Mabel Matiz: Arkamda çözülmemiş düğüm kalmadı

0 Yorum

Sezen Aksu, Zeki Müren, Barış Manço, Fikret Kızılok, Nazan Öncel ve niceleri… Matiz, Gök Nerede’de usta müzisyenlere selam ediyor, bu topraklarda şekillenen müziğin tarihini bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiriyor. Matiz’in yeni şarkıları bu verimli topraklar üzerinde adeta rengarenk çiçekler gibi açıyor

Mabel Matiz… Sobalı, küçük odadaki motifli halı onun dünya haritasıydı. Üzerinde yuvarlanıp kayboluyor; gitmediği şehirlerin, şarkı söyleyeceği günlerin hayalini kuruyordu. Büyüdü, o odadan çıktı, hayata karıştı. Okudu, dinledi, gezdi, sevindi, üzüldü, aşka düştü, sabretti, sorguladı, değişti. Ve tüm bunlar olurken biriktirdiklerini zamanı geldiğinde müziğiyle cömertçe önümüze serdi. Kalbinin beş yıl önce araladığı kapısından içeri girdiğimizden beri Mabel Matiz’in gönlümüzde özel bir yeri var. 2011’de kendi adını taşıyan ilk albümünü çıkardı. İki yıl sonra Yaşım Çocuk geldi. Matiz’in üçüncü stüdyo albümü Gök Nerede ise önümüzdeki günlerde raflarda yerini alacak. Mabel Matiz’le Gök Nerede’yi konuşmak ilk bize nasip oldu. O da heyecanlıydı, elbette biz de.

– Albümün kayıtları nasıl geçti? Stüdyoda stresli olur musunuz?
– Evet, zor ve takıntılıyım. Bir önceki albüm çok daha kanlı bir süreçti. Her şeye karışıyordum, enstrüman kayıtlarından aranjmana… Ama bu albümde prodüktörüm Can Güngör o kadar güven vericiydi ki ben de rahatlayıp birçok şeyi ona bıraktım.

– Stüdyonun duvarına sevdiğiniz müzisyenlerin fotoğraflarını asmışsınız. Size ilham mı verdiler?
– Barış Manço, Zeki Müren, Aysel Gürel, David Bowie, Fikret Kızılok… Daha çok uğur olsun diye astım fotoğrafları, ama aynı zamanda ilham kaynağı da oldular elbette. Onlar şarkı yazarlığıma, müziğime etki eden isimler, idollerim…

– Önceki albümünüz Yaşım Çocuk‘ta Patti Smith’in Çoluk Çocuk romanından izler vardı. Bu albümde de var mıydı böyle bir ilham kaynağı?
– Pek çok şey izledim, okudum bu süreçte. Bejan Matur’un Rüzgar Dolu Konaklar‘ı çok etkiledi beni, feyz aldım. Jimi Hendrix’in biyografisi Sıfırdan Başlamak da okuduklarım arasında. En çok etkilendiğim film ise Only Lovers Left Alive/Sadece Aşıklar Hayatta Kalır oldu. Üç kere izledim. Oradaki o serin ve karanlık havayı, zamansızlığı sevdim. İki sevgilinin otomobille gece şehri dolaşmaları, hiçbir yere ait olmamaları, sadece birbirlerine ait olmaları…

DİLE ÇOK İNANIYORUM

– Filmde Adam ile Eve’in sadece birbirlerine ait olmaları, Patti Smith ile fotoğraf sanatçısı Robert Mapplethorpe arasındaki efsanevi ilişkiyi de hatırlatıyor. Başka türlüsü olmazmış hissi veriyor iki ilişki de…
– Evet, o takım arkadaşlığı, tamamlayıcılık beni de çok etkiledi.

– Siz hiç böyle bir ilişkiye yaklaştığınızı hissettiniz mi?
– Evet, son bir yılda hissettim.

– O kişi hâlâ hayatınızda mı?
– Bir şekilde hayatımda. Eskisi gibi bir yerde değil ama. Albüm için çalışmaya başladığım günlerde ilişkimizi farklı bir yere taşıdık. Ve bu değişim albüme de yansıdı. İlk defa kendi şarkılarımı üzülerek söyledim, kaydettim. Klişe bir durum belki ama benim daha önce yaşamadığım bir şeydi.

– Ama Gök Nerede, dinlediğinizde bir ayrılık albümü hissi vermiyor. Sanki karşımızda geçmişiyle savaşan değil, geleceğe bakan hatta aşka hazır bir adam varmış gibi…
– Kesinlikle doğru. Bunu hissettirebildiysem çok mutlu olurum. Son iki yılda hayatımın akışı bir şekilde değişti. Buna ayak uydurmaya, uyum sağlamaya çalışıyorum. Uyum sağlamaya çalışırken de kendi içimdeki düğümleri çözmek durumundayım. Onları çözmeliyim ki daha rahat olayım. Dolayısıyla çok uğraştım ama arkamda çözülmemiş çok şey kalmadı. Ve bu durum bir şekilde albümün şarkı sözlerine, diline de yansıdı. Gel şarkısı “Artık iyiyim, hazır hissediyorum, âşık olmak istiyorum” diyor. Uzun zamandır âşık olmuyordum. Bir anlamda totem yaptım bu şarkıyla…

– Tuttu mu toteminiz? Totemlere, uğurlara inanır mısınız?
– Dile çok inanıyorum. Ağzımızdan çıkan her söz, bir şekilde bir sinyal bence. Sevgili Mete Özgencil, “Söz sihirdir. Söylediğin söze dikkat et, asla bela okuma, kötü şeyler düşünme” derdi. Ondan bana kalan en şahane öğreti bu herhalde. Gel öyle bir hisle yazıldı.Gel‘den iki ay sonra da işte o tamamlayıcı dediğim kişiyle bir araya geldim. Ardından da soğuk ve karlı bir günde konser için gittiğimiz Kars’ta Sarışın‘ı yazdım.

– Fotoğraf çekimi için gittiğiniz Prag’ta Charles Köprüsü üzerinde yürürken yol boyunca elinizi taşlarına sürdüğünüzü ve köprünün sonunda kendinizi değişmiş hissettiğinizi söylemiştiniz… Neydi değişen?
– Bugün burada bunları konuşuyor olmamız bile benim için bir aura. Dışarı çıktığımda da kendimi başka biri gibi hissedeceğim. Karşı karşıya geldiğim, elektriklendiğim her yer, her sokak, her insan benden geçtiğinde kendimi farklı hissediyorum. Prag’ta da bunu hissettim, Mardin’in taş sokaklarında da…

– Albüm için fotoğrafları Aytekin Yalçın çekmiş. Kıyafetleriniz çok şık. Annenizin terzi olması stil duygunuzun gelişmesinde etkili oldu mu?
– Olabilir. Annem iyi bir terziydi. Kardeşimle bana hep güzel şeyler dikti. Ergenlikte diktiklerini beğenmemeye başlamıştım ama bir 10 yıl sonra “Anne, ne olur bana bir şeyler dik” diye tekrar kapısına gittim. Ama ellerinde bir eklem rahatsızlığı olduğu için artık dikiş dikemiyordu. Albümde styling’i ben yaptım diyebilirim. Kıyafetleri iki ayrı ekip hazırladı.

MUTLU VE YALNIZ BİR ÇOCUK

– Annenizden bahsetmişken Mersin günlerine dönelim. Portakal, limon, turunç bahçelerinde geçen bir çocukluk… Mutlu muydunuz?
– Babam tır şoförüydü, bizimle çok az birlikte olabiliyordu. Annemle daha çok vakit geçiriyordum. Okulda sevilen, şımartılan, başarılı bir çocuktum. Mutluydum. Hayalperesttim. Müzik yapmak istiyor, şarkı söylediğimi hayal ediyordum. Bir yandan da eksikti bir şeyler, içine kapanıktım. Sevilmediğini düşünen, yalnız bir çocuk. İki uç duygu bir arada. Bu ikisinin birleşiminden bugünler çıktı.

– Gitar çalmaya ne zaman başladınız?
– Bir arkadaşımızın doğum gününü kutlamaya Ebruli adlı kafeye gittik. Lise 1’deydik. Orada Gülsün’le tanıştım, üniversitede öğrenciydi ve gitar çalıyordu. Erdemli’de gitar çaldığını gördüğüm tek insandı. Bana birkaç akor öğretti. Bir anda gitar hevesine tutuldum ve annemlere zorla bir gitar aldırdım çarşıdan.

– Anneniz o gitarı aldığı için şimdi mutludur herhalde?
– Herhalde. 2010’da diş hekimliğini bırakıp “müzik yapacağım” dediğimde tüm aile kahrolmuştu. Muhtemelen o günlerde “Keşke o gitarı almasaydık” demişlerdir.

– Son bir yıldır şan dersleri alıyorsunuz. Sesinizi tanıdıkça daha da özgürleştiğinizi düşünüyor musunuz?
– Kesinlikle. Üç yıl önce farklı bir hisle şarkı söylüyordum. Bir yıl önce daha farklı. Muhtemelen birkaç yıl sonra daha da başka olacak. İnsan kendi üzerinde çalıştıkça birtakım sınırları açıyor ve başka bir yerlere gidiyor.

– Müzik sizin kanatlarınız…
– Ben de öyle hissediyorum. O kanatları güçlendirecek her şey daha mutlu, daha özgün ve özgür uçmanızı sağlıyor. O yüzden de kendimi açmaya çalışıyorum. Fatma Karaca ile çalışıyoruz. Hocamın şarkı söyleme halimi çok değiştirdiğini düşünüyorum.

– O kanatlar sizi ileride nereye götürecek?
– Çok düşünüyorum bu konuyu. Tüm dünyanın dinleyeceği bir şarkı, bir melodi bulmak için çıldırıyorum hatta. Fransızca öğrenmeye çalışıyorum yazdan beri. İleride birçok dilde şarkı söyleyebileceğim bir world music albümü yapabilirim.

Gök Nerede‘yi dinlerken Türk müziği tarihi bir film şeridi gibi geçti gözümüzün önünden..
– Dinlediğim her şarkı, tüm isimler bende birikiyor. Ben onların toplamıyım. Sezen Aksu ile Black Keys bir araya geliyor ve Atlar Yoruldu gibi bir şarkı ortaya çıkıyor. Ahu, tam 90’lar popu. Kendimde de o kronolojiyi görüp sahipleniyorum. Her şarkı birbirinden farklı ve başka bir şeyi temsil ediyor. Tamamı da beni temsil ediyor. İçimde hem Zeki Müren’i hem Black Keys’i hissediyorum.

– Magazinden uzak yaşamayı nasıl başarıyorsunuz?
– Sokaklardayım aslında. Duruşla, müzikle, bir söylemle kendimi ortaya koyduğum için zaten insanlar fazlasını aramıyorlar sanırım. Magazincilerle aramızda karşılıklı saygı var. Karşılaştığımızda da bana albümle ilgili soru soruyorlar.

– Müzisyenler de sizi seviyor.
– Güzel enerjiler birbirini buluyor galiba. Sevgiyle geldiğiniz zaman sevgiyle karşılık buluyorsunuz. Bu enerjiyle de birlikte seyahate de gidilir, şarkı da yazılır, sahneye de çıkılır…

GRİNKO’NUN VALSE’İ VALS OLDU

– Rus müzisyen Evgeny Grinko’nun Valse adlı eseri yazdığınız Türkçe sözlerle Vals olarak albümde yer alıyor..
– Valse‘i ilk kez üç yıl önce dinledim. O zamandan beri şarkıya söz yazmak istiyordum. Ama bir türlü olmadı. Doğru kelimeleri, doğru dili bulmam vakit aldı. Arkamdaki meseleleri halledip yüzümü bugüne döndükten sonra sözleri yazdım.

– Grinko dinledi mi Vals‘i?
– Sözlerini yazdıktan sonra bir ev demosu yapıp kendisine gönderdik. Çok beğendi. Albüm kayıt sürecinde geldi ve şarkının piyanolarını çaldı.

– Bir de Nazan Öncel’in şarkısı var, cover olarak: Bir Hadise Var.
– Çok destek oldu bana. İlk albüm çıktıktan bir-iki ay sonra arayıp tebrik etmişti. Mutluluktan havalara uçmuştum. Bu albüm için de şarkısını açık gönüllükle emanet etti.

YER DEĞİŞİKLİĞİ İSTİYORUM

Nerede yaşıyorsunuz?
– Cihangir’deyim. Aslında bir yer değişikliği istiyorum. Sıkıldım biraz. Sık sık yer değiştiriyorum insanlar gülüyor bu halime.

– Neden taşınıyorsunuz sizce?
– Evlerle ilgili bir sorunum var galiba. Evlerde bir şeyler birikiyor ve bir yerden sonra ben oradan ayrılmak zorunda hissediyorum kendimi. Bir yere ait, bir yere bağlı olma hissi bana iyi gelmiyor olabilir. Ya da hâlâ yerleşik düzenle ilgili birtakım sorunlarım olabilir.

Meltem Fıratlı 07.02.2015

SABAH

Bir gönderi yayınlayabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir. Giriş