilerde yoktur bu önemli farklılıklardan birisidir.

2003 Amerikan işgali Türkmenlerin Irak içindeki konumunu nasıl etkilemiştir?

Bu soruya başlamadan evvel biraz geçmişe gitmek lazım çünkü bu 2003 ile yakından alakalı. Örneğin uçuşa yasak bölge ilan edildiğinde maalesef 36. paralel bıçak gibi tam Erbil’in altından geçen bir paralel Kerkük’ü de kapsamayan bir bölgeydi. Tabi Türkmenlerin nüfus yoğunluğu bu 36. paralel in güneyinde kaldığı için Türkmenler maalesef çok ince hassas bir denge siyaseti izlemek zorunda kaldılar, daha doğrusu milli ve ortak bir siyaset geliştiremediler. Çünkü hem Saddam’ın hedefi olmak veya onunla birlikte olmaları da bu defa 36. paralel in kuzeyinde gelişen Irak muhalefet gruplarının hedefi olmak gibi bir konuma oturtacaktı Türkmenleri. Bu çok hassas siyasi dengeler nedeniyle Türkmenler 1992-2003 arası bölünmüş denge siyaseti izlemek zorunda kaldılar. 2003’le malum Amerikan işgaliyle bu dengeler Saddam aleyhine bozuldu ve Kürtler lehine genişledi. Türkler de tabi Kürt yönetimine bunun doğal getirisini siyasi ranta çevirdiler. Irak’ın kuzeyinde siyasi ekonomik üstünlüklerini ilan ettiler ki bu aslında ikinci bir kırılma noktasıdır. Örneğin 2004-2005 Irak Türkmen Cephesi’nin Erbil’deki tüm siyasi faaliyetleri askıya alındı ve birçok gayrimenkullerine el konuldu. Irak Türkmen cephesinin bütün basın ve yayın işlemleriyle ilgilendikleri matbaa ve malzemelerine el konuldu Bölgesel Kürt Yönetimi tarafından. Irak Türk Cephesi 20005 yılı itibariyle genel merkezini Erbil’e taşımak zorunda kaldı. Tabi savaşın ilk yıllarında 2003-2004’te Türkmenlerde şöyle bir hava vardı bunu Türkmenlerin kendi yayınlarından anlıyoruz. “Türkiye gelecek, bizi kurtaracak ve böylece geçmişteki şaşalı ve imtiyazlı pozisyonumuza döneceğiz”. Ama tabi Türkiye’nin kendi gerekli dikkatleri, gerekleri güvenlik ve reel politiğin dayatmış olduğu sosyo-politik gereklilikler nedeniyle bu gerçekleşmedi. Türemenlerin bu realiteyi fark etmeleri, bu abartılı popülasyon politikalarından vazgeçip reel politiğe dönmeleri 2008’in sonunu görüyoruz. Çünkü 2008-2009 da örneğin Kerkük’te meclis çalışmaları protesto edildi, Türkmenler arasında ciddi bir ayrılık oluştu, Türkmen cephesi özellikle 2005 seçimlerinden beklediği oranda oy alamamanın getirmiş olduğu siyasi hayal kırıklığından dolayı çok ciddi iç tartışmalara girdi ve siyasi bölünmeler yaşandı, lider ve kadro değişikliğine gidildi.

Bu tabi Türkiye’yle de çok yakından alakalı kısa süreli etnik menfaatlerle değil, büyük global politikaların fark edilmesi Türkiye’de de çok ciddi siyasi değişikliklere sebep oldu. 2003-2005 özellikle işgalin ilk ikinci veya üçüncü yılındaki anti-emperyalist dalganın getirmiş olduğu Türkmen yanlısı siyasi politika 2005 sonrası reel politik ve ekonomik faydacılığa döndü. Dolayısıyla Türkiye’nin o zamanlar özellikle Ak Parti iktidarının “kazan kazan” mottosunun getirmişmiş olduğu, herkesin kazanabileceği bir siyasi mekanizmaya döndü. Türkiye’nin değişen dış politika parametrelerine uygun olarak Irak Türkmenleri de kendi önceliklerini değiştirdiler. Bu Türkmenlerin Kerkük merkezli etnik bir siyasi mücadeleden, Irak’ın kuzeyinde çoklu bir yapı içerisinde hak ettikleri demokratik yere razı olmaları, gelinen son nokta. Bu son noktanın görülen en bariz örneği, Irak Türkmen Cephesi’nin 2005’te terk ettiği Erbil’e 2 yıl önce geri dönüp yeni ofis, büro açıp siyasi faaliyetlerine başlamaları Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’yle daha sağlıklı ve daha ciddi siyasi müzakerelere girmeleri 2011 yılı itibariyle Kerkük’teki İl Genel Meclisi başkanlığının, Irak Türkmen Cephesi başkan yardımcısına verilmesi ve son olarak da Irak Kürdistan parlamentosunun aldığı, nüfusunun %20 yi geçen yerleşim yerlerinde Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesi Irak Parlamentosu tarafından tabi bu ilişkileri daha sağlıklı daha rasyonel bir zemine oturttu. Bu arada Irak Türkmenlerinin de Türkçe konuşturttuklarını belirtmek isterim aynı Türk alfabesiyle. Hatta çok ilgimi çekmişti Kerkük’te okul duvarlarında beyaz badanayla “ne mutlu türküm diyene” yazılarını görünce oldukça şaşırmıştım. Örneğin Telafer’de de Türkmen okulları var ama oradaki okullarda böyle bir uygulama yok. Orada yapı tamamen farklı, Türkmen çocuklarının gittiği ama eğitimin Arapça olduğu okullar daha çok bahsettiğim gibi Şii Türkmenleri yaşadığı için. Ama Kerkük merkezdeki okullarda yaklaşık 12 -13 tane Türkmen okulu var, Süleymaniye’de 2 ya da 3 tane var diye hatırlıyorum.

Türkmenlerin Türk dış politikasındaki yeri nedir?

Bahsettiğim gibi 2003’teki konuştuğum Türkmenler, özellikle buna şöyle söyleyeyim. Iraktaki Türkmenler, diasporadaki Türkmenler ve entelektüel Türkmenler; bunlar çok farklı beklentileri olan insanlar. Diasporadaki Türkmenler daha çok; “Türkiye gelecek bize yardım edecek, biz tekrar mutlak güç kudrete, o günlere kavuşacağız. Kerkük tamamen Türkmen şehri olacak, Erbil zaten Türkmen şehriydi”. Onun yanında orda yaşayan Türkmenlerin özellikle Türkmen Adalet Partisi, Türkmen Kardeşlik Partisi gibi eski ihvan kültüründen gelen Türkmenler çok aktif olarak bu hareketin içinde bulunmuşlar. İslami yönü ağır basan Türkmenlerin daha makul kardeşlik temeli üzerine” bizim asıl meselemiz Kürtlerle, Araplarla, Hristiyanlarla, Yezidilerle birlikte yaşamak” diye mesajlar var. Tabi farklı Türkmenlerin verdiği farklı mesajlar Ankara’da bazı dönemlerde çok farklı algılanmış. Örneğin işgalin ilk yıllarında “Kerkük’te Türkmen Katliamı olacak, Türkiye müdahale edin, şeklindeki heyecanlı yaklaşımlar yerini 2005 sonrasında daha rasyonel politikalara bıraktı.  Gelinen noktada Türkiye, bölgeye yönelik etnik siyasetten, bölgeye yönelik demokratik konsepte dayanan, bundan kastım somut etnik grubun çıkarlarına dayalı Ortadoğu politikası geliştirmektense Türkmenlerinde içinde yararlanabileceği daha çoklu demokratik bir yapını özendirilmesine geçiş süreci var. Bu geçiş sürecinde kırılmanın 2007-2008 olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu yıllar, terör ve iç savaşın hat safhaya ulaştığı, bunu Türk ve Amerikalı yetkililerinde bu dar çerçevede yürütülen etnik ve mezhebi temele dayanan politikanın aslında çıkmaz olduğu, tek çıkar yolun ya Irak’ın tam bütünlüğü ve ya önüne alınamayacak iç savaşın kaçınılmaz olduğu gerçeğine bıraktı ki bu da aslında  tek seçenek olan Irak’ın toprak bütünlüğüne, eğer toprak bütünlüğünün mahiyetinin ne olacağı tartışılıyordu ve o hala şuan da tartışılıyor. Federal mi yoksa konfederasyon mu olacak,  haklar nasıl düzenlenecek, materyaller nasıl paylaşılacak? Özellikle petrol ve doğal gaz bunlara karar verilememişti. Türkmenlerin pozisyonu bu reel politik çerçevede son sıralarda geliyordu, onların pozisyonu daha üst seviyedeki bölgesel dengeler ve uluslararası güç dengeleri Türkiye, Amerika, Suudi Arabistan veya bölgeye yeni giren Çin gibi büyük ülkelerinin jeopolitik ve enerji ihtiyaçlarına göre şekillenen, ona uygun bir hal alan siyasete dönüştü.

Türkiye’de Türkmen lobisi var mıdır eğer varsa Türkiye’nin kuzey ırak siyasetini nasıl etkiliyor?

Türkiye’de bizim Amerika’daki gibi algıladığımız profesyonel lobi yok, böyle bir kurumsallaşma da yok. Örneğin kültür cemiyetleri var, Irak Türkmen Cephesi’nin temsilciliği var ama bunlar aynı Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi’nin veya Taliban’ın temsil ettiği partinin temsilcileri var bu onlarla eş seviyede. Türkmenlerin maalesef böyle bir profesyonel şirketleri yok ama şu var. Türkmenlerin Türkiye de ciddi bir halk desteği var, bu da1960’lardan başlayan Türkiye’ye getirilen az evvel bahsettiğim Doğramacıdan bu güne gelen eğitimli Türkmenlerin varlığıdır. Birçoğu Erbil ve Kerkük’e geri dönmelerine rağmen birçoğu Türkiye’de kaldı. Türkiye’den Avrupa’ya gidenler de oldu, bu sistemden gelen ve kaynaklanan bir Türkmen nüfusu var ama bunların örgütlülüğü, gücü ve lobi olduklarını düşünmüyorum.

 

Harun Akyol Kimdir? Uluslararası Antalya Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Dr. olarak görev yapan Harun Akyol doktora derecesini Siyaset Bilimi alanında Essex Üniversitesi’nden, aynı alandaki yüksek lisans derecelerinden ilkini Londra Üniversitisinden (SOAS), ikinci yüksek lisans derecesini de Egitim Felsefesi ve Uygulamaları alanında University of East Anglia’dan aldi. Dr. Akyol Political Theory, Post Structuralism, Middle Eastern Politics, Nations and Nationalism ve Research Methodolgy üzerine dersler vermektedir.

Röportaj: Melike ŞENER 01.12.2014

AKADEMİK PERSPEKTİF

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş