Niyazi Erdoğan İle Türkiye’deki Moda Algısı Üzerine

0 Yorum

Erkek giyim tasarımcısı denilince ilk akla gelen isimlerden biri olan başarılı modacı Niyazi Erdoğan ile erkek giyim modası, moda haftası ve yeni koleksiyonu, Türkiye’deki moda algısı üzerine konuştuk.

Türk Modası daha bebek. Hepimiz uğraşıp onu büyüteceğiz.

Sizi tanıyor ve biliyoruz. Ama Niyazi Erdoğan olarak siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Her şeyden önce üretme arzusuyla dolu birisiyim. Moda tasarımı sadece bu kanallardan bir tanesi. Bir üretme heyecanı ve bunu tüketmek istiyorsunuz. Bazen üzerinizde bir sürü kimlik oluyor;  mimar kimliğiniz, tasarımcı kimliğiniz, taşralı kimliğiniz vs. Ama işin en özüne baktığınızda, sürekli üretme  arzusu ön planda. Moda bunlardan bir tanesi sadece. Bunun dışında birçok alanda üretim yapmayı seviyorum zaten. Mimarlık en başında geliyor. Resim, grafik gibi birçok alanda üretim yapıyorum.

Son yapacağımız defilenin ilham kaynağı da aslında çok eski bir Türk mimardan geliyor

Peki bu diğer farklı alanlarda da sizi görebilecek miyiz?

Zaten profesyonel olarak mimarlık yaptım. Şu anda da sezon ile birlikte markanın logosunu yeniden tasarladık, markanın DNA’sı da değişti. “Architectual Menswear” diyebileceğimiz, daha mimarlıkla ilişkili işler yapıyor olacağız. Bu son yapacağımız defilenin ilham kaynağı da aslında çok eski bir Türk mimardan geliyor. Ürünlerde onun tasarladığı binalardaki mantığını kullanıyoruz. Belki ileride moda ile mimarlığı birleştirdiğim bir sunum gerçekleştirebilirim. Eğer herhangi bir talep gelirse, mimarı anlamda da ürün tasarlayabilirim. Ama tasarımcı, sanatçı gibi değil. Bir şeyler üretmek için size talep gelmesi lazım. Ama onun dışında bütün defilelerdeki davetiye grafikleri, baskı desenleri, hepsi bana aittir. O yüzden grafik de tasarlıyorum ve bu bahsettiğim alanların hepsinde ürün veriyorum.

Hazır konusu açılmışken, bu sezon da Fashion Week’de sizi  göreceğiz. Koleksiyonunuzdan biraz bahseder misiniz?

Bu sezon erkeğimiz biraz daha değişiklikler gösteriyor. Erkeğin DNA’sı üzerine biraz daha kafa yormaya çalıştık. Bir de mimarlıktaki tasarım mantığını koleksiyona aktarmaya çalıştım. Mimar kimliğim benim bugüne kadar hep yadsıdığım kimliğimdi. Çünkü bir profesyonel alandan çıkıp başka bir profesyonel alana geçtiğiniz zaman, ister istemez bir öncekini inkar edip, bir şekilde yeni olana kendinizi inandırmanız gerekiyor. O alanda kendinizi ispatlamanız gerekiyor. Ama artık hep geriye attığım mimar tarafımı da daha ön plana çıkarmak istiyorum.

Bu sezondaki koleksiyonda daha mimari detayların olduğu bir koleksiyon. Eski Türk mimarlarımızdan Mimar Sedad Hakkı Eldem, bütün  geleneksel süsleme ve bezemeleri taşımadan, tamamen kendi mimarlık güdüleriyle özgün bir Türk mimarisi yaratmayı hedefliyor. Bütün tasarım sürecindeki algısı o. Benim de bugüne kadar yaptığım işlerde öyle bir durum söz konusuydu. Daha bizden öğelerden ilham alıp daha bize ait bir mimar ekolü yaratma isteği içerisinde ürün tasarlıyordum. İkimizin böyle bir paralel noktası olduğunu düşünüyorum.  Atatürk Kitaplığı en güzel eserlerinden bir tanesi, koleksiyonda ondan ilham alan desenler olacak.

Hem renkli, biraz da dünyanın genel trendiyle örtüşen bir koleksiyon. Çünkü bütün defilelerde çok fazla aktif spor giysisi görüyorsunuz. İnsanlar aktif spor giysilerini daha fazla günlük hayata taşıdılar. Biz de bisikletçileri ele aldık. Şehirli erkeğin ulaşım araçları bisikletti daha önce. Hani istiyoruz ki o dönemler yeniden canlansın, insanlar aktif spor giysilerini günlük hayata taşıyıp trafiği biraz azaltmak için tekrar bisiklete binsinler. Amacımız tüm bu bahsettiklerimizi aslında sadece kıyafete değil , yaşam biçimine de aktarmak.

Benim müziklerim her sezon konuşulur,  yine özel müzikler düşünüyoruz. Epey bir ipucu verdim aslında. Çok anlatmazdım böyle.

Geçen sezon dediğiniz gibi defile müzikleri ile “hüzünlü biten, bitmese dedirten” bir koleksiyon izledik.

Aslında hüzünlü bitsin diye değil, birçok şeyi insanlara hatırlatsın diye o şarkıları seçtik. Tam olayların olduğu bir döneme denk geldiği için biz de sessiz kalamazdık. Tasarımcı olarak insanlara birkaç adım sonrasını sunuyorsanız fikirleriniz ve duruşunuzla da örnek olmanız gerekiyor. Çok fazla konuşan, bağıran bir adam değilimdir. İşle konuşmayı severim. İstedim ki, orada işimiz konuşsun. Biz logoyu kararttık, bir matem havası yarattık ve insanlara bir şeyleri hatırlatmak istedik. Koleksiyonla da örtüşüyordu. Koleksiyonun gezginci bir ruhu vardı, temamız şehirden kaçıştı.

Türkiye’de sizce moda sektörü nasıl ilerliyor?

İnanılmaz bir gelişme var. Ben hep söylerim, bizim dönem çok şanslı. Bizden önceki dönemde bunun için epey bir uğraşıldı. Moda Tasarımcıları Derneği’nin  kurucu üyeleri Bahar Hanım ve Hakan Bey, onlar yıllarca insanların aklındaki moda tasarımcısı algısını oturtmak için uğraştılar. Biz biraz daha şanslı geldik. Bizim jenerasyon daha sektör içinde yetişen tasarımcılar, daha endüstri içerisinde çalışmış insanlar olduğu için, biz biraz daha farklı bir noktaya taşıdık. Moda Tasarımcısı algısından, tasarımcı markası algısına geçildi. Aynı zamanda da moda endüstrisi algısı oluşmaya başladı. O yüzden çok ciddi bir gelişme bu. Baktığınız zaman İstanbul Fashion Incube gibi inanılmaz muhteşem bir organizasyon, devlet desteği ile kuruldu. Sadece o değil, İstanbul Moda Haftası  Mercedes Benz Fashion Week İstanbul olarak uluslararası bir platforma taşındı. Yani bunlar sadece lokalde değil , uluslararası arenada da çok önemli hareketler. Çünkü İstanbul zaten ciddi anlamda insanların izlediği bir yer. Hem çok genç nüfusu var, hem inanılmaz bir yaratıcılık var, hem de inanılmaz bir tüketim var burada. Dünya markalarının pazar olarak çok dikkatle izlediği bir yer. Hal böyle olunca hem rekabet yüksek oluyor, hem de o algı insanların aklında oluşuyor. Dışarıdaki insanların da dikkatini ve ilgisini çekiyor. O yüzden Türkiye’deki  Moda Endüstrisi ciddi bir ilerleme içerisinde diye düşünüyorum.

Türk Modası dünyada  şuan nerede ve ileride nerede olacak?

Dünyada nerede dersek, bu işin vitrini Paris. İkinci dünya savaşı döneminde New York’u Paris’e alternatif yarattılar. Milan hep kendi içerisindeydi, hep İtalyan modasını promote ediyordu. Şimdi yeni yeni Londra’da  CFI gibi tamamen British tasarımcıları promote etmek için oluşturulan bir organizasyonlar var. Böyle bir sürü yer var tabii, Berlin, Buenos Aires, İstanbul gibi. Biz baktığınız zaman o çok büyük moda kapitalleri gibi değiliz. Yani bir Paris gibi olamazsınız zaten. Paris, bu işin tüm dünyadaki vitrini. Günün birinde İstanbul Paris kadar olur mu? Çok zor. Yani çünkü orada 14. Louis döneminde başlayan bir gelenek var. Moda haftaları geleneği var. O noktaya ulaşmak çok uzun süre ister. Bir de dünyanın genel politik dengesi, her şey etkili. Ama alternatif olarak insanların gelip görmek isteyeceği yerlerden bir tanesi İstanbul. Şu noktada dünyadaki ekonomik sistem içerisinde çok büyük markalar ciddi anlamda sıkıntı içerisinde ve yenilikler arıyorlar. İnsanlar artık standart büyük markalardansa daha alternatif şeyleri denemeyi tercih ediyorlar. Böyle olunca İstanbul ,Berlin gibi yerlerin önemi daha çok ortaya çıkıyor. Tamam, burada çok çok büyük bir endüstriyi belki sürükleyemezsiniz ama alternatif giyinmek isteyen insanların çok rahatlıkla gelip koleksiyon izleyeceği yer. Çünkü yaratıcılık anlamında baktığınız zaman her tasarımcı birbirinden farklı ve çok alternatif var.  Ben bizim tasarımcılarımızın ciddi anlamda çok yaratıcı olduğuna inanıyorum.

Erkek giyim tasarımı yaptığınız zaman ilk önce kadınların ilgisini çekiyorsunuz.

Sizce Türkiye’de genel olarak insanların moda algısı nedir?

Özellikle erkekler tarafından konuşayım, çok zayıf ama giderek artıyor. Ben 8-9 sezon oldu koleksiyon sergiliyorum. Erkek giyim tasarımı yaptığınız zaman ilk önce zaten kadınların ilgisini çekiyorsunuz, daha sonra erkeklerin ilgisini çekmeye başlıyorsunuz. Bugün GQ Dergisinin bile %40 okuru kadın. Moda endüstrisi ciddi anlamda kadın tüketimi için hizmet veriyor. Bir sektörde öncü olduğunuz zaman önce olmayan algıyı ve pazarı yaratmanız gerekir, daha sonra insanlara hizmet verirsiniz. Bu güne kadar yaptığımız her şeyde o algıyı yarattık.

Kadınlarda erkeğe göre moda algısı daha oluşmuş durumda. Baktığınız zaman dizilerde sponsorluk yapan tasarımcıların ürünleri tercih ediliyor. Daha önce böyle bir şey yoktu. Şuan insanlar tasarım giymek istiyor. Pazar çok hareketli. Moda Tasarımcıları Derneği’nin Galata Moda diye bir etkinliği vardı. Galata Moda etkinliği ilk defa tasarımcıyı sokağa taşıdı ve tasarımcıyı, ulaşılmaz insan olmaktan kurtardı. Herkes çok rahat alışveriş yapabiliyor. İnsanların kafasında bir algı oluştu. Daha sonra o amacını tamamladı ve daha sonra internet sitelerinden tasarımcıların ürünleri alınmaya başlandı. Bence o da tamamladı. Şimdi bambaşka şeylere dönüşmesi gerekiyor. İşte tasarımcının biraz daha yukarıda durması gerekiyor. Belki ilk etaptaki o ulaşılmazlığı değil de o aradaki dengeyi kurup bir noktada durması gerekiyor. Çünkü insanların sahip olmayı arzulaması ve istemesi lazım, tasarım giyiyor olmak öyle bir şey.

Sizin Türkiye’de en çok beğendiğiniz tasarımcılar kimler?

Hepsi. Hiç birini birbirinden ayıramam. Hakikaten hepsinin ne kadar çaba sarf ettiğini gördüğüm için biz hiçbir zaman rakip olmadık. Hep yan yana yürüdük. O yüzden hiç öyle bir ayrım yapamam. Ne Özlem , ne Gamze , ne de Özgür… Hiç birini ayıramam. Baktığınızda herkes rakip aslında; müşteri geldiğinde, satış yaptığında. Ama hiçbirisinin karşısına isim koyamıyorsunuz. Yani Özgür’ün stili ayrı , Özlem’in stili ayrı, Gamze’nin stili ayrı. O yüzden herkes yan yana savaşıyor. Herkes kendi tadında ilerliyor. Ama uluslararası arenada kim dersen, benim en çok beğendiğim tek bir isim var Miuccia. Her sezon yarattığı fikirlerin bütün endüstriye nasıl hakim olduğunu süre içerisinde görüyorsunuz. Yarattığı her iki markayla da, hem Miu Miu ile hem Prada ile hakikaten Şeytan Prada Giyer dedirtiyor.

İlham kaynağım hayatın kendisi.

Siz bir yaratıcılık sürecinde , tasarlama sürecinde nelerden ilham alıyorsunuz?

Benim tasarlama sürecim, “oturayım da bir şeyler düşüneyim de tasarlayayım” gibi olmuyor. Zihin sürekli çalıştığı için “oturup şöyle bir müzik dinlerken tasarlayayım” diye bir şey yok. Hele İstanbul  koşturmacası içinde öyle bir şey mümkün değil. Hayatın kendisi diyorum ben her zaman. Bazen trafikte aklınıza bir şey geliyor. Bazen toplantı sırasında bir şeyler karalarken aklınıza geliyor.

Peki sizce gelecek yaz ve kış sezonunda en öne çıkacak parçalar neler olacak?

Yazda biraz daha pastel renklerin yoğun olduğunu göreceğiz. O yüzden doğal elyaflar fazla kullanılıyor olacak. Bir de dediğimiz gibi şehirler arasındaki sınırlar yavaş yavaş kalkıyor. İnsanlar aktif sporla günlük giysileri biraz daha eşleştiriyor olacaklar. Çok rahat takım elbiselerle içine giyilen sweatshirtler, sneakerlar biraz daha aradaki sınırı kaldıran şeyler olacak. Tabii ki bazı mesleklerde bu tip giyiniyor olabilmek çok zor ama genelde öyle bir eğilim var. Yaz aylarında insanlar genelde kaçmak ister, kaçış ön plandadır. O yüzden daha doğal elyaflar, keten hafif dökümlü pantolonlar, rahat gömlekler, rahat ceketler biraz daha ön planda olacak.

Kışa baktığınız zaman erkek her zaman daha sert ve savaşçı olmak zorundadır. Erkek her zaman savaşçıdır. Onun doğasında, genetiğinde var ama kışın biraz daha zorlu geçer. O yüzden biz hep her kış erkeklere zırhlar tasarlıyoruz, ben öyle söylüyorum. Önümüzdeki kışta da yine çok kalın kayak giysilerini andıran paltolar, onlar çok çok ön planda olacak. Her ne kadar bu sezon kış çok fazla sert geçmese de, biz hep öngörülerde bu tip ağır parçaları sezon hitlerine koyuyoruz.

Sizce bir erkeğin gardırobunda olması gereken  üç demirbaş  nedir?

Siyah ceket,  beyaz gömlek , yıkanmamış kot pantolon.

Aslında her koleksiyonda bir karakter giydiriyorum. Ama bu bir kişi değil, hikayesi olan bir erkek  ve hep aynı erkek.

Peki kimin için tasarlamak istersiniz?

Aslında her koleksiyonda bir karakter giydiriyorum. Ama bu bir kişi değil, hikayesi olan bir erkek  ve hep aynı erkek. Aslında o erkek maço, şehirli, yaşsız. Maskülen bir erkek. Bu saydığım çoğu şey Türk erkeği DNA’sında olan şeyler. Bizim yaptığımız işlerin çoğu agresif işler. Baktığınız zaman ürün agresif olmayabilir ama defilede çaldığınız müziklerden koyduğunuz tepkiye ve oradaki erkeklerin yürüyüşüne kadar maço bir adam var. Bu profile uyan herkes olabilir, şu ünlüyü de giydirmek isterim gibi bir şeyim yok. Birkaç sezon önce dolmuş şoförlerini, geçen sezon Atilla’yı giydirdim, bu sezon Sedad Hakkı’yı giydiriyorum.

Ben öğrenciyken de para biriktirip, mutlaka kendime özel bir parça alırdım ve bu mutlaka ayakkabı olurdu.

Biraz üniversiteyle ilgili sorulara gelelim. Biz öğrenciler belirli bir bütçeyle geçinmek durumundayız. Sizce öğrenci bütçesiyle şık olmak mümkün mü?

Mümkün. Her insanın kendi stilinin olması gerekiyor. Bence şık olmaktan ziyade stiliniz ve tarzınız olsun. Şıklık herkese göre farklıdır ama kendinize ait bir stiliniz ve tarzınız varsa, o her zaman geçerli olan bir şeydir. İnsan her gün siyah eşofman ve siyah sweatshirt giyip bir beyzbolcu şapkasıyla  ve basketbol ayakkabısıyla da gezebilir. Bu onun stili ve tarzıysa artık ona yakışan şeydir. Bunu bir hayat biçimi haline getirmiştir. Mutlaka onun dinlediği müzikte de vardır. Yani insanların stillerinin olması daha önemli bence. Bunun için de çok fazla paraya ihtiyaç yok. İkinci el alışveriş yapabilirsiniz. Türkiye zaten tekstil  cenneti. Yani tekstilin pahalı olduğu bir ülkede yaşamıyorsunuz. Her türlü şeyin alternatifini bulabilirsiniz. Ama kendinize yatırım yapın derim. Ben öğrenciyken de para biriktirip, mutlaka kendime özel bir parça alırdım ve bu mutlaka ayakkabı olurdu. Çünkü ucuz ayakkabı ve ucuz çantaya tahammülüm yoktur. Yani insanın kıyafetleri çok değişebilir ama ayakkabı ve çanta hakikaten rezil de eder vezir de eder. Kıyafetler sezon ile değişebilir. Kışın indirimden alacağınız iyi bir paltoyu bir sonraki sezon da giyebilirsiniz. Bu tip şeylere dikkat ederek o dengeyi kurabilirsiniz. Tabii ki ben de öğrencilik yaptığım için sıkıntıları biliyorum.

Gençler her zaman ilham veriyor.

Üniversite ve moda kelimeleri yan yana geldiğinde size ne ifade ediyor?

İkisi de genç ve yenilikçi. Çünkü moda hep ileriyedir ve üniversite dediğiniz olgu da hep bilgi üreten ve taze zihinlerin olduğu bir yer olduğu için bence üniversite, stil dediğimizin şeyin en başlarında görülebileceği yerdir.

Üniversite size ilham veriyor mu?

Gençler her zaman ilham veriyor. Tabii ki üniversite gençliği apayrı bir zihin yapısı, etkileyici. Onların davranışları çok ilham veriyor. Nasıl giyindiklerine, nasıl hareket ettiklerine dikkat ediyorum.

Sizin başarılı bir moda tasarımcısı olarak üniversite öğrencilerine iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?

İnsanlara bir şey öğreten bir adam olmaktan ziyade şunu söyleyebilirim, mesela bir bölüm okuyorsunuz ama bambaşka şeylere ilgi duyuyorsunuz, ilerliyorsunuz. Bunlardan korkmasınlar, vazgeçmesinler. Çok farklı bir sistem içerisinde farklı okullara gidilebiliyor. Hep kendilerini dinlesinler, neyin onları mutlu ettiklerine odaklansınlar. Okuldan sonrada eğer yapmak istiyorlarsa, onları mutlu eden şeyleri yapmaktan korkmasınlar. Bir gün oturup “Of! Bugün çok bunaldım! Neden bunları yapıyorum?” dediğiniz zaman; aklınıza gelen ilk şey bunu sizin istediğiniz olmalı. Şikayet etmeyi bırakıp sizi mutlu eden şeye devam edebilirsiniz. Öbür türlü “ben zaten bunu istemiyorum” şeklinde düşüncelere girdiğiniz zaman, mutsuzluğunuz devam ediyor.

Serbest Çağrışım

Moda – Yaşam biçimi

Trend – Yenilik, değişim

Tasarım – Problemlere çözüm.

Mimarlık – O da problemlere çözüm.

İstanbul – Kaos

Paris – Hiç sevmem. Yani nasıl diyeyim çöplük bile diyebilirim. O kadar sevmem.

Üniversite – Aklıma arkadaşlar geliyor.

Kampüs – Taş Kışla

Genç – Yaşsız

Moda haftası –Stres, koşturmaca

Türk Modası – O daha bebek. Hepimiz uğraşıp onu büyüteceğiz.

Fatma İzci 03.03.2014

Foto: Ahmet Kemal Sürmeli

http://moda.medyabirligi.com/genel/roportaj-niyazi-erdogan.html

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş